
Batı, Filistin'i yönetmek ve İsrail'in meşruiyetini talep etmek için ‘tanımayı’ nasıl kullanıyor?
Dünya Filistin'i tanımıyor. Onun yokluğunu tanıyor.
Jwan Zreiq’in, palestine-studies’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Geçtiğimiz aylarda birçok Batılı hükümet bir Filistin devletini sembolik olarak tanıdıklarını ilan etti. Ancak bu jestler süregelen kuşatma, yerinden edilme ve askeri işgalin ortasında geldi ve şu soruyu gündeme getirdi: tam olarak ne tanınıyor ve ne pahasına?
Filistin bugün egemenlikten yoksundur. Sınırları, hava sahası ya da doğal kaynakları üzerinde hiçbir kontrolü yoktur. Halkı, hareket kısıtlamaları ve ev yıkımlarından temel hizmetlerin reddine kadar günlük yaşamın her yönünü yöneten askeri işgal altında yaşıyor.
Bu bağlamda tanıma, adaletten ziyade siyasi bir tiyatro işlevi görüyor. Batılı güçlerin Filistinlilere yönelik baskıyı sürdüren sistemlere meydan okumadan ilerleme sağladıklarını iddia etmelerine olanak tanıyor.
Sembolik tanıma, Filistinlilerin siyasi taleplerini yönetmek için bir araç haline geldi: On yıllardır süren şiddet, mülksüzleştirme ve abluka için hesap vermekten kaçınırken kâğıt üzerinde bir devleti kabul etmek.
Bu kaçınma yeni değil. İngiltere 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınlayarak sahibi olmadığı Filistin'i “Yahudi halkı için ulusal bir yurt” olarak vaat etti. Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un Lord Rothschild'e yazdığı mektup, Filistinlilerin egemenliğinin emperyal çıkarların üzerine yazıldığı bir mülksüzleştirme projesinin resmi başlangıcı oldu.
Bugünkü tanıma da bu mirası devam ettiriyor: yabancı güçler bir halkın geleceğini onların rızası olmadan belirliyor.
Aynı zamanda, Filistinliler ve müttefikleri İsrail'in “var olma hakkını” teyit etmek için acımasızca baskı altında tutuluyor. Ancak bu tarafsız bir soru değil; söylemi disipline etmek ve adalet taleplerini kısıtlamak için tasarlanmış siyasi bir tuzak.
New York Belediye Başkanlığı için Demokratların adayı olarak yarışan New York Eyalet Meclisi üyesi Zohran Mamdani'ye halka açık bir forumda İsrail'i bir Yahudi devleti olarak onaylaması defalarca soruldu. Mamdani, herhangi bir etnik ya da dini üstünlük üzerine kurulu bir devleti desteklemeyi reddetti ve bunun yerine, geçmişleri ne olursa olsun herkes için eşit haklar konusunda ısrar etti.
Sadece bu ilke bile bir fırtınayı tetikledi: medya saldırıları, antisemitizm suçlamaları ve kişisel tehditler.
Bu soru neden sadece Filistinlilere ve onların savunucularına soruluyor? Neden mülksüzleştirilmeleri üzerine inşa edilen bir devletin meşruiyetini onaylamak zorundalar?
Belki de soruyu tersine çevirmenin zamanı gelmiştir: İsrailli liderler -ve onların Batılı müttefikleri- Filistin'in var olma hakkı olduğuna inanıyor mu? Neredeyse bir asırdır Filistinlilerin yaşamını şekillendiren apartheid ve işgali kınıyorlar mı?
Hükümetler Filistin'i koşullar iyileştiği için değil, tanıma siyasi açıdan uygun olduğu için tanıyor. Bu, politikayı değiştirmeden uluslararası baskıya cevap vermenin bir yoludur. İsrail'e yaptırım yok. Gazze kuşatmasının kaldırılması talebi yok. Yerleşimlerin genişlemesini durdurmak ya da mülteci haklarını korumak için bir çaba yok.
Bu tür bir tanımanın içi boştur. Filistinlilerin trajedisini yönetilebilir bir “çatışmaya” indirgiyor. Irksal bir tahakküm sistemini bir güç değil sınır meselesi olarak yeniden çerçevelendirir. Aslında tanıma diplomatik bir ateşkese dönüşür; şiddeti durdurmadan gürültüyü keser. Genellikle, “iki devletli çözüm” diline sarılır. Ancak bu çerçeve artık gerçeklikle örtüşmüyor. Nehir ile deniz arasındaki tüm toprakları kontrol eden tek bir rejim var; ayrılık, kontrol ve tahakküme dayalı bir apartheid sistemi.
İsrail gökyüzünü, sınırları, suyu ve hareketleri kontrol ediyor. Ayrı hukuk sistemleri uygulamaktadır. İki devlet yanılsamasına tutunmak, mevcut yapıyı inkâr etmektir.
Dünyanın şu anda “tanıdığı” Filistin, mültecilerin Filistin'i ya da Hayfa ve Yafa gibi şehirler değildir. Bu, Filistin'i haritalardan silindikten çok sonra da canlı tutan siyasi tahayyülden koparılmış, küçültülmüş bir parçadır.
Bu görüşe göre Filistin tehdit olmaktan çıkarılmalıdır: geri dönüş hakkından, toprak üzerindeki hak iddiasından ve yerleşimci sömürgeciliğine karşı direnişinden arındırılmalıdır.
Ancak bu tür bir tanımayı reddetmek diplomasiyi reddetmek değildir. Bu, özün yerine sembolleri kabul etmeyi reddetmektir. Filistinliler görünmek istemiyorlar. Onlar özgürlük talep ediyorlar. Halkını koruyamayan, gökyüzünü açamayan ya da ölülerini izinsiz gömemeyen bir devletin hiçbir anlamı yoktur. Moloz, sessizlik ve tehlikeye atılmış haklar üzerine inşa edilmişse hiçbir anlamı yoktur.
Tanınma, dönüşümü takip etmelidir: işgalin sona ermesi, kuşatmanın kaldırılması, geri dönüş hakkı.
Dünya Filistin'i tanımıyor. Onun yokluğunu tanıyor.
*Jwan Zreiq, Ürdün'de yaşayan Filistinli bir yazar ve araştırmacıdır. Dijital ürün geliştirme alanında çalışan Zreiq'in çalışmaları kimlik, direniş, sömürgecilik karşıtı bir geri kazanım aracı olarak dil ve iktidar sistemlerinin kesişim noktalarını kişisel ve siyasi denemeler aracılığıyla inceliyor.








HABERE YORUM KAT