1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. 12 Eylül(ler)le Hesaplaşmak Nasıl Mümkün?
12 Eylül(ler)le Hesaplaşmak Nasıl Mümkün?

12 Eylül(ler)le Hesaplaşmak Nasıl Mümkün?

Resmi ideolojiyle yüzleşmeden, 12 Eylül(ler)le hesaplaşmak mümkün mü?

14 Eylül 2012 Cuma 13:07A+A-

Rıdvan Kaya’nın Aralık 2010’da kaleme aldığı ve Aslan Değirmenci’nin derlediği “Tanıkları, Mağdurlarıyla Bir Zihniyet Kodlaması 12 Eylül” adlı kitapta yayınlanan makalesini 12 Eylül darbesinin yıldönümü vesilesiyle iktibas ediyoruz:

12 Eylül Zorbalığı ve Resmi İdeolojik İkiyüzlülük

RIDVAN KAYA

Aradan tam 31 yıl geçmesine rağmen Türkiye hala 12 Eylül travmasının izlerini taşımaya devam ediyor. Bu uzun süre zarfında gerek siyasal-toplumsal, gerekse de yasal düzlemde pek çok düzenleme ile 12 Eylül 1980 darbesinin yol açtığı sorunlar, ihlaller, sıkıntılar aşılmaya çalışıldı ama bu kirli geçmişin izleri tam manasıyla silinemedi.

Eğitimden siyasete, medyadan yargı düzenine kadar çok geniş bir alan hala 12 Eylül’ün hedeflediği despotik toplum modelinin, tahkim ettiği otoriter zihniyetin yansımaları ile dolu. Darbecilerce çok kısa bir süre içinde, hızlıca işgal edilmesine karşın bu geniş zeminin darbecilik kalıntılarından arındırılması aradan geçen on yıllara rağmen tam olarak başarılabilmiş değil. En son olarak, yasal-kurumsal düzlemde 1980 darbesinin kalıntılarının temizlenmesi açısından, çok ilginç bir tevafuk gerçekleşti ve 12 Eylül 2010 tarihine denk gelen 26 maddelik anayasa değişiklikleri referandumu ile önemli bir aşama daha kaydedildi. Ne var ki, 12 Eylül’ün toplumsal hafızada meydana getirdiği tahribat ve çöküntünün bütünüyle giderilebilmesi yine de pek mümkün görünmüyor.

Neredeyse hiçbir siyasal-sosyal çevrenin açıktan destek verir görünmediği, konuşan, söz söyleyen herkesin alabildiğine eleştirdiği, muhalefet ettiği 12 Eylül’ün bunca etkili olması bir çelişki değil midir? Öyle ya, herkesin karşı çıktığı, reddettiği, hatta nefretini izhar ettiği 12 Eylül’ün bu kadar uzun süre etkinliğini sürdürebilmesinin sırrı nedir?

12 Eylül Militarist Sistemin Kurumsallaşması ve Sürekliliğinin Bir Tezahürüdür!

Hiç şüphesiz “12 Eylül’ün başarısı”nın sırrı Türkiye’nin resmi ideolojik bağnazlık ve ikiyüzlülüğünde gizlidir. 12 Eylül özü itibariyle Kemalist bir restorasyon çabasıdır. Toplumsal-siyasal yapıdaki devasa çeşitlenmeler ve yükselen talepler karşısında tehdit edildiği düşünülen, aynı zamanda mevcut siyasal kadroların zaafları yüzünden ihmal edildiği, geriletildiği, mütehakkim pozisyonunu kaybetme riski ile muhatap olduğundan endişe edilen Kemalist ideolojinin takviye edilmesine ve siyasal-toplumsal yapının da bu doğrultuda yeniden biçimlendirilmesine yönelik bir girişimdir. Bu yönüyle 1980’de gerçekleşen 12 Eylül darbesi nevzuhur bir durum, isitisnai bir vaka olarak görülemez. Kemalizm ya da Atatürkçülük adıyla maruf Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi ideolojik kurumsallaşmasının bir sonucu, tezahürüdür. 

Bu yönüyle bakıldığında 12 Eylül ile 27 Mayıs arasında, 12 Eylül ile 12 Mart arasında bir irtibat olduğunu, kendinden önce gerçekleştirilen askeri darbelerin açtığı yolu izlediğini, 12 Eylül cuntasının, selefi cuntalardan ilham ve cesaret aldığını söyleyenler doğru söylemekte fakat eksik tespitte bulunmaktadırlar. 12 Eylül öncelikle ilhamını 1. Meclis’te gerçekleştirilen darbeden almaktadır. Muhalefetin belirginlik kazanması üzerine Meclis’in tatil edilip gidilen kurgulanmış seçimlerden sonra ortaya çıkan “arındırılmış Meclis” manzarası ile 12 Eylül cuntasının tayin edilmiş üyelerden oluşturduğu Danışma Meclisi benzerliği çarpıcıdır. 

Aynı şekilde 12 Eylül cuntasının şefi Org. Kenan Evren’in fiilen yönetime el koyup, ardından göstermelik seçimler sonucu devlet başkanlığı rolünü üstlenmesi ve tek belirleyici konumuna oturması, Türkiye tarihinde övünçle dillendirilen “Ebedi Şef” pratiğinin meydana getirdiği otoriter-buyurgan iklimden bağımsız görülemez. Benzerlik ve taklit olgusunun izleriyle her alanda karşılaşmak mümkündür. Sadece Şef’in tren penceresinden elindeki kasketini sallayarak perondaki topluluğu selamlama görüntüsünden ibaret değildir.

Siyaset yapıcıları için çizilen sınırlar nettir ve kadim bir geleneğe dayandırılmaktadır. “Ulu Önder”in Nutuk’ta yer alan şu anlatımının gerek 12 Eylül cuntası, gerekse de 27 Mayıs, 12 Mart ve bilahare gerçekleştirilecek 28 Şubat cuntaları için yol gösterici bir mahiyet arzettiği kuşku götürmez: “…Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Hiç kuşkusuz Kemalist Cumhuriyetin ilk dönemine damga vuran icraatların pek çoğunun 12 Eylül’e de ilham kaynağı teşkil ettiği görülmektedir. 12 Eylül cuntası bir anlamda kurucu kadronun muhalefete tahammülsüzlük; sudan sebeplerle parti kapatmalar; basına yönelik baskılar neticesinde bağımsız aydınların susturulup, sahibinin sesi bir medya düzeninin tesisi; resmi ideolojiden ve kadrolardan bağımsız bir sivil toplumun tehdit şeklinde algılanması ve güdümlü cemiyetlerin ihdası; üniversitelerde akademisyen kıyımı ve benzeri pek çok uygulamasını bu ülkede bir kere daha sergilemiş, yeniden canlandırmıştır. (...)

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

 

HABERE YORUM KAT