1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Cengiz Çandar: 28 Şubat Darbesinde İsrail Var
Cengiz Çandar: 28 Şubat Darbesinde İsrail Var

Cengiz Çandar: 28 Şubat Darbesinde İsrail Var

Medyada şunların açığa çıkması lazım. Bir, Batı Çalışma Grubu denen ve aslında illegal muamele görmesi gereken yapıda medyadan insanlar var mı?

16 Nisan 2012 Pazartesi 10:27A+A-

 “Beni, İsrail lobisinin beyni Bernard Lewis’le, post-modern darbe kavramını ilk kullanan kişi olarak tanıştırdılar. Lewis, ‘Bu kavram nereden sana ait oluyor? Ben bunu hep Genelkurmay’da duydum’ dedi.”

“ABD post-modern darbeyi destekledi. Meğer 28 Şubat’tan iki hafta sonra, 12 Mart cumartesi günü Washington’da Dışişleri Bakanı Albright’ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, Türkiye toplantısı yapılmış.”

“Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi orada. Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o gün konuşulmuş. Toplantıdan çıkan sonuç, ‘doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli’ olmuş.”

***

NEDEN CENGİZ ÇANDAR

Bu ülkede sivillerin desteklemediği hiçbir darbe olmadı. Her darbe sivil ayaklarıyla toplumun üzerine yürüdü ve halkı ezdi geçti. Ama darbelerin içinde en açıkça hazırlananı herhalde 28 Şubat oldu. 1997 yılından başlayarak, merkez medya, büyük iş dünyası, yargı, üniversiteler, sendikalar, işveren örgütleri, dönemin cumhurbaşkanlığı makamı ve bir kısım siyasiler, askerlerle el ele verip koca ülkeyi, bir çadır tiyatrosuna çevirdiler. Halkı irticayla korkutmak için yapmadık rezillik, alçaklık bırakmadılar. Her akşam televizyon ekranlarında hu çeken adamların görüntüsünün arkasında, kendileri aşağılık işler çevirdiler. Topluma karşı psikolojik savaş yürüttüler. İnsanların hayatlarını kararttılar, cinayetler işlediler, tuzaklar kurdular, iftiralar attılar, fişlediler, işten attırdılar. Anadolu sermayesini bir süreliğine öldürdüler, bankalara ve ihalelere saldırdılar, ülkeyi soydular. Sonra da çaldıklarının parasını 2001 kriziyle halka ödettiler. Belki de yapılan soygunun büyüklüğünden ve katılımcılarının yaygınlığından olmalı, 28 Şubat darbesi en yavaş soruşturulan darbe oldu. Ve nihayet geçen Perşembe 28 Şubat’la ilgili ilk operasyon, darbenin beyni denen Batı Çalışma Grubu’na yönelik yapıldı. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’le birlikte otuza yakın emekli asker gözaltına alındı. Biz de bu hafta, 28 Şubat’ta andıçlanan ve darbenin en mağdurlarından biri olan Cengiz Çandar’la konuştuk. Yılların gazetecisi Cengiz Çandar’la, Genelkurmay’da andıç adı altında hazırlanan tertipleri, 28 Şubat’ın medya ayağını, o dönemde asker-medya ilişkisini, birtakım sivillerin askerlerle birlikte yürüttüğü psikolojik harbi ve 28 Şubat’ın dış bağlantılarını masaya yatırdık. Cengiz Çandar, Timaş Yayınları’ndan çıkan “Çıktık Açık Alınla” kitabında, 28 Şubat post-modern darbe sürecini, öncesi ve sonrasıyla çok çarpıcı bir biçimde anlattı.

***

Röportaj: Neşe Düzel

NEŞE DÜZEL: 28 Şubat darbesiyle ilgili operasyon başladı. Siz, o dönemde andıçlanmıştınız, iftiraya uğramıştınız. 28 Şubat davasına müdahil olacak mısınız ileride?

CENGİZ ÇANDAR: Henüz karar vermedim. Siyasi terminolojimize andıç ilk bizimle girdi ve andıç yüzünden büyük bedel ödedim ama gene de bireysel meselem olarak görmüyorum ben bunu. 28 Şubat öyle tuhaf bir süreç ki! 1998 yılında Genelkurmay da bize yönelik yapılan tertiplerin adının henüz andıç olduğu bilinmiyordu o sırada. Gerçek ancak 2000 yılında ortaya çıktı. Babam düzmece haberlerin yayınlandığı yılın sonbaharında öldü ve ölümüne kadarki süre içinde büyük kahır çekti. Çünkü...

Evet çünkü...

Çünkü bize yapılan ideolojik bir suçlama değildi. Akçalı bir suçlamaydı. Düşünün, PKK’dan para alıyorum ve karşılığında yazı yazıyorum. Andıçla atılan iftira bu! Babamı kahreden şey, çok yakın arkadaşlarının bile, “Hiç beklemezdik. Nasıl yaptı bu çocuk bunu? Çok üzüldük” demeleri oldu. Oysa biz andıçlanmıştık!

Siz 28 Şubat’ta, Şemdin Sakık’a ait olduğu söylenen düzmece bir ifadeyle andıçlandınız. Bununla ilgili bir dava açıldı mı?

Açılmadı. Aksine dava kapatılsın diye çağırıldım ben DGM’ye.

PKK’nın iki numaralı ismi Şemdin Sakık’ın bu konuda resmen ifadesi alındı mı peki?

Onu bilmiyorum ama, Sakık bana avukatıyla haber gönderdi ve kesinlikle ifadesinde bizim adlarımızdan söz etmediğini söyledi. Zaten andıç işinin özeti şudur. Bazı isimlere karşı bir psikolojik savaş yapılmak isteniyor ve bu operasyonun bir parçası olarak Sakık’ın ifadesi manipüle ediliyor. İfadesine bizim isimlerimiz yapıştırılıyor.

Siz o dönemde andıçla ilgili bir dava açtınız mı peki?

Bir karanlık noktası da budur işin. Hukuk dışı ne varsa yapıldı bu konuda. Mehmet Ali Birand, DGM’de dava açmaya çalıştı, kendisiyle ilgili suç duyurusunda bulundu, “Ben suçluyum, ifademi alın” dedi ama mahkeme hiç oralı olmadı. PKK’dan para almakla suçlanıyor ve DGM oralı olmuyor. Bir ay sonra 1998 haziranında DGM’ye çağırıldım ben. Dosyayı kapatacaklarmış! Dosyayı kapatabilmeleri için de benim ifademi almaları gerekiyor. Savcı ifadeye başlarken bana Sakık’ın ifadesini uzattı. “Ne diyorsunuz?” dedi.

Ne dediniz?

İfadeye baktım gazetelerde bizimle ilgili yer alan suçlamalara ilişkin hiç bir şey yok. Aksine şöyle bir şey var. Ona bizim isimlerimiz sorulmuş. O da, “Biz bu kişileri genel olarak devlet yanlısı görürüz. Yalnız onların bir farkı var. Bunların, Kürt sorununun çözümü konusunda resmî politikadan farklı çözüm önerileri var” diyor. İfadesinin sonlarında da Öcalan’ın basını nasıl gördüğüyle ilgili bir başka soruya, “Öcalan, Türk basınını satın alınabilir kişiler olarak görür” diyor. O söylediklerinin bizimle alakası yok. Savcıya, “Bu ifadede bizi suçlayan bir şey yok ki” dedim. Savcı, “Basında çıkan yazılar var ya” dedi.

Şemdin Sakık’ın, yakalandıktan sonra verdiği ifadesinde, sizin isimlerinizi vererek, PKK’dan para aldığınızı söylediği haberleri çıkmıştı medyada. Bunu mu söylüyor savcı?

Evet. DGM savcısına, “Sakık’ın ifadesi bana verdiğiniz mi yoksa basında çıkanlar mı?” dedim. “Benim verdiğim” dedi. “O zaman ben niye buradayım? Benim değil, benimle ilgili iftiraları atanların, yayımlayanların burada olmaları ve ifade vermeleri gerekir” dedim. Bana, “Burası Türkiye, böyle şeyler olmaz” dedi. Dava böylece kapatıldı. İki yıl sonra da bu işin andıç olduğu ortaya çıktı! Size bir özet yapayım. Çünkü olaylar şöyle gelişti. 28 Şubat kararlarının bildirildiği Milli Güvenlik Kurulu toplantısı 1997’de yapıldı. Bizim hedef olduğumuz andıç tertibi ise bir sene sonra 1998’in ilkbaharında gerçekleşti. İki yıl sonra da bunun Genelkurmay’da hazırlanmış andıç olduğu ortaya çıktı.

Andıçlanan gazeteciler kimlerdi?

Ben, Mehmet Ali Birand, Akın Birdal... Andıçta, bizim itibarlarımızı yok etmek üzere bize karşı operasyonel bir adım atılması gerektiği belirtiliyordu. Bunun, medyada kendilerine yakın şahsiyetlerle temas edilerek yapılacağı söyleniyordu. Ve gerektiğinde, “Altanlar” denerek, “Ahmet Altan ve Mehmet Altan’la da ilgili aynı operasyon yapılabilir” deniyordu. Yani bizimle ilgili yapılacak olan tertipler, icap ettiği takdirde Altanlara da yayılacaktı.

Hangi gazetelerde çıktı bu haber?

28 Şubat döneminde Sabah gazetesinde çalışıyordum. Sabah ve Hürriyet’te manşet oldu bu haber. Bir gece önce de Kanal D ana haberlerde, Uğur Dündar tarafından bizim isimlerimiz verilerek birinci haber olarak okundu aynı metin.

28 Şubat soruşturması ve davası, sadece askerlerin soruşturulmasıyla ve sanıklığıyla sınırlı kalabilir mi?

Tarihimizle ilgili ciddi bir soruşturma ve yüzleşme yapılacaksa askerlerle sınırlı kalamaz. Mesela 28 Şubat darbesine çok önemli bir katkısı var Demirel’in. Zaten 28 Şubat’ın özelliği post-modern darbe olmasıdır. Yani bunu, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’den ayırt eden bir özelliği var. Arkasında askerin olduğu, fakat siviller tarafından icra edilmiş bir darbedir bu.

Siviller kim?

İş dünyası, siyasetçiler, yargı, üniversite camiası, üniversite öğretim üyeleri, kitle örgütleri, sendikalar, odalar ve en önemlisi medya! Medya bu ülkede her zaman darbelerin meşrulaştırıcısı, savunucusu olmuştu ama yürütücüsü olmamıştı. 28 Şubat’ta yürütücüsü oldu. Önceki darbelerde Ankara ve İstanbul Radyoevi’ne ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne tankları gönderir, iktidara el koyardınız. 28 Şubat böyle olmadı.

Nasıl oldu?

28 Şubat, zamana yayılarak yapıldı. Adına onun için 28 Şubat süreci deniyor zaten. Bu sürecin her aşamasında medya kullanıldı. Darbe, toplumun beyni yıkanarak hazırlandı ve icra edildi. Biliyor musun? Post-modern darbe sözcüğünü ilk ben yazdım. O dönemde bir köşe yazımın başlığı olarak “post-modern darbe” kullandım. Ondan sonra post-modern darbe denmeye başladı zaten. Mucidi ben değilim ama...

Mucidi kim?

28 Şubat MGK’sı olmuş. Haziran ayıydı, gazeteye yazımı yazıyordum. İlnur Çevik aradı. “Daily News için Çevik Bir’le röportaj yaptım, çok ilginç” dedi. Biraz anlattı ve laf arasında da “Çevik Bir, 28 Şubat’a post-modern darbe diyor” dedi. Telefonu kapattıktan sonra İlnur’u tekrar aradım, “Post-modern darbe lafını yayımlayacak mısın? Off the record olabilir, başını belaya sokma” dedim. “İyi ki uyardın, sorayım” dedi. Aradı, “O bülüm ‘off the record’muş” dedi. Ben de ona “Çok iyi. O zaman ben bunu isimsiz olarak kullanayım” dedim ve post-modern darbe lafını kendi gözlemim olarak yazdım. Sonra bu laf yayıldı. Amerika’dayken...

Amerika’ya da mı yayılmış bu sözcük?

Beni bir davette Bernard Lewis’le , “post-modern darbe kavramını ilk kullanan kişi” olarak tanıştırdılar. Bernard Lewis bana, “Bu kavram nereden sana ait oluyor? Ben bunu daha önce duydum” dedi. Lewis’in bizim Genelkurmay’la çok sıkı ilişkileri var malum. “Ben bu sözcüğü hep Genelkurmay’da duydum” dedi.

Bernard Lewis bir tarihçi. Onun ne işi var Genelkurmay’da?

Kendisi Neo-conların... Amerika’daki İsrail lobisinin beyni. Bizim Genelkurmay’la hep sıkı ilişkileri oldu onun.

28 Şubat’la ilgili geçen hafta gözaltına alınanların hepsi Batı Çalışma Grubu’yla ilişkili askerler. Size yönelik andıç operasyonunu da BÇG mi yaptı?

Kuvvetle muhtemel. BÇG diye hudayinabit bir istihbarat örgütlenmesi oluştu orada. BÇG’nin sadece askerlerden ibaret olmadığı kanısı var bizde. BÇG’nin sivil ayakları da var. Medya ayağının da olması icap ediyor. Bakın... Medyaya bizimle ilgili çıkan düzmece haberi bir bilgi notu olarak gönderdiler! Haber, Genelkurmay’da hazırlanmıştı ve iki gazeteye verildi. Aynı metin hem Kanal D’de okundu hem de iki gazetede yayımlandı. Rahmetli Ufuk Güldemir, bana, “Haber Milliyet’e de geldi ben direndim, koymadım” dedi ama...

28 Şubat sırasında medya böyle mi kullanıldı? Medya ile darbeci askerler arasındaki ilişkiler böyle mi yürüdü?

O dönemde Tümg. Erol Özkasnak Genelkurmay sözcüsüydü. Çevik Bir’in sağ koluydu. Ona aşk derecinde hayranlık duyan biriydi. Medya ile ilişkiyi, basının manipülasyonunu Özkasnak yürütüyordu. O sırada Sabah’ta çalıştığım için yazı işlerine haberler nasıl geliyor görüyordum.

Haberler nasıl geliyordu?

Haberler iki koldan geliyordu. Ankara bürosundan Fatih Çekirge üzerinden de geliyordu. Zaten diğer gazetelere de haberleri Ankara temsilcileri üzerinden veriyorlardı. Kimi durumlarda da doğrudan İstanbul’a telefon ediyorlardı. Bizimle ilgili andıç haberi çıktıktan sonra Mehmet Ali Birand’ın Sabah’la ilişkisi kesildi. Benim ise gazeteyle ilişkim sürdü ama yazılarım durduruldu. Ben tanığım, Erol Özkasnak gazeteye o dönemde ciddi baskı yaptı, bu adamı atsanıza diye telefonlar etti. Genel yayın müdürü Zafer Mutlu o sırada beni savundu.

Birand’ı niye korumadılar?

Birand’la başka sorunları da vardı ama bir de Dinç Bilgin, iki kişi için direnmemiz çok zor diye düşünüyordu.

Niye zor?

Bunu bana Zafer Mutlu o zaman açıklamıştı. O dönemde gazeteler banka ve ihaleler alıyorlardı. 28 Şubat’ın en ayıp yönlerinden biri budur. Sabah, o sırada Etibank’ı alıyordu. Türkiye öyle bir yer ki, iktidarda olan size imkân veriyor ya da vermiyor. O sırada iktidar askerdeydi. Dolayısıyla bazı işlerin yapılabilmesi için askerlerin onayı gerekiyordu. Zaten askerle iyi geçinebilmek için bütün şirketlerin yönetim kurullarında askerler vardı.

28 Şubat’ta Cumhuriyet tarihinin en büyük soygunu oldu. Bu soygunun bedelini vatandaş 2001’de feci bir ekonomik krizle yoksullaşarak ve işsiz kalarak ödedi. Sadece bankaların içinin boşaltılması, vatandaşa 380 milyar liraya mal oldu. Vatandaş bu faturayı fakirleşerek ödedi.

Öyle... 28 Şubat sürecinde yaşananlar o kadar aleniydi ki! Ama medya kontrol altında tutulduğu ve manipüle edildiği için bunlar yazılmadı. 28 Şubat darbesi göstere göstere yapıldı! Herkes belli roller üstlendi. Demirel, hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. Aradan 10-15 gün geçti, parlamento aritmetiği birden değişti ve DYP’den istifalar başladı. Yılmaz’ın partisi ANAP aniden Meclis’te en büyük parti oldu. Hüsamettin Cindoruk ve Ecevit’le koalisyon yapıldı.

Bu milletvekilleri hangi tehditlerle DYP’den ayrıldılar? DYP’nin içi nasıl boşaltıldı? ANAP’ın içi nasıl dolduruldu? Bütün bunlar sizce 28 Şubat soruşturmasıyla ortaya çıkacak mı?

28 Şubat soruşturmasının çok ciddi yapılması gerekiyor. Çünkü hâlâ çok itibarlı bir sürü ismin dâhil olmasını gerektiren bir içeriğe ve doğaya sahip bu darbe. 28 Şubat’ın yıldızı Çevik Bir’di ama beyni, düşünen adamı dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’ydı. O dönemde Hürriyet’e, “Sıra sivil kuvvetlerde!” demişti.

Sivil kuvvetler kim?

TESK, TİSK, DİSK, TOBB... Bu örgütlerin o zamanki yöneticileri hangi telkinlerle böyle bir blok kurdular? İşçi sendikalarıyla işveren sendikaları müştereken hareket ediyor. Olabilecek şey mi bu?

28 Şubat darbesinin yürütücüleri olarak başka kimler var?

Bir şekilde ABD var. ABD, doğrudan askerî darbeyi desteklemedi ama 28 Şubat darbesini destekledi. Post-modern darbeyi destekledi.

Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

Ben buna tanık oldum. 1999-2000 yıllarında Amerika’daydım. Türkiye’yle ilgili müşterek bir kitap yazımı projesine katıldım. Kitabın çeşitli bölümlerinin yazarları toplantı yapıyoruz. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz kitabın editörü. İsrail lobisinin düşünce kuruluşu Washington Institute’ın Türkiye bölümünün başında olan Alan Makovsky de toplantıda. Makovsky sık sık Ankara’ya gider gelir, Genelkurmay’a girer çıkardı. Kahve molasında Makovsky Abramowitz’e “Sen yedinci kattaki toplantıda niye yoktun” diye sordu. Ben “ne toplantısı” diye merak ettim.

Ne toplantısıymış?

Meğer 12 Mart 1997’nin cumartesi günü Washington’da dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın çağrısı üzerine Bakanlık binasının yedinci katında Türkiye ile ilgili bir toplantı yapılmış. Bu toplantı, 28 Şubat kararlarının alındığı MGK toplantısından hemen iki hafta sonra düzenlenmiş. Hatırlayın... RefahYol, haziranda iktidardan gitti. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi toplantıdaymış. Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o toplantıda konuşulmuş. O toplantıdan çıkan genel eğilim, “doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli” olmuş.

Amerika niye RefahYol’un gitmesini istedi?

Ben de sordum. “Amerika, tekerine çomak sokanı ekarte eder ama Erbakan size bir şey yapmadı. Amerika’nın büyük ulusal çıkarlarını tehdit etmedi. Aksine onun zamanında İsrail’le ilişkiler gelişti. En önemlisi Saddam kuvvetlerini Kuzey Irak’a soktuğu zaman, CIA ile irtibatlı olduğu iddia edilen beş bin Kürt’ün Türkiye üzerinden çıkartılıp Guam Adası’na gönderilmesinde size destek verdi” dedim. Abramowitz, “Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen müttefikten hoşlanmaz” dedi. Erbakan ilk dış gezisini, kendisine yapma dendiği halde İran’dan başlattı. İkinci gezisini Mısır, Libya ve Nijerya’ya yaptı.

28 Şubat sadece iç güçlerle yapılmış bir darbe değil mi?

Hayır. Amerika’nın en İsrail yanlısı çekirdeği de dâhil bu darbeye. O dönemde iktidarda Clinton yönetimi var. O yüzden doğrudan askerî darbeyi istemediler. 28 Şubat’ın simge ismi olan Çevik Bir o dönemde çok muteber biriydi. Amerika’da iki tane aleni, kote edilmiş İsrail lobisi var. Çevik Bir’in bunlarla o kadar yoğun ilişkisi vardı ki, 2000 yılında ilk kez ihdas ettikleri “uluslararası devlet adamı” ödülünü Bir’e verdiler. Bir’in Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olması gerektiği fikrini yaydılar. Çevik Bir’in İsrail askerî sanayileriyle de çok sıkı ilişkileri vardı.

Emekli olduktan sonra İsrailli silah firmalarının temsilcisi olmadı mı?

Evet. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri ile İsrail establisment’ı ve Amerika’daki İsrail yanlısı çekirdek kadrolar arasındaki çok yoğun ve yakın ilişkiyi görmeden 28 Şubat’ı anlayamayız. Bir de tabii dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın hiç mi haberi ve onayı yok olup bitenlerde? Mesela dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, o sırada Londra Büyükelçisi olan Özdem Sanberk’e, “Andıç sırasında ben Çevik Bir’e söyledim. Bunu yapmayın dedim. Bu iş sızar ve Bumerang gibi dönüp bizi vurur, yaralar, dedim. Ama dinlemediler” diyor.

28 Şubat neden sizi hedef seçti?

Ben andıçlandıktan sonra Paris’e gittim. Sönmez Köksal da MİT Müsteşarlığından yeni ayrılmış ve Paris Büyükelçisi olmuştu. Eşi Filiz Akın’la birlikte üçümüz konuşuyoruz. Andıçla ilgili olarak bana, “Her birinizin değişik nedenleri var” dedi. “Sana askerler, Kürt meselesindeki rolünden ötürü öteden beri diş biliyordu.” Talabani ve Barzani’yle Cumhurbaşkanı Özal arasındaki ilişkilerin kurulmasını sağladım ben. Yani Irak Kürtleriyle ilişkilerin kurulmasının mimarıyım. Bir tabunun Cumhurbaşkanı üzerinden yıkılmasıydı bu. Bir de tabii ben 28 Şubat’a başından beri çok sert karşı koydum.

Peki, darbeci paşalar Mehmet Ali Birand’a niye kızmışlar?

Birand’ın iki büyük kusuru oldu askerî algılamaya göre. Bir, Abdullah Öcalan’ı ve Osman Öcalan’ı ekrana çıkarttı. İki, Emret Komutanım kitabının son halini yayımlanmadan önce göstermedi. Kitaptaki maaş bordroları, astsubay maaşları onları çok rahatsız etmiş.

Erol Özkasnak, Mehmet Altan’ı da, yazısında maaş konusuna girdiği için Zafer Mutlu aracılığıyla tehdit etmemiş miydi?

Onun da yazıları azaltıldı o dönemde Sabah’ta zaten.

Gazetenizin bu andıçlama karşısındaki tutumu ne oldu? Sizin suçsuz olduğunuzu biliyorlar mıydı?

Beni kendi tarzlarına göre korumaya çalıştılar. Zafer, “Zerre kadar inanmıyoruz ama yayımlamaya mecburuz” dedi. Ben “niye” diye üsteleyince de “Bankam var” dedi. O günkü gazete benim gözümün önünde hazırlandı. Bazıları yakın arkadaşlarım... Sayfayı yapıyorlar... Kendilerini işe vermişler. Arada bir gözleri bana takılıyor. “Yaa, şu rezalete bak” diyorlar ve sonra bizimle ilgili haberi koymaya ve işlerini yapmaya devam ediyorlar.

28 Şubat’ta medyanın rolü neydi?

Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök merkez medyanın iki genel yayın müdürüydü. Sabah ve Hürriyet, 28 Şubat’ın meşrulaştırılması ve kamuoyuna enjekte edilmesinde başrolü oynayan iki ana gazete oldu. Zafer Mutlu andıcı, oradaki iftiraya inanarak yayımlamadı. Kendisini bunu yapmaya mecbur hissetti. Bir yandan da beni korumaya çalıştı. Özkök, “Bunun ayıbını hayatım boyunca taşıyacağım” dedi. Bakın... Bu konuyu medya etiği açısından tartışabilirsiniz ama bu kişileri, andıcı ve darbeyi yapanlarla aynı yere koyamazsınız. Çevik Bir’le, Erol Özkasnak’la ve Demirel’e aynı muameleye maruz bırakamazsınız onları. O zaman iş, cadı avına dönüşür. İş, McCartizm’e doğru kolaylıkla gider.

Peki, sizce ne yapılmalı?

Medyada şunların açığa çıkması lazım. Bir, Batı Çalışma Grubu denen ve aslında illegal muamele görmesi gereken yapıda medyadan insanlar var mı? İki, Andıçta, “Operasyon bize yakın gazeteciler aracılığıyla yürürlüğe sokulacak” deniyor ya. Bu gazeteciler kim? İşte o zaman darbe örgütlenmesinin belli kademeleri çıkar ortaya. Üç, Milli Güvenlik Akademisi’nde ders alan ve ders veren gazeteciler kimler? Dört, MGK’nın Toplumla İlişkiler diye bir dairesi vardı. Orada da gazeteciler vardı. Onlar kim? Beş, Toplumla İlişkiler Dairesi, psikolojik harbi nasıl yürüttü? Kimleri istihdam etti? Bunların arasında bir sürü üniversite hocası, akademisyen var mesela. Bunlar somut olarak ortaya çıkmalı.

Sizce neden 28 Şubat davası en yavaş ilerleyen dava oldu?

28 Şubat’ın diğer çıplak darbelerden farklı olarak çok daha girift dış bağlantıları var. İnce dengeleri var. İşin, Amerika’ya ve İsrail’e giden bir boyutu var.

İsrail destekli bir darbe miydi 28 Şubat?

Tabii öyleydi. Türkiye-İsrail işbirliği ve askerî ilişkileri 28 Şubat’la nereden nereye gitti, hangi rakamlara ve mali boyutlara vardı görmek gerekir.

TARAF 

HABERE YORUM KAT