1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Zincirleme demokrasi – muhafazakâr devrim
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Zincirleme demokrasi – muhafazakâr devrim

18 Eylül 2010 Cumartesi 16:55A+A-

AİHM’in Hrant Dink davasına ilişkin verdiği mahkûmiyet kararıyla, bir nebze de olsa adaletin mümkün olabileceğini gördük; Hrant’ın ruhu bir nebze de olsa huzur buldu.

Ertesi günü ise Hrant’ın doğum gününde, 15 eylülde, Cemal Reşit Rey salonunda muhteşem bir gece yaşandı. Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın “ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren” iki kişiye verdiği ödülü Türkiye’den “Türkiye Vicdani Ret Hareketi” ve Türkiye dışından Baltasar Garzón Real aldı.

Ne kadar çok anlamlı ödüller!

Şili’nin faşist askerî diktatörü General Pinochet’yi tutuklatan, Arjantin ve Şili’deki cuntacıları ve de İspanya’da Franco diktatörlüğünü soruşturan İspanyol savcı Baltasar Garzón, verdiği mücadeleyle bütün dünyaya suçluların cezasız kalmayacağını, suçun ve ancak adalet arayışının da sınır tanımadığını ve bu dünyada nasıl hukukçu olmanın ne anlama geldiğini gösteriyor.

Vicdani retçiler... Şiddetle ezilen ve buna rağmen şiddetsizliği bayrak yapan bir avuç insan... Kalabalıkların arkasına saklanıp, orada ucuz kahramanlık yapmayan, garantili ve kutsal ezberlerden medet ummayan, bedel ödeyen bu insanlar başka bir hayatın mümkün olabileceğini bize hatırlatıyorlar.

Ve bu ödülleri alan insanlar kadar, ödülleri veren insanlar... Bu insanları “görenler”, onlara ödül verirken adalet duygusunda açılmış yaraları iyileştirenler, umut verenler... Onlar da bu memleketin gururla yaşanılabilecek bir yer olmasında doğrudan rol oynuyorlar.

Hrant öldürüldükten sonra bile, adı Türkiye’de demokrasi mücadelesinin en anlamlı sembolü olarak yaşamaya devam ediyor.

Hrant’ın mücadeleyle özdeşleşmiş hayatı, artık sadece o hayatla sınırlı değil... Onun hayatını besleyen adalet ve özgürlük mücadeleleri, onun hayatından beslenip boyut atlıyor. O hayat dolaşıyor, hepimize dokunuyor. Dokunduğu yeri değiştiriyor; dokunduğu yerden feyiz alıp, daha da büyüyor.

Memleketin dört bir köşesinde demokrasi kocaman bir anlam ifade ediyor artık. “Kutsallaştırılmış yargı” değil, “demokrat yargı” için kafa patlatıyoruz artık ve o yargıyı demokratlaştırmanın somut adımlarını atıyoruz.

“Zincirleme demokrasi” yaşıyoruz...

Her birimizin attığı demokratik bir adım, dokunduğu başka birinde demokratik refleks uyandırıyor. Başkalarında paylaşabileceğimiz ve birlikte yüklenebileceğimiz adalet ve özgürlük mücadelesine hayat veriyoruz. Standartlaşmış tanımlarımız altüst oluyor; yeniyi keşfediyoruz.

“Muhafazakâr bir devrim” yaşıyoruz...

Değişmemekle, durağanlıkla özdeşleşmiş kesimler için kullandığımız “muhafazakâr” tanımı yeniden tanımlanıyor. “Muhafazakârlığı” uygun gördüğümüz kesimler o kelimenin altından inanılmaz bir yenilenme ve değişim arzusu çıkarırken; yeniliğin, ilericiliğin “çağdaş”, “laik” tanımlarını kendilerine yakıştıranlar ayan beyan “tutuculaşıyorlar”.

Anayasa referandumunda yürütülen “yetmez ama evet kampanyası” sayesinde ilk defa sosyalistler bu “yenilikçi muhafazakârlarla” birlikte “özne” haline geliyorlar. Muhafazakârlar ilk defa bu ülkede bu kadar net biçimde sosyalistlerin “öcü” olmadığını; sosyalistler ilk defa bu kadar net biçimde muhafazakârların “yobaz” olmadığını fark ediyorlar.

Ancak zincirleme demokrasi yol aldıkça, karşıt kutbunu da yaratıyor. Bir takım “sol” gruplar da başkalarıyla ortak refleksler geliştiriyor, “zincirleme otoritarizmi” üretiyorlar. “Açılım Anayasası’na hayır!” diyen MHP’nin dâhil olduğu bir “sol”a ait hissediyorlar kendilerini...

Bir hegemonya ve sınıf savaşının izlerini taşıyan son Anayasa tartışmaları vesilesiyle, Türkiye’de seçkinci zihniyetin ve o zihniyetin eğittiği, düzene soktuğu, uysallaştırdığı kesimlerin havarileri bugün toplumun açılım ve daha çok özgürlük isteyen geniş kesimleri karşısında hırçınlaşıyorlar. Kibirli, bilgiç, beyaz adam mantığıyla hareket eden bu seçkinciliğe hak vermek gerekir; çünkü “efendi” konumlarını, sahip oldukları sözün tekelini kaybediyorlar.

Çünkü bu toplumun farklılıklarıyla varolmaya çalışan kesimleri, bütün tevazularıyla birlikte “sözü ele geçiriyorlar”. Bu söz Hrant’ın da sözü değil miydi zaten?

YAZIYA YORUM KAT