1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Yılbaşı gecesinde donarak ölmek...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Yılbaşı gecesinde donarak ölmek...

03 Ocak 2011 Pazartesi 03:15A+A-

Şerafettin Akgül. 63 yaşındaydı, yılbaşı gecesi sabahlamak üzere uzandığı bankta, donarak hayata veda etti... Atılan havai fişeklerin hiçbirinden haberi olmadan... Şerafettin Akgül’ün son tanıkları; yani Fatih Kocamustafapaşa’daki bütün parklar, ihtiyar kestane ağaçları ve bütün ıhlamurlar, kış uykusuna yatmış ballıbabalar, kara hindibalar da sanki bu ölüm haberiyle birlikte donup kaldılar, bir daha uyanmayacaklar... Bu, çok sessiz bir ölümdür kuşkusuz. Önemsiz; memleketi, siyaseti, dini, diyaneti ilgilendirmeyen bir ölüm...

Kimsesizmiş, evsizmiş dediler ardından, uyuduğunu sanmış pencereden bakıp da görenler, kibritçi kız masalındaki gibi, yattığı ölüm düşlerinden bir daha kalkamamış Şerafettin Amca... Düşünsenize, hiç tanımadığım halde ben bile ona “Amca” diye hitap edebiliyorum. Oysa ölen eşraftan birisi olsaydı mesela, önemli bir şahsiyet, kıdemli bir emekli olsaydı, “Amca” diye bir yakınlık peydah etmeye kalkışamazdım şüphesiz. Böyle oluyor işte... Garip öldüğünde, hepimizin amcası, halası, dayısı, akrabası da ölüyor biraz... Biraz sanki, tek tek biz ölüyoruz, garibin ölümü hepimize de taksim ediliyor melekler tarafından... Adli Tıp derslerinden hatırladığım kadarıyla, donmanın acılı bir ölüm olmadığı bilgisiyle avutabilirim kendimi... Ama kaç kişi donarak öldükten sonra dönüp de “hiç acımadı, merak etmeyin” bilgisini vermiştir ki, yani nasıl emin olabilir Adli Tıpçılar, donarak ölmenin acılı bir ölüm olmadığı konusunda... Ölüm bu... Yılbaşı gecesi. Sokakta donarak ölüm...

Ekonomik büyüme ve kalkınma hızı bu kadar pozitifken, enflasyon bu kadar düşmüş, dünyadaki iktisadi kriz bu kadar ucuz atlatılmışken... Siyaseten demokratikleşme konusunda bu kadar önemli adımlar atılmış, sivil anayasaya bu kadar yaklaşmışken... Komşularla sıfır soruna endeksli dış politikamız, dünyada çığır açmışken... İslami kesimin entelektüel çalışmaları, diyalog enstitüleri, eğitime yaptığı güçlü yatırımlar ve katkılar bu kadar profesyonelken... Edebiyat ve sinemada önemli aşamalar kat edilmişken. Sivil toplum konusunda tüm dünyaya örnek olurken. Yasakçılık ve baskı günlerinden, sivil ve özgür katılıma önemli mesafelerle ilerlerken... Medya, televizyon ve internet bu kadar güçlü iken... Dünyanın dört bir yanına yardım ve kurban yollayıp, Afrika’da göz ameliyatı, Balkanlarda okullar yaparken... Klimatif denge ve organik beslenme konuları bu kadar mühimken... Bir dil yetmez, iki, üç hatta pek çok dil derken... Bazılarımız demokratik açılım... Bazılarımız özerklik tartışmalarına gömülmüşken...

Nereden çıktı şimdi bu Şerafettin Akgül’ün donarak ölmesi hadisesi...

Biz dünyaya bakarken, kapımızın önünü unuttuk... Bırakın tek dil iki dil hadisesini, biz insanlığa dair o tek dili bile bilmiyoruz. Dilsizliğe, insansızlığa mahkum etmişiz kendimizi. Şerafettin Akgül’ün yılbaşı gecesi donarak ölmesini, sosyal devlet öngörüsü bağlamında konuşmaya hiçbirimizin hakkı yok... Nerde bu devlet nerde bu belediye şeklinde bağırmaya da... Biz kendi içimize, aynadaki kendi suretimize bakmalıyız önce... Yılbaşı gecesi İstanbul’da göreve çıkmış, teyakkuz halindeki 5000 polisi bir kenara bırakalım... Biz neredeyiz? Biz gözümüzün önündeki bu ölüme, niçin bu kadar uzak, niçin bu kadar yabancıyız... Bunu cevaplayalım...

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT