1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Yaratıcı yıkıcılık
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Yaratıcı yıkıcılık

09 Nisan 2011 Cumartesi 12:35A+A-

Muhtemelen “yaratıcı yıkıcılık” denen şey içinde yaşadığımız zamanlardaki gibi bir şey olmalı... Ya da “yıkıcı yaratıcılık” mı demeli? Ya da aynı anda hem yaratıcılığın hem de yıkıcılığın yaşanması?

Hiçbir konu sektirmiyor; muhakkak bir yerlerden nefret edeceğimiz ya da umutla dolacağımız bir mevzu çıkıyor. Şu “YGS-kopya-şifre” meselesi mesela... Gene –her sefer olduğu gibi- kamplarımızı bulduk. Ya çoğunlukla olduğu gibi, karşıtlıklarda amentümüz haline gelen yerimize –”her zaman olduğu gibi haklılığımız ispat olunduğu için”- bir kere daha demir attık; ya da yeniden kartları karıştırdık ve daha önce yan yana durduklarımızdan bu sefer farklı yerlere düştük. Yan yana geldiklerimize de bir sonraki seferde “eyvallah” çekmek üzere...

Bu durum herhalde pek geçiştirilecek bir şey değil. Bu kadar derin bir güvensizlik hali, kendimizle hesaplaşmamızı gerektiren bir ruh haline tekabül ediyor olmalı. Yani evet belki, Nâzım Hikmet’in dediği gibi, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”, ama gerçekten “çoğu” mu?

Derdimizin en önemli tarafında hüküm süren derin “güvensizlik” duygusu nereden kaynaklanıyor?

Ne başkasına ne kendimize güveniyoruz. Kendi bilgimize güvenmediğimiz için “kopya çekiyoruz”; başkalarına güvenmediğimiz için de herkesin “kopya çektiğine”, “tezgâh hazırladığına” inanıyoruz. Evet tabii, “Paranoyak olmaya gerek yok, ancak bu takip edilmediğimiz anlamına gelmez” meşhur veciz sözünde dile getirildiği gibi, ve şimdiye kadar bu devletin hikâyesinde bol miktarda olduğu gibi, biz ne kadar hak edersek edelim, birtakım etkili ve yetkili çevreler, arkamızdan dolaşıp, bizim yarattıklarımızı berbat etmeye soyunuyorlar. Üstelik bunu koskoca bir “güvenlikçi dil” vasıtasıyla yapıyorlar. Güvenlikten başka bir şeyden bahsetmiyorlar; sıradan insanlara karşı “güvensizlikten” başka bir ruh hali taşımıyorlar.

Genç bir okurum anlatmış bu “ruh halini”... Bu ruh haline sahip olanların ürettikleri ve yaydıkları ruh halini:

“Geçtiğimiz temmuz ayında KPSS çalıntı soru krizinden itibaren girdiğimiz bütün sınavlarda (ALES, KPSS, ÜDS, KPDS, YLS vs. ) alınan güvenlik tedbirleri çığırından çıkmaya başladı. Öğrencilerin yanında hiçbir eşya getirmelerine izin verilmediği gibi sınavlara girmeden önce didik didik aranıyoruz. Cep telefonu, dijital aletler vb. eşyaların alınmamasını anlayabilmek mümkün belki ancak sınav sonrası eve dönmek için ihtiyacımız olan ev anahtarımızın bile yanımızda bulunmasına izin vermiyorlar. Ancak çalıntı, kopya, şifre vs. bu olayların alelade öğrencilerin ’afacanlığı’ olmadığı çok açık. Yani filler tepişirken bunun mağduriyetini çimenler çekiyor. Sözün kısası bu işin sorumluları biz değiliz ve her geçen sınavda üzerimizde daha da artan bu ‘gözetim çılgınlığına’ dur densin istiyoruz. (...) Her sene en az bir iki sınava girmek durumunda kalıyorum (kalıyoruz). Bunun stresi bize yetiyor da artıyor bile... Kurumsal olarak güvenilirliğini kaybetmiş bir yapılanma içinde revizyonlara gitmek yerine öğrenciyi potansiyel suçlu adayı gibi görerek daha ne kadar devam edebilir ki? Biz bu durumdan çok sıkıldık...”

Evet, gerçekten tahammül edilir gibi değil; ve “kabahatin çoğu” da aslında bizde değil...

Nasıl olsun ki?

Çocuğunuz askere gidiyor... Bir gün öğreniyorsunuz ki, onu kobay olarak kullanmışlar... Yani yalan söylemişler size...

Tutuklu ya da hükümlü insanların “devlet kontrolü ve korumasında” olduğu varsayılan cezaevlerine adeta savaş açar gibi çullanıyor ve saldırıyorlar; yakıyorlar, öldürüyorlar... Adını utanmazca “hayata dönüş” operasyonu koyuyorlar; üstelik gerçek niyetlerini apaçık ortaya koyan “Tufan” adını saklayarak... Bu da yetmiyor; operasyon belgelerini bulamıyorlar; utanmazca yalan söylüyorlar; sonra hiçbir şey olmamış gibi “a, pardon buradaymış meğer” diyorlar... Sadece yalan, üstelik şiddeti tepe tepe kullanan, zerre kadar insanlıktan nasibini almamış yalancıların yalanı...

Böyle bir gelenekte gerçekten “öğünüp, çalışıp, güvenebileceğimizi” mi düşünüyorsunuz?

Ama dedim ya; hem yıkıcı hem yaratıcı zamanlar yaşıyoruz. Ölümden, öldürmekten başka bir halt bilmeyen, üstelik yalanların arkasına saklanarak iyice zavallılaşan bu katillerin ve o katillere “Devlet girdi!” başlığıyla yankı veren, alkış tutan, yardakçılık yapanların ipliğini de pazara çıkarıyor bu zamanlar...

12 Eylül öncesinde hazırladıkları tezgâhlarla memleketi Bayrampaşa Cezaevi’ne çeviren, darbelerini becerdikten sonra da “hayatı cehenneme dönüştürmeye” devam eden Evren ve şürekâsının yani –nihayet!- 12 Eylül’ün davasını yürütecek savcının görevlendirildiğini öğreniyoruz. Ve bir yanımız yıkılırken, diğer yanımızla yaratıyoruz.

Ve belge görünce “kâğıt parçası”, LAW’ı görünce “boru” muhabbeti yapanlar Silivri’deki durumu “anlamıyorlarmış”... Ne var anlaşılmayacak bunda? “Yeni olan” yaratılıyor işte...

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT