1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Toplumsal vicdan için Cumartesi Anneleri
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Toplumsal vicdan için Cumartesi Anneleri

02 Ekim 2010 Cumartesi 16:46A+A-

Onlar “Cumartesi Anneleri”... 15 yıldır İstanbul, Galatasaray Meydanı’nda oturarak sessizce seslerini yükselttiler, gözaltında kaybedilen yakınlarını arıyorlar o zamandan beri...

Kiminin kocasını, kardeşini; kiminin oğlunu, babasını alıp götürdüler. Bir daha haber alınamadı hiçbirinden.

Onların anlattıklarını dinleyin. Bir kulağınızdan girip, öteki kulağınızdan çıkamaz, eğer içinizde insana dair bir şeyler varsa... Yeter ki kulaklarınızı kapatmayın, dinleyin. Onların anlattıkları bir kulağınızdan girdiği zaman içeride bekletin biraz; kendi yakınlarınızı gözönüne getirin; onların alıp götürüldüklerini düşünün...

1990’ların Kürt coğrafyasını biraz olsun anlayabilmek için, 12 Eylül cehennem günlerini hatırlayın. Kışlaların, hapishanelerin, karakolların dolup taştığı günleri... Evinizden alıp götürürler kardeşinizi... Bilirsiniz, ona eziyet edecekler, işkence tezgâhına yatıracaklar. Anneniz yalvarır, “n’olur götürmeyin, bir şey yapmadı o” diye... Çöker kalır kapının dibine. O kadar çaresizsinizdir ki, dizlerinizin bağı çözülür; çünkü bilirsiniz, kardeşinizi “teslim alan”, “hukuk devleti” değil, insanı psikolojik olarak posa haline getirmek ve onda bir daha kafasını kaldıracak güç bırakmamak üzere toplumuna karşı savaş açmış bir devlettir.

Kardeşiniz, aradan bir iki yıl geçtikten sonra bırakılır. Ailenize kâbus bir hafıza çakılmıştır. Ama avutursunuz kendinizi, bedeninde ve ruhunda kırılmış parçalarla da olsa, hiç olmazsa, kardeşiniz tekrar sizinle birliktedir.

Yok mu etrafınızda buna benzer bir hikâye? O zaman gidin, solcu, İslamcı, ülkücü ya da başka bir şey, hangi mahalleye yakın hissediyorsanız kendinizi, o mahalleden birilerine sorun; anlatsınlar, gidip de dönebilenlerin hikâyelerini. Sırf bilgi olsun diye, bir kenarınızda dursun diye...

Sonra gidip, “sağ dönemeyenlerin” ve sonra da bedenleri ölü ya da diri “hiç dönemeyenlerin” hikâyelerini hayal edin...

Her gece, her gündüz kapılarda çocuğunu, kocasını, kardeşini bekleyenleri; olur da beklenmedik bir anda o geri döner diye kapılarını kilitlemeyenleri; olur da tanıyamaz diye evinde en ufak bir tadilat yapmayanları; her gece ve gündüz kâbuslarında yakınlarının bedenlerinden koparılan parçaları kendi bedenlerinden koparılıyormuş gibi yaşayanları; soluksuz, sessiz kalanları göğsünüzün sol alt köşesinde hissedin...

Bir gün, iki gün değil; bir ay, beş ay değil; yıllarca, onyıllarca dönmeyenleri düşünün. “Devletin teslim aldığı” ve geri vermediği, nerede olduğunu bilmediğiniz asit kuyularına, yol kenarlarına atılmış bedenleri, mezarının başında gözyaşı bile dökemediğiniz ruhlarla nasıl yaşanabileceğini düşünün...

Eğer bu kahrolası hikâyeleri, Cumartesi Anneleri’nin ciğerlerinden fışkıran çığlıklarını duymamakta direnirsek, boşlukta dolaşan o ruhların hikâyeleri “yok olmuş” olmayacak...

Çünkü Rakel Dink’in dediği gibi, “anneler sussa bile, taşlar konuşur”... Bu memleketin dağlarına taşlarına o kayıp insanların acılı ruhları sindi bile, şimdiye kadar hep sindiği gibi... O kayıplar bu topraklarda dolaşıyorlar. Dolaştıkça, daha öncekilere, 1915’e, 6-7 Eylüllere, Maraşlara ekleniyorlar.

Kayıp Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır, “Cumartesi Anneleri, yüreklerinin yarılarını kaybettiler; devlet ise vicdanını” derken, anlatıyor her şeyi aslında...

Devletten başlayıp, bu toprakların dağına taşına sinen vicdansızlıkla birlikte yaşayabileceğimizi mi zannediyoruz?

Sadece bir adım, birkaç adım atamayacak mı bu toplum?

Onları “kaybedenler”, ortalıkta insan kılığında dolaşan insanlar acaba bir parça da olsa, o kaybettikleri insanları hissedebilirler mi bir parça? Konuşma cesaret ve ahlakını gösterirler mi bir gün?

Devletin yönetiminde referandumla birlikte büyük bir demokratikleşme adımı atan, geçmişle ilgili dosyaları (Maraş, 1 Mayıs, Turgut Özal, Eşref Bitlis...) yeniden açmaya karar veren AKP hükümeti bu sesleri duyacak mı?

Tamam, “rasyonel” olması beklenen devlet, öldürdüklerine acımasın; kayıp ailelerinin hafızalarına saygı duymasın; peki bu acıların başka bir yerden fışkıracağını düşünmüyor mu mesela?

Eklene eklene dağ gibi olmuş, adalet bulamamış hafızalar cehenneminin nasıl bir lanet getirdiğini, hiçbirimizin bundan muaf olmadığımızı, bu lanetle, bu vicdansızlıkla doğru dürüst bir toplum olamayacağımızı da mı görmüyorlar?

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT