1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Toplumsal ilişkilerde ölçü
Toplumsal ilişkilerde ölçü

Toplumsal ilişkilerde ölçü

İslam dünyası şu anda sorunlara çözüm üretemeyen güç odaklarının onlara layık gördüğü gömleği yırtmaya çalışıyor. Daha üst ve tefekküre dayalı düşünmemiz gerekiyor. İki yüzyıldır öğretildiği gibi düşünüyoruz.

25 Eylül 2021 Cumartesi 23:20A+A-

Erdal Eker / Haksöz Dergisi Sayı: 349/350 - Nisan/Mayıs 2019

İnsan olarak var olmanın getirdiği en önemli özellik topluluklar halinde yaşamın zorunlu ama bu zorunluluğun bir sürü zekâsı gibi değil, tercihler, ortak belirlenim ve ihtiyaçlardan müteşekkil olmasıdır. İbn-i Tufeyl’in Hayy Bin Yakzan adlı eseri incelendiğinde, insanın doğası gereği yalnız yaşayamadığı aksine sürekli bir şekilde arayış içinde ve başka insan, çevre ve diğer canlılara muhtaç olduğu göze çarpar. Aynı şekilde insanın kompleks bir yapıya sahip olması da dış dünyayla kurduğu ilişki skalasının çok geniş ve üretken ve değişken bir yapı arz etmesi de bugünkü teknolojik, toplumsal ve bilimsel gelişmelerle ortadadır.

Tabi her ilişki biçimi insanın inanç, arzu ve ihtiyaçlardan örülü bir hayat tarzından neşet eder. Bu zeminde bizler Müslüman olarak ve iddialarını da yaşatmaya azmetmiş insanlar olarak kuracağımız ilişkilerin niçin ve nasıllığı üzerinde kafa yormalıyız.

Niçin sorusu Adem’den (as) başlayarak bir var olma ve hakikati bulma ihtiyacı hisseden insanın amaç sorusudur. “Niçin yaratıldık, niçin buradayız, niçin konuşma, dinleme ve birlikte olma ihtiyacı hissederiz ve niçin ölürüz?” gibi çok sayıda soru insanın ilk düşünme evresinden itibaren başlar, ömür boyu daha da karmaşıklaşarak devam eder.

Allahu Teâlâ, Şems Suresi’nde tüm kâinatla beraber insanın kimyasını da ortaya koymaktadır:

Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.

Bu kozmoloji içerisinde sadece insan nefsine iyilik ve kötülük gibi iki zıt yöne yönelebilme istidadı verilmiş ve burada kendine yer bulmasını isteyerek tüm ilişkiler belirlenmiştir. Bu bağlamda “kulluk için” yaratılarak Allah ile ilişki; “bir erkek ve bir kadın”dan var olarak ebeveyn ile ilişki, “tanışalım diye kavimlere ayrıldığımız” belirtilerek akraba ve birlikte yaşadığımız yakın insanlarla ilişki, “yeryüzünü imar etme” vasfıyla tüm canlılarla ıslaha dayalı ilişki, “ekini ve nesli terbiye ederek” gelecek nesillere karşı sorumluluk temelli ilişki ve sonuç itibariye “kâinat” ile yapıcı, barışçıl ve selamete erdirici halifelik ilişkisi kurması insanın sorumluluk alanındadır.

O halde nasıl ilişki kuracağız, bu ilişkinin temelinde yatan ana eksen nedir?

Rahmetli Seyyid Kutup, kütlesel ağırlığından öte Allah ile kurduğu ilişkinin İslam toplumunudiri tuttuğunu ifade etmiştir. Yaşlı kadının Resul(as) öldüğünde göklerden artık vahiy gelmeyecek olmasından dolayı ağlaması örneğinde olduğu gibi diğer tüm ilişkilerimiz bu vahiy ile kurulan irtibatın bir yansımasıdır. Enfal Suresi’nin 24. ayetinde belirtildiği gibi bizim Kur’an’a hayat kitabı olarak yaklaşmamızın nedeni de bizi diriltmesi ve Allah’ın rububiyetinin bir gereği olarak bizi tercihlerimiz doğrultusunda yönlendirmesinden dolayıdır: “Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulü’ne uyun. Ve bilin ki Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer (insan kendini yeterince terbiye etmişse Allah kaymalara karşı engel koyar). Ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.

İlişkilerde Ölçü

Ölçü demek sınır demektir. Sınırın ortaya çıkma nedeni, insanın gücünün bir limitinin olmasıdır. Bununla beraber insanın kendisine sınır koyması bazı şeyleri yaparken bazı şeylerden kaçınması gerekliliğindendir. İnsanı sınırlandıran ve doğrultan, sakındıran ve korkutan güç beşer üstü olmalıdır ki bu bizim için Allah’tır ve Allah ölçüyü yörüngesiz zan ve yorumlara terketmemiştir. Bize emanet olarak kalan Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti ekseninde yaşamak ve kurtuluşa ermek için ihtiyacımız olan şey takvadır. Cemaat, tesettür, gizli açık işler, adaleti koruma gibi ilişkiler takva temeli üzerine yükselirse salih amele dönüşür.

Bu konuda iki örnek çarpıcıdır. Bunlardan birincisi mescid-i dırar konusudur. (9/108) Allah Resulü’nün inşa ettiği Kuba mescidi ile münafıkların inşa ettiği mescit görünürde aynı işlevi gördüğü halde Allah Resulü o mescidi yıktırmıştır. Çünkü üzerine giydirilen İslami kisveye rağmen orası bozgunculuğun ve fücurun merkezidir. Dırar mescidi meselesi, Allah’ın rızasına uygun olmayan, ümmetin hayrına, maslahatına katkı sunmayan hiçbir amele itibar etmemek, büyüklüğüne aldanmamak adına iyi bir tecrübedir.

Müslümanların en temelde tutarlı olma ve yaratılışlarına ve varoluş ilkelerine uygun hareket etme gibi bir zaruretleri vardır. Tüm ilişkilerin tek bir kaynaktan beslenerek sağlanması, ruhen ve bedenen çelişik zihnî ve fiilî durumlardan kaçınılması gerekir. Bu konuda zıhâr ayeti çok çarpıcı bir örnektir. Zemahşeri’nin yorumuna göre aşağıdaki ayette “Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı.” cümlesi,tek ve aynı kimseye insan ilişkileri çerçevesinde iki çelişen rol yüklemenin Allah'ın kontrolündeki tabiat kanunlarına aykırı düştüğünü ve bu sebeple gayriaklî ve gayri ahlakî olduğunu ifade eder.

Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, zıhâr yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve sizi doğru yola O eriştirir.” (Ahzab, 4)

Doğru ilişki kurmanın yolu insanın Allah’ın varlığına ve gözetimine kesin kanaat getirerek tek bir başlangıç noktasından, çeşitlenerek dağılan bir yaklaşımı benimsemesiyle mümkün olur. Bu konuda Bakara Suresi’nin 177. ayetinde insan yaşamının tüm evrelerinde tek bir amaca hizmet eden bütüncül bir yaklaşımı görmekteyiz: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır!

Müslümanların toplumsal ilişkilerinin niteliği istişari zenginliğiyle doğru orantılıdır. İstişare kolektif bilincin mihenk taşıdır. İstişareye katılan her bir bireyin yansıttığı projeksiyon daha güçlü bir bakış açısı ve daha sıhhatli bir ameli beraberinde getirir. İstişare okuma, anlama, iş yapma ve sonuçlandırma, bilimsel faaliyetlerde bulunma konularında olduğu gibi evde ve diğer tüm ortamlarımızda kazanmamız gereken bir vasıftır. Allah en güzel davranışları gösteren Müslümanların, topluluk halindeki en güzel davranışını da istişare olarak nitelemektedir. “(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şura (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.” (Şura, 36-39)

Vasat ümmet olma ve ortak bir zeminde buluşmanın da anahtarı istişaredir.İstişareyi ayakta tutan nitelikli toplum birinci olarak güzel davranışlarda bulunur ve üslubu düzgün tutar. Kardeşlerinin maslahatını gözettiği için münakaşaya dayalı ilişkilerden kaçınır.

İkinci olarak, kardeşlik hukukunu şahsiyetli davranışlar göstererek geliştirir. Allah Resulü hep ortada yürür, bir iş varsa ona kendini katar ve etiketiyle değil vasfıyla öne çıkardı. Tahfife dayalı ya da cahiliyeyi çağrıştıran tüm davranışlarından Müslümanları men ederdi. 

Üçüncüsü zanna değil bilgiye ve tecrübeye dayanarak hareket eder.

Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurat, 12)

Allah Resulü de şöyle buyurmuştur: “Ashabım, zandan (sebepsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü zanla itham sözlerin yalanı çok olanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, hususi ve mahrem hayatınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için artırmayınız, birbirinizehaset de etmeyiniz! Buğz (düşmanlık) da etmeyiniz! Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de. Ey Allah’ın kulları, birbirinize kardeş olunuz!

Tüm bu ifadelerin sonucunda bizler şu ana ait ilişkilerimizde “zamanın oğlu” olma vasfıyla temel parametreleri Allah, resul ve ahirette kurtuluşa erme olan ama vakıaya esnek yaklaşan bir zihnî yapıya sahip olmalıyız. Doğru zamanda doğru yerde olmak gibi bir zorunluluğa sahibiz. Gerektiğinde tarihe ve topluma karşı sorumluluklarımızı ertelemeci veya nemelazımcı bir değerlendirmeyle yerine getirmediğimizde dünyada tarihin çöplüğüne atılacağımız gibi ahirette de Rabbimize bir mazeret sunamayacağız. Güya pür İslami bir yaklaşımla her şeyde bir üst akıl arayan yaklaşım sahipleri için bugünkü dünyada Müslümanların düştüğü hale çözüm getirme çabası küresel emperyalizmin oyununa gelmek olarak algılanmaktadır. Hep aynı yerde ve hep aynı duruşa sahip olmak beraberinde hayatı dondurmuyor. O bir nehir gibi akıyor ve bizler aynı nehirde ikinci kez yıkanamıyoruz.

Vaka temelli yaklaşımlarla her bir meseleyi kendi özgün ağırlığında değerlendirmek ve bunu yaparken muhakkak Müslümanların genel maslahatını üstün gören ve istişari ortamların ürettiği ortak akılla ilişkiler kurmak ve geliştirmek gerekiyor. Yeryüzünde yaşanan olaylar rasyonel bir zeminde yürüyor. Doğal olarak analitik düşünmek ve daha güçlü bir rasyonalite oluşturmak için çaba sarfetmeliyiz. Bugün koronavirüs salgını bağlamında yerli üretimin güçlendirilmesini istemek teknoloji ile beraber kültürünü de transfer eden Batı’ya karşı bir mevzi kazanmaktır.Yine pandemiye dönüşen bu salgını da Allah’ın ayeti görerek gündemleştirmek durumundayız. Acziyet içerisinde kıvranan  seküler dünyanın Allah sözünde birleşmesi için İslam dünyası olarak medeniyet tasavvurumuzdan kaynaklanan en temiz ve en etkili mücadeleyle katkı sunmalıyız. Modernitenin yarattığı ve kaynağını oryantalizmden alan bakış açısına göre atomize edilmiş ümmet yapısını kurtarıcılar bekleyerek yeniden sağlayamayız ama göçmen olarak kodlanan, İslam dünyasından bu topraklara düşen kardeşlerimize bizler muhacir hukukuyla yaklaşarak kendi dilimizi ve kültürümüzü daha güçlü kılabiliriz.

Güncel birçok konuda müdahil olma ahlakımızı geliştirmeliyiz. Kalkış noktamız ile varolma noktamız aynıdır. Varolduğumuz yerde ayağa kalkmadığımızda orda yokuz demektir. Son on yıldır yeryüzünün dengesi değişiyor, İslam dünyası şu anda sorunlara çözüm üretemeyen güç odaklarının onlara layık gördüğü gömleği yırtmaya çalışıyor. Daha üst ve tefekküre dayalı düşünmemiz gerekiyor. İki yüzyıldır öğretildiği gibi düşünüyoruz. Bize cinsiyet tanımları temel alınarak toplumsal bir yapı dayatıldı. Kadın modernleşmesi üzerinden gerçekleşen bu projeler modernitenin toplumsal dönüşümü sağlama konusundaki kapasitesini de göstermektedir.Allah’ın belirttiği sınırlar içerisinde kalarak erkek-kadın tüm ilişkilerde ekonomik parametrelerin oluşturduğu zorunluluklardan vareste sorumluluk, ehliyet ve ihtiyacı baz alan yeni toplumsal yapılar için nüveler oluşturmalıyız.

HABERE YORUM KAT

3 Yorum