
Gazze'de kış: Bir savaş silahı olarak bez çadırlarda ve soğukta yaşamak
İsrail'e silah, diplomatik koruma ve yasal kalkan sağlayan devletler, buz gibi su birikintilerinde uyuyan çocukların görüntüleriyle karşı karşıya kaldıklarında çaresizlik numarası yapamazlar.
Dr Oroub El-Abed’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Herhangi bir insani ölçüyle bakıldığında, bu manzara dayanılmazdır: Eski battaniyelerden dikilmiş çadırlar, yırtık giysiler ve Gazze'nin kumlu zemini üzerine doğrudan serilmiş plastik parçaları. Bugün “barınak” olarak kabul edilen şey, yaşam ve ölüm arasındaki ince bir zardan biraz daha fazlasıdır. Başlangıçta Arap bölgesinde olağanüstü bir halk dayanışması dalgası tarafından finanse edilen bu geçici yapılar, bir yıl dayanmak için tasarlanmamıştı, bu kışın acımasız soğuğu ve fırtınaları ise hiç söz konusu bile değildi. Bunlar, insanların geçici bir savaş olacağına inandıkları dönemde geçici çözümler olarak düşünülmüştü.
Ancak savaş hiç bitmedi.
Hayır kurumları, Kızılay dernekleri ve sivil toplum gönüllüleri, kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nde yaşanan kitlesel yerinden edilme olaylarına (bazı aileler için on üç kez yerinden edilme) erken bir aşamada müdahale etmek için harekete geçti. Bu gruplar, geçici kamplar kurmayı, su dağıtmayı ve gıda paketleri göndermeyi başardılar. Topluluklar, birbirlerini terk etmeyi reddederek sahip oldukları tüm kaynakları bir araya getirdiler. Bu, en kahramanca haliyle tabandan gelen insani yardımdı.
Sömürgeci Siyonist aygıt, bu aktivizmi yavaşça ve metodik bir şekilde boğmaya çalıştı. Arap bağışçılar baskı altına alındı, finansman kanalları kesintiye uğradı, yerel girişimler izlendi, bastırıldı veya suç sayıldı. Gazze'nin yanışını izleyen aynı bölgesel ve uluslararası güçler, sıradan insanların Gazze sakinlerine uzattığı su hortumunu kesmek için eşzamanlı olarak harekete geçti.
Geçen yılın sonunda, iki yanılsama ortaya çıktı: dış desteğin yeniden başlayacağı ve Siyonist insansız hava araçları, gözetleme uçakları, suikastlar ve sürekli patlamalarla yürütülen savaşın yavaşlayabileceği. Hiçbiri gerçekleşmedi.
Bugün Gazze'de savaş iki cephede sürdürülüyor. İlki tanıdık bir cephe: ABD'nin siyasi ve askeri desteğini alan İsrail, sivilleri, toplum liderlerini ve direnişçileri hedef almaya devam ediyor. İkincisi daha sessiz ama çok daha yıkıcı: açlık, keder, aile üyelerinin kaybı ve tekrarlanan yerinden edilmeyle bitkin düşmüş halkın arasına işbirlikçiler ve muhbirler yerleştirilmesi. Bu strateji, umutsuzluğu derinleştiriyor, güveni sarsıyor ve tarihi Filistin topraklarında hayatta kalmak ve kararlılıkla kalmak için mücadele eden bir topluluğun dokusunu zayıflatıyor.
Ve şimdi, kış geldi.
Geçen yıl Gazze'de kış ılıman geçti. Bu durum, dünyanın, iki milyondan fazla insanın zorla yerinden edilmesine karşı çadırların – bu kırılgan, yamalı çadırların – yeterli bir çözüm olduğu yönündeki hayallerini sürdürmesine olanak tanıdı. Ancak bu kış acımasız geçiyor. Yağmur fırtınaları kampları sular altında bıraktı. Rüzgârlar, ailelerin “geçici ev” olarak adlandırdıkları ince örtüleri yırttı. Çocuklar ıslak giysiler içinde titriyor. Anneler, yazlık giysiler giymiş küçük çocukları soğuk havada titrerken ağlıyor. Yaşlılar nemli kumda uyuyor. Zemin yok, yalıtım yok, ısıtma yok. Su çadırların içinde birikiyor, dışında değil.
Ne tür bir modern dünya buna izin verir?
Bugün Gazze'den gelen görüntüler doğal afetler değil. Bunlar yoksulluğun, kötü yönetimin veya sadece hava koşullarının sonucu değil. Bunlar kasıtlı politikaların sonucu; sadece Filistinlileri evlerinden söküp atmakla kalmayıp, yerinden edilme koşullarının o kadar dayanılmaz hale getirilmesi ve ayrılmanın tek seçenek olarak kalması için tasarlanmış politikaların sonucu.
Geçtiğimiz bir yıl boyunca Filistinliler zorla yerinden edilme, zorla uzuvlarının kesilmesi ve fiziksel engellilik, zorla toplu hapis, zorla aç bırakılma ve daha yakın zamanda zorla “gönüllü göç” gösterisine maruz kaldılar: Gazze sakinlerinin bir kısmını insani yardım adı altında bilinmeyen yerlere götüren uçuşlar. Ve şimdi, bu şiddet ve etnik temizlik mimarisinin en kasvetli ifadesinde, zorla donmaya maruz kalmaya tanık oluyoruz.
Açık konuşalım: Uygun barınakları hızlı bir şekilde sağlamak, teknolojik veya lojistik açıdan karmaşık bir iş değildir. Karavanlar, prefabrik birimler ve modüler evler, Gazze'den çok daha erişilemez bölgeler de dâhil olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki afet bölgelerine birkaç gün içinde ulaştırılabilir. Küresel insani yardım sistemi, gerekli kapasiteye, ekipmana ve finansman mekanizmalarına sahiptir. Ancak, sömürge işgali altındaki Filistinlilerin insan hakları için mücadele edecek siyasi izne ve siyasi yeteneğe sahip değildir.
Aylarca, insani yardım çevrelerinde yapılan konuşmalar aynı trajik gerçeğin etrafında dönüp durdu: Karavanlar, çadırların aksine kalıcılık anlamına gelebileceği için Gazze'ye girmesine izin verilmiyor. Karavanlar, yerinden edilmiş Filistinlilerin yerleşik hale geldiğini, istikrar kazandığını ve hayatta kaldığını gösterebilir. Hayatta kalan bir nüfus, geri dönebilen, yeniden inşa edebilen ve direnebilen bir nüfustur. Donup kalan bir nüfus, zorla yerinden edilmeye ve etnik temizliğe maruz kalmaya daha yatkındır.
BM kurumları, insan hakları yapısı ve insani yardım mekanizmalarıyla övünen uluslararası düzenin, kuşatma altındaki sivil nüfusa hava koşullarına karşı asgari düzeyde bile koruma sağlayamaması ne anlama geliyor? Batı hükümetlerinin, tüm nüfuzlarına rağmen, Gazze'ye hayat kurtaran barınakların girmesine izin verilmesini talep edememeleri veya talep etmemeleri ne anlama geliyor? Arap devletlerinin, söylemlerine rağmen, ihtiyaç çok acil ve ahlaki zorunluluk açık olsa bile, Filistin sivil toplumunu desteklemekten giderek daha fazla caymaları ne anlama geliyor?
Sistemin başarısızlığını izlemiyoruz. Sistemin, sömürgeci dünyanın amaçladığı şekilde çalıştığını izliyoruz.
Küresel güçlerin hareketsizliği pasif bir sessizlik değil, suç ortaklığıdır. İsrail'e silah, diplomatik koruma ve yasal kalkan sağlayan devletler, buz gibi su birikintilerinde uyuyan çocukların görüntüleriyle karşı karşıya kaldıklarında çaresizlik numarası yapamazlar. Bir halk kasıtlı olarak yaşanmaz koşullara sürüklenirken, “iki taraf”, “gerginliğin azaltılması” ve “ateşkes müzakereleri”nden bahsetmeye devam edenler de yapamazlar.
Bugün, çadırlar yağmur ve rüzgâr altında çökerken, soru Gazze'nin neden uygun barınaklardan yoksun olduğu değildir. Soru şudur: Gazze'nin devam eden mülksüzleştirilmesinden kim yararlanıyor? Gazze'deki tüm Filistin halkının yorgunluğu, soğuğu, açlığı ve psikolojik çöküşünden stratejik kazanç gören kimdir? Ve dünya neden Filistin ulusunun yavaş yavaş yok edilmesine yol açan bir sürece aktif olarak veya sessizce rıza göstererek katılıyor?
Hiçbir insani yardım, hiçbir geçici yapı, temelde siyasi bir suç olan bu sorunu çözemez. Gazze'nin çadırlara ihtiyacı yok; adalete ihtiyacı var. Kuşatma, bombardıman, yapay kıtlık veya yerinden edilme olmadan yaşama hakkına ihtiyacı var. Hayatta kalmayı direnişe, kışı silaha dönüştüren egemenlik sistemleriyle uzlaşmak yerine, onlara karşı koymaya hazır bir uluslararası topluluğa ihtiyacı var.
Yine de, bu karanlığın karşısında Filistinliler direnmeye devam ediyor. Yıkılan çadırları yeniden inşa ediyorlar. Çocuklarının kıyafetlerini geçici ateşlerin üzerinde kurutuyorlar. Sahip oldukları az şeyi paylaşıyorlar. Dayanıklılıkları, onurları ve kolektif güçleri, hiçbir sömürge mimarisinin kıramadığı tek şey olmaya devam ediyor.
Dünya Gazze'nin titremesini izlerken, soru Filistinlilerin bu kışı atlatıp atlatamayacağı değil. Tarih, atlatacaklarını gösteriyor. Soru, dünya onların donmasına izin verirken hala medeni veya modern olduğunu iddia edip edemeyeceği.
*Dr Oroub El-Abed, Filistin'deki Birzeit Üniversitesi'nde uluslararası göç ve mülteci programında doçent olarak görev yapmaktadır.






HABERE YORUM KAT