
Sömürgeci hafızadan direnişe İrlanda’nın Filistin desteği
“İrlanda’nın İsrail’in Gazze’deki eylemlerine karşı takındığı kararlı tutum, hem kendi sömürgecilik geçmişinden beslenen tarihsel hafızasının hem de mazlum halklarla dayanışmayı merkeze alan toplumsal vicdanının bir yansımasıdır.”
Sömürgeci Hafızadan Direnişe İrlanda’nın Filistin Desteği
Mehmet Rakipoğlu / Fokus+
İsrail’in Gazze’de Ekim 2023’ten sonra yürüttüğü çok boyutlu saldırıları “soykırım” olarak niteleyen ilk Avrupa ülkesi İrlanda olmuştur. Son dönemde Batı dünyasında beklenmedik bir açıklık ve kararlılıkla Filistin halkına destek veren İrlanda hem hükümet politikaları hem de toplumsal duyarlılığıyla uluslararası arenada farklı bir konum edinmiştir. 2025 yılında bağımsız sol Milletvekili Catherine Connolly’nin İrlanda Cumhurbaşkanı seçilmesi de bu duruşun sembolik bir teyidi olarak değerlendirilebilir. Connolly seçim kampanyası boyunca İsrail hükümetini sert biçimde eleştirip Filistin halkıyla koşulsuz dayanışma mesajı vermiş, ülkesinin “soykırımın normalleşmesine asla izin vermeyecek bir cumhuriyet” olacağını savunmuştur. İrlanda’nın, İsrail’in Gazze soykırımına karşı bu denli net tavır almasının ardında hangi tarihsel ve güncel dinamikler yattığı merak konusu haline gelmiştir.
Tarihsel arka plan
İrlanda’nın Filistin halkına güçlü desteğinin kökleri, büyük ölçüde kendi tarihsel deneyimlerine dayanmaktadır. İrlanda da tıpkı Filistin gibi (1918-1947 manda dönemi) yüzyıllar boyunca Britanya sömürgeciliğinin baskısı altında yaşamış, bağımsızlığını ancak 20. yüzyılda elde edebilmiştir. Bu ortak sömürgeleşme geçmişi, İrlandalılar ile Filistinliler arasında doğal bir empati köprüsü kurmuştur. Dolayısıyla İrlanda’nın Britanya işgaline ve Kuzey İrlanda’da 1960’lardan 1990’lara dek süren “Troubles” çatışma dönemine dair hafızası ile Filistin’in günümüzde maruz kaldığı işgal koşulları arasında güçlü paralellikler olduğu belirtilebilir. Bugün İrlanda kamuoyu, askeri devriyeler, kontrol noktaları, duvarlarla bölünmüş şehirler gibi olguların Filistin’de günlük hayatı şekillendiren işgal mekanizmaları olduğunu ve bunların geçmişte kendi ülkelerinde Britanya tarafından uygulanan yöntemlere çok benzediğini görmektedir. Dolayısıyla İrlandalılar, Filistin’de yaşananları kendi ulusal hafızalarının bir yansıması olarak algılayabilmektedir.
İrlanda’nın post-sömürgeci kimliği ve mazlum halklarla dayanışma geleneği, ülkenin Filistin konusundaki öncü tutumunu tarihsel olarak da beslemiştir. Örneğin 1980 yılında İrlanda, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını resmen destekleyen ilk Avrupa Birliği üyesi ülke olmuştur. Yıllardır süregelen bu tutum, İrlanda’yı Avrupa’da Filistin davasının en güçlü savunucularından biri haline getirmiştir. Kamuoyu yoklamaları da İrlanda halkının Filistin lehine duyarlılığını ortaya koymaktadır. 2024 yılında yapılan bir ankete göre İrlandalıların neredeyse %80’i İsrail’in Gazze’de yaptıklarını soykırım olarak nitelendirmektedir. Bu oran, Batı dünyasındaki beyaz çoğunluklu ülkeler arasında en yüksek Filistin yanlısı tutumlardan birini ifade etmektedir. Kısacası tarihsel sömürgecilik tecrübesiyle yoğrulmuş postkolonyal bilinç, “ezilenden yana olma” değerleri ve yıllara yayılan bir dayanışma geleneği, İrlanda’nın Filistin politikalarının zeminini hazırlayan başlıca unsurlar olmuştur.
Diplomatik ve hukuki adımlar
Bu güçlü tarihsel ve toplumsal zemin, son yıllarda İrlanda devletinin somut politika adımlarına da yansımıştır. İrlanda hükümeti, Avrupa içinde en cesur Filistin yanlısı girişimleri üstlenerek İsrail’e karşı diplomatik, hukuki ve siyasi düzlemlerde dikkat çekici adımlar atmıştır. Özellikle 2023-2025 dönemi, İrlanda’nın Filistin lehine aldığı kararlar ve bunların yarattığı yankılar bakımından kayda değerdir.
Bu anlamdaki ilk karar Mayıs 2024’teki Filistin Devleti’ni tanıma kararıdır. İrlanda, İspanya ve Norveç ile eşgüdümlü şekilde 28 Mayıs 2024 tarihinde Filistin Devleti’ni resmen tanıdığını ilan etmiştir. Dublin hükümeti bu kararı, Gazze’deki savaş yedinci ayına girerken bir ateşkese ve kalıcı barış perspektifine katkı sunmak amacıyla aldığını duyurmuştur. Bu adım İsrail’in sert tepkisine yol açmış; işgalci İsrail yönetimi, Madrid ve Oslo ile Dublin’deki büyükelçisini istişare için geri çekerek üç ülkeyi protesto etmiştir. İrlanda ise Ramallah’taki temsilciliğini büyükelçilik düzeyine çıkarıp karşılıklı diplomatik statüyü yükselterek kararın arkasında durmuştur.
İkinci olarak İrlanda, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını “soykırım” olarak tanımlamıştır. Gazze’ye yönelik ağır İsrail saldırıları karşısında İrlanda, çoğu Batılı ülkenin kullanmaktan kaçındığı ölçüde sert bir dil kullanmaktan çekinmemiştir. Özellikle İrlanda Başbakanı Micheál Martin ve Başbakan Yardımcısı Simon Harris gerek parlamentoda gerekse basına verilen demeçlerde İsrail hükümetinin Gazze’de soykırım suçu işlediğini ifade etmiştir. Hükümet yetkilileri ayrıca İsrail’in sivillere yönelik eylemlerini savaş suçu olarak da nitelemiştir. İrlanda meclisinde muhalefet partileri de bu konuda büyük ölçüde ortak bir duruş sergileyerek hükümetin sert açıklamalarını desteklemişlerdir. Böylece İrlanda, Gazze’deki insanlık krizine dair ahlaki söylemi devlet politikası düzeyine taşıyan istisnai bir Batılı ülke konumuna yerleşmiştir.
Üçüncü olarak İrlanda, “İşgal Altındaki Topraklar” yasa tasarısını canlandırmıştır. Bu anlamda İrlanda hükümeti, söylemini eyleme dönüştürmek üzere iç hukuk alanında da adımlar atmaya başlamıştır. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı şekilde kurduğu işgal altındaki bölgelerdeki (Batı Şeria’daki) yasadışı yerleşimlerle ekonomik ilişkileri kesmeyi amaçlayan İşgal Altındaki Topraklar Yasa Tasarısı yıllardır gündemdeydi. İlk olarak 2018’de Senatör Frances Black tarafından sunulan bu tasarı, dönemin hükümeti tarafından AB ticaret kurallarına aykırılık gerekçesiyle rafta bırakılmış olsa da İsrail’in Gazze soykırımının uluslararası alanda yarattığı tepkiyle konu yeniden alevlenmiştir. Temmuz 2024’te Uluslararası Adalet Divanı (UAD) işgal altındaki Filistin topraklarındaki İsrail varlığının “hukuka aykırı” olduğuna ve devletlerin bu durumun sürdürülmesine katkı sağlayan ticari ilişkilere son vermesi gerektiğine dair bir danışma görüşü bildirmiştir. Bu gelişmenin ardından 2025 yılı mayıs ayında İrlanda’da 400’ü aşkın hukukçu ve akademisyen, hükümete açık bir mektup yazarak tasarının artık yasalaşması gerektiğini vurgulamıştır. Uzmanlar, tasarının geçmesinin ulusal ve AB hukukuna aykırı olmadığını savunmuştur. Bu baskılar sonucu hükümet tasarıyı güncelleyerek yalnızca mal ticaretini kapsayacak şekilde yeniden hazırlamış ve 2025 sonu itibariyle parlamentonun ilgili komisyonunda görüşülmeye başlanacağını duyurmuştur. Yasa kabul edilirse, İrlanda AB içinde bir ilk olarak işgal altındaki yasadışı yerleşimlerde üretilen malların kendi piyasasına girişini yasaklayabilir.
Dördüncü olarak İrlanda, Uluslararası yargı girişimleri başlatmıştır. İrlanda, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini uluslararası hukuk önünde de sorgulatmak için aktif tutum almıştır. Güney Afrika’nın Aralık 2023’te Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) yaptığı başvuru ile İsrail’in Gazze’de soykırım suçu işlediğinin tespiti talebi gündeme gelmişti. Dublin hükümeti, Mart 2024’te bu davaya üçüncü taraf olarak müdahil olacağını açıklayarak dünyanın en üst yargı organında bu meseleye taraf olan ilk Batılı ülke olmuştur. İrlandalı yetkililer Lahey’de görülecek davada İrlanda’nın da yer alacağını duyururken, İsrail ordusunun eylemlerinin “toplu cezalandırma” niteliği taşıdığı ve sivillerin hedef alınmasının soykırım kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde görüş bildireceklerini ifade etmiştir. İrlanda’nın soykırım davasına katılması Tel Aviv’de öfkeyle karşılanmıştır. İsrail, bu adımı “kabul edilemez hukuki meydan okuma” olarak niteleyip Aralık 2024’te Dublin Büyükelçiliğini kapatma kararı aldığını ilan etmiştir. Böylece İrlanda, Filistin adına uluslararası mahkemelerde adalet arayışına somut katkı sunan tek Batılı demokrasi haline gelmiştir.
Beşinci olarak İrlanda’daki Filistin dayanışması, devlet organlarının ötesinde sivil toplum ve kültürel kurumlarda da karşılık bulmuştur. Ülkenin ulusal yayın kuruluşu RTÉ, Kasım 2023’ten itibaren Eurovision Şarkı Yarışması gibi popüler platformlarda İsrail’in normal bir katılımcı gibi muamele görmesini sorgulamaya başlamıştır. Nitekim RTÉ, 2026 Eurovision için İsrail’in yarışmaya kabul edilmesi halinde İrlanda’nın katılmayacağını açıklamıştır. Kurum, Gazze’de yaşanan can kayıpları devam ederken İsrail ile aynı sahnede yer almanın “vicdanen kesinlikle kabul edilemez” olduğunu duyurmuştur. RTÉ, İsrail’in Eurovision’a katılması halinde İrlanda’nın yarışmaya katılmayacağını açıklamıştır. Benzer şekilde İrlanda kamuoyunda, İsrail’e yönelik çeşitli boykot ve yaptırım çağrıları yükselmektedir. İsrail’e ait tahvillerinin İrlanda finans piyasalarında işlem görmesine izin verilmemesi, İrlanda hava sahasının ABD’nin İsrail’e silah sevkiyatları için kullanılmasının engellenmesi, AB düzleminde İsrail’e silah ambargosu uygulanması gibi öneriler siyaset yelpazesinin farklı kesimlerince dile getirilmektedir. İrlanda hükümeti bu taleplerin bazılarını Avrupa içinde gündeme taşımış; örneğin Haziran 2025’te İrlanda, Belçika ve İspanya’nın da aralarında olduğu 9 AB ülkesi, İsrail’in yerleşimleriyle ticaretin yasaklanması konusunda ortak girişim başlatılması için Avrupa Komisyonu’na resmi çağrıda bulunmuştur.
Yukarıdaki adımlar, İrlanda’nın Filistin lehine yürüttüğü politikanın ne denli kapsamlı ve çok yönlü olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak İrlanda’nın Filistin dayanışma politikasına karşı İsrail sert diplomatik tedbirlere başvurmuştur. Aralık 2024’te İsrailli yetkililer, İrlanda hükümetinin politikalarını “Yahudi devletini şeytanlaştırmaya yönelik antisemitik söylemler” olarak itham etmiş ve İrlanda’nın “tüm kırmızı çizgileri aştığını” öne sürerek Dublin Büyükelçiliği’ni kapatma kararını açıklamıştır. İrlanda tarafı ise bu suçlamaları kesin bir dille reddetmiş, İrlanda’nın İsrail karşıtı değil, barış- uluslararası hukuk ve insan hakları yanlısı bir ülke olduğunu vurgulayarak İsrail’in kararını üzüntüyle karşıladığını belirtmiştir. Dublin hükümeti, iki devletli çözüm vizyonuna bağlı kaldıklarının ve hem İsrail hem Filistin halklarının barış ve güvenlik içinde yaşayacağı bir geleceği desteklediklerinin altını çizmiştir. Nitekim İrlanda tarafı tüm tepkiye rağmen Tel Aviv’deki kendi büyükelçiliğini kapatmayarak ve diplomatik ilişkileri tamamen koparmayarak yapıcı diyaloğa açık olduğunu da göstermiştir.
Yeni Cumhurbaşkanı Connolly ve İrlanda’nın tavrının Avrupa’daki anlamı
İrlanda’daki bu mevcut siyasi ve toplumsal duruş, Ekim 2025’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte yeni bir boyuta taşınmıştır. Söz konusu seçimde Catherine Connolly, oyların %64 gibi rekor bir oranını alarak ezici bir zafer kazanmış ve ülkenin 10. Cumhurbaşkanı olmuştur. Connolly, uzun yıllardır Filistin yanlısı duruşuyla tanınmakta; seçim sürecinde Filistin’in kendi kaderini tayin hakkını savunmuştur. Seçim kampanyası sırasında da Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını açıkça desteklemiş; Gazze’de sivillerin hedef alınmasını “soykırım” olarak tanımlamış ve Hamas’ı “Filistin halkının dokusunun bir parçası” olarak gördüğünü, dolayısıyla Gazze’nin geleceğine dair kararlarda bu örgütün tamamen dışlanamayacağını dile getirmiştir. NATO, AB, ABD politikaları bağlamında alışılmışın dışındaki görüşleri nedeniyle Connolly, seçim öncesinde Avrupa’daki ana akım çevrelerde bir miktar endişe uyandırmıştı. Ancak İrlanda seçmenleri, özellikle de genç kuşak, Connolly’nin sıradışı duruşunu güçlü biçimde benimsemiştir. “Soykırımın normalleşmesine asla izin vermeyecek bir cumhuriyet” vaadi, İrlanda’da adeta ortak bir toplumsal vicdanın ifadesine dönüşmüştür. Connolly’nin tarihi zaferi, İrlanda kamuoyunun Filistin konusundaki hassasiyetinin en üst düzeyde teyit edilmesi anlamına gelmektedir.
Her ne kadar cumhurbaşkanlığı makamı İrlanda’da yürütmeden bağımsız ve büyük ölçüde sembolik bir görev olsa da Connolly’nin bu makamı kendi ahlaki duruşunu küresel ölçekte dile getirmek için kullanması beklenmektedir.
Sonuç itibariyle, İrlanda’nın İsrail’in Gazze’deki eylemlerine karşı takındığı kararlı tutum hem tarihsel hafızasının hem de toplumsal duyarlılığının bir yansımasıdır. Sömürgecilik geçmişiyle şekillenmiş bu refleks, kamuoyunda Filistin ile güçlü bir özdeşleşme yaratmıştır. Bu yaklaşım, iktidar ve muhalefet fark etmeksizin geniş bir siyasi uzlaşma üretmiştir. Mevcut hükümetin soykırım suçlaması dâhil olmak üzere İsrail’e karşı net tutum alması, İrlanda’yı Avrupa’da istisnai bir konuma taşımıştır. Connolly’nin cumhurbaşkanlığı da bu çizginin sembolik bir ifadesi olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak İrlanda, Filistin politikası üzerinden uluslararası hukuka ve tarihsel sorumluluk bilincine dayanan bağımsız bir dış politika yürütmektedir.











HABERE YORUM KAT