1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Siyonizmin ahlaki ve siyasi krizi
Siyonizmin ahlaki ve siyasi krizi

Siyonizmin ahlaki ve siyasi krizi

On yıllardır ilk kez İsrail, ebedi bir kurban olarak değil, işgalci ve saldırgan bir güç olarak görülüyor. Küresel imajı çöküyor ve bir zamanlar hâkim olan Siyonist anlatı, tüm kıtalarda güvenilirliğini yitiriyor.

16 Aralık 2025 Salı 22:51A+A-

Sayid Marcos Tenório’nun Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Binyamin Netanyahu hükümeti, İsrail ve Siyonizmi kendi ahlaki, siyasi ve hukuki uçurumun eşiğine getiren bir vahşet düzeyine ulaşmıştır.

On yıllardır Siyonist proje, sömürgeci, üstünlükçü ve şiddet içeren karakteri nedeniyle kınanmaktadır. Günümüzde Netanyahu ve aşırı sağcı koalisyonu altında bu şiddet, artık yapısal ve derinlemesine yıkıcı olarak tanımlanabilecek bir düzeye ulaşmış ve egemenlik, etnik temizlik ve toplu cezalandırma gerçekliğini yaratmıştır.

Siyonist rejim, tüm sivil altyapıyı yok etmenin, bütün aileleri öldürmenin ve yerli halkı kendi topraklarından sürmenin askeri bir zafer olduğunu düşünüyor. Ancak onların “başarı” olarak adlandırdıkları şey, devlet politikası olarak soykırımı kutsamaktan başka bir şey değildir.

En azından biraz aklı başında olan hiç kimse bunu bir zafer olarak görmez: bu bir savaş suçu, insanlığa karşı işlenmiş bir suç, tüm dünyanın tanık ve istem dışı suç ortağı olduğu, canlı yayınlanan bir soykırımdır.

İsrail Gazze'de kazanamadı. Ve kazanamayacak da. Filistin direnişi, ahlaki, tarihi ve siyasi meşruiyete dayandığı için varlığını sürdürüyor, oysa Siyonist proje sadece Filistin'in fiziksel ve sembolik yıkımıyla ayakta kalıyor.

Zafer ilan etmek için çocukları öldürmek zorunda olan bir devlet, ahlaki açıdan çoktan yenilgiye uğramıştır. Tüm askeri gücü, paradoksal bir şekilde, tarihsel kırılganlığını, kalıcı şiddet dışında başka bir ufuk sunamama yetersizliğini ortaya koymaktadır.

Peki, bu terör sisteminin devam etmesini sağlayan nedir? Neden, tartışmasız görüntüler karşısında bile, küresel güçler İsrail'in soykırımcı rejimine dokunulmazlık garantisi vermeye devam ediyor?

Cevap basit: söz konusu olan adalet değil, güçtür.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan uluslararası sistem, dünyaya barışın, uluslar arası dengenin ve insan onurunun koruyucusu olarak sunuldu. Katliamları önlemek ve zulmü cezalandırmak amacıyla bir hukuk mimarisi içinde antlaşmalar, sözleşmeler, mahkemeler ve kararlar oluşturuldu.

Ancak, bu ihlallerin faili Batı'nın stratejik müttefiki İsrail olduğunda, tüm bu yapı boş sözlere ve otomatik vetolara dönüşüyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve Savaş Bakanı İsrail Katz hakkında tutuklama emri çıkarması, İsrail'in tarihsel korumasını kısmen kırmak için atılmış bir adımdır. Ancak bu hala yetersizdir.

Netanyahu ve aşırı sağcı koalisyonu, intikam için değil, temel bir ilke gereği yaptıklarından yasal olarak sorumlu tutulmalıdır: Hiçbir ulusun lideri kanunların üstünde olamaz.

Gazze'de onun sorumluluğu altında işlenen suçlar için, bu barbarlığın boyutuna orantılı tek ceza, Binyamin Netanyahu ve Siyonist rejimin suçlu liderlerine ölüm cezası verilmesidir.

Dünya benzer zulümlerin tekrar yaşanmasını önlemek istiyorsa, Filistin halkına karşı işlenen suçların, dünyanın başka yerlerinde işlenen suçlarla aynı ahlaki ve hukuki ağırlığa sahip olması şarttır.

Bu arada Gazze bombalanmaya devam ediyor, hastaneler saldırıya uğruyor, üniversiteler yerle bir ediliyor ve ölü sayısı binleri buluyor. 2023'ten bu yana Gazze'ye yöneltilen yıkım savaş olarak adlandırılamaz, daha çok bütün bir toplumu ortadan kaldırmaya yönelik kasıtlı bir girişimdir.

Açlığı silah olarak kullanmak, insani yardımı engellemek, gazetecileri ve insani yardım çalışanlarını öldürmek, akla gelebilecek her türlü etik sınırı aşan bir tablo oluşturuyor.

Yine de direniş devam ediyor ve daha da belirleyici bir şey karşısında büyüyor: İsrail'in uluslararası izolasyonu. Dünya kamuoyu değişti. Kalabalıklar, soykırımı kınamak için büyük başkentlerin sokaklarına dökülüyor. Avrupa ülkeleri Filistin Devleti'ni tanıyor. Üniversiteler, sendikalar, sanatçılar ve sosyal hareketler tarihi sessizliği bozuyor ve boykota katılıyor.

On yıllardır ilk kez İsrail, ebedi bir kurban olarak değil, işgalci ve saldırgan bir güç olarak görülüyor. Küresel imajı çöküyor ve bir zamanlar hâkim olan Siyonist anlatı, tüm kıtalarda güvenilirliğini yitiriyor.

Gazze'yi enkaza çevirmenin zafer getireceğine inanan Siyonizmin en aşırı kesimlerinin kibri, sömürgecilik karşıtı mücadelelerin doğasını anlayamadıklarını ortaya koyuyor: Hayatta kalmaya kararlı halklar her zaman direnmenin bir yolunu bulurlar. Siyonist şiddet gücün değil, çaresizliğin bir işaretidir.

Gerçek zafer yıkımdan değil, Filistin halkının insanlığının tam olarak tanınmasından, haklarının iade edilmesinden ve işgalin sona ermesinden gelecektir. Filistin hayatta kalacaktır. Ancak Netanyahu ve suç ortakları tarihle yüzleşmek zorunda kalacaklar.

Siyonizmin ahlaki yenilgisi çoktan başlamıştır. Geriye kalan, dünyanın bunu siyasi ve hukuki bir yenilgiye de dönüştürmesidir.

 

* Sayid Marcos Tenório; tarihçi, uluslararası ilişkiler uzmanı, Brezilya-Filistin Enstitüsü (Ibraspal) kurucusu ve başkan yardımcısıdır. Palestina: do mito da terra prometida à terra da resistência (Filistin: vaat edilmiş toprakların efsanesinden direnişin topraklarına) (Anita Garibaldi/Ibraspal) kitabının yazarıdır.

HABERE YORUM KAT