
SDG-İsrail ilişkisi ve çözüm sürecine muhtemel etkisi
“SDG/YPG’nin Türkiye’nin taleplerinden bağımsız olarak, Suriye’de bir değişim yaşanmamış gibi statükoyu koruma çabası ancak siyasal bir körlükle açıklanabilir.”
SDG-İsrail İlişkisi: Suriye Denklemi ve Türkiye’ye Yansımaları
Adnan Boynukara / Perspektif.online
Washington Post, 23 Aralık’ta “How Israeli covert activities in Syria seek to thwart its new government” (İsrail’in Suriye’deki gizli faaliyetleri yeni hükümeti nasıl boşa çıkarmayı hedefliyor?) başlıklı bir araştırma yayınladı. Gerry Shih, Ari Flanzraich, Adam Chamseddine, Ilan Ben Zion imzalarını taşıyan araştırma, İsrail’in Suriye’de giriştiği faaliyetleri detaylıca irdeliyor. Farklı konuları analiz eden araştırmada, SDG/YPG’nin İsrail ile ilişkisi, Suriye yönetimini güçsüz bırakmak için yapılan faaliyetler, güç dengeleri ve Türkiye’nin güvenlik kaygılarını etkileyen kritik unsurlar öne çıkıyor.
Araştırma, İsrail’in Suriye’de yürüttüğü operasyonların dolaylı etkilerini ortaya koyarken, SDG/YPG’nin rolünü de somut verilerle gözler önüne seriyor. Bu ilişki hem Suriye’nin siyasi bütünlüğünü hem de Türkiye’nin güvenlik ortamını etkileyen bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki tablo, SDG/YPG-İsrail ilişkisinin yalnızca taktik değil, Suriye’nin geleceğini ve Türkiye’nin güvenliğini etkileyen stratejik bir mesele olduğunu gösteriyor.
Araştırmanın Temel Bulguları
Washington Post’un araştırması, sahadaki dinamiklere dair temel bulgular ortaya koyuyor. Bulgulardan birincisi, İsrail’in yeni Şam yönetimini zayıflatmak ve kendi stratejik hedeflerini ilerletmek amacıyla gizli operasyonlar yürüttüğü gerçeği. Bu faaliyetlerin, özellikle Dürzi topluluklar ve SDG/YPG üzerinden gerçekleştirildiği belirtiliyor. İkincisi, SDG/YPG’nin İsrail açısından işlevsel bir “arayüz” olarak kullanılması. Araştırmada, İsrail’in Dürzi silahlı gruplara sağladığı yardımın bir bölümü SDG/YPG kanalıyla aktarıldığı anlatılıyor. Bu aktarımlar sadece geçici destekler değil, koordineli bir operasyonel yapı oluşturuyor ve SDG/YPG’nin İsrail’in stratejik hedefleriyle senkronize hareket ettiği iddialarının gerçekle örtüştüğünü gösteriyor.
Üçüncüsü, Dürzi militanlara İsrail tarafından maaş verildiği ve bu unsurlara silah, cephane, tıbbi malzeme desteği sağlandığı yönündeki iddialarla ilişkili 17 Aralık 2024’te İsrail’in hava yoluyla Dürzi milislere askerî malzeme sevkiyatı yaptığına dair bulguların ortaya çıkması, İsrail’in sahada doğrudan askerî varlık göstermeden etkinlik kurma stratejisiyle de örtüşüyor.
Araştırmayla SDG/YPG’nin aynı zamanda Dürzi silahlı gruplara eğitim desteği de sağladığı ve iki yapı arasında operasyonel bir işbirliği bulunduğuna ilişkin iddialar da temellendiriliyor. SDG/YPG, Dürzi milislere askerî eğitim ve saha desteği sağlamakla kalmıyor, İsrail’in hava-kara lojistiğiyle uyumlu biçimde hareket ederek, Suriye’nin güneyinde İsrail tarafından belirlenen güvenlik ve denge hatlarını destekliyor.
Bütün bu destek ve koordinasyon mekanizmasının amacı, Şam yönetiminin merkezi otoriteyi tesis etme çabalarını baltalamak amacıyla, parçalı bir güç mimarisi oluşturmak. İsrail, bu gizli operasyonlarla yeni Şam yönetimini sınırlamayı ve sahadaki güç boşluklarından stratejik avantaj sağlamayı hedefliyor.
Bu ilişki, klasik bir askerî ittifakın ötesinde. SDG/YPG’nin rolü, yalnızca lojistik ve saha koordinasyonuyla sınırlı değil. Örgüt, aslında İsrail’in Suriye’deki stratejisinin işlevsel bir uzantısı. Hem Suriye sahasında hem de bölgesel güç dengelerinde İsrail’le ilişkili bir aparat haline geliyor.
Bölgeye ve Suriye’ye Olası Etkiler
Araştırmada, SDG/YPG-İsrail ilişkisinin, bölge dinamikleri açısından da somut etkiler oluşturduğu vurgulanıyor. SDG/YPG, böyle yaparak İran karşıtı bir pozisyon üretiyor ve bu çerçevede İsrail ile kurulan ilişkiyi meşrulaştırmayı amaçlıyor. SDG/YPG, ABD himayesinde faaliyet gösterse de, söz konusu araştırma İsrail’in bu yapıyı operasyonel olarak kullanabildiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu durum, ABD-İsrail-SDG/YPG üçgeninde karmaşık bir denge oluşturarak bölgesel jeopolitiği etkiliyor. Hülasa, bölgenin İsrail’in öncelikleri doğrultusunda şekillenmesine hizmet ediyor.
SDG/YPG-İsrail ilişkisinin Suriye sahasında üretebileceği somut sonuçlar arasında Şam’ın merkezi otoritenin zayıflamasının dışında, merkezi otoritenin oluşumunu engelleyen parçalı yapıların kalıcı hâle getirilmesi de bulunuyor. Saha araştırmaları, SDG/YPG ile Dürzi milislerin eşgüdümlü hareket etmesinin istikrarı zorlaştırdığını, bu sürecin, aktif şiddet içermese de sürekli bir gerilim oluşturan donmuş çatışmalara dönüşebileceğini gösteriyor. Yani, SDG/YPG-İsrail ilişkisi yalnızca sahadaki güç dengelerini değiştirmekle kalmıyor, Suriye’nin siyasi ve askerî yapısında kalıcı dönüşümler oluşturarak uzun vadeli istikrarsızlık riskini arttırıyor.
Suriye Yönetiminin Olası Tepkileri
Araştırmaya göre, Şam yönetimi, SDG/YPG-İsrail ilişkisine karşı çeşitli adımlar atabilir. Bu tepkiler dört başlık altında değerlendirilebilir.
Birincisi, askerî merkezîleşme ve operasyonel kontrolün artırılması. Özellikle, SDG/YPG’nin etkin olduğu kuzeydoğu ile Dürzi unsurların yoğun bulunduğu güney bölgelerde askerî harekâtlar ve idari atamalar yoluyla merkezi otoritesini güçlendirmeyi hedefleyebilir. Bu süreç, sınırlı alanlarda üsler kurulması, yerel komutanların merkezi yapıya entegre edilmesi ve operasyonların doğrudan devlet güçleriyle koordine edilmesi şeklinde ilerleyebilir.
İkincisi, SDG/YPG’ye yönelik entegrasyon ve müzakere baskısı. Şam yönetimi, yerel yönetim atamaları, güvenlik yapılarının yeniden düzenlenmesi veya şu ana kadar sürdürdüğü resmî müzakereler yoluyla kontrol alanını genişletmeye çalışabilir. Ancak örgüt müzakereyi “zayıflık” olarak okursa, bölgede sahici çatışmaların olabileceği de açık.
Üçüncüsü, İsrail’in uluslararası alanda mahkûm edilmesi. Şam, İsrail’in Suriye topraklarındaki faaliyetlerini “yayılmacı ve istikrarsızlaştırıcı” olarak nitelendirerek Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı Arap Ligi gibi platformlarda gündeme taşıyabilir ve diplomatik baskı oluşturmayı hedefleyebilir.
Dördüncüsü, bölgesel işbirliklerinin artırılması. Suriye yönetimi, Türkiye ve Arap ülkeleriyle koordinasyonu güçlendirerek SDG/YPG ve İsrail’in sahadaki etkisini dengelemeye çalışabilir. Bu yaklaşım, ortak güvenlik mekanizmaları, sınır güvenliği anlaşmaları ve askerî işbirlikleri yoluyla somutlaşabilir.
Araştırmada ayrıca, Şara’nın İsrail’i “yayılmacı” olarak tanımladığı ve bu yaklaşımın bölgesel çatışma riskini artırdığı da vurgulanıyor. Bu çerçevede, Şam yönetiminin muhtemel tepkilerinin çeşitli düzeylerde sahaya yansıması beklenmektedir.
Türkiye Açısından Önemi
SDG/YPG’ye İsrail tarafından sağlanan lojistik, mali ve askerî destekler Türkiye’nin hem sınır güvenliği hem de bölgesel güç dengeleri açısından kritik bir değişken oluşturuyor. Araştırmada da ifade edilen somut veriler, hem Türkiye’nin güney sınırında kalıcı bir tehdit unsuru oluştuğunu hem de PKK’nın Suriye kolunun dış destekle korunmasına olanak tanındığını gösteriyor. Bu durum Ankara’nın görmezden geleceği bir mesele değil.
SDG/YPG’nin İsrail’le kurduğu ilişkinin Türkiye’de devam eden çözüm sürecini etkilememesi de mümkün değil. Türkiye ile yürütülen süreçte silah bırakma ve örgütü feshetme söylemi sürdürülürken, güney sınırında İsrail’le ilişki kurulması ciddi bir çelişki oluşturuyor.
Washington Post araştırması, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın SDG/YPG’ye ilişkin stratejik öngörülerini somut verilerle doğruluyor. Fidan’ın vurguladığı gibi, SDG/YPG yalnızca Suriye’de yerel bir aktör değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güçlerin stratejik çıkarları doğrultusunda kullanılan bir vekil güç. PKK’nın Suriye kolu olarak uluslararası aktörlerce lojistik ve operasyonel bir araç olarak kullanılması, Suriye’nin merkezi otoritesinin zayıflamasına katkıda bulunması, İsrail’in Dürzîlere yönelik askeri yardımlarının SDG/YPG’nin Suriye’deki kapasitesini güçlendirmesi, Türkiye açısından doğrudan güvenlik tehditleri üretiyor.
Fotoğrafı doğru okumakta fayda var: İsrail-SDG/YPG ilişkisi, Suriye’de merkezi devletin güç kaybı ve bölgesel boşlukların devamı anlamına geliyor. SDG/YPG’nin İsrail dâhil farklı aktörler için lojistik ve operasyonel rol üstlenmesi, bölgesel istikrarsızlığı derinleştirdiği kadar Türkiye’nin sınır ötesi güvenlik risklerini arttırıyor. Türkiye’nin güvenlik stratejilerinde bu durumu dikkate almaması düşünülemez.
10 Mart Anlaşması’nda verilen sürenin 2025 sonunda bitecek olmasıyla siyasal bir süreç marifetiyle SDG/YPG sorununun çözülme umudunun azalması hem sıcak çatışmayı ve askerî müdahale ihtimalini hem de İsrail’in Suriye’nin iç işlerine karışma potansiyelini arttırabilir. Bu olasılık sonucunda devam eden PKK sürecinin de etkilenme ihtimali de gelişebilir. SDG/YPG’nin Türkiye’nin taleplerinden bağımsız olarak, Suriye’de bir değişim yaşanmamış gibi statükoyu koruma çabası ancak siyasal bir körlükle açıklanabilir.
Bu körlüğün sonuçlarının 2026’da ortaya çıkması ise kaçınılmaz gibi görünüyor.








HABERE YORUM KAT