1. YAZARLAR

  2. Yasemin Çongar

  3. Ölümde Kürt Bölgesi kriteri
Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölümde Kürt Bölgesi kriteri

23 Eylül 2009 Çarşamba 19:14A+A-

Adalet Bakanı Sadullah Ergin birkaç hafta önce gazete yöneticileri ve yazarlarla İstanbul’da düzenlediği toplantıda müjdeyi vermişti:

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını, Türkçeye çevirtip bütün hâkimlerimizin bu kararlardan haberdar olmasını sağlayacağız.”


Bu bir nevi müjdeydi gerçekten de, zira yargı sisteminin aldığı kararlar Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’yla çeliştiği için en fazla mahkûm olan ülke, Türkiye.

Buna karşın,
verdikleri onca hüküm Avrupa’dan “dönen” Türkiyeli hâkimler, bu durumdan ders çıkarmamakta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının oluşturduğu içtihadı görmezden gelmekte ısrarlılar.

Bunun en önemli nedeni, “adaletten önce devlet” diyerek, hukukun evrensel normlarına omuz silken birer milliyetçi ideolog gibi davranmayı, cübbesine reva gören hâkimlerin çokluğu kuşkusuz.


Ama vahametin, “yabancı dil bilmemek” gibi “masum” ve –yargı mensuplarının yüzde 90’ından fazlasının bu zaaftan mustarip olduğu düşünülürse- Türkiye için ziyadesiyle “acıklı” bir gerekçesi de var.

Adalet Bakanlığı’nın “çeviri seferberliği”ni, en azından bu ikincil gerekçeyi ortadan kaldırabileceği için alkışlamalıyız.



Müstakbel bir mahkûmiyet


Gökçer Tahincioğlu’nun dün Milliyet’e manşet olan haberini, “Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yeni bir mahkûmiyete doğru attığı adım” olarak da okumak mümkün.

Habere göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2005’te Siirt’te, askerî araca taş atan kalabalığa, tam otomatik silahla yedi kurşun sıkan ve taş atanlar arasında olmayan Abdullah Aydan adlı şahsın ölümüne yol açan uzman çavuşa ceza verilemeyeceğine hükmetti.


Kurulun gerekçeli kararı, ilk bakışta vicdansızlıkla ve mantıksızlıkla ama çok daha önemlisi, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nu ve ona bağlı olarak oluşmuş içtihadı biraz bilen herkesin hemen öngörebileceği gibi hukuksuzlukla malûl.


Zira kurul, uzman çavuşun kalabalığa ateş açmasının “saldırı ile orantılı bir savunma” olmadığını teslim etmekle birlikte, üç temel unsura dayanarak beraatin onanmasına hükmediyor.

Birbirinden vahim ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki müstakbel mahkûmiyetimizin de gerekçesini oluşturmaya aday bu üç unsuru kısaca anlatmaya çalışayım.



Önyargılı, vicdansız, hukuksuz


Bu unsurlardan birincisi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, uzman çavuşun ölümüne yol açtığı kişinin saldırganlar arasında olmadığına ilişkin yerel savcılık, yerel mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi tesbitlerini tümüyle göz ardı ederek, tam tersi geçerliymiş gibi karar vermiş olması ki, burada bir “önyargı” olduğu âşikar...

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Atış kalabalıkla ilgisi olmayan araçların arkasında bekleyen kişinin ölümünden anlaşılacağı üzere paralel biçimde yapıldı” saptamasının görmezden gelinmesinin başka hiçbir açıklaması yok.

İkinci vahim nokta, gerekçeli karardaki “bölgenin özellikleri bir bütün olarak göz önüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığı” saptamasında saklı.

Bu saptamanın meali şudur:


“Kürt bölgesinde orantılı güç farklı hesaplanır. Kürtsen ve /veya Kürtlerin arasında dolaşıyorsan, hukuk seni daha az korur. Kürt bölgesinin özellikleri, yaşama hakkını da sınırlar.”

Milliyet
’in habere attığı o çok yerinde başlıkla “Ölümde ‘bölge’ kriteri” uygulanmasının Türk hukuk içtihadına geçirilmesidir bu ve bence, sadece isyan ettirici bir hukuksuzluk değil, aynı zamanda utandırıcı bir vicdansızlık örneğidir.


Gazi Olayları’nı hatırlayan var mı


Gerekçeli karardaki üçüncü vahamet unsuru, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, uzman çavuşun yasal savunma sınırını “mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aştığı” saptaması... Esasen, bu saptama, Kurul’un Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer durumlarda verdiği kararlardan bihaber olduğunu kanıtlıyor.

Oysa, Strasbourg’daki mahkeme, 26 Temmuz 2005’te Türkiye’yi mahkûm ederken, güvenlik güçlerinin “korku ve telaş” ile hareket etmesinin, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun “yaşama hakkını güvenceye alan” ikinci maddesinin ihlalini ortadan kaldıran bir gerekçe olmadığına hükmetmişti.


Mahkeme o kararında, Gazi ve Ümraniye olaylarında polisin orantısız güç kullanımı sonucu ölen 17 kişinin yakını olan 22 Türkiye vatandaşını haklı bulurken, polisin “baskı altında ve panikle” hareket etme lüksü olmadığını, bunu önleyecek eğitim ve talimatlara, ayrıca “kurşun” yerine kullanabileceği göz yaşartıcı bomba, plastik kurşun, basınçlı su benzeri malzemeye sahip olması gerektiğini de kayda geçirmişti...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT