1. YAZARLAR

  2. Ahmet Ağırakça

  3. Yönetim ve tevhid inancı ayrılmaz bir bütündür

Yönetim ve tevhid inancı ayrılmaz bir bütündür

Ağustos 1995A+A-

"Fakat, İslam bir cemiyette uygulanmadıkça, yani bir ümmet tarafından temsil edilmedikçe fonksiyonunu icra edemez. Çünkü beşeriyet -özellikle günümüzde- yaşanan pratik hayatta, doğruluğunu görmediği mücerret (soyut) inanç sistemine önem vermemektedir, Müslüman bir ümmetin varlığı asırlardan beri yok kabul ediliyor. Çünkü müslüman ümmet derken eskiden İslâm'ın yaşandığı bir "toprak parçası"nı kastetmiyoruz. Çağlardan bir çağ içerisinde ataları İslam nizamını yaşamış olan bir "kavim" de değildir. "Müslüman ümmet" hayatını, düşünce sistemini, prensiplerini, ölçüsünü ve değerlerinin tümünü İslam metodundan alan insan topluluğudur. İşte bu ümmet, bu vasıflarıyla Allah'ın hükümleriyle hükmeden nizamın yeryüzünden sil inmesiyle ortadan kalkmıştır.

Bu bakımdan İslam'ın bir kere daha beşeriyetin kumandasını ele alması ve belirlenen fonksiyonunu yeni baştan gerçekleştirebilmesi için bu ümmeti yeniden öz varlığına döndürmek gerekir.

Nesiller boyu ne İslam'la ne de İslam'ın metoduyla ilgisi bulunmayan düşüncelerin, sistemlerin kalıntıları tarafından örtülen bu ümmet için "bir diriliş" gerekir. Her ne kadar bazı kimseler "İslam alemi"(!) adı altında böyle bir ümmetin var olduğunu iddia etseler dahi ilk görev budur.

(Yoldaki İşaretler, Dünya Yayınları, Sh. 10)

Seyyid Kutub, yönetiminde ve yapısal ilişkilerinde tevhidi ilkelerin hakim olmadığı tüm toplumları "cahiliyye toplumu" olmakla vasfediyor. Alternatif olarak da "İslam toplumu"nun Kur'ani eğitim ve pratikle şekillenen bir süreçte, merhaleci yöntemle oluşturulması gerekliliğini öne sürüyor. Yaşadığımız toplumda bu değerlendirmeye ve projeye nasıl yaklaşıyorsunuz?

Günümüz Türkiye'sinde "ülke ve milletin bölünmez bütünlüğü" vurgusu, çoğu dini cemaat ve entellektüel çevreler nezdinde, algılanan "İslam" ile birlikte mevcut devleti, toprağı ve Anadolu insanının değerini birbirine yakınlaştıran bir eğilimle destekleniyor. Bu konuda "İslam milleti"nin varlığı için toprak, tarih ve kan bağını önemsemeyip sadece akaid bağını öne çıkaran Seyyid Kutub'un yaklaşımım "idealler" ve "gerçekler" bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tevhid inancı Allah'ın tüm hüküm ve emirlerinin parçalanamaz bir bütün olduğunu kabul edip bunun toplum hayatında pratize edilmesine iman etmek demektir.

Yönetim, Allah'ın hükümlerinin yeryüzünde eksiksiz ve eklektik bir anlayışa başvurmadan uygulanmasını kabullenmek, bunu bir iman meselesi olarak görmek ile Allah'a iman, uluhiyetini kabul etmek tamamen birbirinin tamamlayıcısı hususlardır. Günümüzde İslam ve İslam karşıtı düşüncelerin çarpıştığı ve karşılıklı olarak mücadele verdiği bir husus vardır ki o da; yönetime Allah'ın indirdiği ilahi emirler ve bu emirlerin doğrultusunda çıkan hidayet ve toplum anlayışı mı hakim olmalı, yoksa bütün bunlar insanın kendi arzularına İslam ahkamının aslına uygun olmayan, dünyevi çıkarlara ve zamanla insanların alışkanlıkları olarak ortaya çıkan ve "halk İslamı" diye nitelenen örf ve adetlere göre mi olmalıdır? Yani ilahi hükümler mi yoksa insani hükümler mi toplumda geçerli olmalı? Seyyid Kutub'un ifadesiyle "İnsan hayatında uluhiyet ve rububiyet Allah'a mı ait olmalı, yoksa bunların hepsi veya bir kısmı insanlar için Allah'ın izin vermediği yasalar koyan kurum veya yaratıklardan birine mi verilmeli? Kendisinden başka ilah olmayan Cenab-ı Allah'ın insanlar için koyduğu vazgeçilmez hüküm ve kaziyeler; zatının uluhiyetini, insanların da ubudiyetini ge­rektirdiği gibi bu hükümlere uymayı ve İslam'ın toplum içinde hakim kılınarak bunun dışında herhangi bir sistem ve anlayışa asla iltifat etmeden uygulamayı gerektirir.

Olayı böyle değerlendirmek iman ve küfür meselesidir veya İslam ve Cahiliye'dir. Diğer bir ifadeyle "İslam şeriatı veya insanın heva ve hevesleri", levhid veya şirk", "İslami ahkam veya dünyevi ikbal" arasında bir tercih meselesidir. Allah'ın hükümleriyle hükmetmenin dışında bir husus veya yönetim ne olursa olsun, herhangi bir tarihi dönemden ibaret olmaksızın "cahiliye"den ibarettir. Cahiliye; insanın insana hükmetmesidir. Allah'ı bırakıp heva ve heveslerin, dünyevi emellerin ve insanların uluhiyetinin kabullenilmesidir.

Seyyid Kutub toplumları "cahiliye" ve "İslam" diye ikiye ayırınca, bu ayırım laikleri ve onların gölgesinde yaşayanları veya laikliği küstürmeden, laikleri kızdırmadan yumuşak ve ılımlı bir İslam ortaya koyanları kızdırmaktadır. 1970'li yıllarda Seyyid Kutub'a düşmanlık edenler belli bir anlayışa sahip olan belli bir kitle ve cemaat idi. O yıllarda İslam toplum anlayışını ortaya koyarak İslami bir yönetimden söz edenlerden bu söz konusu grup ve cemaatler tarafından sırf karalamak maksadıyla "Vehhabiler" diye söz ediliyordu. İslam devletinden yana olanlar "İbn Teymiyyeci" idiler. Mutasavvıf bir toplum olan bugünkü toplumda İslam'dan yana olanlar anarşist -hatta bazıları tarafından Trockist- diye nitelenirken o günlerde bu düşünceyi Türkiye'de savunun insanlar bugüne kadar "Tevhid" inancını zedelememek için tüm beşeri toplum anlayışlarını red ederek mücadelesini sürdürdü. Bugün ise aynı çizgide buluşan eskilerle yeniler vardır. Tevhid'e dayalı "İslam Toplumu"ndan yana bir anlayışı "elitist İslam" olarak değerlendirmek İbn Teymiyye gibi bir muvahhidin karşısına eşyayı Allah'ın zatı ile bir tutan ve bu tutumu ile batının ve batıcıların hoşuna giden bir İslami anlayış sergileyen "İbnu'l-Arabi"yi getirip koymak isteyenlere tevhid anlayışlarını gözden geçirmeleri gerektiğini söylüyor ve onları Allah rızası için uyarıyoruz.

Seyyid Kutub'un anlayışın ve çizgisini koruyacak ve buna karşı çıkacak olanları rahatlıkla bertaraf edecek bir nesil yetişmiştir. Kimse boşuna uğraşmasın.

İkinci sorunuza gelince: Cenab-ı Allah "Sizin ümmetiniz tek bir ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim" buyururken, Hz. Peygamberin Veda Haccı'nda "hiçbir Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap'a üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır... Bütün bu cahiliye geleneklerini ayaklarımın altına aldım" şeklinde, dünya ayakta durduğu müddetçe varolacak bir mesajını ulus devlet ve ulusçuluk inancıyla değiştirmeye kalkışmak İslam'a ihanettir. Biz müslüman olarak "ülkenin bölünmez bütünlüğünü", "bütün yeryüzü" olarak değerlendiriyoruz. En azından müslümanların var olduğu bölgeleri, yani bugün Kazablanka ile Cakarta arasındaki bütün İslam dünyasını bir olarak değerlendirip bütün bu muazzam coğrafyayı bir bütün olarak görmek gerekir. İslam'ın toplum ve hakimiyet anlayışı budur. Bugün üzerinde yaşadığımız topraklar bizimdir. Ulus devlet anlayışı ile hareket edenler tarihi sadece "bin yıl"dan ibaret görenler, coğrafyayı Adriyatik ile Çin şeddi arasından ibaret kabul edenler "milliyetçi" ve hatta "ırkçı" anlayışlarını yenememiş olanlardır. Hatta İslam'ın asıl bakış noktası dünyanın neresinde olursa olsun İslam'ın ve tevhid inancınım uygulandığı coğrafyalar müslümanların toprağıdır. Bugün Kızılderililer arasında İslam'ın yaşanması ve tevhide dayalı bir yönetimin ortaya çıkması halinde Kuzey Amerika bizim ana vatanımız olur. Ümmet anlayışı toprağa, sadece bir ırkın tarihine ve insanlar arasındaki kan bağına bağlı olmamalıdır ve olamaz.

Netice olarak bugün Türkiye'de bazı grup, cemaat ve tek başına bir ferd olarak yaşayan bazı entellektüel çevre ve kişilerin gerek eklektik -demokrasi, sivil toplum ve laiklik ile karışık- bir İslam, vahdet-i vücud'a inanan, Hz. Ali'nin uluhiyetine veya masumiyetine iman eden, laik bir ortamda İslam'ın eksiksiz olarak yaşanabileceğini ileri sürüp takiye yaparak aynı anda takiyenin küfür olduğunu söyleyenler, İslami yönetim ve İslam'a dayalı bir toplumdan söz edenler İbn Teymiyyeci olarak nitelendirenler ile demokrat olduğunu söyleyen ve kendilerini hala müslüman olarak kabul edenler ne yapmak istiyorlar.

Bunlar otuz yıldır İslami yönetime doğru fevkalade yol almış bulunan, Tevhid"i "yönetim"den ayırdetmeyen müslümanların geldiği noktadan geriye çekilmesi için çizgide olduklarını bilmelidirler. "Kur'an İslam'ı" karşısında İbnu'l-Arabi anlayışı ile tekrar "sufi söylemleri" gündeme süren; toplum içinde bir sürü bid'at ve hurafelerle yaşayan Telli Babacı, çaput bağlayıcı mutasavvıf "Halk İslamı"nı getirmek isteyenler ve bunu gündemi zorlayarak anlatmak isteyenler için meydan bu kadar boş değildir.

Seyyid Kutub'un ortaya koyduğu çizgi Rasulullah'tan başlayarak dört halife ile Ömer ibn Abdulaziz, Ebu Hanife, İmam Zeyd, İmam Şafii, Ahmed ibn Hanbel, İbn Teymiyye, İmam Zehebi'lerle devam eden muvahhidler çizgisidir. Bu da insan aklı ile ortaya çıkan halk İslam'ı değil, güzel ahlakı, hikmeti, samimiyet ve kardeşliği, takva ve nafilelere bağlılığı, haramlardan kaçınmayı, zalim yöneticilerle uzlaşmamayı kapsayan, sünnete bağlılığı öne çıkaran "Kur'an İslamı"dır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR