1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Vakti belirlenmiş bir yazı

Vakti belirlenmiş bir yazı

Ağustos 1995A+A-

Bir ömür daha bitti. Koca bir tarihi günümüze taşıyan ve kökü derinlerde olan bir kimlik de son temsilcilerinden birisini yitirmiş oldu böylece. Papakla örtülü başını geniş omuzlarının üstünde dimdik tutan bir 'tarih adam', sıcak bir hikayenin konusu olarak anlatılacaktı yeni yetmelere, Belki de şu; iyi şeylerin zamanının gelmediğini, iyi insanların yerinin henüz olmadığını söyleyerek başlayan 'söylenceler'den birisine malzeme olacaktı artık.

Yadırganacak bir durum değil oysa ölüm. Bir iç çekiş benimkisi; sesli bir düşünüş belki de. Yine de yaşanmış bir hayatın, altmışsekiz yıllık yüreklenişin bu serencamı yüreğimdeki korkulardan haberdar etti beni. Biliyorum; ölüm, kaçınılmaz bir şeydir. Bütün yollar bizi ona götürür. Bütün yaptıklarımız ona hazırlanmış olmak içindir. Bir dostun da kayıtlara aldığı gibi, ölüme daima yaklaşılır, ondan uzaklaşılmaz diyeceksiniz biliyorum. Yine de ben, yani, tüm bunları bilen adam o gelince yüreğimdeki korkularımdan haberdar oldum işte...

Böyle anlarda, beni ilgilendirmeyen şeyleri görmeme alışkanlığıyla içime dönerim hep. Kendime daha yakın oluyorum böyle davranınca. Şimdi daha bir içime gömüyorlar beni etrafımı sararak. Ne kimseyi tanıyor, ne de kimseyi görebiliyorum. Yalnız, çemberi daraltıp beni ölüm haberinin sardığı sıkıcı sessizliğin içinde tek başıma bıraktıklarını biliyorum. Bu arada yüreğim titriyor; bu ağır sessizlik yüreğimdeki korkularımdan haberdar ediyor beni. Henüz tam bilemediğim ama yüreğimde duyduğum nedenlerle kıvranıyorum. Biliyorum 'her nefis ölümü tadacaktır' buyrulduğunu. Ama ölen benim babam...

Tam da bu karmaşada, bu harabe evin önünde, damarımdan akan kan sökün ederken, şakaklarımda acılar içinde kıvranan traşsız yüzümün, insanların sevimsiz ve anlam yoksunu bakışlarına muhatap olması nasıl da şiddetlendiriyor acımı, nasıl da öfkeleniyorum insanlara ve yaşama. Biteviye bir suskunluğu tercih edişi bunun için miydi yoksa, bunu farketmek mi yaklaştırıyordu beni ona?

Her neyse, yardıma gelecek kimsesi olmayan biri o artık. Anlaşılmaz ama yürek parçalayıcı çığlıklar arasında ulaşıyorum ona. Bakmayın ona ulaştığımı söyleyişime, onu bana çağırıyorum aslında. Usanma bilmez bir vefayla beni yalnız bırakmayan o. İş bana kalsa, bu cehdi gösterebileceğimden kuşkularım var. Bu arada insanlar öğlenleyin ne yiyeceklerinin hesaplarını yapıyor, bir bağ otun kaç para edeceğini kılı kırk yaran ölçülere göre değerlendiriyorlar. Yaklaşan kışa hazırlıklı olmak lazım derken bir an kömürün ateş pahası olduğu hatırlanıyor. Arada bir de 'rahmetli'nin olağanüstü halleri ifade ediliyor elbet. Ve dünya dönüyor anlaşılan. Ama ölen benim babam.

"Yemin olsun ki siz, onunla karşılaşmadan önce ölümü arzuluyordunuz. İşte gördünüz onu ve bakıp duruyorsunuz.

Muhammed bir rasulden başkası değildir. O'ndan önce de rasuller gelip geçmiştir. Şimdi O ölse yahu, öldürülse ökçeleriniz üzerine geri m döneceksiniz? İki ökçesi üzerine geri dönen, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.

Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse ölmez. Vakti belirlenmiş bir yazıdır o. Dünya çıkarını gözetene ondan veririz; ahiret yararını gözetene de ondan veririz. Şükredenleri ödüllendireceğiz biz."   (3/143-145)

Gerçekleşmesine doğru ölümün acıyla, o şeyin rahat vermeyen varlığıyla kıvranıyor insan. Kabına sığmayan bir dolumun devamlılığıyla boşalmak, taşan gözyaşlarının berraklığıyla arınmak isteniyor kimileyin...

Gökten indirilen suyun toprağı süslemesi bir yanılgı mıydı? O değil miydi koskoca toprakların kudretini elinde tutan.

İşte, bu sırada gelmişti buyruk. Ve onu, sanki dün yerinde yokmuş gibi kopardı içimizden. Öfkeyle savrulan tipilere karşı yiğitçe atılımlar gösteren o değilmiş gibi. Derinlerden beslenen kökleri olmayan bizleri, bırakın savrulmayı, iri gövdesini sarmalayan paltosunun kanadının ardına almakla üşümekten bile korumayı becermek işlerden bir işti onun için. Daha dün ağırlığı altında ezilmediğini el aleme haykırmak için giyilmiş gibi duran paltosu değişken esintilere ve yağışlara karşı istihkam kalesi gibi durmaz mıydı? Gözün görebildiği sınırlar içerisinde fark edilmemeyi imkansızlaştıran bir sembol, tek başına, ama yine de korkusuz ve de dimdikti. Belki de ayrılığına dayanamadı; bu yüzden sarmaladı toprak onu. Esenlik yurdundan bir çağrı alınca beklemek olacak iş değil elbet. Hoşumuza gitmese de bu gerçeği görmeliyiz. Biz de terk edeceğiz bir gün yanımızdakileri. Bir ihanetse, mukadderat bu. Fakat, ben yine de insanlar niye traşsız yüzüme takıldı en çok da bunu anlamış değilim. Geri dönüşümü bekliyor olamazlar herhalde. Ben o değilim; bunu bilmiş olmalılar. Yine de yazgımı 'dönmek' için kurguladığımı unutamam. Hani gurbette, kimsenin beni göremeyeceğinden emin olduğum saatlerde evden çıkar, ellerimi ceplerime sokup uzun uzun yürür, bu hayata hem de bu gurbette nasıl karşı koyacağımı düşünürdüm. Nasıl da yürünmedik, ıslanmadık yerini bırakmazdım bulvar kaldırımlarının. Ara sokakların bilinmez koylarında bulurdum kendimi. Bir yandan cigaramı sıkıca kavrayıp yudumlarken öte yandan öfkeyle burun deliklerinden dumanın gerisin geri çıkışına bakarak hayaller kurardım nasıl da... Sonra, yarım yaşamak için hazırlanmak üzere yine eve döner, parmaklarımın ucuna basa basa odama girip yatağıma otururdum. Ne anamın iç parçalayıcı haykırışları kulağımdan, ne babamın içine çekilmiş gibi küçülen devasa fiziğinin üşürcesine kendini sarmalaması gözümden uzaklaşırdı. Ve ben, usulca yatağıma uzanır bütün bunları görmekten korkar gibi kapatırdım gözlerimi.

Biliyorum, gün doğumu ile başlayacak yarınımda bunları yanımda götüremezdim. Hem günün hızına ayak uyduramayacak kadar yaşlıydılar, hem de yan yana yürüyemeyecek kadar kaldırımlara sığmaz... Oysa yarını yaşamam gerek. Bunun için onların yaşamaması gerekir biliyorum. Dünya dönüyor, biliyorum. Ölen babam olsa da.

İyisi, güne Kitap'la başlamak. Bilinmezlerin çözümüne bir yol bulmak; bir ışık görmek. Feveran eden yüreği serin ve mutedil bir yola koymak...

Açıyorum Kitap'ın kapağını. Katıyorum kendimi, yüreğimi yolda olanlara/nimetlendirilenlere. Yoldaş olup kulak veriyorum söylenilene:

"Arkalarından yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, Kitap'a vâris olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Biz zaten bağışlanacağız!" Kendilerine bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylememelerine ilişkin Kitap Misakı alınmamış mıydı? O Kitap'ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı işletmeyecek misiniz?

Kitap'a sarılanlar ve namazı kılanlara gelince, biz ıslah edenlerin ödülünü zayi etmeyiz." (7/169-170)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR