1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. Yenilgi Teslimiyete Dönüşünce!

Yenilgi Teslimiyete Dönüşünce!

Ağustos 1996A+A-

Raşid el-Gannuşi ismi Türkiyeli müslümanlarca 80'li yılların ikinci yarısına doğru tanındı ve büyük bir sempati ile karşılandı. Bu yıllar Tunus'ta İslami hareketin Burgiba rejimini sarstığı ve buna mukabil de laik rejimin müslümanlara karşı yoğun bir baskı ve sindirme kampanyası sürdürdüğü yıllardı.

İşte bu dönemde Raşid el-Gannuşi'nin ilk kitabı Türkçe'ye çevrildi ve başında bulunduğu hareketin ismine atfen "İslami Yöneliş" adıyla Ocak 1987'de Bir Yayıncılık tarafından yayınlandı. Kitap, genelde hareketin dergisinde değişik zamanlarda yayınlanmış makalelerin bir derlemesi olduğundan konu bütünlüğüne sahip değildi. Ayrıca söz konusu yazılara Gannuşi'nin esnek bir düşünür olma özelliğinin de yansımasından dolayı kitapta tartışılabilecek (ya da tartışılması gereken) pek çok yaklaşım mevcuttu. Ama her şeye rağmen bu kitapta coşkulu, güven veren ve gelecek vaadeden bir hareket lideri ile yüz yüzeydik.

Bu imajın zihinlerimizde oluşması, elbette Tunus'taki İslami hareketin hızlı gelişimi ile doğrudan irtibatlıydı. Öyle ki, İslami muhalefet karşısında yıpranan Burgiba koltuğunu koruyamayacak ve 1987 yılının sonlarında Zeynelabidin bin Ali bir "saray darbesiy"le Burgiba'yı yönetimden uzaklaştırarak Tunus'ta yeni bir dönem başlatacaktı.

Aslında, yeni dönemin sadece ismi yeniydi. Demokratikleşme, sivilleşme, muhalefete özgürlük ve benzeri bir takım vaadlerle oluşturulan iyimserlik havası kısa bir süre sonra yerini koyu bir istibdata terketti. Bin Ali yönetimi Burgiba uygulamalarını kaldığı yerden ve hatta bu kez daha da zalimce devam ettirdi. Zaten Burgiba diktasının içişleri Bakanı ve Başbakanı olarak görev yapmış, General Bin Ali'den farklı bir uygulama beklemek akıl dışıydı. Ne var ki, İslami Yöneliş Hareketi ciddi bir hata yapmış ve Bin Ali rejimiyle uzlaşmaya çalışmıştı. Uzlaşmanın hatırına, Bin Ali yönetiminin dayatmalarına boyun eğilerek hareketin adının değiştirilmesi şartı bile kabul edildi ve hareket "Nahda" adını aldı. Bu sembolik teslimiyet adımını başka tavizler izledi. Bu süreç pek uzun sürmedi ama harekete ağır bir darbe vurdu. Hareket inandırıcılığını yitirdi, iç sarsıntıya uğradı ve bölünmeler yaşadı.

İşte İbrahim Akbaba ve Ramazan Yıldırım'ın başarılı bir tercüme ile Türkçe'ye çevirdikleri ve Birleşik Yayıncılık tarafından 1994 yılında yayınlanan "Raşid Cannuşi ile İslami Hareket Üzerine Söyleşiler" kitabının oturduğu zemin bu zemin. En azından bizlerin zihinlerinde bu böyle. İlk kitabındaki imajından farklı olarak, şimdi geri çekilmiş, törpülenmiş, hesap soran değil, izah etme sıkıntısı taşıyan bir Gannuşi var karşımızda. Adeta hareket lideri gitmiş, bir aydın, bir düşünür gelmiş yerine!

Söyleşilerden oluşan bu kitabı hazırlayan Kusayy Salih Derviş giriş yazısında Gannuşi'nin İslamcı fikirlerine muhalif biri olduğunu belirtmiş. Giriş yazısından, Kuzey Afrika'da tanınmış bir Arap gazeteci olduğu anlaşılan Kusayy Salih Derviş, Gannuşi'ye yönelttiği sorularla, demokrasi ve insan hakları zemininden kalkarak İslamcı akımları yoğun bir eleştiriye tabi tutuyor. Zaman zaman tartışmaya dönüşen söyleşiler üç yıl gibi uzun bir zaman aralığına yayılarak gerçekleştirilmiş. Bu yüzden aktüel siyasi olayların gelişimine paralel olarak söyleşilerin farklı boyutlar kazandığı ve çok değişik konulara yayıldığı görülüyor.

Gannuşi'nin verdiği cevaplar bütünü, kavramsal bir tutarlılık içermekten çok uzak. Bilakis zaman zaman ileri derecede bir kafa karışıklığının işaretlerini vermekte. Bununla birlikte üzerinde ciddiyetle durmayı gerektiren ufuk açıcı tespit ve yaklaşımlar da mevcut.

Örneğin "radikal" sıfatının bir suçlama vesilesi olarak kullanılması karşısında, Gannuşi'nin kavram tartışmasına girmeksizin bu sıfatla suçlanan insanları "kimlikleri uğruna savaşanlar"(sy. 57) şeklinde tanımlayarak sahiplenmesi güzel bir hassasiyet. Yine aynı şekilde selefilik kavramını "köklere dönmek ve onunla etkileşim içinde olmak" anlamıyla olumlayan Gannuşi, bu çizginin yakın çağlardaki örnekleri arasında Şevkani, Dehlevi, Afgani, Reşid Rıza, Fudi, Mevdudi, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Abdukadir Udeh, Tahir b. Aşur, el-Fast, Malik b. Nebi, Bakır es-Sadr, Mutahhari, Humeyni, İkbal, M. Gazzali, Kardavi, Turabi (sy. 65) gibi isimleri sayarak Arap dünyasında pek rastlanmayacak ölçüde geniş ve kuşatıcı bir yelpaze çiziyor. Gelenekçilik (Şeyh Gazzali'nin deyimiyle bedevilik fıhkı) anlamıyla ise selefiliği donukluk, statükoculuk ve diktatörlüğe teslimiyet şeklinde tanımlayarak reddediyor.

İslami hareketin köklerine ilişkin bu şekilde tutarlı bir çerçeve çizen Gannuşi ne yazık ki, İslami hareketlere yöneltilen şablonik saldırılara karşı aynı tutarlılığı göstermekte zorlanıyor. Yazarın İslami hareketler içinde aşırılar bulunduğu ve teröre-şiddete başvurduklarına dair eleştirilerine cevap verirken Gannuşi, zulme ve baskıya silahla direnen müslümanların yaptıklarının terör olmadığını söylemek yerine "bir takım yerlerin bombalanması, uçak kaçırılması" (sh. 58) gibi eylemlerin nedenlerini tartışıyor ve bu eylemlerden mevcut baskıcı yönetimlerin sorumlu olduklarını iddia ediyor. Bu yaklaşım tarzı propaganda açısından doğru kabul edilebilir olmakla birlikte, zalimlere karşı silahlı direniş içindeki İslami hareketlere karşı kendini tecrit ya da biz onlardan değiliz, biz uslu çocuklarız mesajı olarak da algılanmaya müsait bir söylem oluşturuyor ki bu asla kabul edilemez.

Halbuki aynı Gannuşi'nin bir başka soruya cevap verirken, "Aslına bakarsanız, laiklik de dayatmaya çalıştıkları yeni bir dindir. Müslümanlara farz olan cihad onlara göre terördür." (sy. 1151 diyerek net bir tavır takındığını görüyoruz.

Ümmet, millet, kültür ve benzeri konularda söyledikleri de Gannuşi'nin fikri bir bulanıklık, bir sapma içinde olduğu izlenimini veren bir başka husus. Örneğin, "Kuzey Afrika'da İslam'ın Arap kültürü ile içiçeliği" (sy. 801 konusu tarihi bir vakıayı anlama ile sınırlıysa bu tespite diyecek bir şey olamaz. Ama buradan nereye varılmak istendiği, en azından nerelere varılabileceği ciddi bir soru olarak beliriyor.

"İslam düşüncesinin özünde Arap milliyetçiliğine karşı bir düşmanlık olmadığı", "İslam'la sağlıklı ilişki kurmanın iyi Arapça bilmekle mümkün olabileceği", "Araplara İslam toplumu içerisinde seçkin bir yer verilmesine İslam ideolojisinin karşı olmadığı" (sh. 84) vb. tezler, fena halde kavmi muhabbet kokuyor. Gannuşi "Laiklikten arındırılmış bir Arap milliyetçiliği" (sh. 85) anlayışını savunmakla, son zamanlarda Türkiyeli müslümanlar arasında da sıkça rastlanılan "reel-politik yaklaşım" biçiminin müşahhas bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada ileri sürülen temel tez şu: "Eğer İslam'ı hareket vakıaya uygun gerçek bir hareket ise ulusallığını ve özelliklerini evrenselliği uğruna kaybetmemelidir." (sh. 233) Bu tez bizler için pek yabana sayılmasa gerek. Düşünürsek yerli versiyonlarıyla sık sık karşılaşmakta olduğumuzu görürüz.

Aynı yaklaşım tarzının mevcut müşrik otoriteye ilişkin tavrı ise tam bir teslimiyet içeriyor: "Hareketimizin hukuki olarak tanınması, devlete duyulan güvensizliği büyük ölçüde giderecek ve halkın, tekrar devlete sahip çıkmasını sağlayabilecektir." (sh. 110)

Bu sözleri İslami bir harekette liderlik konumuna sahip birinin söyleyebilmiş olması çok acı. Mücadelenin belli aşamalarında geri çekilme, hatta yenilgi doğal gelişmeler sayılabilir. Ama yenilgi psikolojisi ile savrulmak, teslimiyet tavrı geliştirmek İslamilik iddialarını boşa çıkartan tavırlardır. Halbuki yapılması gereken "Nerde hata yaptık?" sorusuna Kur'ani çerçevede cevaplar aramak olmalıydı. Başarısızlığın nedenleri üzerinde yoğunlaşmak ve hareket bünyesinde taşınan eksik ve zaafları gidermek olmalıydı.

Aslında bu noktada Gannuşi ciddi bir özeleştiri yapabilecek nitelikte bir kişi. Zihinsel açıklığa, birikime ve mütevazi karaktere sahip birisi. Ve bunun ipuçlarını da vermiyor değil: "Bizler 1989'da seçimlere girerken tüm halk desteğini bize verip, seçimlere hile karıştırıldığında ne yapmalıyız sorusunu kendimize sormamakla hata ettik. Bize güvenen halkın uğruna savaşmaya ve ölmeye hazır mıyız? Yoksa bu halkı basit bir ticaret uğruna harcayıp adeta onlara devlet temiz bir oyun oynadı, bu önemli değil, önemli olan yönelime ulaşmaktır, şayet devlet bu temiz oyunu oynamasıydı hiç bir şey yapamazdık mı diyeceğiz? Bu halka karşı işlenen büyük bir suçtur... Abbasi Medeni halkın güvenine önem verdiğini ortaya koymuş onlara "Bana oyunuzu verin, şayet birileri oylarınıza hile karıştırırsa başımı ortaya koyacağım" demiştir. Halk'da ona güvenmiştir. Çünkü o, bu güven uğruna ölmeye hazır olduğunu ilan etmişti." (sn. 153)

Müslüman bir düşünür olarak Raşid el-Gannuşi'nin çeşitli konulardaki fikir ve yaklaşımları açısından olduğu kadar, Tunus İslami hareketinin izlediği seyri tespit açısından da bu kitap okunmaya değer. Ayrıca kitapta ele alınan ve tartışılan pek çok konunun, içinde bulunduğumuz ülke müslümanları arasında da gündem teşkil eden pek çok tartışma konusu ile çarpıcı benzerlikler içermesi kitabın ayrıca tartışılması gerektiğini düşündürüyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR