1. YAZARLAR

  2. Sefer Turan

  3. Şehid Seyyid Kutub

Şehid Seyyid Kutub

Ağustos 1996A+A-

Şehid Seyyid Kutub Mısır tarihinin oldukça hassas bir döneminde yaşamış, dönemin iktidarı olan kraliyet rejimine karşı mücadele etmiştir. Ancak mücadele dolu bu hayatı genel hatlarıyla ikiye ayırabiliriz. Yoldaki İşaretler'de belirttiği gibi o "cahiliye"yi yaşayan bir insan olduğu gibi, İkinci dönemde yine kendi ifadesiyle "Yeni Kur'an nesli"nin nüvesini oluşturma mücadelesini de vermiştir. Hayatının ilk dönemindeki kültürel birikimini bu neslin oluşması için aktif hale dönüştürmüştür.

Seyyid Kutub, 1906 yılında Asyut'a bağlı "Muşa" köyünde dünyaya geldi. Babası âlim bir zat olduğu için köyde sayılan bir ailenin çocuğu idi. Çocukluk hayali oldukça doğal geçti. Küçük Seyyid'i akranlarından ayıran tek özelliği okuma-yazmaya biraz daha fazla ilgili oluşuydu. Babası onu geleneklere bağlı olarak Kur'an ve İslami bilgileri öğretecek hocaya gönderdi. 10 yaşına geldiğinde, Kur'an'ı ezberlemişti. Zira annesi onun Ezher'e gitmesini ve şeyh olmasını arzuluyordu.

1919'da Zağlul Paşa liderliğinden İngilizlere karşı yürütülen bağımsızlık hareketinin bastırılmasıyla okuduğu okulu kapatılırken, babası ailenin giderleri yetmediği için arazilerden bir parçasını satmak zorunda kalır.

Seyyid, 13 yaşına geldiğinde ailesi Kahire yakınlarındaki Hilvan kentine göç etti. Orada ortaokulu ve liseyi okuduktan sonra Daru'l-Ulum'un mualimlik bölümüne girdi (1929). 1933 yılında mezun oldu. Aynı yıl Maarif Bakanlığına öğretmen olarak tayin oldu. Bu arada "Şair'in Hayattaki Görevi" kitabını yazdı.

Seyyid Kutub, hayatının ilk yıllarından itibaren şiir ve genel olarak edebiyata özel ilgi duyuyordu. Hayatının ilk dönemi tamamen bir "edebiyatçı" hayatı idi. 1930'dan 4O'lı yılların sonlarına doğru geçen süre içerisinde denemeler, hikayeler, şiirler yazdı. Özellikle psikolojik ve sosyolojik alanları konu ediniyordu. Örneğin "Esvek" (Dikenler) sevgiliye ithaf edilmiş aşk hikayesidir. Kutub, toplumda ailenin önemini vurguladığı bu hikayede örf ve adetleri eleştirdi.

Seyyid Kutub'un hayatının bu aşamasında Mısır'ın ve Arap dünyasının ünlü kalemlerinden Abbas Mahmud Akkad'dan çok etkilenmiş olduğu söylenebilir. Kutub, Akkad'ın müdavimlerinden ve savunucularındandır. Yine aynı dönemde Taha Hüseyin'i de yakinen takip etmekle beraber. Kutub Akkad'a yakındır. Burada ikisi arasında bazı benzerlikler de ortaya çıkar. Her ikisi de dönemin önemli partisi Wefd'e girerler, Saad Zağlul'un vefatından sonra ayrılırlar, batılı değerleri terk ederek İslam'a yönelirler. Üstelik her ikisi de evlenmezler. Kutub'un gazete ve dergilerle olan yakınlığında yine Akkad'ın rolü olmuştur. Bu dostluk 15 yıl kadar sürmüştür.

Seyyid Kutub'un Batı Medeniyeti'ni yakinen tanıdığı bu dönemde kaleme aldığı eserlerinde batılı düşünürlere ve şairlere atıflar yaptığı görülür. Örneğin İngiliz şair Thomas Hardy (1840-1928) gibi. Eserlerinde liberalizm ve bireysel özgürlüğün vurguları kendini hissettirir. O dönemde yaygın olan anlayışa göre batı, örneklik teşkil eden bir medeniyeti ifade ediyordu. Kutub da bundan istisna değildi. Örneğin "Dikenlerde varoluşçuluk, kuşku ve liberalizm vardır. (Zaten Kutub bilahare bu dönemi "cahiliye" olarak adlandıracaktır).

Seyyid Kutub'un edebiyat ve düşünce alanındaki şöhreti Akkad, Taha Hüseyin ve Ahmed Hasan Zeyyat gibi ünlülerle birlikte yazmasıyla başlar. Ancak bu ekip hükümete eleştirilerinde "mutedil" iken, İslam'a saldırılarında daha ağır bir dil kullanırlar, üstelik o dönemde İslam'a saldıran eserler ortaya koyarlar. Örneğin Taha Hüseyin "Mısır'da Kültürün Geleceği" kitabında Mısır'ın Arap ülkesi olmadığını, Firavn ülkesi olduğu tezini savunur.

Ancak 1930'lı yılların sonlarına doğru Abbas Akkad ve beraberindekiler İslam'a doğru dönüşüm yaşarlar. Seyyid Kutub da bu dönüşümü yaşayanlardan biridir. Aynı dönemde Seyyid Kutub, salonlarda edebi ve politik toplantılara katılır, konuşmalar yapar. Kraliyet hükümetini açık dille eleştirdiği için Mısır'da "Nakı dul evvel" (Birinci eleştirmen) adıyla anılır. Ülkedeki ekonomik, sosyal ve siyasal durumu eleştirilerinden dolayı hükümetle arası iyice açılır. Maarif Bakanlığı'ndaki müfettişlik görevinden ayrılmayı düşünse de Bakanlık Müsteşarı Taha Hüseyin buna engel olur. Bunun yerine Kutub, Güney'e resmi okullardan birine Arapça hocası olarak tayin edilir.

Kutub, parlamentonun görevli sayısı yeterli olmadığı gerekçesiyle köylü çocukların eğilimini engelleyici biçimde düzenlemeye çalıştığı İlkokul Kanunu hakkındaki düzenlemelere tepki olarak köyde öğretmenlik yapmayı seçmişti. Kulüp, hükümete eleştirilerini sürdürdü, İngilizlerle uzlaşmayı şiddetle eleştirdi. Siyasi partilerdeki kokuşmuşluğu dile getirdi. 1947 yılında görevinden ayrıldı ve "Arap Dünyası", "Yeni Düşünce" adlı dergilerin Yazı işleri Müdürlüğünü yaptı. Ancak dergi Kral Faruk tarafından kapatıldı. 1948 yılında yayınlanan "Yeni Düşünce" haftalık olarak yayınlanıyor, zulme ve despotizme ağır eleştiriler getiriyordu. Bozuk kapitalist toplum karşısında, İslami toplumun oluşturulmasına çağırıyordu. Net çizgisi nedeniyle üç sayısı toplatıldı, 6. sayıda da kapatıldı. Kutub, diğer dergi ve gazetelerde yazılarını sürdürdü.

Yıl 1948... Seyyid Kutub için önemli bir sene. Bu tarihte eğitimini tamamlamak üzere bindiği bir gemiyle ABD'ye doğru yol alır. Eğitimde Modern Yöntem üzerine araştırma-inceleme yapacaktır Amerika'da... Orada Wilson's Teacher's College'de (Wilson Öğretmen Koleji) okur. (Şimdi burası Washington City'de Columbia District Üniversitesi olmuştur). Ayrıca Colorado Öğretmen Koleji'nde de okur. Stanfor Üniversitesi'nde eğitim dalında mastır yapar. New York, San Fransisco ve Los Angeles gibi ABD'nin belli başlı kentlerini ziyaret eder.

Seyyid Kutub, Amerika'da iken "İslam'da Sosyal Adalet" kitabı yayınlanır.

Aslında 1948-49 yılları müslümanlar açısından önemli bir yıldır. Gasbedilmiş Filistin toprakları üzerinde İsrail devleti kurulur. ABD ve İngiltere petrol kaynaklarına egemenlik yarışına girerler ve Amerika İngilizlerin bu sahadaki tekelciliklerini kırmayı başarır.

"Gördüğüm Amerika" kitabında da belirttiği gibi Seyyid Kutub Amerika'da kaldığı süre içerisinde üç temel unsurdan oldukça etkilenmiştir: Materyalizm, ırkçılık ve cinsel özgürlük. Bu alanda gördükleri Kutub'un batı medeniyetini reddetmesi için yeterli olmuştur. Kutub'a göre Amerikalıların sahip oldukları değerler, bu ülkeyi insanlığın önderliğine layık kılmamaktadır. Temel değerleri olan üretim, üretim içindir. Ruhi ve ahlaki bir yönü yoktur. İnsani bir hedefi yoktur Amerikalılar aynen imal ettikleri aletler gibi gece gündüz çalışırlar. Kendileriyle barışık olmadıkları gibi, çevreyle de barışık değillerdir. Batı gelişmiştir. Teknolojisi ileridir. Ancak Fransız Devrimi'nde ortaya atılan adalet, eşitlik ve kardeşlik artık yok olmuştur. Dolayısıyla batı medeniyeti kendi insanına bile mutluluk getirebilecek durumda değildir.

Seyyid Kutub, Amerika'da iken kiliselerin toplum üzerindeki etkisi üzerinde araştırmalar yapar. Washington City, Colorado ve Kalifornia'da iken bazı kiliselerin sosyal kulüplerine üye olur. Dehşete kapıldığı iki durum ortaya çıkar: Kiliselerin sayısı ve kiliselerin halkı çekmek için kullandıkları yöntem. Kutub nüfusu 10 bini aşmayan bir beldede 20'den fazla kilise saydığını söyler. Kilisede yapılanlar ise başka bir ilginç noktadır. Bunu şu cümlelerle izah eder: "Hıristiyanlık dünyasında kiliseler ibadet yeridir. Amerika'da ise ibadetten başka her şey yapılır". Adeta gece kulübü gibi çalışır kiliseler Amerika'da. Kiliseye insan davet edilirken, kasabaların en güzel kızları istihdam edilir. Bu durum kilise çalışanları için hiç de yadırganmaz. Zira tiyatro ve sinema çalışanlarıyla kilise çalışanları arasında bir fark yoktur.

Diğer taraftan ülkedeki cinsel başıboşluk ayrıca dikkatini çeken bir durumdur. Wilson Koleji'nde iken öğretmenlerden biri bir soru üzerine verdiği cevapta "Yeryüzündeki hayatımız oldukça kısadır. 14'ünden sonra kaybedilecek zamanımız yoktur" şeklindeki cevabı aynı zamanda Amerikan toplumundaki geleneğin ifadesi olarak görür.

Bu arada İsrail'in Amerikan garantisinde bir devlet olarak kurulmasında ortaya çıkan gerçeklerde vardır. Batı, Araplara ihanet etmiştir. İngilizler İhvan-ı Müslimin mensuplarının Filistin'de savaşmasına karşı çıktıkları gibi, Amerika'da BM'de siyonizmin yanında yer almıştır. Bunun için Seyyid Kutub ABD'de yaşayan Araplar, Araplara yönelik baskıları iyi bilirler" der. Ve neticede Kutub, 1950 yılında gördüğü bu çarpıklıklara daha fazla dayanamaz, doktorasını hazırlama imkanı olmasına rağmen geri döner.

Amerikan yolculuğundan geriye kalan şudur: İslam en yüce inanç ve ideolojidir. İslami kalkınmanın sağlanması için çalışmak zarurettir. Materyalizm, halkları bir felakete sürüklemektedir. Müslümanlar dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmak için kendi özlerine güvenmek durumundadırlar.

Seyyid Kutub Amerika'da iken önemli bir olay olur. İhvan-ı Müslimin hareketi lideri İmam Hasan el-Benna, Kahire'de şehid edildiğinde Amerikalılar arasında büyük bir sevinç yaşanır. Bu arada karşılaştığı James Heyworth Dunne adlı bir İngiliz, Kutub'a İhvan'ın batı medeniyeti karşısında duran tek kurum olduğunu söyler ve Amerikan İstihbaratının İhvanla ilgili raporunu gösterir. Bu iki olay Kutub'u İhvan'a yaklaştırır. Böylece Amerika'dan döndükten sonra ihvan" ve "Davet" dergilerinde yazar. Maarif Bakanlığı'ndaki müsteşarlık görevinden istifa eder ve 1952'de ihvan'a katılır.

Kutub'un Taha Hüseyin'in "Mısır'da Kültürün Geleceği" adlı kitabını eleştirdiği kitabı İhvan tarafından da benimsenir. Taha Hüseyin dünyayı "Doğu" ve "Batı" diye ikiye ayırdıktan sonra Mısır'ın Batı'nın bir üyesi olduğunu söyler. Kutub ise, bu teze karşı üçüncü bir güç olarak "İslam dünyası'nın varlığının altını çizer ve Mısır'ı buna dahil eder. Bu arada "İslam'da Sosyal Adalet" kitabı "Varlığını İslam'a adamış müslüman öncülere ithaf olunur" sözünden dolayı hükümet tarafından yasaklanır. Hükümet bu ithafı ihvan'a ithaf şeklinde algılar. Ancak ithaf kaldırıldıktan sonra yayınlanmasına izin verilir.

1953'de Seyyid Kutub İhvan'ın haftalık dergisine yayın yönetmeni olarak tayin edilir, ancak 1954'de dergi yayınına yasak konur, ihvan kapatılır, üyelerinin büyük bir kısmı tutuklanır. Aralarında Seyyid Kutub da vardır. Yeni hükümet, İhvan'a yapılan suçlama ile ilgili bir belge ortaya koyamaz ve İhvan'ın faaliyetlerine yeniden izin verir. Ardından Seyyid Kutub İrşad Meclisi üyeliğine seçilir. Ve İhvan'ın dava bölümü sorumluluğunu üstlenir. Batılı araştırmacılardan Richard Mitchell, Kutub'u tanımlarken "İhvan-ı Müslimin'in düşünce ve ideoloji merkezi" ifadesini kullanır.

1952 yılı Mısır tarihinde önemli bir yeri vardır. Aralarında Cemal Abdunnasır'ın da bulunduğu Muhammed Necip önderliğinde bir grup subay, kraliyet rejimine karşı devrim hazırlığındadır. "Hür Subaylar devrime toplumsal dayanak bulmak için İhvan'dan yardım alır. Seyyid Kutub da devrimcilere yakındır. Hatta Hür Subaylar'dan birinin anlattığına göre devrimden bir hafta önce Seyyid Kutub'un evine gittiğinde orada Abdunnasır'la birlikte devrim öcülerinin toplantı halinde olduklarını görür. Aynı şahsa göre Kutub (Yani devrimden sonra) "Devrim Konseyi'ne katılan tek sivildir. Ağustos 1952'de Subaylar Kulübü'nde "İslam'da düşünsel ve ruhi özgürlük" başlıklı bir konuşma yapar. Dinleyenler arasında Cemal Abdunnasır da vardır. Bundan sonra Kutub'a Devrim Konseyi'nin Kültür İşleri Sorumluluğu yüklenir. Kutub'a Radyo Müdürlüğü teklif edilir, ancak kabul etmez. Sadece yayın kurulu başkanlığını üstlenir. Ancak bir kaç ay sonra kurul üyeleriyle metodik ayrılığa düşer ve görevi bırakır. Kutub'un bıraktığı görevi Abdunnasır bizzat üstlenir. Zira Abdunnasır'la da aralarında ciddi düşünsel ayrılıklar olduğu ortaya çıkmıştır. Nasır, aralarında anlaştıkları çizgide yürümemiştir. Oysa Kutub, İslam davetinin yaygınlaşması için çalışmış, Şeriatın tatbikini istemiştir. Abdunnasır'ın ise böyle bir çizgisi olmamıştır. İşte bu nokta Kutubla Nasır arasında temel ayrılık noktasıdır. Bunun üzerine İhvan, Devrim Konseyi'nin "hükümete katılın" çağrısını reddetti. Hükümet de İhvan'ın İslam şeriatından kaynaklanan bir anayasa hazırlayın" çağrısını reddetti. Böylece iki taraf arasında ayrılıklar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlamıştı. 1954'de İngilizlerle yapılan anlaşma ise iplerin kopmasına vesile oldu. Anlaşmaya göre İngilizler bölgede tehlike gördükleri zaman Mısır ve Ortadoğu'ya girebilecekler, Süveyş Kanalı'nda asker bulunduracaklardı.

İhvan ve Devrim Konseyi Başkanı General Muhammed Necip anlaşmanın muhtevasına karşıydılar. Bu noktada Abdunnasır'ı eleştiriyorlardı. Genel Mürşid Hasan Hudaybi, referanduma gidilmesi çağrısında bulundu. Hükümetle İhvan'ın arası iyice açıldı, gerginleşti. İhvan, tutukluların serbest bırakılmasını, özgürlüklerin verilmesini istedi. Neticede diyalog, çatışmaya dönüştü. Ve ardından hükümet, İhvan'ı yasadışı ilan etti. Hükümeti devirme girişimleriyle suçladı. Çok sayıda mensubunu tutuklattı. Seyyid Kutub ilk defa 1954 yılı Ocak ayında tutuklandı. Mart ayında serbest bırakıldı. Ardından, Menşiye'de Abdunnasır'a düzenlenen suikast girişiminden sonra yeniden tutuklandı. Suikast girişiminin sorumluluğu yine İhvan'a yüklenmişti. Bu arada Devrim Konseyi Başkanı Necip de görevinden alınmış, ipler tamamen Abdunnasır'ın eline geçmişti. 1955 yılında, Halk Mahkemesi (!) Seyyid Kutub'a gıyabında 15 yıl hapis cezası verdi ve Kutub tutuklandı. Hapishanede işkencelere maruz kaldı. Hatta işkence daha tutuklanma esnasında başlamıştı. Kutub'u tutuklamakla mükellef subaylar evine girdiklerinde rahatsız olduğu için O'nu yarı baygın halde buldular. Buna rağmen ellerini bağlayarak hapishaneye yaya olarak götürdüler. Yolda yorgun bitkin olduğu için sık sık "Allahu ekber ve lillahi'l hamd" diyordu. Hapishanede üzerine eğitilmiş köpek salındı. Köpek Kutub'un vücudunu bir çok yerinden ısırmıştı. Bu olaydan sonra hücreye alındı, sorgulaması yapıldı. 1955 yılı Mayıs ayında hastaneye kaldırıldı. Seyyid Kutub hapishanede iken, daha önce kendisiyle sözleşme imzalayan "Dâr-ü İhya Kitâbu'l-Arabi" adlı yayınevinin hükümete açtığı davayı kazanması üzerine Fi Zilal'ı yazdı ve yayınladı.

Zira Kutub, hapishanede her şeyden uzak kalmıştı ve sadece Kur'an'la içiçeydi. Bir taraftan Kur'an üzerine düşünsel yoğunluk içerisine girerken, diğer taraftan da örgütsel çalışma yoluna gitmişti, içeride gizli bir örgüt kurdu. Sözcüsü kendisiydi. Çünkü İslami hareketin muhtemel gelişmeler karşısında askeri bir kanadı olması gerektiğine kanaat getirmişti. Zira işkencelerin, kan akıtılmasının, ailelere zarar verilmesinin önlenmesi gerekiyordu.

Kutub hapisteyken Mevdudi'nin düşüncelerinden etkilendi. Mevdudi -ki O hayatının sonlarına doğru bu anlayışından uzaklaşmıştı- ve Muhammed Esed, Kutub'taki "hakimiyet" ve "cahiliyet" kavramlarının oluşmasında etkili oldular. Bu etki ve Takiyyuddin Nebhani'den gelen devrimci ve metodik söylemin vurguları ile daha geniş bir perspektife kavuşturduğu anlayışını "Yoldaki işaretler" kitabında ölümsüzleştirdi.

1964 yılında Irak Devlet Başkanı Abdusselam Arif'in özel girişimleri sonucu serbest bırakıldı. Irak'ta yaşaması için yapılan teklifi reddetti ve Mısır'da kaldı. 8 ay sonra kardeşi Muhammed ve kız kardeşleri Hamide ve Emine ile birlikte yeniden tutuklandı. Aslında o esnada Mısır'da tam 20 bin kişi tutuklanmıştı. Bu defa yapılan suçlama "silahlı darbe" ve "terör" suçlamasıydı.

Yapılan göstermelik mahkemede Kutub'un ve bazı arkadaşlarının idamı istendi. Ve karar da bu yolda oldu.

29 Ağustos 1966... Sıcak bir yaz günü.. Seyyid Kutub'un "Yoldaki İşaretler" kitabında İslami uyanış için yeniden oluşmasını islediği "Kur'an nesli"ne adadığı hayatını idam sehpasında noktalayarak Rabbine yürüdü. Kutub'la birlikte İhvan'ın ileri gelenlerinden Muhammed Yusuf Guş ve Abdulfettah İsmail de idam edildiler, ihvan'ın lideri Hudaybi'ye verilen idam cezası ise ömür boyu hapse çevrildi. Seyyid Kutub idam edildi, ancak düşünceleri kitaplarıyla nesilden nesile ulaşmaya devam ediyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR