1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Üniversite sınavları ve sistemin eğitim açmazı

Üniversite sınavları ve sistemin eğitim açmazı

Haziran 1995A+A-

Önümüzdeki günlerde bir ÖYS daha yapılacak. Bu sınava son yıllarda yaklaşık bir milyon iki yüz bin insan giriyor; yani yaklaşık olarak bir milyonun üzerinde aile sınav ile hemen şimdi yüz-yüze bulunmaktadır. Ülkenin hemen hemen büyük bir kesimi ise bu olgu ile ya sonraki eğitim/ öğretim sezonlarıyla ilişkili olarak ya da zaten dolaylı bir ilişki içerisinde.

Salt bu açıdan bakıldığında bile konu, üzerinde durulmayı hak edecek öneme sahip görünmektedir.

Biz bu yazımızda konunun çeşitli boyutlarına değinilerde bulunarak olaya dikkatleri çekmeye ve anlamlandırmaya çalışacağız. Bu nedenle, ÖYS ile ilgili doğrudan bir tesbitte bulunmadan önce eğitim ve öğretimin kurumsal açıdan yeri ve değerine değinmekte yarar umuyoruz.

Yaşadığımız evreni, toplumu ve kendimizi anlamlandırmada gerekli olan her türden bilgi aktarımı öğretim adını alır. Eğitim ise, öğretimi de kapsayan bir içeriğe sahiptir. Belli bir davranış modeli doğması eğitimin vazgeçilmez koşuludur. Doğal olarak öğretilen şeyin niteliği gibi eğitimle gerçekleşen davranış değerliğinin niteliği de eğitim ve öğretimi inisiyatifinde bulunduran güce / mekanizmaya göre şekillenecektir.

Bütün insanlık tarihi bu açıdan bakıldığında bize iki tür sistem anlayışının örneklerini sunmaktadır. Bu yönelişlerin ilki, insan fıtratı ve bütün bir evrenin ıslahı esas alan bir sistemi ikame etmek isterken, ikinci yönelim dayatmacı ve ifsat edici bir tavrı esas almaktadır. Ne yazık ki, insanlık tarihine daha çok ikinci türden örnekler egemen olmuşlardır. Bu dayatmacı tavrın son örneklerinden birisi de halen bizim üzerimizde tasallutunu sürdürüyor.

Egemenlik ilişkileri açısından baktığımızda Kur'an, ifsadı esas alan otoritenin sınıflı bir toplum yapısını öngören seçkinci tavrından örneklerle bizleri yüzyüze getirir. Güce düşkünlük (102/1-2, 74/12-15, 104/2-3) bu gücü paylaşıma açmama (104/2-3) hayatın bütün alanlarında yaygın bir zulmü sistemleştirmeyi doğurmaktadır. Kendi denetimi altında bulunmak kaydıyla nisbi statü yükselmelerine imkan tanımak ise sadece sömürüye işlerlik ve süreklilik kazandırmaktadır. Bu statüleri elde etmek için çaba gösteren insanların gayreti, sistem için gerekli üretimi sağlamanın zeminini oluşturuyor. Geniş kitleler için daha fazla imkan ve daha iyi / üst statü elde etmenin kanallarından birisi, belki de en önemlisi eğitimdir. Bu anlayışın doğurduğu umut, çocuklarının geleceğini kurtarmak isteyen herkesi çocuklarını seçkin okullara vermeye yöneltmektedir. Buna ek olarak, zaten genç bir nüfus yapısına sahip olduğu düşünülürse eğitim ve öğretim kurumlarının sorunsuz olmaları elbette beklenemez.

Bir de madalyonun öteki yüzünü çevirerek olaya yaklaşmak gerekir. Sanırız, sorunun esas kaynağını da bu verilerde yakalamak mümkün olacaktır. Değindiğimiz gibi, gerek kitlelerin yoğun toplumsal beklentileri, gerekse de demografik özellikler eğitim / öğretim kurumlarının sorunsuz olmayacağını gösteriyor. İyi ama sistem / statüko zaten sorunların çözüme kavuşturulması için yok mudur? Eğer böyle değilse, -vatandaşlık hukuku- bu koşullarda yoksul kitlelerden beklenen ödevler de neyin nesi? Bakmayın siz beklenen dememize esasen zorla yaptırılan/alınan dememiz gerekir.

Vatanı korumak için şehit (!) olan, sistemi korumak/ayakta tutmak için vergi veren İnsanlar, sorunların çözümü için hep kendisi özveride bulunmaya memur görülmektedir. 60-65 yaşlarından önce emekli olmak sorunlarımızı ağırlaştıracağı için bu talepten vazgeçmek gerektiği telkin edilir. Bir başka ifade ile sorunların ağırlaşmaması adına emekli olmak fiilen kaldırılıyor artık.

Doğrusu, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü meşhur ifade ile üniter devlet yapımıza karşı girişi­len ifsat (!) kampanyası için bütün bu bedelleri ödemek bizim dönemimize rastlıyorsa elbet suçlular büyüklerimiz ve yüce devletimiz olamaz. Hain bir komşu zinciri ile çevrili olmak tarihsel misyonumuz önünde önemli bir engel oluşturuyorsa da, biz bu türden sorunları şanlı tarihimizde olduğu gibi bugün de elbet aşacağız. Bunun için tek bir şeye ihtiyaç var; damarlarımızda zaten var olan asil kanın rengini taşıyan bayrağımız etrafında bir ve bütün olmak.

İşte bu söylemin iğdiş edici mantığı bir kenara bırakılarak bakılırsa üniversiteye giriş sorununu daha doğru algılamamız mümkün olabilir.

Bir kere hemen belirtilmesi gereken nokta şudur. Sınavsız olarak üniversiteye girişin zeminini oluşturulmadığı veya oluşturulamadığı için "fırsat eşitliği, daha başlangıçta yok olmaktadır. Üzerinde durulması gereken ilk nokta budur. Bunu göz ardı ederek sınav sistemini tartışmak yararsızdır. Sınav sistemi teknik bir sorun olarak görülmektedir. Belli bir amaca ulaşmak için izlenecek teknik, sorunun varlığı ve nedeni ile özdeş değildir. ÖSYM'nin uyguladığı sınav tekniğinin kullanışlılık açısından son derece gelişmiş olduğuna inanıyoruz. Özellikle son yıllarda yapılan düzenlemelerle bu alanda önemli mesafeler alınmıştır.

Şu anda var olan durumu veri olarak ele aldığımızda geçmiş yıllara oranla teknik olarak son derece başarılı bir sınav uygulaması ile karşı karşıyayız. Sınav sistemi, birçok ayrıntıyı dikkate alan düzenlemesiyle görüntü olarak oldukça adil bir şekilde uygulanmaktadır. Konuyu örneklendirmek için sınavın bir kaç özelliğinden bahsetmekte yarar var.

Bir kere, orta öğretim döneminde başarılı olan öğrenci, başarılı olamayan öğrenciye göre ödüllendiriliyor. Orta öğretim başarı puanının (OÖBP) kat sayısı sabit tutulduğu için OÖBP yüksek olan öğrenci artı puanla sınava başlamaktadır.

Orta öğretimde çok başarılı olma şansını kaçırmış olan ama yetenekli insanların da iyi yerleri kazanabilmeleri için bu yıl OÖBP'nin etkisi katsayı olarak (0,8)'den (0,6)'ya düşürüldü. Bu değişiklik fırsat eşitliği açısından son derece olumlu görülebilir.

Yine orta öğretimdeki kredili sistem uygulamasına paralel olarak ÖSYS'de tercih edilen bölümlerin puan türleri düzenlendi. Örneğin, İlahiyat Fakültesi okumak isteyen öğrenci, lise yıllarında getirilen "Alan Seçmeli Dersler" uygulamasıyla İlahiyat Fakültesi için gerekli olan TS (Türkçe/Sosyal) puanı ile ilgili olan dersleri okuyup Fizik, Kimya, Biyoloji gibi alan için gerekli olmayan derslerin artı yükünden kurtuluyor. Bu durum öğrencinin performansını artırmakta ve öğrencinin başarısı sınava da yansımaktadır.

Bu tür teknik ayrıntılara örnekler artırılabilir. Fakat sorunun temelinde varolan unsurları bu teknik ayrıntılarla bağlamamak gerekir.

Orta öğretimde coğrafi yöreler ve ekonomik olarak farklılaşan bölgelerdeki okullarda, imkanlar açısından büyük farklar var. Bir taraftan bir öğretmen birkaç farklı derse girerken diğer yanda öğrenci branş öğretmenlerinden bir çoğu arasında seçim yapabiliyor. Örnek olarak ifade edersek. Öğretmen açığı olan bir okulda İlahiyat Fakültesi mezunu bir öğretmen hem alan derslerine hem de İngilizce, Felsefe grubu Tarih gibi derslere girerken, imkanları geniş kimi yerlerde öğrenci Aritmetik ve Geometri derlerini bile ayrı ayrı ve kariyer yapmış öğretmenlerden okumaktadır. Farklı imkanlarda ki öğrencilerin ÖSYM'ce aynı sorulardan oluşan bir sınavla başarıları ölçülüyor. Bu durumda uygulanan sınav sisteminin adil bir sınav olduğunu kimse iddia edemez. Kısacası, okula gitmeye fırsat bulma bir ayrıcalık iken, okula gidenler arasında fırsat eşitsizliği de toplumsal bir uyumsuzluğu yansıtmaktadır. Aynı imkanlara sahip olmayan insanların tek tip ve aynı sorulardan oluşan bir sınavla başarılarını ölçmek başlı başına haksız bir uygulamadır.

Haksızlığa maruz kalmış kimselere bırakılan tek seçenek artı performans kanalları oluşturarak elit kesimle aralarındaki açığı kapatmaya mahkumiyet, işte üniversiteye hazırlık dersaneleri bunun yansıması olarak ortaya çıkıyor.

Sorun bununla kalsa halledilmesi kolay. Mademki sınav mantığı gereği bir yarıştır. Öyleyse yetenekler ve imkanlar birlikte yarıştırılacak demektir. Yetenekler de büyük oranda imkanlarla verimli olabildiğine göre bu durumda sorun büyük ölçüde imkan yarışına indirgeniyor. Yani kimin imkanı daha fazlaysa o daha fazla kazanma ve daha iyi yer kazanma ihtimaline sahip görünmektedir.

Yine örnekle açıklarsak bir öğrencinin 1995/1996 öğretim sezonu için belirlenen verilere göre bir dersaneye gitmesinin maliyeti altmış milyon civarında. Bu ise yaklaşık olarak bir memurun 5 veya 6 aylık maaşına denk bir tutardır. Bir kere birçok öğrenci dersanesiz bölgelerde yaşamaktan veya ekonomik yetersizlikten dolayı bu şansı değerlendiremeyecektir.

Gelelim olayın bir başka boyutuna; dersaneye gitme imkanı yakalayanlar için de standartlar aynı değil. Alanında yetkin olan dersanelerin maliyeti fazla; ikinci sınıf dersaneler ise yeterince verimli değil. Dersane imkanı yakalayanlar da böylece eşit şartlar içerisinde sayılamaz. Bir de öze! ders grupları ve bireysel dersler var ki maliyeti normal gelir düzeyine sahip insanların rüyalarına bile çok gelmekte. Yine 1995-96 öğretim yılı verileri esas alınırsa bireysel dersler ortalama iki milyon ve daha üzerinde olması muhtemeldir. Velhasıl, sınava hazırlanma dönemi esnasında, öğrenciler arasında olağan dışı imkan farklılığı var.

Sınavın niteliği bakımından bir iki noktaya değinmeden geçmek yanlış olur. Sınav veri ezberini merkez alan, yorum ve çıkarım gücünü ikincil gören test tekniğine dayalı ve süresi belli bir sınav. İmkanları oldukça farklı bir öğrenim hayatına sahip bir milyonu aşkın insanın yeteneklerini öncelemeyen bir sınav doğru değerlendirme yapamayacaktır.

Ayrıca cevabı henüz verilmemiş ve verilemeyecek olan bu sorun orta yerde açıklama beklemektedir. Madem ki sınav orta öğretim müfredatıyla sınırlı o halde bu resmi onaylı hazırlık kursları niçin var? Bu soruya resmi bir cevap değil spekülasyon üretilebilir ancak. Hazırlık kurslarına izin-onay veren resmiyet hem kendi eğitim ve öğretim kurumlarının yetkin olmadığını, hem de fırsat eşitsizliğini normal gördüğünü gösteriyor. Çünkü resmi onaylı özel eğitim öğretim kurumlarına devam eden öğrencilerin başarıları diğer öğrencilere göre oldukça yüksektir. Üstelik bu kurslar devletin kendi okulları için belirlediği müfredattan başka bir şey de okutmamaktadır. Yinelemek gerekir ki bu durum hem fırsat eşitliğini yok etmekte hem de devletin eğitim kurumlarının büyük bir çoğunluğunun başarısızlığını ortaya koymaktadır. Büyük bir çoğunluğunun diyoruz çünkü, devletin özel statüye sahip çok daha başarılı bazı eğitim kurumları da var. Ne var ki bu kurumlar da öğrencisini seçerek alıyor. Bu seçimde başarılı olma yarışı da ÖSYS'deki açmazların bir başka türevi sorunlarla malûl.

Hulasa gücü elinde bulundurarak bunu meşruiyetine kaynak yapan sistem, her alanda olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da önemli açmazlar yaşamaktadır. Bu açmazlar üniversite sınav sistemi örneğinde olduğu gibi yarışmacı ve fırsat eşitliğini yok eden bir zeminde ertelemekten başka da elinden bir şey gelmemektedir. Özel öğretim kurs ve kurumları da bu sorunu çözemeyecektir. Hatta ekonomik imkanları elinde tutan belli zümrelerin seçkin konumlarını güçlendirerek adeta kast sistemine işlerlik kazandırılmış olacaktır.

Sorun eğitim kurumlarının açmazı değil, sistemin açmazıdır. Çözüm de yine sistemin köklü ve doğru bir dönüşüme tabi tutulmasıyla mümkün olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR