1. YAZARLAR

  2. Yasemin Köycü

  3. The İmam: Saklanma Kompleksi

The İmam: Saklanma Kompleksi

Kasım 2005A+A-

"İmam hatip liseliler hakkında şekillenmiş ön yargıları kırmak ve bu insanların karşılaştığı psikolojik baskıyı göstermek istedik" (Yapımcı Mustafa Cihat, Vatan gazetesi, 6 Ağustos 2005).

İmam Hatip çıkışlı gençlerin katsayı zulmüne maruz kaldığı, başörtüsü zulmünün "sürekliliğini devam ettirdiği" haline geldiği bir dönemde çok ciddi iddialarla çıkmışlardı karşımıza ve bu sorunları unutmamak konusunda ısrarlı birçok gencin umudu haline gelmişti bu söylem. Senaryosunu Ömer Lütfü Mete'nin yazdığı, İsmail Güneş'in yönettiği The İmam filmi 14 Ekim'de gösterime girmeden gündeme oturmuştu bile.

Filmin konusu kısaca şöyle! Emrullah Hacıoğlu, ailesinin zorlamasıyla İmam Hatip Lisesi'ne gitmiştir. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirir ve İngiltere'de yüksek lisans yapar. İstanbul'a döndüğünde arkadaşıyla ortak bir şirket kurar ve hızla zengin olur. Tüm bu süre zarfında ismini Emre Tarhan olarak değiştirmiştir. Ancak bir süre sonra, lise mezuniyetinin ardından köyüne dönmüş ve imamlık yapmaya başlamış arkadaşı Mehmet'le karşılaşır. Mehmet hastadır ve yerine bakacak bir imam gerekmektedir. Emrullah bu durumdan çok etkilenir ve onun yerine imamlık yapmayı kabul eder. Köyde geçirdiği zaman yıllardır bastırdığı geçmişiyle yüzleşmesini de sağlayacaktır.

İlk dakikalardan itibaren filmin geneline uyarlanan müzik kaliteli. Fakat sıklıkla tekrarlanan bazı replikler izleyiciyi bunaltıyor. Bu ise senaristin hanesine eksi puan olarak geçeceğe benziyor. Yine başlanmış fakat yarım bırakılmış, sonunu merak ettiğinizle kaldığınız birkaç olay var. Sadece dramatik sahnelerde görmeye alışık olduğumuz ekranı kaplayan yakın yüz çekimleri ise, filmin geneline hakim olduğundan verilmek istenen duygu, izleyici perspektifinde hedeflenen yoğunluğu sağlayamamış.

Bunun yanında filmde çok iyi bir kompozisyon işlenmiş. Bir yanda eski Yeşilçam filmlerinde görmeye alıştığımız kaba, softa, yeniliklere kapalı, yobaz hoca tiplemesinin temelsizliğine değinilirken, karşısına dini ve dünyevi eğitim sahibi örnek bir hoca yerleştirilmiş. Böylece ikisi arasındaki fark gözler önüne serilmiş. Yine Türk filmlerinde folklorik bir anlam yüklenilen dilek ağaçlarına çaput bağlama olayı eleştiri konusu yapılmış. Bizzat imamların örnekliğinde ne kadar batıl bir inanış olduğuna vurgu yapılmış.

Filmin reklam aşamasında ise iyi niyetimizi sarsan problemli bir nokta var. Yönetmen İsmail Güneş ve başrol oyuncusu Eşref Ziya Terzi film gösterime girdikten sonra katıldıkları tüm programlarda "İmam Hatipli" (daha genelde 'inanan') insanların sorunlarına değindiklerini, kendileri de İmam Hatip mezunu olduklarından anlattıkları sorunu hissederek oynadıklarını sıklıkla vurguladılar. Yani sorunu benimsemişlerdi ve kısaca şunu demek istiyorlardı: "Ortak sorunumuza değindik, siz de gelip bizi desteklemelisiniz." CNN Türk'te, filmin, "İmam Hatip kökenli bir bilgisayar mühendisinin kimlik bunalımını" konu edindiğini söyleyen yönetmen İsmail Güneş, Türkiye'de 2 milyon İmam Hatip kökenli insan bulunduğu için gişe başarısı konusunda bir endişesi olmadığını belirtmişti. İmam Hatip kökenli gençleri hazır kıta konumuna indirgemenin hangi sanat ahlakıyla örtüştüğünü merak ediyoruz doğrusu.

Halbuki filmdeki ana vurgu, "İmam Hatipli gençlerin karşılaştığı zulmü" yansıtmaktan öte, İmam Hatip mezunu, kompleksli bir gencin iç çatışmasına yapılmış. Filmin seyri, İslami kimliği kuşanmış ve bu uğurda karşılaştığı zorlukları kendinden ödün vermeden aşmaya çalışan bir gencin hikayesinin etrafında şekillenmiyor. Asıl hikaye, özündeki İmam Hatip ruhuyla, özendiği batılı hayat tarzı arasında sıkışmış bir gencin psikolojik savaşını konu ediniyor. Baskılar karşısında ciddi mücadele ve direniş sergilemekte olan çok sayıda gencin emeğine hiç değinilmemiş, konu basit bir hikayeyle geçiştirilmiş. Aslında yönetmen İsmail Güneş'in de böyle bir amacı yok. Ona, vermek istediği mesaj "Filmin özü nedir?" diye soracak olursanız cevabi hazır: 'Saklanma'. Yönetmen bu konuda kişisel tecrübelerine de değiniyor: "1980'lerin ortalarında tüm sinemanın ticarete dayalı olduğu ve bu ticareti yapanların da muhakkak ortanın solundan olduğu bir dönemde sinemaya başladım. Benim de sinemada yapmak istediklerim vardı; ama ne yapalım ki hayat beni ortanın sağında konumlandırmıştı. Zamanla saklanmaya başladım; öyle olmadığımı söylemek zorunda kaldım. Şimdi çok rahat nerede olduğumu söylüyorum. Nedir yani, dünya üzerindeki maceramız saklanmak üzerine mi olacak?" İsmail Güneş, şu anki konumunu rahatça ifade edebilmesini neye borçlu olduğunu düşünüyor mu acaba? Kendini saklayan gizli kalmış insanlara mı, yoksa karşılaştıkları zulüm ve baskılar karşısında bedel ödemeyi göze almış fedakar gençlere mi? İkinci gruba borçlu olduğu çok açık. Öyleyse bu insanların her gün defalarca maruz kaldıkları dayatmalara hiç değinilmemiş olması tuhaf değil mi?

Uzun saçlı, Harley Davidson marka motosikleti ve önüne geçemediği hız tutkusuyla modern, İmam Hatip mezunu, içki kullanmayan, dürüst tarafıyla dindar bir gençtir Emrullah. Bu haliyle laik ve dindar kesim arasında köprü olma görevi biçilmiştir ona. Ama itiraf edemediği inancı ve entel görüntüsüyle buram buram kompleks kokmaktadır. Şu haliyle bırakın köprü olmayı iki tarafta da kabul görmeyen ayran gönüllü bir delikanlıdır, İmam Hatipli Emrullah.

Karşılaştığı ilk acı gerçekle (amansız bir hastalık ve ölüm) bastırdığı imanı tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Peki ya bundan sonrası? İşte bunu arıyorduk... Bu sefer de olmadı. Bakalım bir sonraki filminde yönetmenin bu konuya değindiğini görebilecek miyiz?

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR