1. YAZARLAR

  2. Asım Öz

  3. Tasavvuf Tutulması: Melek Paşalı Öyküsü

Tasavvuf Tutulması: Melek Paşalı Öyküsü

Mayıs 2006A+A-

"Ciddi hataları düzeltmek için ciddi deliller gerekir."

Thomas Szasz (2006:17)

1.

Günümüz edebiyat ortamında egemen bir referans çerçevesi olarak mistik, gizemli ve sûfi anlatılar gitgide yaygınlaşıyor. Yayımlanan öykü ya da romanlara baktığımızda bunun bir zihniyet göstergesi olarak da anlaşılması mümkün. Belirli izleklerin, temaların, kavramların birbirinden son derece farklı dünya görüşleri olan anlatıcılarca benimsenmesi anlatı dünyasında tek biçimciliğin anlaşılmasını da ortaya koyuyor.

Türkiye'deki sanat ve kültür ortamı her zaman belli bir ölçüde fakat özellikle İslamî sanat telakkilerinin gündemleştiği modern zamanlarda tasavvufa hısım olmuştur. Zaman zaman bu egemen sanat telakkisiyle hesaplaşan ayrıcalıksız sanat kuramcıları bu hesaplaşmayı kendi başlarına sürdürmüşlerdir. Vahiy temelli sanat telakkisinin yalnızlığı ve tecrit edilmişliğinde tasavvuf önemli bir belirleyen olmuştur. Zannediyorum ki edebi kamuda hakim bir akıl halini alan tasavvuf odaklı anlatıları günümüzde tek bir kümede değerlendirmek mümkün değildir. Bu yazıda kısaca günümüzün yaygın edebi amelinin tasviri bir değerlendirmesini yapmayı ve bu çerçevede düşünce temelli öykünün başarılı bir yazarı olarak takdim edilen Melek Paşalı öyküsünün kurucu temeli olarak belirginleşen tasavvufu ve onun öykülerinde ve zihniyet dünyasında yankılanışını analiz edeceğim.

Bir edebi heves olarak tasavvuf, dünyasallaşma süreçlerinin içsel kuruluğu (tinsel yoksunluk) gündelik yaşam pratiğinden yüz yüz yiten sûfi meşrepliğin anlatı dünyasında bin bin bitmesi gibi çelişkili bir durumu da ortaya koyuyor. Üzülecek ya da şükredilecek bir durum olmanın ötesinde tasavvuf post modern kıblesizliğin ortaya koyduğu bir edebi kıble oldu. Amelin azat edildiği, dinin temellerine yönelik nefret sanat meydanında gizemli anlatılara tutkuyla sarılmayı beraberinde getirdi. Yalanların hakikat kıyafetinde ortada dolaştığı bir tarihsel ortamda tasavvuf ile edebi anlatı arasındaki ilişki karmaşık bir mahiyet arz eder. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar edenlerden sadece anlatarak ikrar edenlere değin farklı boyutları söz konusu. Fazlur Rahman her ne kadar İslam kitabında "Modern eğitim sisteminin tasavvufu büsbütün itibardan düşürdüğünü" iddia etse de edebiyatçılar arasında içinde yaşadığımız çağdan, şartlardan, zamanın hayat tarzlarından etkilenen okumuşlar arasında sûfi anlatının zamanla itibar kazandığı görülür. (Fazlur Rahman 1986:344) Tasavvuf bir zihniyet durumu olarak edebiyat dünyasında her zaman belirleyici bir etkide bulunmuştur. (Ceylan; 2005)

"Tasavvufa mahkumuz." Türkiye de İslami edebiyat telakkisinin görünür ve savunulur kılınan hakim biçimini bu motto ile özetleyebiliriz. Avrupa, Amerika, Türkiye vs. hemen herkesin kimlik bunalımı yaşadığını itiraf ettiği bir dönemde yıllar önce Düşüncede Devrim'de okuduğum ve yaklaşık olarak anımsadığım şu yargı tasavvufun anlatı dünyasındaki yaygınlığını kavramamıza imkan tanıyor: "Tasavvuf hayatla bağların koptuğu yerde başlar." (Atalar, 1997) Tasavvufa hümaniter boyutu ile merkez her zaman sahip çıkmıştır. Batıyla ilişkilerde yeni bir boyut kazanan tasavvuf, yaygınlaşan post modern müphemiyetin ikili karşıtlıkları yapı bozuma uğratmaya meyyal tutumu ile çakışıyor. Müphemlik akışkanlık gibi post modern kavramlar tasavvuf zaviyesiyle birleşince ilginç kimliklenmeler oluşuyor. Günümüzün yeni yetişen öykücüleri ile eski öykücülerin tasavvufla temasları arasında belirgin farkın ayırdın da olmak elzemdir. Yeni ekolün kendine özgü entelektüel ilgileri geçmişin perspektifinden farklı. Çünkü günümüzdeki sûfi öykücüleri; örneğin Sadık Yalsızuçanlar post modern zaviyenin post nişinleriyle sûfiliğin şeyhi ekberinin menkıbelerini alaşım haline getirebiliyor. Bu minvalde Deleuze, Derida, İbn Arabi, Niyazi Mısri aynı anlatı evreninde buluşabiliyor.

Dilin parçalanması darmadağınık hale helmesi benlik parçalanmasından bağımsız düşünülemez bir bütünlüğü işaret edemeyen, insanı kendi içinde sürekli parçalayan bir dil kıyısızlık söylemi ile uzun zamandır metinsel varlıkta billurlaşıyor. Geleneksel birikimler menkıbeler yersiz yurtsuzluğa temel kılınıyor. Anlatılarının temeline tasavvufu yerleştiren anlatı ustaları hakim edebi akıl tarafından kutsanıyor. Dinler tarihinin en tartışmaları bilgilenme biçimi olan gizemci anlatılar din dilin çetrefilleştirdiği kadar anlatının kuru dünyasında farklı bir birliktelik biçiminin oluşmasını sağlıyor. Modernleşme sürecinde hem yadsınan hem de halkçı elitin varoluşlarının temeli haline getirdikleri önemli bir iktidar sermayesi olan tasavvuf hayal, fantezi, kurgu, roman hemen bütün anlatıcıların sahiplendiği bir yol oldu. Küresel ve yerel kültür sektörü, kültür turizmi tasavvufu hem ayinsel düzlemde hem de kurgu düzleminde pazarlıyor. Kendi süzgecinden süzerek gösterileştirdiği sûfiliğin dışı hoş içi boş görünümü anlatı dünyasında telafi edilmeye çalışılıyor.

Anlatı cenginde halleri nice nice olan tasavvuf anlatılarına nüfuz edebilmek açısından gelenekselci düşüncenin ve geleneksel sanat kuramının önde gelen savunucularından Seyyid Hüseyin Nasr'ın şu görüşleri hem politik hem de kültürel açıdan tasavvufun yaygınlığını ve araçsallığını ortaya koyar:* "İslam tarihi boyunca tasavvuf İslam sanatları ve biliminde olduğu gibi felsefede de merkezi bir rol oynamıştır. Günümüzde İslam dünyası kendi entelektüel ve estetik mirasını yeniden canlandırma ihtiyacı içindedir. Ve bu çabada da yine tasavvufun rolü merkezi rol oynamaya devam etmektedir." (Nasr, 2006:16)

Bütün sanat yapıtlarında olduğu gibi öyküyle kurduğumuz estetik deneyim hem özneldir hem de nesneldir. Özneldir çünkü yapıtın satır araları, boşlukları yorum yapmamıza olanak tanır. Nesneldir çünkü yaptığımız bu yorumlar paylaşılarak çoğaltılır. Paylaşımlarımız ise bir dünya görüşü, bir beğeni çerçevesi, bir anlamlandırma lügatçesi içinde gerçekleşir. Metne salt estetik bir tepki vermeyiz. Yaşadığımız bir estetik deneyimle birlikte zihnen sorduğumuz soruların ışığında metne dair, metnin arka planına ilişkin soru biçimlerini gündemleştiririz. Bu gündemleştirme okuyucunun radikal tekilliğine her zaman hapsedilemez. Öykü ile öykü yazarları ile irtibat kurarken iki temel yaklaşım belirleyicidir. Öykünün nasıllığı ve neliğinin tekabül ettiği evren. Öykü tekniği, dili öykünün biçimsel boyutunu oluşturur. Ve nasıla yanıt verir. Öyküde ne anlatıldığı, öyküde bedenlenen hayat telakkisinin, duyuş ve düşünüş biçimini ele verir. Öykünün ne'liği bir bakış açısını dile getirir. Birebir dünya görüşünün açıklaması olmasa da temel ipuçlarını verir. Bu perspektiften Melek Paşalı'nın öykü dünyasına yaklaştığımızda onun düşünce dünyasında hayat anlayışında yaşam pratiğinde ve yazın pratiğinde tasavvuf merkezi bir konumdadır. 90 kuşağı öykücüleri arasında mistik duyarlılıkla dikkati çekenlerden biri Melek Paşalı'dır. (Akçay, 2006:9) Mart ayı içerisinde Hece ve Dergah dergilerinde yer alan söyleşilerinde Melek Paşalı, edebiyat ve sanata ilişkin düşüncelerini tasavvuf odaklı bir perspektiften okuyucuyla paylaşır. Öykü zaviyesini tasavvuf merkezli kuran ve yazı yatağını mistik temayülle belirginleştiren Paşalı'nın öyküleri iki kitapla okuyucuyla buluştu.

2.

Melek Paşalı, öykü dünyasının henüz kuşaklaşmamış ama öykücüler bağlamında kuşak olarak kabul edilebilecek 90 kuşağı öykücülerindendir. Edebiyatı hem eğitim hem de sanatçı uğraşı olarak gündeminde tutmaktadır. Senede bir öykü kitabı yazan öykücülerle kıyaslandığında üretken bir sanatçı değildir. Öykü ile başladığı yazarlık serüvenini tür açısından öyküye sadakatle sürdürmektedir. Romana henüz heves etmeyişiyle öyküde karar kıldığı da söylenebilir.

Melek Paşalı öyküsünü bütüncül olarak tanımlamak gerekirse onu genç kızlık hüzünleri, feminen duyarlılıklar ve mistik temayüllerin yazarı olarak nitelemek mümkündür. Çünkü Paşalı yayımladığı Hayal Günlüğü ve Camtutan kitaplarında genç kızlık hüzünleriyle, kırgınlıklarıyla, yalnızlık, içsel sıkıntı, çözülme gibi duygu ve durumlarla Hayal Günlüğü'nün iskeletini oluşturmuş, bu iskelet onu tasavvuf eşiğine getirmiştir. "Hayallerin mi gerçek, gerçeklerin mi hayal?" paradoksal sorusunun peşinden giden öyküler, günlüğü çilehane olarak gören bir genç kızın boynu bükük öyküleridir. Bu öyküleri açıklamak için eşik önemli bir kavram. Rüya, gece, perde, yersiz yurtsuz akış, ayna, yolculuk gibi kelime ve türevlerinin belleği onu Camtutan'da tasavvuf eşiğinden atlatıyor. Kar Masalı'nda duygularını "her yerde konuşabilen sessizlikle" anlatan Derda mistik temayülün en belirgin tipidir. Yitik kelimeleri, bulma ümidini unutarak bulmayı amaçlayan anlatıcı kelimesizliği, dilsizliğe, kelimeleri yadsıyan, kapı dışında bırakan bir dile özlem duyar. Kelimelerin çokluğundan duyduğu tiksintiyi belirtir. Hayatla bağlar kopmak üzeredir. Bağlar göçmenlikle kopunca tasavvuf daha da belirginleşir. (Paşalı, 1997) Camtutan ise tasavvuftan esinlenen ve tasavvufu esinleyen bir yapıt. Tasavvuftan esinlenme ve tasavvufu esinleme, tasavvuftan yararlanmalar edebiyat dünyasında son zamanlarda şaşmaz bir üstünlük göstergesi oldu. Öykücüler romancılar mutasavvıfların görüşlerini menkıbelerini kendi eserlerine aktarıyor. 'Bu ne böyle?' diye sorulduğunda bilgisizliğinize hor görüyle gülümseyerek "ne olacak? metinler arası ilişki, yani intertextuality" diyorlar. Kahramanları modern hayatın kuşatılmış evrenini aşmak için mistisizme yakın dururlar. Paşalı öyküdeki yöneliminin temel taşlarını, sanatını besleyen kaynakları, sanatçı kimliğini etkileyen lüğatçeyi tasavvuftan alır. Öykülerindeki anlatıcı ile kendisi çoğu kere özdeştir.

Camtutan hızın akışkanlığı her şeyi tüketmesi karşısında benliğin suyuna çekilmiş bir varoluş tarzı olarak kendini ortaya koyar. Konuşmanın imkansızlığı iletişimin imkansızlığı sürekli olarak gündemde tutulur. "(...) Ben köşemdeyim. Suyun içinde, saydam bir örtüyle peçeli... Onlar ise yüzlerine peçe yapmış, kelimelerden birer köprü kurmaya çalışıyorlardı. Bana ulaşmak için. Sorulara, esprilere, vecizelere dönüşüyor da köprü olamıyordu bana kelimeler... Daha köşeme kadar gelemeden havada tuzla buz olup dağılıyorlardı." Kırçıl, saçaklı mantığın tasavvufu anıştıran hem hemli örgüsü görülür. "Hem arayan hem aranan, hem gören hem görülen, hem bulan hem bulunan (...) hem sesli hem sessiz, hem dişil hem eril (...) eski ama yeni, iki ama tek, kolay ama pek." Hikaye Gören ve İki Boyutlu Yarım'da tasavvuf izleği daha belirgindir. Tekke, vird, vecd, yüz, sarkaç gibi kavramlar yoğun olarak kullanılır. (Paşalı, 2003) Camtutan üzerine yapılan bir söyleşide "tasavvuf kültüründen ziyade tasavvufun kavramlarına yaslandığını söyleyebilirim. Keşke kültürüne yaslanacak kadar vakıf olsam (...) eğer insanın temel meselelerine ilgi duyan bir sanatsal süreç içindeysek, üstelik Müslümansak, kendimizi İslam medeniyetine mensup hissediyorsak 'bu elması' anlamak, yeniden ve sürekli işlemek zorundayız. Kalıcılığın bu halkaya dahil olmakta olduğunu düşünüyorum." (Lekesiz, 2006:140) Melek Paşalı bu sözleriyle tasavvufa ne kadar önem atfettiğini, tavrını tasavvuftan yana koyduğunu İslam adına sanat yaparken mutlaka ama mutlaka tasavvuf halkasına dahil olmanın gerekliliğini ortaya koyarak tasavvuf dışı ve tasavvuf ötesi edebi arayışların, öyküsel eğilimlerin ya da eleştirel yönelimin önüne set çekmeye çalışıyor. Yazarlık serüvenine metafizik merakıyla başlayan Paşalı, zamanla tasavvufa yönelişini şu şekilde açıklar: 'Bir teşbihle ifade etmeye çalışırsam, metafizik ateşi tanımlamaya kalkışıyor kanımca, tasavvuf ise ateşin içinden geçmeye (...) sanırım bu doğal seyir beni bir hikayeci olarak tasavvufa ve onun kavramlarına yöneltti. Edebiyat fakültesinde öğrenciyken en büyük isteğim, halk edebiyatı çalışmaktı. Orda ki tasavvufi malzeme beni çok cezbederdi, hala da ediyor... Nihayetinde şunu fark etmiştim; bu coğrafyada sahih bir şey üretmenin yolu, bütün sanatımızı belirleyen tasavvufu, onun alem tasavvurunu, estetik unsurlarını bilmek ve benimsemekten geçiyor. (...) hikayeden yola çıkarak tasavvuf anlatmaya değil, tasavvuftan yola çıkarak hikaye yazmaya çalışıyorum." (Lekesiz, 2006:136-137) Paşalı'nın yargıları karşısında tasavvuf eleştirisinin sanat düzleminde de sürdürülmesi gerekliliği ve zorunluluğunu düşünmemek imkansız. Bu durum Kur'an temelli sanat anlayışının bıkmadan, yorulmadan, yılgınlığa düşmeden boyna tekrarladığı tasavvuf eleştirisinin önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Sağır kulaklara sağır bir çağda ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın ne kadar açık seçik, tane tane anlatılmaya çalışılırsa çalışılsın gelenekselci çevrelerde oluşan ufacık izler çok geçmeden kolayın alışılmışın tozu ile doluveriyor. Bellekte bırakılan geleneğin bu koyu karanlığını silmek için söylediklerimizi boyuna tekrarlamak zorundayız. Camtutan, Paşalı'nın yazmak istediği öykünün somut verilerine ulaştığı, tarzını oluşturduğu bir yapıt olması açısından önemli. Metafor olarak camı seçişi hem var hem yok, hem gizleyen hem gösteren kısacası zıt durumları bir nesnenin icra edişindendir. Tasavvufta tanımlanan hakikat algısıyla örtüşen düşünce dünyası somut anlamda bir dervişlik değil akademik bir ilgidir de aynı zamanda. II. Meşrutiyet'te tekke dilinin sekülerleşmesi üzerine çalışmaktadır. Tasavvufu keşfedişinin edebiyat üzerinden ve Yunus Emre sayesinde olduğunu vurgulamaktadır. (Paşalı, 2006:12-13) Yunus Emre, hem Anadolu hümanistlerini hem de tasavvuf geleneğinin paylaşamadığı sembolik değeri olan bir kişidir. Sabahattin Eyüboğlu Yunus Emre'yi mistik yönünden soyarak laik ve din dışı bir tip oluşturmaya çalışırken, klasik tasavvufi geleneğe yaslanan ve örnekleri bolca bulunan anlayış ise onu mistik bir dindar olarak kodlar.

Hayal Günlüğü'nde "hayal" ve "gerçek" kavramlarına odaklanan Melek Paşalı, Camtutan'da rüya ile gerçek kavramına odaklanıyor. Karşıt kavramlar üzerine kurguladığı öyküleriyle tasavvufu edebi bir malzeme olarak kullanıyor. Yazdığı hikayelerin bu günün hikayesi olduğunu belirten Paşalı, yazarak fazlalıklarını azalttığını özellikle belirtir. Camtutan'daki bütün hikayelerinin temel açılımı tasavvuftur: "Camtutan kaynaklarını bütünüyle tasavvuftan almaktadır. Tasavvuf metinlerine atıflar vardır. Tasavvufi temayül düşünceler boyutunda gündeme gelerek öykü kapısıyla deneme kapısı zaman zaman birleşir. (Tosun, 2006:143 vd.) Paşalı'nın tavrını açık açık tasavvuftan yana koyduğu gözlenir. Edebiyatımızda yerleşik, egemen ve popüler bir eğilim olan tasavvuf odaklı anlatılar edebiyatın sokaklarında çeşitli tartışmaları gündeme getirmiştir. Edebi üretimin kaynaklarını, referanslarını oluşturan ve okuyucuyu kendine çağıran bu anlatım biçimi günümüz koşullarında post modern zaviyeyle ilişkilidir. Tasavvuf anlatısı giderek metalaşan dünyada teslimiyetçi ruh haline bürünen, tutunamamayı bir kimlik olarak benimseyen kişilerin umutsuzluklarının negatif ruh halini telafi eden kültürel bir rehabilitasyondur. Öykülerini tasavvufa yaslayan kültürler arası bir ortamda (Avusturya) tasavvuf ve edebiyat dersleri veren ve akademik olarak tasavvuf dilinin modern zamanlarını, post modern zamanlarda çalışan Paşalı öyküsünü anlamak ve Paşalı dışındaki anlatı ustalarının sahiplendiği tasavvufi imgeleri edebiyat tarihi içerisinde yorumlamak açısından 1940 Nisanında Sokak Dergisi'nde Asaf Halet Çelebi'nin yazdığı Sahte Eyüp Sultan Mistiği başlıklı yazı önemli bir yazıdır. Asaf Halet bu yazıda Necif Fazıl mistisizmini "frenk taklidi" ve "acaip" bir telakki olarak değerlendirir. Asaf Halet'e göre mistisizm bireyin içsel tecrübesinden doğan bireysel bir varoluştur. Bu durum Necip Fazıl da bir "sahtelik" olarak varolur. (Çelebi, 1998:40) Günümüz edebiyat ortamında hem frenk taklidi hem de özsel tasavvufi anlatı gitgide yaygınlaşmaktadır. Anlatıcılar tasavvufa eğilim gösteriyorlar. Yaşadığımız kara çağın oluşturduğu derin yıkıntıyı görmezden gelerek tasavvufun işaretlerle örülü dilinde pinekliyorlar. Tasavvufun şafağından söz açılınca bu anlatısal maceranın tek bir değişkene bağlı olmadığı ve oldukça karmaşık bir mahiyet taşıdığı söylenebilir. Bir lokma bir hırka ile yetinen derviş zümresinin duyusal dünyası bir lokma ve bir hırkayı absürd kılacak kadar anlatıcıların sermayesine sermaye katıyor. Bu malik kılışla anlatıcılar "menkıbemiz her işi yapar abiler/ablalar" demektedirler. Tasavvufun edebiyata yankılanması çok boyutludur. Anlatı kervanına katılanların tasavvufa yaklaşma, yorumlama biçimleri bazı yazarlarda post modern zihni tutumun göstergesi olurken bazılarında modern zihniyet kalıplarının hizmetinde bir araç olarak görülür. Tasavvufa yaklaşma/yorumlama biçimlerini birer post modern okuma olarak da görmek mümkündür. Her okuma her anlatı/m kendi yorumunu ve metinsel gerçeğini oluşturmakta ve post modern anlayışın okuyucu tipine malzeme sunmaktadır. Örneğin "Ben bu günlerde en çok içimdeki batıni damarla yaşıyorum" diyen Elif Şafak post kolonyal teorinin melezlik kavramından çokça etkilendiği belli olan şu cümleleri ile özsel tasavvufi geleneğe yaslanan Sadık Yalsızuçanlar'ın liberal çevrelerdeki uzantısı olduğunu ortaya koyuyor: "Hem Şems, Mevlana, Neyzen Tevfik hem de Guy Debort, Cioran, Deleuze" diyen Şafak tipik post modern bir tasavvuf yolcusudur: "Türkiye'de eleştirel politik bir bakış açısına sahip olup da, içinde yaşadıkları sistem ile samimi bir derdi olanların tarihlerindeki ve kültürlerindeki batınilikten bu kadar bihaber olmasından acı duyuyorum. Tasavvuf ile pek ilgili olan kesimlerinde eleştirel damardan bunca uzak durmalarından." (Şafak, 2005) Mustafa Şerif Onaran ise hala Sabahattin Eyüboğlu yolunun yolcusu olduğunu geçenlerde yayınlanan ve "tasavvuf felsefesini çağdaş anlayışla günümüze kazandırmaktan" söz eden yazısında belirtiyordu. (Onaran, 2006:98) Yukarıda andığımız isimleri ve yargıları çoğaltmak mümkün. Bu alıntılar edebiyatın sadece geçmişte değil günümüz koşullarında da tasavvuf geleneğinin ağırlığı altında ezilmiş olduğunu göstermektedir. Geleneğin büyük ve yaygın olduğu ölçüde eziciliği de artıyor. Melek Paşalı'nın idrak ve düşünce dünyasını belirleyen ve aynı zamanda sınırlayan kelime kadrosu tasavvufi imgelerden mürekkeptir. Edebiyatçılar arasında Mehmet Kaplan'ın "nesillerin ruhu" dediği durumu ifade eden en yetkin kavramdır tasavvuf anlatısı. Bu tasavvuf anlatısına "Panteistomimetik sıfatını verebiliriz. Yani tasavvuf yansılayıcı edebiyat" nitelemesini yapanlar da söz konusudur. (Hatemi, 1998: 260)

Alman kültür yorumcularının zeitgeist dediği şeyi (çağın ruhu) edebiyat dünyasında yoğun olarak görmekteyiz. Bu da tasavvuftan esinlenen ve gelenekselci sanat telakkisine sahip olan 'modern menkıbe edebiyatı'dır. Kur'an'ı önceleyen edebiyat eleştirisini sözünü ettiğim edebi havayı, edebi aklı ve edebi stereotipleri mahkum etme yönündeki çabalarını somut metin tahlilleri ile gündemleştirmesi gerekiyor. Bülbülünün sesi edebiyat dünyasında gür çıktığı sürece tasavvuf, edebi yol arkadaşlarıyla birlikte kollarını farklı kişi ve topluluklara da ulaştıracaktır. Bu ulaştırma varolan konformist edebi zihni iyiden iyiye pekiştirecektir.

Dipnotlar:

* Gelenekselci savunmalarla ilgili olarak Nuray Mert'in 21 Aralık 1999'da Ahmet Kuyaş'la birlikte sunduğu "Gelenekten Kurtulmanın Yolu Yok mu?" başlıklı tebliğde ortaya koyduğu şu görüşler üzerinde düşünüldüğünde gelenekselciliğin farklı dünyalardaki yansımalarına nüfuz etmek mümkün olur: "Gelenekselci ekoller, modern toplum eleştirisi olarak karşımıza çıkabiliyorlar, ancak bunlar modern toplum veya düşünceyi ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaktan uzak, yine modern yaşamın içinden çıkan nostaljik-romantik itirazlar, pre-modern toplumun modern yorumlar. Batı da gelişmiş olan; Rene Guenon, F. Shoun, Martin Lings, G. Eton, Seyyid Hüseyin Nasr isimleri etrafında tanıdığımız İslami gelenekselci ekol, bu genel çerçeve içinde İslami bir versiyon." (Mert, 1999:168 Salı Toplantıları İçinde)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR