1. YAZARLAR

  2. Mustafa Eğilli

  3. Değişim ve İslamizasyon Sürecinde Suriye İzlenimleri

Değişim ve İslamizasyon Sürecinde Suriye İzlenimleri

Mayıs 2006A+A-

Uzun bir dönem Suriye'de yaşayan ve birçok dost edinen biri olarak bu ülkeye yönelik bende özel bir ilgi hâsıl olmuştur. Tabii bu ilgi Suriye'deki gelişmeleri yakından takip etmeyi de beraberinde getiriyor. Irak işgalinden sonra hızlı gelişmelere sahne olan Suriye'yi bir kez daha yakından gözlemlemek, mümkünse bazı temaslarda bulunmak ve dostlarla hemhal olmak amacıyla değerli ağabeyim Ahmet Varol ile üç yıl aradan sonra Suriye'yi tekrar ziyaret etme imkânı buldum. Her seferinde çok farklı deneyimler yaşamış olmakla birlikte gerçekleştirdiğimiz temaslar nedeniyle bu ziyaretimizin özel bir yeri olduğuna inanıyorum.

Amerika'nın Irak işgalinin hemen sonrasında geldiğim ülkede duygusal bir ortamla karşılaşmıştım. Esad rejimine muhalif kesimler, ciddi tereddütleri olmakla birlikte ABD'nin Suriye'ye de müdahalesini arzular gibiydiler. Kendi iç dinamikleriyle despot Baas rejimini değiştirebileceklerine inançları yoktu. Oysa şimdi ABD işgal güçlerinin Irak'ta sergilediği vahşete tanık olduktan sonra Amerikan müdahalesinden bahseden yok gibi. Irak halkı üzerine bir kâbus gibi çöken Saddam rejiminin yıkılmasının verdiği sevincin yerini, şimdilerde işgalin getirdiği korku, nefret ve endişe almış. Kimse artık ABD'ye kurtarıcı olarak bakmıyor. 

Baba Esad'ın ölümünden sonra iktidarı devralan Beşşar Esad, ülkede değişim vaatleriyle iyimser bir hava yaratmıştı. Ancak Irak savaşı ve ardından Hariri cinayeti ile ABD yönetiminin hedefi haline gelen Suriye, değişim ve reform paketlerini dış tehdit gerekçesiyle rafa kaldırmış durumda. Onlarca yıl İsrail tehdidi ile halkları baskı altında tutanlar, şimdilerde ABD müdahalesini bahane ederek aynı baskıcı rejimlerini idame ettirmeye çalışıyorlar. Suriye'de Baas Partisinin askeri darbeyle iktidara geldiği 1963 yılından buyana olağanüstü hal uygulanıyor. Suriye'de geçerli olan "Örfi Kanunlar" gereği insanlar yargılanmadan ve mahkemeye çıkarılmadan onlarca yıl hapis yatabiliyor.

Dış baskılar altındaki Baas rejiminin yıllardır kavgalı olduğu halkla, bütünleşme adına ülkede ciddi bir İslamizasyon politikası yürüttüğü hemen fark ediliyor. Daha önce mevzubahis edilemeyen "kelime-i tevhid"lerin askeri araçlara asılması ve Suriye bayrağına yazılı "Allah Suriye'yi korusun" ifadeleri ilgi çekici. Saddam'ın 1991 sonrasında yürüttüğü İslamizasyon politikalarını andıran bu sembolik uygulamalar, halkın sempatisini kazanmak için basit bir yöntem. ABD baskısının artmasına bağlı olarak yakın bir gelecekte Suriye bayrağı üzerinde "Allahu Ekber" veya "Lailaheillallah" gibi ifadelerin görülmesine şaşmamak gerekir.

Özellikle tasavvufi akımlar ve tarikatlarla iyi bir diyalog geliştiren Esad yönetiminin İhvan'a yönelik sert tutumu ise devam ediyor. Suriye'de Müslüman Kardeşler (İhvan)'e üye olanlar hala idamla yargılanıyorlar. Tüm baskılara rağmen Suriye'de gençlik İslam'a teveccüh ediyor. Hama olaylarından sonra ülkeden uzaklaştırılan ulemanın geri dönmesiyle cami havzalarındaki aktivite de hissedilir bir hareketlilik söz konusu. Halk üzerindeki belirleyici etkilerine rağmen İslami bilinçteki zaafları ve siyasi analiz noktasındaki yetersizlikleri nedeniyle söz konusu cami imamları, rejime karşı beklenen muhalefeti gösterememekte ve halka öncülük yapamamaktadırlar. Geniş kitle tabanına sahip olmalarına rağmen Müslümanlar, organize ve örgütlü olmadıklarından etkin bir muhalefet sergilemekten uzak durumdalar. Öte yandan Müslüman Kardeşler Cemaati'nin sürgündeki lideri Ali Sadreddin Beyanuni'nin Abdulhalim Haddam'la ortak cephe oluşturması Suriye'de tepkiyle karşılanıyor. 

Suriye Muhalefeti Güçleniyor 

Suriye'de onlarca muhalif grubun varlığına rağmen yasal zeminde siyaset yapma ve parti kurma imkânı bulamayan muhalifler, şark usulü kıraathaneleri üs haline getirmiş durumdalar. Şam'daki Makha er-Rawda (Bahçeli Kahvehane) bunlar içinde en ünlüsü. Genişçe bir avluya sahip bu kıraathanede tüttürülen nargileler eşliğinde memleket meseleleri hararetle müzakere ediliyor. Muhalif siyasetçilerin, aydınların ve insan hakları aktivistlerinin randevu mekânı olan Rawda'da muhaberat unsurlarının kuvvetle muhtemel varlığı kimseyi tedirgin etmiyor; aksine yüksek sesle rejim eleştirisi yapılıyor. Bundan beş-on yıl öncesine nazaran Suriye halkının kendine olan özgüveni ve cesareti bayağı artmış durumda.

Şam'da kaldığım süre zarfında dört-beş sivil toplum kurumu temsilcisiyle görüşme imkânı buldum. Suriye İnsan Hakları Derneği Kurucu Başkanı Av. Heysem el-Malih, Suriye İnsan Hakları Araştırma Merkezi'nden Av. Razan Zeytune ve Suriye İnsan Hakları Organizasyonu Başkanı Abdulkadir Rihawi bunlardan bazılarıydı. Suriye'de siyasi partiler gibi sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri de yasak. Daha doğrusu baskılar altında kısıtlı faaliyet gösteriyorlar, ancak yıllardır resmi mercilere müracaat etmelerine rağmen hiçbiri yasal hüviyet kazanabilmiş değil. Görüştüğüm bir diğer aktivist Ebu Halid'in aktarımlarına göre, Şam'da on civarında NGO ve siyasi oluşum aylık toplantılar düzenleyerek ortak çalışma yürütüyorlar. Genel olarak Suriye muhalefetinin ortalamasını temsil eden bu platformda solcuların ve liberallerin bariz etkinliği söz konusu. Kürtlerin de hatırı sayılır ağırlığı var. İslamcıların katılımı ise oldukça zayıf.

Söz konusu platforma katılan Ebu Halid'e Suriye muhalefetinin ABD gibi yabancı güçlerin müdahalesine nasıl baktığını sordum. Rejim muhaliflerinin yüzde 75'i kesinlikle ABD müdahalesine ve baskısına karşı çıkıyor. Bu oranın halk tabanında daha yüksek çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Oysa üç yıl önce durum hiç de iç açıcı değildi. Irak işgalinin hemen ertesinde özellikle muhalif mahfillerde Saddam, Esad ve Mübarek gibi müzmin rejimlerin ancak dış müdahale ile değişebileceği yönünde kanaatler zuhur ediyordu. İşgal sonrası Irak'ta ortaya çıkan karanlık tablo, değişimin iç dinamiklerle yapılması gereğini herkese gösterdi. 43 yıllık Baas rejiminin tamamen değişmesini isteyen Suriye muhalefeti, 1963 yılından beri uygulanan olağanüstü hal yasasının bir an önce kaldırılması, çok partili sisteme geçilmesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün tanınması, Kürtler başta olmak üzere etnik ayrımcılığa son verilmesi, örfi kanunların iptal edilmesi ve siyasi tutukluların salıverilmesi gibi bir dizi talebi sürekli dillendiriyor. Bu amaçla ortak kitlesel basın açıklamaları yapılıyor. 

Heysem el-Malih: Mücadeleyle Geçen 74 Yıl 

Suriye İnsan Hakları Derneği Kurucu Başkanı Av. Heysem el-Malih 74 yaşında, görevden atılmış eski bir hâkim, şu an avukatlık yapıyor. İhvan hareketinden ayrılmış bir İslamcı. Suriye İnsan Hakları Derneği'nin kurucu başkanı. Avukatlık bürosunu henüz resmiyet kazanmamış derneğin faaliyetlerine tahsis etmiş. Suriye'de 1949 yılında ABD büyükelçiliği marifetiyle gerçekleştirilen askeri darbenin ardından cunta rejimine yönelik muhalefete başlamış. 1951 yılında rejim aleyhine irad ettiği hutbe üzerine ilk tutukluluğu yaşamış. 1950'lı yılların sonunda muhalif tutumu yüzünden 3 yıl hapis yatmış. 1966 yılında Emevi Cami katliamı ardından 23 hâkim arkadaşıyla birlikte yönetimi hedef alan sert açıklamaları ve mahkemelerde boykot başlatmaları üzerine 10 yıllık hâkimlik mesleğinden men edilmiş. 1978 yılında Şam Barosu'nun yönetiminde bulunmuş ve İnsan Hakları ve Özgürlükler Komitesini kurmuş. Askeri vesayet altındaki mahkemelerin aldıkları kararların hukuksuz olduğu yönünde Şam Barosu'nun yayınladığı açıklama ardından 1980-1986 yılları arasında hapis yatmış. 2001 yılında Suriye İnsan Hakları Derneğini kurarak mücadelesine yılmadan devam etmiş. İnsan hakları alanında verdiği mücadeleden ötürü uluslararası birçok ödül alan Heysem el-Malih'in aleyhine Suriye rejimi tarafından birçok dava açılmış ve yurtdışına çıkması yasak. Mustazafların Hakları ve Suriye'de İnsan Hakları Mücadelesi üzerine yazılmış iki de kitabı var.

Ömrünün elli yılından fazlasını zulme karşı mücadele ile geçiren ve uzun yıllar hapis yatarak ağır bedeller ödeyen ancak azim ve iradesinden hiçbir şey kaybetmeden direnmeye devam eden biriyle tanışmak doğrusu moral vericiydi. Önceleri askeri diktaya sonraları da Baas rejimine karşı pervasızca eleştirilerde bulunan, sözünü budaktan esirgemeyen, inancını gizlemeyen, eğilip bükülmeyen Malih, evrensel insani değerler doğrultusunda mücadele verirken İslami ilkelerle çelişmemeye dikkat ediyor. Konuşma yapmak üzere davet edildiği ancak yurtdışına çıkma yasağı bulunduğu için gidemediği AB ile Fransa parlamentolarında okunmak üzere gönderdiği konuşma metinlerinde Kur'an-ı Kerim'den ayetleri şahit getirmesi, insan hakları mücadelesi verirken İslami kimliğinden soyutlanmadığının bir göstergesi.

Hamas Lideri Halid Meşal İle Görüşme 

Bazı sivil toplum kuruluşları ve muhaliflerin yani sıra Filistin direniş gruplarının temsilcileriyle de temaslarımız oldu. Hiç kuşkusuz Şam ziyaretimizde ön önemli buluşma Hamas'ın Siyasi Lideri Halid Meşal ile yaptığımız görüşmeydi. Halid Meşal'in, sıcak ve içten tavırları, mütevazı kişiliği ve esprileri bizi etkiliyor. Bu görüşme sayesinde Hamas'ın siyasi görüşlerini ilk elden öğrenme imkânımız oldu. Türkiye ziyaretinde Hamas heyetinde yer alan yardımcısı Ebu Ömer ile daha uzun sohbet etme fırsatı elde ettik. Hamas'ı temsil ettiği için itinalı bir üslup kullanan Halid Meşal'in aksine Ebu Ömer bizimle şahsi kanaatlerini paylaşabiliyor. Hamas heyetinin Türkiye ziyareti ile Hamas hükümetinin geleceği konuşmalarımızın ağırlığını teşkil ediyordu. Halid Meşal, seçimlerden bu kadar başarılı çıkacaklarını kendilerinin de tahmin etmediklerini açık yüreklilikle ifade etti. Seçimlerin meşruiyeti ile ilgili kendilerine sürekli hatırlatılan Oslo anlaşmasının fiilen sona erdiğini, Oslo anlaşmasının dayanak olma gibi bir özelliğinin kalmadığını ve Filistin'in yeni bir dönem içinde olduğunu, kendilerinin de bu yeni duruma göre siyaset belirlediklerini belirtti. İlkelerden taviz vermeyeceklerini ve baskılara boyun eğmeyeceklerini ifade eden Halid Meşal, Hamas hükümetinin her şeye rağmen başarılı olacağına olan inancını ifade ediyor. Türkiye ziyaretinin kendileri açısından sembolik önemini ön plana çıkaran Halid Meşal'ın aksine yardımcısı Ebu Ömer, ziyarette maruz kaldıkları tavırlardan duydukları rahatsızlığı açıkça dille getiriyor ve Rusya'nın bile kendilerini çok daha iyi ağırladığını sitemkâr bir şekilde ifade ediyordu. Ebu Ömer'in, "Siyonist lobinin Türkiye'deki gücünü yüzümüzde hissettik." sözleri ile "Ziyaret çok kötü planlanmıştı." tespiti iki önemli vurgu olarak öne çıkıyordu.

Ebu Ahmed İsam İle

Hamas yetkililerinden sonra Filistin İslami direniş hareketlerinden biri olan İslam Cihad yetkilileri ile de görüşme imkânı buldum. İslami Cihad'ın kurucularından ve Fethi Şikaki'nin yakın arkadaşı Ebu Ahmed İsam ile İslami hareketler üzerine konuştuk. Suriye hükümetinin kendisine ev ve araba tahsisini kabul etmeyerek Filistinlilerle birlikte Yermuk Mülteci Kampı'nda kalmayı yeğlemiş. Mütevazı evinin büroya dönüştürdüğü küçük bir odasında bizi ağırladı. Önemli tecrübelere sahip üstat İsam'la gece üçlere kadar süren sohbetlerimizden kendi adıma oldukça istifade ettim. Konuşmasında daha ziyade güç ve iktidar odaklı hareketin yanlışlığı, İslami düşünce ve harekette asabiyet hastalığı, İslami harekette istişarenin önemi, toplumsal değişim ve ıslah kavramı gibi konular üzerinde durdu. Sohbetimizde öne çıkan vurgulardan biri de İslami kimlik ve mücadelede gizliliğin söz konusu olamayacağıydı. Söylem ve kimlik açık olmalıydı, tabii bazı mahrem hususiyetler de olabilirdi. İsam, emperyalizme ve siyonizme karşı mücadelede Müslümanların kendi iç birlikteliklerini ve vahdetlerini sağlamalarının zorunluluğu üzerinde uzunca duruyor. "Dışımızdaki gruplarla uzlaşmak için olanca gücümüzle çaba sarf ederken kardeşlerimizle ittifak kurma imkanlarını kaçırıyoruz." diyerek vahdeti sağlamanın bir vecibe olduğunu hatırlatıyor. İnsanlar arasındaki ihtilaf ve birlikteliklerin ya ilkesel nedenlerden veya maslahat çatışmalarından kaynaklandığını, genelde ise çıkarların ön plana çıktığını söyleyerek ilkesel birlikteliğin önemine vurgu yapıyor. Derneğimiz Özgür-Der'in bir bayan (Hülya Şekerci hanımefendi) tarafından yönetildiğini ifade ettiğimde heyecanlandığını hissettim. Kadınların İslami mücadeledeki yeriyle ilgili soruma cevaben, kadınların erkekle aynı sorumluluklara sahip olduklarını, erkeklerin mürebbisi olan kadınlara hak ettikleri önemin verilmemesinin erkekleri de zaafa uğrattığını ifade etti.

İslami Cihad hareketinden görüştüğüm bir diğer isim de hareketin Gazze sorumlusu Muhammed el-Hindi'ydi. Kendisiyle yaptığım söyleşi, genel olarak seçimler ve Hamas hükümeti çerçevesinde gelişti. Seçimlerin iki nedenden dolayı meşru sayılamayacağını, bunlardan birinin uluslararası hukuka göre işgal altında yapılan seçimlerin gayri meşru sayılması; bir diğerinin ise seçimlerin meşruiyetini İsrail'i tanımak anlamına gelen Oslo Anlaşması'ndan alıyor olması. Tüm bunlara ilave olarak seçimlere katılmama gerekçelerinden birinin de Filistinlilerin tüm seçenek ve imkânlarının tek bir kefede toplanmaması stratejisinden kaynaklandığını belirtti. İsrail işgaline karşı başarı elde etmenin tek yolunun direniş olduğunu siyasi mücadelenin direnişe alternatif sayılamayacağını, İsrail'in Gazze'den çekilmesinin direnişin başarısına bir örnek olduğunu hatırlattı. Hükümet olan Hamas'ın yoğun baskılara maruz kalacağı için direniş eylemliliğini eskisi kadar güçlü sürdüremeyeceğini, kendilerinin direniş tercihini sürdürmek istediklerini belirtti. Direniş ile siyasi mücadeleyi birleştiren Hamas'ın kuşatılmışlık altında bunu başarmasının zorluğuna değinen Muhammed el-Hindi, İslami Cihad olarak Hamas hükümetinin başarılı olmasını temenni ettiklerini ve desteklediklerini vurguladı.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR