1. YAZARLAR

  2. Hasip Yokuş

  3. Su Testisi Su Yolunda Kırıldı

Su Testisi Su Yolunda Kırıldı

Şubat 2020A+A-

ABD tarafından Kasım Süleymani’ye yönelik suikast girişimi yeni yılın en sansasyonel olaylarından biriydi şüphesiz. İşin sansasyonel boyutu ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir cinayete daha karışmış olması değildi elbette. Girdiği yerlere sadece zulüm ve gözyaşı götürmek emperyalistlerin doğal karakteridir. İşlediği binlerce cinayete bir yenisini daha eklemek ABD’nin kirli sicili düşünüldüğünde küçük bir detay hükmündedir.

İranlı General Kasım Süleymani’nin, Irak’ın başkenti Bağdat’ta 3 Ocak günü ABD saldırısında hayatını kaybetmesi, kısa sürede tüm dünyanın konuştuğu bir hadise haline geldi. Ortadoğu siyasetini bilenler açısından Süleymani’nin kimliği, kişiliği ve misyonu bu cinayeti çok daha ilgi çekici ve önemli hale getiriyordu.

Peki, kimdir bu Kasım Süleymani? 1998’den itibaren İran Devrim Muhafızlarına bağlı ‘Kudüs Gücü’nün komutanlığını yürüten Süleymani, özellikle ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte önce bu ülkede, ardından da Lübnan ve Suriye’de etkinliğini artırmış bir isimdi. Cephede Saddam’a karşı sıradan bir subay olarak başlayan askerlik hayatı, stratejik yetenekleri sayesinde hızla yükselen Süleymani, tüm Şii coğrafyalarda paramiliter güçleri eğitip örgütleyerek İran’ın etkinliğini oldukça geniş bir alana yaymayı başarmış, böylelikle İran dinî lideri Ayetullah Ali Hamaney’in de yakın desteği sayesinde, ülkesinin “cephedeki yüzü” olmuştu.

İran açısından böylesine önemli bir aktörün, “büyük şeytan” diye nitelediği baş düşmanı tarafından öldürülmesi sözün bittiği yerdi. Olayın sıcaklığıyla İran’dan yankılanan hararetli intikam yeminleri bölgede tansiyonun bir anda yükselmesine neden olmuş, üçüncü dünya savaşı senaryoları bile konuşulmaya başlanmıştı. Acem oyunlarına yabancı olmayan bizler açısından ise atılan sloganlar ve edilen intikam yeminlerinin ciddiye alınacak bir tarafı elbette yoktu. İnandırıcı olması için muhatabına edeceği nasihati kırk gün boyunca kendi hayatında tatbik eden bir gelenekten gelen bizler, kırk yıl boyunca palavra atan birilerine ne diye inanacaktık ki?

Bu değerlendirmeler birilerine ağır gelebilir, mezhepçilik fitnesi, Amerikan ağzıyla konuşmak vb. ithamlara maruz kalabilir ama müsaadenizle bu sonuca nasıl ve nereden vardığımızı tane tane açıklayalım.

1) Mezhepçilik fitnesinden söz edilecekse İran’ı birinci sıraya yazmak lazım. Ümmet bilincine sahip olan bizler, etnik ve mezhebî ayrışmaların İslam dünyasının başına ne büyük belalar sardığının elbette farkındayız. İran–Irak Savaşında bile mezhepçilik yapmadık, Sünni Saddam’a karşı Şii İran’ı destekledik. Oysa İran’ı hararetle savunduğumuz zamanlarda bile onlar aramızdan “Şii mühtediler” devşirmekle meşgul oluyorlardı. Ayrıca neden sadece İran söz konusu olduğunda koro halinde “mezhepçilik fitnesi” hatırlatılıyor da örneğin Suudi Arabistan söz konusu olduğunda bu “hassasiyet” terkediliyor? İran mezhepçiliğinin Suud mezhepçiliğinden ne üstünlüğü var?

2) Amerika’nın bölgedeki politikalarına teşne olmaktan söz edilecekse şayet; tüm hamaset söylemlerine rağmen ABD ile İran arasında Afganistan’la başlayıp Irak’la devam eden dolaylı ittifak göz ardı edilmemeli. Ayrıca Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmüş olması onu kahraman olarak görmemizi veya hayırla yad etmemizi gerektirmez. Daha evvel Saddam ve Bağdadi de aynı akıbeti paylaşmıştı. ABD vaktiyle alan açtığı, kullandığı ve elleriyle Müslüman kanı döktüğü maşaları işi bitince temizliyor, mesele budur.

Mevzumuza yeniden dönecek olursak; Kasım Süleymani, ‘Kudüs Gücü’nün komutanıydı. Ancak faaliyet göstermediği tek yer de Kudüs'tü. Buna mukabil İslam coğrafyasının her bir yerinde onun izlerini görmek mümkün: Humus'ta, Guta'da, Halep'te katledilen, İdlib'de çadırlara sürülenlerin yanı sıra Haşdi Şa’bi-ABD ortaklığıyla yakılan Felluce, Ramadi, Musul…

ABD veya Rusya tarafından altı üstüne getirilen şehirlerde binlerce sivile mezar olan o yıkıntıların arasında bir hayalet gibi gülümseyerek verdiği zafer pozlarını unutmak mümkün mü?

Yeni bir Fars imparatorluğunun kuruculuğuna soyunan Süleymani; bu yolda katliamlarına direkt veya dolaylı olarak sebep olduğu yüzbinlerce masumla kaderin bir cilvesi olarak aynı kaderi paylaştı. Fars imparatorluğunu yeniden ihya etmenin derdindeydi. Bu yolda da can verdi. Bağdat’ta başlayan cenaze töreni Kerbela ve Necef’te devam etti, Ahvaz, Meşhed, Tahran ve Kum duraklarından sonra, memleketi Kirman’da izdihamda ölümler eşliğinde sona erdi. Şii ressamlar tarafından çizilen ve Hamaney’in resmî sayfasında paylaşılan resimlere bakacak olursak Hz. Hüseyin onu cennette karşılamış, ardından da hiçbir Sünni’nin yer almadığı cennetin diğer bölgelerinde Şii kardeşleriyle sürur ve mutluluk içerisinde muhabbete başlamış.

“İslam Devrimi” sandığımız şeyin altından mezhepçi-taifeci bir ajanda çıktı. Süleymani işte bu ajandanın pratiğe aktarılan sahadaki yüzü olarak Kudüs ve Filistin sloganlarıyla, İran'ın mezhepçi ajandasını bölgemizde uygulamaya girişmişti. Ulusalcıların, Kemalistlerin, Solcuların ve İrancıların bize “İslam kardeşliği” ve “ümmet bilinci” konularında maval okumalarına gerek de yok ihtiyaç da.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR