1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Solgun Bir Halk Çocukları Ayaklanmasının Kalbi

Solgun Bir Halk Çocukları Ayaklanmasının Kalbi

Ağustos 2000A+A-

"Çocuk, evin aynasıdır" demişler.

Aslında dünyanın, insan olmaklığımızın aynası çocuk. Yabancılaşmanın en az vuku bulduğu alan. İnsanın ömrünün nispeten en temiz, en yalansız, en sahici yüzü, yönü. Allayıp pullamaya, ıkınıp sıkınmaya ve daha da önemlisi tekrar tekrar "temize çekme"ye gerek duymadığımız bir "önsöz" o.

Sanatçılar ve hele hele şairler için pek hainlik ve çirkeflik barındırmayan bir sığınak. Yahut gözlerimizi kendimize, kalemimizi kendi hayatımıza daldırıp bandığımızda sonu gelmez, bitmez tükenmez bir "arşiv". Değişken, eğreti bir aynanın; gittikçe/biz büyüdükçe ağulanan bir masal aynasının içinden süzülse bile bize, hep aradığımız, bitimsiz bir yitik olarak gördüğümüz bir şey o. Belki de bu yüzden hepimizin içinde gizli, en yakınımızdakine bile sezdirmekten çekindiğimiz "bir çocukluk kavgası" var. Ve Allah, bir çocuğun hiç değilse oluşmasını en az iki yetişkin insanın varlığına şart koşmuş.

Her buluşmada, her yüzleşmede bir yanımızı, bir yaramızı deşip incitse bile bizi en iyi anlayan, bize öyle numara çekmeyen, yukarıdan bakmayan ve üzerimize kir, pasak sıçratmayan bir "dost" bize çocuk.

Ve en çok ona, çocuğa, çocukluğa düşman insanlık.

En çok onları fırlatıp atıyoruz dünyadan. En çok onlara yalan söylüyor, onların oyunlarına, oyuncaklarına göz dikiyoruz.

Onların o saf, o masum hallerini öldürerek, onlara kıyarak başlıyor katliamlar. Sadece en çok çocuk doğuran ve çocukları en çok ölen Ortadoğulu annelerin söylediklerine değil, bakın bütün dünya halklarının ninnilerine; çocukla kazanılan sevinç ve bereket kadar büyük, belki de çok daha fazla bir acı, hüzün, endişe vardır onlarda. Çocuk, belki de anneyi, "anne" sözcüğünün her dilde çağrıştırdığı bütün o güzelliği, sahihlik ve içtenliği getirir bize. Ve ninni söylemeyi bilen annelerin çoğu hüznün yoldaşı, acının yaranıdır aynı zamanda. Bir eli yağda bir eli balda yaşayan; zenginliğe, güce, şatafata tapan kimi anneler bile, o itilmiş kadınlara, o gerçek annelere söyletirler ninnileri. Çocuklarını hizmetçi, bakıcı adı altında onlara bırakırlar. Ve çocuklar kimi zaman gerçek annelerinden daha fazla severler onları. O sevgisizlikten üşüyen yoksul ve yabanıl kadınlar ne çok kıskanırlar bunu. Gerçek bir annelik ve gerçek bir çocukluk, dünyanın en büyük servetiyle satın alınamayacak bir şeydir çünkü. İyi ki de öyledir!

Maddiyata, buyurganlığa ve alçaklığa dayalı, her türlü şımarıklık, her türlü tuğyan ve taarruz çocuğu, çocukluğu hedef alır önce. Önce onu örseler. Ve bu tavırlarda insana, insaniliğe garezi olan şeytandan bir koku, bir leke vardır. İnsana yöneltilmiş tüm kirli namlular, o masumluğu, o güzelliği, çocuksuluğu vururlar önce. Çünkü şeytana yakın ve yoldaş olanlar, her yerden melekleri kovmak isterler.

Kuyulara, kör kuytuluklara, zehirli kıymıklara atılanlar o çocuklardır. Cami avlularına, tapınakların önlerine bırakılanlar onlardır. Ekranlara, kirli sayfalara ne çok gömülür onlar. Önce onların başucuna tünemek ister yozlaşma. Darağaçları ilkin onları ürkütür. Önce onların yoluna dikilir kötülük. Sömürü önce onları satar.

Önce onların kolları, parmakları kırılır. Fışkıran kanları, yüzlerine acının haritasını çizen gözyaşları ekranlarımızı, evlerimizi doldurur. Göç yollarında o rengârenk ağıtları, ezgileri yüzlerini bebelerine bastırarak söyler kadınlar. Sokaklarda, tankların arasında mızıka çalan, eli daha silah tutamadan vurulan çocuklarla büyür savaşlar. Yıkılmış binaların altından onların minik elleri çıkar önce. Açlık; olanca çığlığını yanı başımızdan ve çok uzaklardan çocukla duyurur bize.

İnsanlıktan uzaklaşanlar; insana, insanlığı en çok çağrıştırdığı, en çok hatırlattığı için ne çok kıyarlar, ne çok boğarlar çocuğu. Ne çok nefret ederler ondan.

***

Devlet, o sinsi, o yanlış soruyu asık suratlı adamlar eşliğinde her yerde sorar. O soruyu egemenler, somürgenler, eli cebimizden çıkmayan ve kefenin de cebi olduğunu zannedenler, çirkin bir pişkinlikle çocuklara sorarlar:

- "Maveraünnehir nereye dökülür?"

Sınıfların arka sıralarından, coplanmış varoşlardan, göç yollarından, depremde yalnız bırakılmış çaresiz evlerden, yoksul emekçilerin barınaklarından, kapatılan okullardan, şefkati ve vicdanını yitirmiş yurtlardan, uçurtmaları vurulmuş hapishane koğuşlarından, mülteci kamplarından, çadırlardan, köprü altlarından.. Hep birlikte o ses, o düzensiz, ahenksiz fakat umut ve cesaret aşılayan o haykırış yükselir:

- "Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!"

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR