1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. F Tipi Yalanı

F Tipi Yalanı

Ağustos 2000A+A-

Demokratikleşme iddiasındaki ve AB'ye katılma yolundaki Türkiye'de hükümlü ve tutuklu sayısının fazlalığı ve devletin insan haklarını gözetmeyen cezaevi politikaları; hukukun keyfiliği, dış borç batağında dibe inilmesi, gelir dağılımındaki korkunç farklılıklar, inanç ve ifade özgürlüğünün kelepçe altına alınması gibi konular kurulu rejimin kara listesini oluşturan en önemli başlıkları oluşturmaktadır. Bir ülkedeki mahkum sayısının çokluğu ya o ülkedeki sömürge yapısını ya da halka rağmen oluşturulmuş oligarşik bir yönetimi, dikta rejimini veya yağmacı bir ekonomik yapıyı çağrıştırmaktadır.

Türkiye, dünyanın en çok cezaevine, tutuklu ve hükümlüsüne sahip olan ülkeler arasında en üst sıralarda yer almaktadır. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, 1 Haziran 2000 tarihi itibariyle Türkiye'de 516'sı kapalı, 37'si açık, 1'i çocuk, 3'ü çocuk ıslah evi, 1'i kadın ve çocuk evi olmak üzere tam 558 cezaevi vardır. Bu verilere göre iller dışında aşağı yukarı nüfusu 7-8 bini aşan tüm ilçelere birer cezaevi düşmektedir. Aynı tarih itibariyle de cezaevlerinde 72.805 kişi bulunmakta, her ay bu sayıya ortalama 400 kişi dahil olmaktadır. Ancak bu sayı sadece gasp, ihtikar, hırsızlık, kati, yaralama, kaçakçılık, esrar-eroin kullanımı gibi adli suçlu ve tutuklulardan oluşmamaktadır. Bu sayının yine Adalet Bakanlığı'nın verdiği bilgilere göre 12 bine yakını devlete karşı suç işlediği varsayımı ile "terörist" olarak nitelendirilmektedir. Oysa "terörist" tanımı ve kapsamı itibariyle muğlak bir ifadedir; uluslararası hukuk normlarında ve 1991 öncesi tasniflemelerde bu kişilere "siyasi" suçlu denilmektedir.

12 bine yakın siyasi tutuklu ve hükümlünün ise 10 bine yakını "fiili şiddet"e karışmış değildir. Zaten birçoğu henüz tutuklu/zanlı; mahkemeleri devam ediyor ve hüküm giymemiş durumdadır. Ve bu suçlama kapsamı içine "düşünce suçu" işlediği kabul edilen kişiler de sokulmaktadır. Yani devletin veya sistemin işleyişini, yürütmede bozuk giden bir şeyleri yazılı veya sözlü olarak dile getirdikleri için, Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanmaktadırlar. Bu tür suçlamaya muhatap olanlar DGM'deki duruşmalar sonunda siyasi mahkumlar arasına sevk ediliyor ve devlet tarafından "terörist" tasnifi içinde değerlendiriliyorlar. Örneğin Nurettin Şirin; Sincan Belediye Salonu'nda Filistin davasını savunduğu için terörist muamelesine tabi tutulup denkleştirilen kanun maddelerine göre 17 yıl ağır hapse mahkum edilmiş, düşüncelerini dile getirmenin karşılığı olarak "terörist" suçlamasıyla derdest edilmiştir.

Düşünce ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan 141, 142 ve 163. maddelerin kaldırılmasından sonra düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak ifade etmekten başka bir fiili olmayan Fikret Başkaya, Akın Birdal, Mehmet Pamak, Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan gibi birçok isim düşüncelerinden dolayı DGM'lerde yargılanmış ve "terörist" tasnifi içine sokulmuşlardır. Basındaki birçok düşünce yasağı da bu suç tasnifi içinde ele alınmaktadır. Örneğin Haksöz dergisinin 111. sayısında yer alan hukukun keyfiliği, inanç ve düşünceye yapılan baskılar ve F Tipi Cezaevleri tasarımının eleştirisi dolayısıyla kaleme alınan yazılar İst. DGM savcısı tarafından sakıncalı kabul edilerek dergi toplatılmış ve devlete karşı işlenmiş suç kapsamında dava açılmıştır. Son bir sene içinde yüzü aşkın basın-yayın organı bu tür suçlama ve takibatlara mükerrer olarak muhatap olmuşlar ve mahkumiyetlere çarptırılmışlardır.

Hukukun daraltıldığı, siyasileştirilip keyfileştirildiği böylesi bir süreçte sözlü, yazılı olarak muhalif bir görüş bildirmek veya bildiri dağıtmak, afiş asmak, protesto gösterisi yapmak gibi en masum ve "sivil" kabul edilen tepkiler bile ezilmek, susturulmak, sindirilmek istenmektedir. Ülkede soyguncunun, vurguncunun işleri en üst düzeyde örgütlenirken, halka tek tip kültür, tek tip kimlik dayatılırken; onbinlerce başörtülü öğrenci üniversitelerden atılıp, eğitim eşitliğine çok yönlü darbeler indirilirken; yüzbinlerce aile açlık sınırına itilip, halkın geleceği emperyalist kuruluşlara ipotek edilirken yaşanan zulmü, haksızlığı, sömürüyü ve cahiliyyeyi ifşa etmenin ve halkı uyandırıp bilinçlendirmenin yolları öncelikle cuntacılar ve egemen bürokrasi tarafından kesilmeye çalışılmaktadır. Tüm muhalif söylemlere karşı hukuk siyasal bir sopa gibi kullanılmak istenmektedir. Düşüncesini açıklayan Şirin'e verilen 17 yıllık ağır ceza veya başörtülü okuma hakkını savunmak için gösteri yapan öğrencilere destek veren Malatya eşrafının idam istemiyle yargılanması, hukukun muhalif unsurlara karşı nasıl da tehdit olarak kullanılacağının en çarpıcı örnekler değil midir? Bazı devlet ricali ilginç çıkışlarla hukukun keyfiliğini dile getirmektedir. Ancak bu keyfiliğe karşı önlem alınmadığı sürece yüksek bürokratlar tarafından ikide bir hukukun keyfiliğinin gündeme getirilmesi, hukuka olan güvensizliği ve korkuyu daha çok yaygınlaştırmaktadır. Zaten Türk ceza infaz uygulamalarına ve F Tipi modeline gösterilen tepkinin en önemli nedeni güvensizlik değil midir?

Sistem tarafından muhaliflere sadece hukuki alanda sopa göstermekle yetinilmemekte; suçlanıp hüküm giyen veya suçlanma aşamasında tutuklanan siyasi mahkumlara uygulanan cezaevi infaz politikalarıyla da daha çok baskı ve daha çok hak yoksunluğu dayatılmaktadır. Sopa, infaz aşamasında daha bir sert inmektedir. Cezaevi politikalarında yaşanan keyfilik ve hak ihlalleri hem dışarıdaki tüm muhaliflere korku salmaya çalışmakta, hem de denetim altındaki mahkumlara "ıslah projesi" adı altında daha da çok sinmeyi, kişiliksizleşmeyi, bedenen sağlıksız ve zayıf bırakılmayı dayatmaktadır. Ağustos ve Eylül ayları içinde gittikçe gündemi tırmandıracağa benzeyen F Tipi Cezaevi projesi de özellikle siyası tutuklu ve hükümlülere yöneltilen son ve ağır dayatmalardan birini oluşturmaktadır.

F Tipi Hücrelerin Nasıllığı?

F Tipi cezaevleri oda sistemi görüntüsüyle hücre esasına göre planlanmış ve siyasi mahkumları birbiriyle irtibatsız kılmak ve yalnızlaştırmak amacıyla projelendirilmiştir. 1 ve 3 kişilik odalardan müteşekkil olan F tipi cezaevlerinin kapasitesi 368 kişidir ve bu insanlara ciddi bir tecrit politikası dayatılacaktır. 4-5 trilyona mal olan bu cezaevlerinin yapımı için 300 trilyon TL. bütçe ayrılmıştır. İlk olarak Kocaeli, Tekirdağ, Edirne, Bolu, Ankara, İzmir gibi 11 ilde yaptırılan binaların Ağustos ve Eylül aylarında itibaren faal hale getirilmesi düşünülmektedir. Daha önceden inşa edilen Kartal (500 kişilik), Eskişehir (400 kişilik) ve Bingöl (300 kişilik) cezaevleri F Tipi'ne benzetilmeye çalışılmıştır. 54 adet E Tipi ve Özel Tip Cezaevleri de bazı bölümleri yıkılarak hücre/oda tipi sistemine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

1 kişilik odalar 10 metrekare, 3 kişilik odalar ise 45 metrekare civarındadır. Kocaeli ve Ankara Sincan'da inşa edilen F Tipi cezaevlerinde 103 adet 3 kişilik ve 59 adet de 1 kişilik oda bulunmaktadır. Bu oda alanları içine ranza, masa, dolap, duş ve tuvalet sızdırılacaktır. Oda zemini ve duvarları bir buçuk metre kalınlığında beton duvarlarla birbirinden ayrılmış ve ses iletişimi engellenmiştir. Odaların 16 metrekarelik yüksek duvarlarla çevrili, düzenli güneş alması mümkün olmayan bir avluya açılan kapısı vardır. Mahkumlara yemek, çelik oda kapısı altından iteklenerek verileceği düşünülmektedir. Odaların elektrik düğmesi oda dışındaki koridordadır ve cezaevi yönetiminin denetimi altında olacaktır. Tutuklu veya hükümlü sadece haftada yarım saat yakın akrabalarıyla görüşebilecek, bunun dışında görsel ve işitsel hiçbir iletişim kurma imkanı elde edemeyecek, istediği dergi ve kitapları okuyamayacak, diğer oda/hücre sakinleriyle irtibat kuramayacak ve günün 24 saati ve diğer günleri hep kilit altında geçecektir.

Oda sistemiyle ilgili veriler ancak gözlemcilere açılan inşaatı tamamlanmış F Tipi cezaevleriyle ilgilidir. Tamamlanmakta olan diğer F Tipi cezaevlerinde ise 1 kişilik oda/hücre sayısının 100'ü aştığı söylenmektedir. Ayrıca Adalet Bakanlığı'nın esrarını koruyan "Y Tipi" cezaevi tasarımının da proje aşamasına geldiği duyumu söz konusudur. Denizli'de inşa edilmekte olan cezaeviyle ilgili bilgiler daha da ürkütücüdür. Denizli'de yaptırılan cezaevindeki birer kişilik odaların tam bir hücre mantığı içinde 6 metrekare ve giriş kapılarının ise 50x50 santimetre kare olduğu bildirilmektedir. Bu hücreler tam bir tabutluğu andırmaktadır.

Kartal Soğanlık Özel Tip Cezaevi hakkında "Human Right Watch"ın üç ay önce kamuoyuna açıklanan raporunda benzer bilgilerle karşılaşılmıştır. Raporda yer alan tespitlerden bazıları şunlardır:

"Tek kişilik "tecrit hücreleri" ranza, masa, duş ve tuvalete yer verecek boyuttadır. Hücre gün ışığı görmemekle birlikte, yaklaşık 16 metrekare büyüklüğündeki avluya açılan bir kapıya sahiptir. Avlu, yüksek duvarlarla çevrilidir, Tutuklu ve hükümlülerin günde kaç saatliğine bu avluya çıkabildikleri bilinmemektedir. Cezaevinin fotoğraflarından, dış cepheyi gören pencerelerin çok az sayıda olduğu gözlenmektedir, Ayrıca hücrelerle koridoru birbirine bağlayan kapı, gün boyunca kapalı tutulmaktadır. Yemekler, mazgaldan ya da kapı altından verilmektedir. Bazı hücrelerde (ki çoğu devlet-mafya ilişkilerine bulaşmış kişilerdir) televizyon, radyo, buzdolabı bulundurulmasına izin verilmesine rağmen, özellikle siyasi suçlulara kütüphane ve kantinden yararlanma imkanı verilmemiştir..."

TBMM Cezaevleri Alt Komisyonu üyeleriyle birlikte Sincan'daki F tipi cezaevini inceleyen FP Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun yaptığı basın açıklamalarında ve 11 Mayıs 2000 tarihli Aktüel dergisinde yaptığı söyleşide F Tipi modelinin uygulanmasıyla ilgili çekincelerini belirtmiş ve şevkler sırasında çok kan döküleceğini öne sürmüştür.

Bu tespitler sayesinde F Tipi modeli hakkında daha fazla bilgi sahibi olan kamuoyunu, hükümlüler, tutuklular ve yakınları, İnsan hakları dernekleri ve savunucuları bu projeye karşı insani tepkilerini yükseltmeye başlayınca, hükümet ve kartel medyası konuyu saptırmaya hücre tipi oda sistemini adeta hukukla, adaletle ve insanlıkla alay edercesine "konforlu odalar" şeklinde sunmaya başlamıştır. Sıkıştıklarında da "teröristler"in "ıslah edilmesi" için bu uygulamanın şart olduğunu ve çağdaş infaz yasalarına da uygun düştüğünü iddia etmişlerdir.

Yasal Dayanak ve Tepki

F Tipi Cezaevi projesinin yasal dayanağı 1991 yılında yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'dur. Bu kanunun 16. maddesinin 1. fıkrasına göre mahkumların cezalarını "tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa" edilecek özel infaz kurumlarında dolduracakları belirtilmektedir. Çok açık bir şekilde yalıtmayı (tecriti) ve yalnızlaştırmayı öngören 3713 sayılı yasanın 2. fıkrasına, tutuklu ve hükümlülerden ve kamuoyundan gelen tepkiler sonucunda uzun bir dönem, cezaevlerinde oda/hücre tipine geçilememiştir. Tek tip kıyafet uygulaması ve hücre tipi projesi, gösterilen yoğun tepkiler sonucu geri çekilmiştir. 95 sonu ve 96 yılında Buca Cezaevi'nde 3 kişi, Ümraniye Cezaevinde 4 kişi, Diyarbakır'da 10 kişi, Bandırma'da 1 kişi bu dayatmalara direndikleri için güvenlik görevlileri tarafından öldürülmüştür. 1996 yılında tekrarlanan dayatmalar karşısında siyasi tutuklu ve hükümlülerin tüm cezaevlerinde başlattıkları "Ölüm Orucu" sonucu 12 kişi ölmüş ve ölüm sınırına gelen yüze yakın kişi de bedensel özürlü hale gelmiştir. Ülke sathında ve ülke dışında yükselen infial karşısında bu dayatmadan siyasi mahkumlarla yapılan görüşmeler ve varılan uzlaşma sonucunda vazgeçilmiştir. Ancak 28 Şubat Muhtırası'ndan sonra askerileşen uygulamalar cezaevlerini yeniden zorlamaya başlamış, 3713 sayılı kanun 1999 yılında çıkartılan örgütlü suçlarla ilgili kanunla tahkim edilerek F Tipi uygulaması hayata geçirilmeye başlanmıştır. F Tipi'lere benzetilen Eskişehir ve Kartal cezaevleri'ne sevkiyatlar başlatıldığında büyük huzursuzluklar yaşanmış, koğuş sisteminde ısrar eden Ankara Ulucanlar siyasi mahkumlarına jandarma ve özel timin müdahalesi katliama dönüşmüş ve 10 hükümlü ve tutuklu dövülerek işkenceyle öldürülmüştür. Ayrıca yine şevkler konusunda bir yıl içinde Metris, Bandırma, Burdur, Bergama gibi cezaevlerinde önemli sorunlar ve hak ihlalleri yaşanmıştır.

28 Şubat rejimiyle birlikte hızla yürürlüğe konulmak istenen F Tipi projesi kapsamında gündeme gelen cezaevi sevkiyatlarına karşı siyasi mahkumlar oldukça tedirgin bekleyiş içine girmişler, geleceklerini "tabutluk" olarak niteledikleri oda/hücre tipi infaz mahfillerinde geçirmek istemediklerini haykırmaya başlamışlardır. Oda tipi sistemin gayri insaniliği karşısında tavır koyan ve F Tipi cezaevlerini protesto eden 2 mahkum Adana'da kendilerini yakmışlardır. Anadolu Ajansının 9 Temmuz 2000 tarihli haberine göre kendilerini yakan Siirt Eğitim Fakültesi Öğrencisi Mahmut Yener ve Özgür Halk Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Nesrin Teke tedavi gördükleri hastanede birer hafta arayla can vermişlerdir. İnfial uyandıracak bu ölüm haberlerini gazete sayfalarından ve ekranlardan saklayan kapitalist medya, bu defa Burdur Cezaevi'de meçhul şevklerle ilgili girişime karşı direnen siyasilerin gördükleri zulmü gizleyememişler, koğuş duvarları yıkılırken kolu kopartılan bir mahkumun yaşadığı insanlık dışı vahşet kamuoyundan gizlenememiştir. Mahkumun çöplüğe atılan kopan kolu bir köpeğin ağzında görüntülenmiştir. Bu insanlık dramı demokratikleşme iddiasında bulunan bir ülkede yaşanırken, sistemin hak, hukuk ve insan hakları adına verdiği bütün sözlere şüpheyle bakmanın gerçekçiliği de bir kez daha ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki günlerde F Tipi cezaevlerine şevkler başladığında, tabutluk olarak değerlendirilen hücrelerde sürece yayılmış ve kişiliksizleştirilmiş bir halde ölmektense, sevk sırasında direnerek ölmeyi tercih eden siyasilerin sayısının oldukça kabarık olacağını tahmin etmek zor değildir. İdam cezasını kaldırma aşamasında olan bir ülkede, idam cezasını arattırmayacak ve bir kereye ait değil sürekli olarak idam sürecinin gerilimini ve acısını yaşatacak bir uygulama gerçekleştirilmek istenmektedir.

Gül Bahçesi mi Tabutluk mu?

Temmuz ayında Türk Tabibler Birliği Merkez Konseyi, Kocaeli 1 No.lu F Tipi cezaevini gezdikten sonra şu açıklamayı yapmıştır: "İnceleme sonucunda F Tipi cezaevlerinin fiziksel mekan olarak, bütün detayları ile kişileri izole etme/tecrit etme amacıyla düzenlendiği tespit edilmiştir." F Tipi cezaevi projesi ile aslında güvenlik sorunu adı altında, muhalif unsurların sistematik olarak sindirilmesi, siyasal ve düşünsel tercihlerinden uzaklaştırılması, kimliksizleştirilmeleri hedeflenmektedir. Tutukluluğu veya mahkumiyeti ile birlikte özel yaşamı, seyahat, haberleşme, toplanma hatta bilgilenme özgürlükleri kısıtlanan mahpusun güvenlik sorunu bahane edilerek diğer insani hakları ve hukuki güvenceleri yok sayılmaya çalışılmaktadır. F Tipi önlemi, güvenlik sorunu bahanesiyle mahkumları yalnızlaştırıp onur ve iradelerini baskı altında tutmaya ve çözmeye matuftur. Soruna hak gaspı açısından değil de iyi niyetle sadece güvenlik sorunu açısından yaklaşım gösteriliyor ise Kartal Özel Tipi Cezaevi'nde yatan devlet-mafya işlerine bulaşmış kişilere cep telefonlarının, uyuşturucunun ve silahların nasıl ulaştığı sorusunu Adalet Bakanı niçin cevaplamaktan kaçınmaktadır?

Otel odası veya gül bahçesi olarak gösterilen hücre odalar veya Adalet Bakanı H. Sami Türk'ün "tatil köyü" olarak takdim etmeye çalıştığı bu model, nasıl olup da insanları sosyal yaşamdan ve insani olandan tecrit etmektedir? Gerçekleştirilen ön uygulamalardan, F Tipi ile ilgili Cezaevleri İnfaz Müdürlüğü'nün verdiği demeçlerden ve insan hakları kuruluşlarının raporlarından çıkartılabilecek olan sakıncalı haller şunlardır:

a. Oda/hücre sistemi ile, tutuklu ve hükümlüler, koğuş ortamında sağladıkları sosyal iletişim ve dayanışma ortamından uzaklaştırılıp yalnızlık psikolojisine sevk edilerek mükerreren cezalandırılmak istenmektedir. Zaten 1991 tarihli TMY'nın 16. maddesinin 2. fıkrası "Bu kurumlarda açık görüş yaptırılmaz. Hükümlülerin birbirleriyle irtibatına ve diğer hükümlülerle haberleşmesine engel olunur." ifadesiyle bu gayri insani tutuma yasal dayanak sağlamaktadır. Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı "Cezaevleri İdaresi El Kitabı"nda bu amaç şu ifadelerle açıkça özetlenmektedir: "Teröristler birbirleriyle haberleşmemelidir. Çünkü terörist haberleşmediği zaman sudan çıkmış balık gibi ölür... Teröristi ruhen ve fikir bakımından besleyen kaynaklar kesilip kurutulunca, devrimci yanı yani yıkıcı yanı ölür."

b. Oda sistemine mazeret olarak koğuş sistemindeki ağalık sisteminin mahzurları öne sürülmektedir. Ancak ağalık sistemi siyasi mahkumlar için değil, adli mahkumlar için söz konusudur. Büyük koğuşlarda örgütsel eğitim faaliyetleri yapıldığı iddia edilerek F Tipi ile bu etkinliğin engellenmesi istenmektedir. Ancak mahsurlu görülen bir hususun engellenmesi cezaevindeki kişilerin inanç ve düşüncelerini tecrit politikalarıyla değiştirmek anlamına gelmemelidir. F Tipi cezaevlerinde kütüphane kullanımı adeta yasaklanacak, odalara ancak cezaevi yönetiminin istediği kitaplar ve süreli yayınlar sokulabilecektir.

c. 3 kişilik oda veya 1 kişilik hücreye tıkılan mahkumların, çok dar ve güneş ışıklarını engelleyen avluya ne zaman çıkartılacakları bile cezaevi infaz yetkililerinin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu dar alanlarda kişinin yürüme ve hareket etme ihtiyaçları da adeta pres altına alınmaktadır. F Tipi cezaevlerinin yapılışı fare labirentlerine benzemekte, göstermelik olarak yapılan kütüphane, yemekhane ve top sahası gibi ortak kullanım alanlarının mahkumlar arası iletişime vesile olur endişesiyle kullandırılması adeta törensel bir statüye bağlanacağı veya hiç kullandırılmayacağı düşünülmektedir.

d. Hücre tipi odalarda doğaya bakan pencereler olmadığı için zaman ve mevsim mefhumu zedelenecektir. Kişinin odasında ışık altında ne zaman oturacağına veya karanlık içinde bırakılacağına da yine cezaevi yönetimi karar verecektir. Zira hücre ve odaların elektrik düğmeleri dışarıdaki koridorda bulunmaktadır.

e. F Tipi cezaevlerinde koridorlara ve toplu alanlara yerleştirilen gözetleme kameralarının sayısı tüm mahkumlarının sayısının yarısı kadardır. Eğitim seviyesi ve maaşları düşük seviyede olan gardiyanlar ise, alacakları özel eğitim ile mahkumlara karşı şartlanacaklar ve mahkumu insan olmaktan ziyade "vatan düşmanı teröristler" olarak görebilecektir. Bilinçaltlarına "Asmayalım da besleyelim mi?" şeklindeki resmi görüşün yerleştirildiği infaz memurlarının, tabi tutulacakları uluslararası "mahkum hakları"yla ilgili kriterleri politik ve geçici mülahazalar olarak görmelerini engelleyici hiçbir garanti yoktur.

f. Bakanlığın açıkladığı 2000 yılı bütçesine göre ayrılan ödeneğe göre cezaevlerinde kişi başına düşen günlük harcama miktarı 700 bin liradır. Bu tahsisata göre tutsak ve hükümlülere çıkartılacak yemekle beslenmek, çöplükten ekmek ve yiyecek arayan dışarıdaki müstazafların durumunu aratmayacak bir tablonun ortaya çıkmasına neden olacaktır. F Tipi cezaevlerinde mahkumların kantinden alış veriş yapmalarında da önemli engellerle karşılaşacakları düşünülmektedir. Human Right Watch'ın raporunda belirttiği gibi, mahkumlar genellikle kapı altlarından sürülen yemekle yetinmeye mecbur bırakılacaklardır. Bu tahsisatla çıkartılan yemeğin bir insanın temel besin ihtiyacını karşılaması mümkün değildir. Mahkumların temel ihtiyaçlarını karşılamak için kendi aralarında oluşturabilecekleri imece tipi dayanışmalar da hücre duvarlarıyla engellenmiş olacaktır.

g. Beslenme yetersizliği, hareket alanının sınırlılığı, sosyal ve doğal alanlardan tecrit ve okuma imkanının kısıtlanması ile mahkumların konuşma, bilgilenme ve düşünme yetenekleri tedrici olarak zayıflatılarak tutuklu ve hükümlüler güdülebilir kişilikler haline getirilmek istenmektedir.

h. Yine Bakanlığın bildirdiğine göre 558 cezaevinde ancak 158 sağlık görevlisi bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin acil durumlarda doktorlardan yararlanma imkanları çoğu zaman mümkün olmamaktadır ya da hücre/oda tipi cezaevlerinde sağlık muayenesine çıkabilmek için gardiyanların insafına sığınılacaktır. Bugüne kadar ödenek yokluğu nedeniyle cezaevi ambulansları benzin alamadıkları için acilen hastaneye sevk edilmesi gereken birçok mahkumu ölüme terk edebilmiştir. Ödenek yokluğu nedeniyle acil müdahaleye muhtaç olan mahkumları hastaneye şevklerini sağlayamayarak ölüme terk etmelerine vesile olan Adalet Bakanlığı, mahkumları çok daha ağır koşullarda tutsak kılabilmek için F Tipi cezaevlerine trilyonlarca liralık yatırım yapabilmektedir.

i. Siyasi tutuklu ve hükümlülere sorgulama esnasında elektrik şokuyla, tazyikli soğuk suyla, filistin askısıyla yapılan işkencelerin bu defa da hücrelere kapatılıp yalnızlaştırılarak devam edeceği ve sistematik baskı karşısında çözülebilecek kişilerin itirafçılığa zorlanacağı ve ağır bunalımlara sevk edileceği üzerinde durulmaktadır.

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki F Tipi cezaevlerinde inşa edilen odalar veya hücreler temiz, düzenli ve sıhhi şartlara haiz olabilirler. Ancak bu odalar hapsedilerek zaten hürriyeti kısıtlanmış olan mahkumun geceleyin ve tayin edilmiş saatlerde kalacağı veya yatacağı mekan olmaktan ziyade, kütüphane, spor sahası, salonlar, yemekhane gibi ortak yaşam alanlarından tecrit edilmiş olarak hemen hemen tüm zamanını geçireceği dar bir alan olarak tasarlanmıştır. Çünkü dayanılan infaz yasalarına göre tutuklu ve hükümlülerin aralarındaki tüm iletişimin kesilmesi öngörülmektedir. Oysa insan bir robot değildir, sosyal bir varlıktır. Zaten çekeceği ceza nedeniyle birçok hürriyetinden mahrum olan bir insanı bir de sosyal ve en tabii insani haklarından tamamen mahrum etmeye kalktığınızda ortada sadece hürriyeti kısıtlanmış bir insan kalmaz, duygularını, bilincini, konuşma yeteneklerini ve her türlü onurunu kaybetme eşiğine getirilmiş zavallılaştırılmış bir varlık ortaya çıkar. Artık tüm insani hasletleri sistematik baskı ve tecrit politikalarıyla dumura uğratılan bu insan, her türlü depresyona, halüsinasyona ve zihinsel çöküşe maruz bıraktırılmış, direncini kaybetmiş, düşünce yeteneği geriletilmiş, fıtratına yabancılaşmış zavallı bir canlı haline getirilmiş olacaktır. İşte bu hal oda/hücre sisteminde yıllarca tutsak bırakılan mahkumun akıbetidir, bunun içinde bu sisteme şimdiden tabutluk sistemi denilmektedir. Sosyal irtibat boyutundan yalıtılmış olan oda/hücre sisteminin neticeleri daha ilk anlarda kendini fark ettirmiştir. Metris Cezaevinden Kartal ve Eskişehir cezaevlerine sevk edilirken dayak ve işkenceye muhatap olan İBDA-C mensupları oda sistemine tabi tutulmuşlardır. Bu çevrenin lideri konumundaki Salih İzzet Erdiş, Kartal Cezaevinde tek kişilik odada hapsedilmiş, daha önce gördüğü işkenceden sonra oda sisteminde sosyal yalıtılmaya da tabi tutulunca Erdiş, dayatılan şartlara dayanamayarak iki defa intihara teşebbüs etmiş ve son anda kurtarılmıştır. Oysa hürriyetinden yoksun bırakarak hapsettiği kişinin hukukunu koruma görevi bizzat devletindir.

Avrupa Standartları Demagojisi

Bir de F Tipi cezaevleri için "Avrupa standartlarında cezaevi" demagojisi yapılmaktadır. Avrupa'da gündemde tutulan tüm demokrasi ve insan haklan söylemleri tabii ki görece imkanlar sağlamaktadır. Ve bu imkanlar içinde dürüst insan hakları savunucuları hukuk dışı uygulamalara karşı müspet sonuçlar alabilmektedirler. Ancak tüm görüntüye rağmen egemenler ve kapitalist sistem için tehlikeli görülen muhalifler tutuklandıklarında tüm insani söylemler unutulmakta veya kamuoyu mahirane bir şekilde aldatılarak Avrupa'da da hukuk ihlalleri gerçekleştirilebilmekte ve yargısız infazlara başvurulabilmektedir. Kapitalizm her yerde devleti, hukukun üstünde kutsal bir araç şeklinde kullanabilmektedir.

Ben merkezci Avrupa insanının müstakil yaşama eğilimine iyi şartlarda imkan sağlayan oda sistemi Avrupa standartlarında sosyal ilişkiyi, kültürlenme, spor yapma ve doğayı takip imkanlarını kısıtlamamaktadır. Ancak İngiltere'de IRA üyeleri ve Almanya'da RAF yönetici­leri için bu sistemin tam bir kabusa dönüştürüldüğü unutulmamalıdır. Sistem muhalifi bu mahkumlar ya tam olarak sosyal ilişki boyutundan tecrit edilerek kimlikleri ve insanlıkları çürütülmüş ya da odalarında değişik yöntemlerle katledilmişlerdir. Benzer icraatler ve çifte standartlı tutum ABD'de de mevcuttur. 1999 yılında Türkiye'de yapılan "Anti Terör Zirvesi"ne katılan Almanya Federal Başsavcısı Mai Mehm, kendisine sorulan "Siz terörü nasıl engelliyorsunuz?" sorusuna verdiği cevapta şunları söylemiştir: "Biz sizin gibi yapmıyoruz. Biz teröristleri ömür boyu cezaevine sokuyoruz çıktıklarında ise kimse bu işi yapmayı aklına bile getirmiyor." Mehm, herhalde RAF mensuplarına uyguladıkları "hücrede infaz" stilinden daha uzun vadeye yayılmış bir katliamdan bahsetmektedir. Ve cunta yönetimlerinin şekillendirdiği Türkiye'deki cezaevi infaz sistemi herhalde Avrupa cezaevlerinde mahkumlara tanınan hakları değil, muhalifleri kamuoyunun gözetiminden habersiz bir şekilde ezmeyi, kişiliksizleştirmeyi, çürütmeyi hedefleyen örnekleri idealize etmektir. Bu niyet çarpıklığı F Tipi cezaevleri tartışmalarında açıkça kendini göstermekte ve kamuoyuna sunulan projeye güven daha da çok sarsılmaktadır.

Ancak Avrupa'daki oda tipi uygulamalardaki hukuksuzluk ve sosyal tecrit politikası istisnaidir ve çoğu zaman kamuoyu aldatılarak ve tecrit uygulamaları gizlenerek gerçekleşmektedir. Zaten birçok insan hakları kuruluşları bu tür hukuk dışı uygulamaları tespit ettiklerinde, hem kamuoyunu ve hem de adalet mekanizmasını rahatlıkla harekete geçirebilmektedirler. Türk ceza infaz sistemi, yürürlüğe koymak istediği F Tipi projesiyle neyi amaçladığını ise bütün gerçekçiliği ile ortaya koymaktan çekinmektedir. Cezai müeyyide olarak zaten hürriyetleri kısıtlanan mahkumların hukukunu kim gözetecektir. Yetkililer, Avrupa'dan verdikleri örneklerde ise, hukuki ve insani olanı değil, yasa dışı olanı ve insan hakları ihlali olarak görülen ve takibata uğrayan uygulamaları gündeme getirmek isteyerek keyfiliklerine meşruiyet temeli oluşturmaya çalışmaktadırlar. Yetkililerin sorunları çözme pratiği ise çoğu zaman dövme, öldürme ve kol kopartma şeklinde belirginleşmektedir.

Avrupa'daki cezaevi kuralları ve oda sistemi Avrupa insanının alışkanlıklarını düşündüğümüzde kendine özgü durumlar taşımaktadır. Ancak mahkum haklarını tanıyan ve bundan devleti sorumlu tutan çok önemli hukuki bir mevzuatta oluşturulmuştur. Örneğin Avrupa'daki oda sistemi kesinlikle mahkumlara ortak yaşam alanları sunan bir işleyiş içindedir. Avrupa Konseyi'nin Minimum Cezaevi Tretman Kuralları (1973) ve Avrupa Cezaevi Kuralları (1987), mahkumlar üzerinde devletin egemenlik imtiyazlarını değil, hukukun ve insan haklarının imkanlarını sunmaktadır. Örneğin Avrupa Cezaevi Kuralları (ACK)'na göre "Hürriyetten yoksunluk, insana saygıyı maddi ve manevi koşullarda ve bu kurallara uygunluk içerisinde gerçekleştirilecektir." Yine ACK ana ilkelerinden biriside hukuk devleti kuralını ön plana çıkartmaktadır: "infaz kurumlarında mahpusların tabi olacağı tretman (ıslah ve iyileştirme) hedefleri, sağlıklı olmalarını ve kendilerine saygınlıklarını muhafaza etmek ve ceza süresinin elverdiği ölçüde bireysel sorumluluklarını geliştirmek ve topluma avdetlerinde hukuka uyarlı ve kendi kendine yeterli bir yaşam şansını yükseltebilecek düşünce ve hünerlerin gelişmesini teşvik etmektir." Yine ACK, mahkumların sağlık şartlarıyla da ilgili tıp görevlilerine önemli sorumluluklar yüklemekte ve her mahkum için uygun hastane koşullarının hazır edilmesi zorunlu kılınmaktadır.

Devlet gizlilik içinde projeler geliştirip "Avrupa standartları" aldatmacasıyla mahkumlara sunmaktadır. Oda sistemiyle ilgili düzenlemelerde devletin tutumu, şartlanmış ve eğitimsiz infaz memurlarının alışkanlıkları güven vermemektedir. Devlet güven vermemektedir; zira düzenlediği af tasarısında devlete ve sisteme yönelik işlenen suçlar nedeniyle mahkum olan siyasilere karşı gerçekleştirebileceği "af"fı hiç düşünmemekte, kişilere karşı işlenmiş adli suçları ise mağdurlara sormadan ve onları iknaya yönelmeden yetkisi dışında affetmeyi tasarlamaktadır. Devlet, ülkede yaşanan zulüm ve haksızlıklar karşısında infiale kapılıp tepkisine şiddet karıştıranları düşünce suçluları ile birlikte "terörist" ilan ederken; halkın imkan ve birikimini soyanlara, işkencecilere, yargısız infazcılara, darbecilere, köy yakanlara, Susurlukçuları kullananlara ise terörist muamelesi yapmamaktadır.

Devlet banka batıranları, kamu arazilerini gaspedenleri mükafatlandırırken, baklava çalan, muhalif şarkı söyleyen çocukları ağır cezalara çarptırabilmektedir. Devlet güven vermemektedir. Bunun için de tutuklu ve hükümlü siyasiler, F Tipi cezaevleri'ni gül bahçesi olarak değil, üzeri saksılarda yetişen güllerle gizlenen tabutluklar olarak görmektedirler. Onurlu ve insan haysiyetine değer veren her erdemli kişi bu oyuna karşı çıkmalı ve yasal aldatmacaları mahkum etmelidir.

Türkiye'de sömürüye, haksızlığa, emperyalizme karşı olan herkes sormalıdır. Yazı ve konuşmalarında Filistin müslümanlarını, Kudüs'ü, Mescid-i Aksa'yı savunduğu için 17 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Nurettin Şirin'in inanç ve düşüncelerinin bedeli olarak tek kişilik bir odada tecrit edilmiş olarak 17 yıl yalnız başına bir odada tutulması nasıl bir duygudur? İsrail'de bile müslüman tutsaklar, böyle bir zulme maruz kalmıyor ve böyle kara bir duygu yaşamıyorlar. Sormanın ve sorgulamanın en temel haklarımızdan olduğu unutulmamalıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR