1. YAZARLAR

  2. Yusuf Yargın

  3. Sevenler Ölmez

Sevenler Ölmez

Mart 2022A+A-

Sırtında dolaştığımız şu fani dünyada adeta birer yaşayan ölüye dönüşmüş insanlara mukabil, ölümsüzlüğü daha şimdiden seçmiş kullar vardır. Onları bu tercihe sürükleyen irade aslında ilahi aşkın bir karşılığıdır. Ölümü ebedi bir idam olmaktan çıkaran anlayış, bu sevgi ve iman gücünden kaynaklanıyor. Âşıklar, duygusal ve fiziksel dönemeçlerle döşenmiş bu zorlu yolda, ruhlarını yükseltmek ve de varmak istedikleri yere varabilmek için ağırlık yapan her ne varsa atmak isterler. Yani hakiki sevgiliye ulaşmak için sahte sevgilileri terk ederler. Çünkü prangalarla yürüyenler, hedeflerine varamazlar. Ferhat, sevdiğinin resmini dağlara çizmiş olsa da Allah’ı sevenlerin maşuğu hiçbir tasvire sığmaz. Buna karşın Mecnun, sevdiğini çöllerde arardı. Oysa Allah, mekândan münezzehtir. Kim bilir belki de bu âşıkların aradığı, kendilerini arayandır.

Yürekten inananlara dönük olarak Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah’a karşı ‘takvalı’ olun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.1 der. Allah’a meftun bu âşıklar; takvayı ‘Allah’ın sevgisini kaybetme korkusu’ olarak yaşar ve her birinin avucunda, Rablerine sunacakları birer hikâyesi vardır.

Sevginin Referansı

Sevgi, insan yapısının haz veren her şeye meyletmesidir. Aşk ise sevginin şiddetli halidir. Arapçada ‘aşaka’ kelimesi; sarıp sarmaladığı ağaçla adeta bütünleşen ve onun yaşam kaynağını tüketen bir sarmaşığın adıdır. Osmanlıcada ‘ışk’ olarak geçen kelime, günümüzde ‘aşk’ olarak kullanılmaktadır. Aşk kelimesi Kur’an’da geçmez iken; daha çok ‘hub’, ‘muhabbet’, ‘vüdd’ ve ‘meveddet’ kelimeleri sevgi duygusuyla ilintili kelimeler olarak geçmektedir. İlahi aşk tabiri ise güçlü bir sevgi/eşedduhubben2 anlamında kabul görebileceği gibi kullanımı, tartışmaya açık bir tabirdir.

Sevmek insanın fıtratında vardır. Dolayısıyla sevmek, insanın zati sıfatıdır diyebiliriz. Bu durum her insanın, seveceği veya âşık olacağı anlamına gelmediği gibi birer potansiyel olarak her insanda mevcuttur. Çok seven ve çok sevilen manasındaki el-Vedud ismi, Cenab-ı Hakk’ın esmasından biridir. Sevme duygusunu yaratan Allah, aynı zamanda sevginin tek referansıdır. Birçok varlığa duyduğumuz sevginin arka planında, Allah’ın varlıklara koymuş olduğu cazibe yatar. Allah’ın varlığı rahmet olduğu gibi aynı zamanda muhabbettir. Allah hem çok sever hem de sevilmeyi ister. Tıpkı görenin görülmeyi istemesi gibi. Bu bağlamda sevginin tecelli edebilmesi için bir ‘sevgiliye’ gerek vardır. O halde insan zat olarak sevgilidir. Zaten insan, sevginin bir tecellisi olarak yaratılmıştır. Müminler Allah’ı çok sever lakin herkes kendi miktarınca sever.

Ortaya çıkma şartları kaldırılmadığı sürece insan fıtratı, bir muhabbet ehli olarak mutlaka bir şeyleri sever. İnsanın Allah’ı sevmesi, Allah’ın sevgisine bir mukabeledir. Bu durumda insan, hem Allah’ın sevgilisi hem de Allah’ı sevendir. Şu noktaya dikkat çekmek gerekir ki insan, Hak Teâlâ’yı seven/muhib olmaktan önce Hak Teâlâ’nın sevgilisi/mahbubudur. Maide Suresi’nde geçen: “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” (yuhibbuhum ve yuhibbunehu) ifadesinde, Allah’ın sevmesine öncelik verilmiştir. Nitekim tüm kâinatın yaratılışına muhabbet mayası çalan Rahman’ın; varlıklar üzerinde tecelli eden her türlü rahmeti, bu mayaya işaret etmektedir. Allah’ın, kullarına duyduğu sevginin kapsama alanında kalabilmenin koşulları; kulların O’na saygı duyması ve emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınmak suretiyle gerektiğinde canlarından, mallarından fedakârlık yapmalarına bağlıdır. Bu bağlamda gelişen ilahi bir aşk; kulların herhangi bir koşul ileri sürmeden kendi iradelerini Kadir-i Mutlak’ın iradesine teslim etmesini gerektirir. Öyle hesap kitap işine girmeden. Çünkü bu durum, samimiyeti bozar.

Maşuğunun sevdiklerini sevmek, nefret ettiklerinden ise nefret etmek doğal olarak gelişen bir duygudur. Bunun için herhangi bir irade ve çaba sarf etmeye gerek yoktur. “Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.” diyen Resul-i Ekrem (s), önümüze iman için sağlam bir tutamak koymuştur. Sevmek veya buğz etmek duygusu fiillere dönük olabileceği gibi, kişilere dönük de olabilmektedir. Allah’ın nuruyla aydınlanmış bir müminin kalbi, masiyet içerisinde olan insanları tıpkı mıknatısın iki ucu gibi iter ve de sevmez. Buna mukabil Allah’a dost olanlara dost olur. İsimleri tarihte yer almış fakat yüzlerini dahi görmediğimiz İslam âlimlerine, mücahitlere ve Allah dostlarına yönelik sevgi ve muhabbet beslenilmesinin temelinde, Allah’a duyulan bu muhabbet yatar. Zaten insanoğlu, fıtratı itibariyle kemali sever. Bundan dolayıdır ki kendisine bir faydası dokunmasa bile iyi ve erdemli kişileri sever. Ayrıca kendisine bir zararı dokunmadığı halde zalimleri sevmez. Allah’ı seven bir insan, O’nunla yakınlık/kurbiyet kurmak isteyerek dostluğun o güzel kokusu peşi sıra gider. Çünkü maşuğunun cemaline, cennetine ve mağfiretine kavuşma umudu, tüm bedenini kuşatmıştır.

İnsan yapısı gereği tüm güzelliklere ilgi duyar. Göze hoş gelen şeyler için arzu duymak manasındaki sevginin dinamiği şehvettir. Bir insanın karşı cinse sevgi veya daha şiddetlisi olan aşk duygusu ile temayül etmesinin arka planında arzu ve cinsellikten bir pay vardır. Yaratılmışlara duyulan aşk duygusunun sonunda firak vardır. Bâki olan Allah’ın aşkı bâki iken, fânilerin aşkı fânidir. Üstelik fâni bir beşere karşı duyulan aşk/tutulma halindeki bir âşık; maşuğunun ne kusurunu ne eksikliğini ne de fâniliğini görür. Bir Çin atasözünde ifade bulduğu gibi: “Aşk, tümüyle gözdür ancak hiçbir şeyi görmez.

Bilinmeyen Sevilebilir mi?

Hakkında bilgimizin olmadığı bir şeyi sevmemiz, işin tabiatına aykırı durur. Gazzali: “Eğer sevgiye konu olacak nesne tanınmıyorsa burada sevgiden bahsetmek mümkün değil.3 der. Sevmek için bilmek; muhabbetullah için marifetullah gerekir. Fakat yüce yaratıcı, sevginin bir nesnesi olarak düşünülemez. İnsanın sahip olduğu bilgi Allah’ı kuşatmaktan acizdir. İnsanın tasavvur gücü; duyular, hayal gücü ve akıl gibi araçlarla oluşur ki Allah, bu vasıtalarla tasavvur edilemez. Kısacası sonlu bir akıl, sonsuz olanı ihata edemez. Bu durumda da insan, Allah’ın öz varlığını/iç yüzünü/suretini bilemez. Kelam âlimleri bundan dolayı “Allah’ı sevmenin” mecazi olabileceğini ileri sürerler. Maturidi, Te’vilatü’l-Kur’an adlı tefsirinde arzu ve temayül manasındaki muhabbetin yaratılmışlara yönelik olup Allah hakkında kullanılamayacağını ileri sürer. Allah’ı sevmenin ancak “O’na itaat etmek”, “emrini her şeyin üstünde tutmak” ve “O’nu yüceltmek” şeklinde olabileceğini ifade eder.4 Zemahşeri ve Beyzavi gibi âlimler de bu minvalde görüşler ileri sürerek Allah’ı sevmeyi, Allah’a itaat etmeyi ve O’nun rızasını kazanmayı sevmek olarak açıklamışlardır.

Yukarıda yer alan kelami bağlamdaki değerlendirmeler, bir yönüyle gerçeği ifade ediyor olsa bile tatmin edicilik açısından eksiklik barındırıyor. Aslında bu değerlendirmelerden, Allah ile hiçbir bağ kurulamaz anlamı doğmaz. Aksi takdirde Kur’an’da yer alan “Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de ki: Ben kendilerine yakınım.5 ayetine muhalif bir durum oluşur. Bu hüsnü kabulün muhatabı olan gerçek müminler; doğal olarak kendilerini sevgi dolu bir yakınlığın kucağında hissederler. İşte bu noktada, tamamlayıcı olması bakımından Fahreddin er-Râzi’nin: “Kullar, Allah’ı zatından ötürü sevebilir.6 yorumu önem kazanmaktadır. Râzi, Allah-u Teâlâ’nın kemalinden dolayı ‘zatı’ itibariyle sevilebileceğini ve muhabbetullahı “Allah’a itaati sevmek” diye yorumlamanın eksik bir yorum olduğunu söyler. Nasıl ki âlim ilminden, yiğit kudretinden ve cömert kereminden dolayı seviliyorsa kemalin kaynağı olan Allah da bu yönden sevilebilir.

Hülasa edecek olursak; Allah’ın hususi zatı/öz varlığı bilinemezse de O’nun sübuti ve selbi sıfatları bilinebilir. Esmasının kâinattaki tecellisi görülüp müşahede edilebilir. Bu minvalde hâkimiyeti, sanatı ve âlemleri yaratmadaki hikmetleri bilindikçe O, daha çok sevilir. Zaten hayrı idrak eden bir kişi, tabiatı gereği O’na âşık olur.

Sevgi Karşılıklıdır

Mütekabiliyet esası ve sevgi duygusu, insanları birbirine bağlayan önemli ağlardır. Sosyal psikolojide mütekabiliyet/karşılıklılık normu, bir başkasının bizim için yaptıklarını geri ödememizi gerektiren toplumsal beklentiyi ifade eder. Bir yakınınızdan iyilik gördüğünüzde, ona karşılık vermek istersiniz. Tıpkı elini uzatana, ani bir refleksle elinizi uzatmanız gibi. Fakat sevgi temelinde gelişen ilişkiler, mütekabiliyet/karşılıklılık duvarını aşarak özgecilik, fedakârlık, özveri, îsâr, cömertlik ve merhamet boyutlarında dolaşır. Annelerin, çocuklarının cazibesine yönelik taşıdıkları sevginin doğurduğu tanımsız fedakârlıklara dair davranışlarda olduğu gibi. Dikkat çeken bir husus var ki anne ile çocuk arasındaki sevgi ilişkisinde ilk seven hep anne olagelmiştir. Allah ile ilahi şaheseri olan insan arasında gelişen sevgi ilişkisinde ise ilk seven Allah’tır. Zaten insanı, sevgisinin bir tecellisi olarak yaratmıştır. Kulun buradaki sevgisi, Allah’ın sevgisine bir mukabeledir. Yapı gereği insanın kalbi, güzelliğin cazibesine meyyal olarak yaratılmıştır. “En güzel olan” Allah’ın cazibe gücüne kapılan insan, sevgisini kulluğuyla yerine getirmek ister. Bu vesileyle beşerlikten insanlığa terfi etmiş olur. Bu bağlamda kul, görev ve sorumluluklarını yerine getirdiği sürece; varlıkların en azizi olarak Allah’ın vereceği izzetten bir pay almış olur. Kulun, kendi Rabbine duyduğu bu sevgi ve yansımalarına mukabil; el-Vedud’un (cc) lütfetme ve ikram etme deryası, sonsuz bir hayat müjdesiyle adeta coşar.

İman edenler en çok Allah’ı severler.7 O’nu seven, O’nun hoşnutluk ve yakınlığını arzu eder. Böylece ilahi sevgi Allah’a burak olur. Allah’ın koruması altında olan bu âşıkların, Allah’a duydukları bu ilgiye mukabil Allah da onlara ilgi duyar. Bu sevgiler birbirinden bağımsız değildir.  Mevlana’nın dediği gibi: “Gönlünde Allah sevgisi arttı mı şüphe yok ki Allah da seni seviyor demektir.”  Allah’ı sevenler, O’nun dinini dava edinerek kaygısını kuşanır. Böyle bir derdin sahibi olan yaralı yürekler, en çok O’ndan bahseder. Masiyet içeren ifadelere karşı dilini dişlerinin ardına hapseder. Kalbindeki ayrık otlarını temizleyip ilahi iradeye râm olur. Zannetmeyin ki biz, mevki makam elde etmeye ve bunları talep etmeye geldik, diye uyarır şair Yenişehirli Avni, ardından devam ederek: “Biz âleme bir Yâr için Âh etmeye geldik” der.

Kütüğü cennete kayıtlı olan insan, fâni bir varlık olmasına rağmen ebediyen yaşatılacaktır. Daha mükemmel ve ölümsüz bir hayat, insanlığın kadim bir rüyası olagelmiştir. Allah’ı seven ve bunu fiiliyata dökenler, ölümden korkmadıkları gibi Allah’a kavuşmanın da özlemini taşırlar. Onlar ölümü; cemale, cennete ve sonsuz bir hayata kavuşmanın kapısı olarak görürler. Ölüm olgusu pek çok insan için acı çağrışımlar yapabilir hatta hüzne boğabilir. Lakin ilahi sevginin meftunları için ölüm; hüzün kaynağı olmaktan çıkıp adeta bir düğüne dönüşmektedir. Çünkü ölüm, beden zindanından kurtulup “Büyük Dost”a kavuşmak, vuslata ermek anlamına gelmektedir. Aynı zamanda kendilerine vadedilen ve bir daha çıkmamak üzere girecekleri esenlik yurduna, cennete doğru yol almak demektir. O gün onlara denilecek ki: “Şimdi oraya (cennete) selâmetle girin. Artık bugün sonsuz hayatın başladığı gündür.8

İlahi sevgiye ulaşma adına her şeyi ‘yok’a saymış müminler; ölmeden evvel ölüp ölümü öldüren Hâk dostlarıdır. Müminler açısından ölen sadece insanın hayvani yani beşerî yanıdır. Yunus bu yüzden dememiş midir: Yunus öldü diye salâ verirler / Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez…

 

Dipnotlar:

1- Haşr Suresi, 18.

2- Bakara Suresi, 165.

3- Hülya Alper, “Sevgi Bilgi İlişkisi”, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,30(2006/1), s.5-19

4- Maturidi, Te’vilatü’l-Kur’an, nşr. Ahmet Vanlıoğlu, İstanbul, 2005, 1. 302.

5- Bakara Suresi, 186.

6- A. Hâkim Yüce, Râzi’nin Tefsirinde Tasavvuf, İzmir, 1996, s. 124

7- Bakara Suresi, 165.

8- Kur’an-ı Kerim: Kaf Suresi, 34

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR