1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. İslami Şahsiyet ve Tesettür

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

İslami Şahsiyet ve Tesettür

Mart 2022A+A-

Bugün hayatın her alanında Müslümanlar olarak büyük bir yozlaşma ve kuşatma ile karşı karşıyayız. Her açıdan çok hızlı değişimler yaşıyor ve bu değişimlere bağlı olarak da ciddi dönüşümler geçiriyoruz. Dolayısıyla yaşadığımız hayatı iyi analiz edebilmek için öncelikli olarak “Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?” sorusunu sormamız gerekiyor. 

Ne yazık ki bugün adına modernizm denilen Batılı paradigmaya ait kapitalist değerlerin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yani ciddi anlamda modern veya post modern çağdaş bir kuşatma altındayız. Ve böyle bir dünyada Müslüman olarak yaşamaya çalışmak, Müslümanca bir hayat sürdürebilmek ise büyük bir zorluk demek.

Müslümanlar olarak zihnimiz, Yaratıcımızla irtibatlı bir varlık tasavvuruyla, vahye dayalı bir hakikat anlayışıyla biçimlenmiş bir dünyaya ait iken; içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız çağdaş küresel dünya ise bunun tam zıddını yani vahyî sabiteleri dışarıda bırakan bir hayat tasavvurunu bizlere dayatmakta. Yani vahiy dışı düşünce sisteminin kurgulandığı, materyalist varlık anlayışının zihinlerimize kazındığı ve seküler dünya anlayışının tüm hayatımıza egemen kılınmaya çalışıldığı ideolojik görüşüyle karşı karşıya bırakılmaktayız.

İslam’ın hâkim olmadığı bir sistemde ve dünyada yaşıyoruz. Küresel kapitalist yapı ve kültür her yeri kuşatmış vaziyette. Siyer-i Nebi’de okuduğumuz Mekke cahiliyesi bugün sanki katmerleşerek tüm dünyayı kuşatmış vaziyette. Belki bugünkü küresel cahiliye çok daha kuşatıcı, müfsid ve zalim. Ulusal ve küresel cahilî sistemler içinde zorunlu ve tabiî ihtiyaçlarımızı karşılarken, Talut’un askerlerinin “nehirden geçerken bir avuç kadar içmek” (2/249) imtihanı ile şimdi bizler de karşı karşıyayız.

Bu nedenle yaşadığımız toplumda kendimizi hesaba çekmeli, başkalarının yanlışını tartışmadan önce ilk defa nefsimizin bu imtihana hazır olup olmadığını tartmalıyız.

Zihnimizde ve gönlümüzde yaşattığımız dünya ile yaşadığımız reel dünyayı hak ölçüler çerçevesinde ne kadar dengeleyebilir, ne kadar uzlaştırabiliriz? Bu tür sorular çoğu zaman zihnimizi meşgul etmekte. Bu tür ilmihal bilgilerini istişari temelde sık sık tutarlı bir şekilde gündeme getirmeli, müzakere ederek ve meşverete tâbi kılarak ortak çözümler üretebilmeliyiz. 

Çünkü bugün içinde bulunduğumuz modern hayat, yaşam tarzı, kişiler arası ilişki biçimi, dayattığı değer yapısı, meşruiyet kaynağı, idealleri, sabiteleri, değişkenleri ve davranışlara yön veren normları itibariyle Resulullah’ın (s) gösterdiği vahiy temelli hayat anlayışından çok farklı. İnandığımız doğrular ile yaşadığımız dünya çelişiyor.

Bu nedenledir ki çoğu zaman doğrularımızı hayata geçirirken kafa karışıklıklarımız, çelişkilerimiz, tıkanmışlığımız ve yetersizliklerimiz söz konusu olabiliyor.  

Kılık kıyafetten eğlence anlayışına, kadın erkek ilişkilerine, çekirdek aile hayatına, tüketim anlayışımızdan ibadetlerimize varana kadar insan havsalasını zorlayan bir yozlaşma, çürüme ve sekülerleşme krizi karşımızda dikiliyor. 

İçinde yaşadığımız bu cahilî çağda İslami bütünlüğün toplumda referans olarak devre dışı bırakıldığı bir dönem ve anlayış hâkim. Dinin, ahlakın, sabit veya içtihadi değerlerin, maruf örf ve adetlerin birbiriyle irtibatlı bütünlüğünün devre dışı bırakılmaya çalışıldığı bir süreç. Her geçen gün dinin ve maruf geleneğin değerleri arkaik olarak gösterilmeye çalışılıyor. Türedi yenilikler ve yenilikçiler şeytan gibi etki alanlarını genişletmeye çalışıyorlar. Kur’an’da belirtildiği gibi şeytanın “önden ve arkadan ve yanlardan insana yaklaşması”nı (7/16) hatırlatan bu sürece şeytani eğilimlere karşı mücadele tarzları geliştirdiğimiz gibi tarzlar geliştirmeliyiz.

Hayat tarzlarında ve sosyal medyalarda öne çıkan müfsidler, insanları fıtri ve vahyî mükellefiyetlerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. “Mükellefiyetlerinden uzaklaşanlar ilerliyor, seküler yeniliklere, orijinal şeylere yer açabiliyor.” anlayışı zihinlere yerleştirilmeye çalışılıyor. Adeta “Her şey değişmektedir.” diyen Epikür’ün dünyasını yaşayanların önü açılıyor.

Dolayısıyla bu seküler anlayışın ve dünyevileşme hastalığının bizim aile ve akrabalık ilişkilerimize, cemaat algımıza ve daha özelde de giyim kuşamımıza ve tesettürümüze de sirayet etmediği, musallat olmadığını söyleyemeyiz. Müslüman camiaların çoğu güç merkezlerinden tabana yani yukarıdan aşağıya bir bozulmaya ve kimliksel erozyon tehlikesine bu cahilî tüketim ve haz çağında daha fazla maruz kalıyor. 

Ekonomide, siyasette, evde, okulda, eğitimde, sokakta... Yani yozlaşma ve çürüme dediğimiz şeyin sadece tesettürde yaşanmadığını görüyoruz.  Çürümenin ve değerlerimizin bozulmasını faizli kredilere dikkat etmeyen ekonomik ilişkilerde de lüks tüketim anlayışımızda, ev içi ilişkilerimizde, misafir anlayışımızda, kullandığımız dilin değişiminde de tatil ve eğlence formumuzda da yani kısaca hayatın her alanında görmekteyiz.

“Başını Açan Kızlar” Gerçeği

İslami camiada görünürlük itibariyle modernitenin telkin ettiği hayat tarzının ayartıcı deformasyonu en fazla kızlarımızın ve hanım kardeşlerimizin giyim tarzlarında göze çarpıyor. Küresel ekonomik tüketim sürecinde rol alan akademya ve reklam ajansları kadın bedenini moda ya da sınırsız özgürlük (emansipasyon) telkinleriyle metalaştırıp istismar etmeye çalışıyorlar. Kimliksel donanım keyfiyeti yeterli olmayan bazı Müslüman hanımlar da nefsi tahrik eden bu ifsad edici cazibeli sunumların anaforuna kapılabiliyorlar.

Bugün ne yazık ki “başını açan kızlar” diye bir gerçeğimiz var. Bazı kız kardeşlerimiz Allah’ın emri olan başörtüsünden çeşitli sebeplerden dolayı vazgeçebiliyorlar.

Bu konu değerlendirilirken “Başını açan bu kardeşlerimizin sayısı çok mu az mı ya da çok yakınlarımızda olanlar mı bize biraz daha mesafeli olanlar mı başını açıyor?” gibi söylemlerle karşılaşmaktayız.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki tek bir kız kardeşimiz bile başını açmışsa elbette bu bizim için bir derttir. Bu bizim için bir hüzündür. Kalbimizi acıtmaktadır. 

Yine şunu belirtmek gerekir ki münferit baş açmaların sayısı gittikçe artmaktadır. Ancak “Kitlesel düzeyde başörtülüler başlarını açıyor.” söylemi her birimizin takip ettiği gibi abartılıdır ve doğru değildir. Böyle bir süreç müfsid egemenlerin ve ilerlemeci Batıcıların ve “çağdaş medeniyet seviyesi”ne ulaşmayı amaçlayan Kemalistlerin elbette arzusudur. Bunlar baş açma meselesinin toplumsal bir boyut kazanmasını arzu ediyorlar. Bunu özellikle sosyal medya gibi çeşitli mecralarda yürüttükleri kampanyalardan da anlayabiliyoruz.

Ama onların arzularının aksine 28 Şubat sonrasına nispetle dindarlık yatay olarak gelişiyor, başörtülülerin sayısı çoğalıyor. Elbette bu çoğalma içinde bilinçli olanlar kadar, bilinç itibariyle yeterince imkânlı olamamış olarak da başını örten kardeşlerimizin varlığı bir gerçektir. Ama tarihten bu yana gelen folklorik ya da gelenekçi ya da folklorik dinî bir kültürden veya Kemalizm’in biçimlendirmeye çalıştığı modernist dinî kültürden Kitabî/şer’i bir kültüre yönelim son 40-50 yıldan bu yana hep gündem tutan bir süreç oldu. Bu sürecin, sistemin engelleyici yaptırımları veya CHP politikaları dolayımındaki post modern yönelimlere göre inişleri ve çıkışları olabiliyor.

Son yıllarda AK Parti ve diğer muhafazakâr-dindar tabana sahip partilerin miting görüntüleri 1940’lı, 50’li, 60’lı yıllarla mukayese edilemeyecek düzeyde kamusal alanda başörtülülerin çoğaldığını göstermektedir. Ama üniversitelere ve üniversite mezunu olanların hayatlarına dikey alan diyecek olursak bu alanlar İslami bilinç ve tesettürün fıtriliği ve gerekliliği konusunda tutarlı tebliğlere ve tanıklıklara muhtaç. 28 Şubat’tan sonra tasfiye olduğumuz üniversitelerde hanım öğrenciler arasında da erkek öğrenciler arasında da daha önceden yakaladığımız İslami bilinci ve duyarlılığı yakalayacak henüz yeterli bir mesafeyi kaydedemediğimiz için, bu alanlarda veya buralardan mezun olanlar arasında başörtüsü çıkartmak gibi bazı zaafların söz konusu olduğundan bahsedebiliriz. Ama şunun altını da tekraren çizmek isteriz ki bu alanlarda tesettürü tercih eden çok kıymetli hidayet öykülerimiz de var.

Peki, bazı kadınların veya kızların başlarını açmalarının sebepleri olarak neler öne sürülüyor?

1- Bazı kızlar veya kadınlar daha öncesinde geleneksel olarak örtünüyorlardı. Tesettür konusunda yeterli bir İslami bilince ulaşamadıkları için uygun ortamı bulunca başlarını açtılar.

2- Kur’an-ı Kerim’e tarihselci anlayış ile yaklaşan bazı hanımlarımız ilgili ayeti (24/31) ve uygulamayı tarihsel olarak değerlendirip ayetin hükmünün bugün geçerli olmadığı düşüncesiyle başlarını açtılar.

3- Bazı kızlar veya kadınlar eş veya baba baskısından dolayı başlarını örtüyorlardı. Baskı ortamı ortadan kalkınca başlarını açtılar.

4- AK Parti iktidarının ekonomi, rüşvet, liyakat, adalet gibi konulardaki zaaflı tutumlarına kızan bazı kadınlar “Müslümanlık buysa ben yokum!” gibi yüzeysel düşünceler ve tepkilerle başlarını açtılar.

5- Feminist söylemin etkisinde kalarak ve özellikle kendilerini Müslüman feminist olarak tanımlayanlardan etkilenen kızlar başlarını açtılar. Modernist eğilimli bu grup sosyal medyada çok etkin. Üzerinde çalışılmış çok cazip bir dil kullanıyor. Çok fazla ajitasyon yapıyorlar. Ciddi mağduriyet edebiyatı var… Bunlar “Onun gibi düşünmüyorum ama saygı duyuyorum.” diyen hümanist bir dili ve sorumluluk yüklemeyen bir anlayışı yaygınlaştırıyorlar.

Deist anlayışı savunanların meşhur bir sözü var: “Dünya vatanım, tüm insanlar kardeşim ve iyilik yapmak dinimdir.” Bu sözler şirki, sömürüyü, ifsadı, fahşayı ve her türlü azgınlığı gidermek konusunda sorumluluktan kaçan bir insanın ruh halidir.

Başını açan kızlarla ilgili olarak bazı şahsi tecrübelerimi paylaşmak istiyorum. Özellikle son 7-8 aydır bu kardeşlerimizin bazılarıyla görüşmeler yapmaktayız. Bu görüşmelerde iki ayrı yaş grubu var:

1- 16-25 yaş arası

2- 30-35 yaş ve üzeri.

30-35 yaş ve üzeri hanımlarda gördüğüm kadarıyla ayeti inkâr ya da Kur’an tarihselciliği daha fazla söz konusu.

Ancak gençler farklı eğriler üzerinde. Başlarını açan veya açma eğiliminde olan gençlerin psikolojik olarak bir çıkmazda ve aslında bir yol arayışı içinde olduklarını ifade edebilirim.  Konuşmalarımızda öne sürdükleri sebepler içinde, “daha çok mutlu olmak” var. “Başörtüsünü kendilerine yakıştırmadıkları, başörtüsü ile istediklerini yapamadıkları” gibi mazeretlerin ardından en nihayetinde “başörtüsü takmalarının nefislerine ağır geldiğini” belirtiyorlar. Ve ayrıca bu düşüncelerin yanında İslam’ı gaybi, itikadi, ibadi, siyasi, sosyal, ekonomik ölçüleri boyutuyla ed-din veya bir dünya görüşü olarak yeterince kavrayamamışlar. Bu bağlamda altyapı sağlayacak yeterli bir eğitim ve öğrenimi alamamış olmalarının da büyük bir etkisi var.

Bu kardeşlerimize hayatımızda daha fazla yer açmamız, onlara merhametle yaklaşarak daha fazla emek vermemiz hepimizin sorumluluğundadır. İnsan esnek bir varlıktır. Bulunduğu ortamın şeklini alır. Bu gençlere şekil vermek bizim de sorumluluğumuzdur.

Kimlik Neye Aidiyet Duyduğumuzdur

Mümin mümine şifadır.” bilinci içinde birbirimizin yükünü hafifletecek, sıkıntılarına beraber çözüm üretecek ortamları sağaltmak ve aidiyetlerini artıracak ortamlar sağlamak gerekmektedir. Çünkü aidiyet aynı zamanda bir kimliktir.

Özellikle “biz” (1/4) bilincini yeniden yeşerterek beraber yürümenin yollarını aşındırmak gerekmektedir. Ne yazık ki bugünün dünyası çok fazla insan merkezli ve birey odaklı.

Bireycilik, liberalizmin insanı insanın kurdu yapan temel ideolojisidir.

Bireycilik, ideolojilere ve toplumsal aidiyetlere karşı liberalizmin açtığı savaştır.

Birey, bir gruba, bir aileye, bir cemaate, bir otoriteye ait olmamak demektir. Bireycilik, emansipasyon denilen benmerkezci Batı paradigmasına dayanan sınırsız özgürlük anlayışı ile fahşanın kapısını açmak demektir.

Ne yazık ki modernizmin etkisindeki Müslümanlar da bireyselleşme sürecinin etkisi altına girmektedir. 

Seküler düşünce, modernizmin sunduğu yaşama ve tüketme zevk ve hazlarına alışanların amentüsü yerine geçmeye başladı.

Bizler İslam ümmetinin bir şahsiyetiyiz. Şahsiyet fıtrata ve vahye şahit olmak, adil olmak demektir. İslami şahsiyet tek başına da olsa Kur’an’daki mesel olarak anlatılan “bir tohum” (2/261) gibi kendini vicdanında, itikadında ve amelinde “İbrahim tek başına bir ümmetti.” (16/120) bilinci içinde onurdan, adaletten, iyilikten yana “biz” gibi yetiştirip davranabilmesidir. Zaten salâtı ikame eden herkes her vakit namazında bu bilinci bir taahhüt olarak tekrar ediyor: “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.

Erkek olsun hanım olsun daracık pantolonları veya gömlekleri, malayani davranışları, dövmeleri, giyimini seküler moda tarzına uydurması nedeniyle şikâyet ettiğimiz Müslümanların gerek toplumsal kültürün ayartmalarına ve gerekse yakın sosyal çevresinin lakaytlığına veya pedagojik yaklaşım yanlışlarına rağmen ne oranda bir mümin veya mümine bilinci ile “biz” bilinci içinde eğitim aldığı sorusu hepimizin derdi ve meselesi olmalıdır.  

Bu nedenle bugün Müslümanlar olarak oturduğumuz yerde yoruluyor olma gibi hastalıklardan sıyrılmak, düştüğümüz yerde birbirimizin elinden tutarak birbirimizi ayağa kaldırmak, birbirimizi uyarmak ve harekete geçirmek gibi sorumluluklarımız olduğunu unutmayalım.

Hayat imtihanlarla yürüdüğümüz bir yoldur. Rabbimizin “Sizi biraz açlık ve korku, canlardan, mallardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (2/155) ayeti her daim hafızamızda diri olmalı.

Evet, hayat zor. Hayat akabelerle, sarp yokuşlarla dolu (90/11). Ve sarp yokuşlara tırmanmak zahmetli. Ama o sarp yokuşlardan tepelere tırmanarak yamaçları seyretmek de bir o kadar keyiflidir.

28 Şubat 1997 darbe sürecinde başörtüsünün yasaklanması ile nasıl ki birçok insan, başörtüsünün sadece bir bez parçası olmadığını, bunun çok ötesinde bir değere sahip olduğunu, bir kimlik olduğunu öğrendiyse bugün de yaşadığımız küresel cürümlere ve modernizmin ayartmalarına karşı bilinçli mümin erkek ve kadınların, saflarını sıklaştırarak her türlü tuğyana, zulme, haksızlığa karşı durmaları kaçınılmaz olmalıdır.  

Bizim görevimiz en güzel şekilde hikmetle tebliğ etmek, en güzel şekilde temsil etmek ve istikametimizi bozmadan en güzel yolda yürümektir. Gerisi Rabbimizin takdiri ve mükellefiyet yaşına girenlerin sorumluluğudur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR