1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. Şehadetin Fotoğrafçısı

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

Şehadetin Fotoğrafçısı

Haziran 2010A+A-

 “Hey kaptan! Hançer ağızlı bir öpücüktür zulmün karşısında susmak!

 Dilimizde tekbir, elde mukaddes sancak diren ey Gazze biraz!

 Ey Gazze! Özgürlük mutlak!”

 

22 Mayıs Cumartesi günü Sarayburnu’ndan Gazze’ye bir gemi çıktı yola. Aydınlığa meşale tutan insanlar taşıyordu içinde. Cesur ve adanmış yürekler bir de. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı gayri ahlaki ve insanlık dışı ablukasını kırmak için yola çıkan Nuh’un yeniden inşa edilmiş gemisiydi sanki.

31 Mart gecesiydi mü’min ve mü’mine insanları taşıyan insanlık gemisinde Gazze için, Filistin’in zeytin karası çocuklarının özgürlüğü için verilecek konseri televizyon ekranlarından dinlemek için sabırsızlanıyor ve gemideki yakınlarımızı bir kez olsun görebilmenin umudunu taşıyorduk. Ancak saat 22.50 sıralarında gemide alarmlar çalmaya, can yelekleri giyilmeye başlandı. Haydut İsrail’in savaş gemileri Mavi Marmara gemisine tacizde bulunuyor, helikopterler geminin üzerinde uçuş yapıyordu. Ve gemiden sesler yükselmeye başlamıştı. Adeta birkaç saat sonra yaşanacakların haberini veren sesler…

Saat 04.30 sularında ilk haberler gelmeye başlamıştı. İsrail askerleri gemiye saldırmış, çok kişi yaralanmış ve bir kişi de şehit edilmişti. O an ateş düştü yüreklerimize. Bakışlar kaygılıydı, gözler yaşlı… Biliyorduk hayatı da bahşeden ölümü de takdir eden yegâne güç Allah’tı. Ve biliyorduk ki insanlık için, mallarını, sevdiklerini yani tüm dünyalıklarını geride bırakarak hakkın ve adaletin şahitliğini üstlenmek için yola düşmüştü bu insanlar. Sonunda canlarını vermek bile olsa.

2 Haziran günü yeni şehit haberleri daha geldi. Ve toplam dokuz kardeşimizin Siyonist askerlerin korsanlığına karşı direnirken şehit düştüğü ve bunlardan birinin de Cevdet Kılıçlar abimiz olduğu haberini aldık. Acı haberi ilk duyduğumda hayatın durduğunu hissettim sanki. Duygularım birbirine karıştı. Sevdiklerimizi bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsünü taşırken yüreğimizde, şehit olmalarının tesellisi vardı belleğimizde. Bir dilamma idi adeta düşüncelerim.

Cevdet abiyi yakinen tanıyalı üç yıl oldu aslında. Adana’dan İstanbul’a yeni gelmişlerdi. Eşi Derya abla Özgür Çocuk Kulübü’ne gelmiş ve kızı Gülhan ile oğlu Erdem’i çocuk kulübüne kayıt yapmıştı. Ve o günden itibaren ellerimizi ve yüreklerimizi birbirine bağlamıştık sanki.

İlk zamanlar Vakit gazetesinden takip ettik Cevdet abiyi daha sonra İHH’nın basın biriminde görev yapmaya başladı. İHH’ya her uğradığımızda selam vermeden geçemeyeceğimiz bir insandı o.

Her zaman az konuşurdu Cevdet abi. Az konuşur ama çok çalışırdı. Mütevazı haliyle çocukları için örnek bir insan olmanın kaygısını taşırdı. Kızı Gülhan’ın babasının iyi ve güzel davranış ve tavırlarını anmadığı sohbeti adeta olmazdı. Onlarla nasıl ilgilendiğini, bildiği doğruları her zaman onlarla paylaştığını ve annesiyle babası arasındaki istişari ilişkinin güzelliğini aktarır ve biraz da arkadaşlarını farkında olmadan kıskandırırdı.

2009 yılında yaptığımız yaz kampına Gülhan da katılmıştı. Cevdet abinin en büyük arzusu kızı Gülhan’ın başını kapatması, başörtüsü takmasıydı. Çünkü o Alevi bir kültürden gelerek tevhidî kimlikle şereflenmişti. Artık o ne Alevi ne Sünni idi. Ama Rabbimizin vahyiyle bildirdiği ölçülerle Müslüman olmanın hazzını yudumlamaya çalışıyordu. Ve aynı mutluluk suyunu hem çocuklarıyla hem aile çevresiyle paylaşabilmek için en ince, en nazik, en vefalı çabaların taşıyıcısı olmanın gönüllüsüydü.

Kampın son günü Gülhan hepimizi mutlu eden bir kararla karşımıza dikilmişti. Artık iç tatmine ulaşan bir teslimiyetle başını örtmeye karar vermişti. Ve kamp dönüşü Cevdet abi ve Derya ablaya güzel bir sürpriz yapmıştı. Kamptan dönmüştük. Ertesi gün Cevdet abi “Kardeş bu gece mutluluktan uyuyamadım. Sabaha kadar gezindim durdum. Ve mutluluktan ağladım.” diyerek duygularını paylaşmıştı.

O yaşadığımız dünyada var olan zulmün, haksızlığın, sömürünün fotoğrafını çekerek topluma fotoğraf makinesiyle tanıklık yapıyordu. Ve bundan üç ay önce bütün yoğunluğuna rağmen zaman ayırmış ve iki ay boyunca Özgür Çocuk Kulübü’ndeki genç öğrencilere fotoğraf kursu vermişti. Sabırlıydı. Eğitimini tedrici bir ahlakla güzelleştiriyor ve sonunda genç zihinleri hem eğiterek hem sevdirerek motive edebiliyordu. Yaptığı işi bir ibadet aşkı ile severek yapıyordu. Şehadetiyle de aramızdan tüm dünyaya en büyük fotoğrafını bırakarak ayrılmıştı.

Seni özleyeceğiz Cevdet abi. Tıpkı Gülhan’ın dediği gibi. “Seviniyorum babam şehit oldu diye. Ama sesini özlüyorum, yüzünü özlüyorum. Sadece bunun için üzülüyorum.”

Hüsnü Yazgan abimizin Haksöz sitesinde Cevdet abi ile 1990’lı yıllardaki tanışıklığını anlatan satırları bize Cevdet abiyi çok güzel özetliyor aslında.

“İşkenceli sorgulardan sonra kelepçeli bileklerimizle DGM’ye doğru yol alırken ailelerimizden önce karşımıza çıkan sendin. Boynunda kamera, elinde not defterin ve kaleminle. Gazeteciydin. Ama sen bütün yüreğin ve sahipliğinle oradaydın… Sen DGM’lerdeki duruşmalarda muhabir sıralarında ama kardeşlerinin yakını olarak bulunuyordun. Bayrampaşa, Metris, Ümraniye, Bandırma, Bursa zindanlarındaki Müslümanların ziyaretçisi idin. Demir parmaklıklar arkasında kardeşlerinin bir yakını olarak bulunuyordun…”

Takvimlerden 5 Haziran 2010 Cuma.

Beyazıt Meydanı’nın hiç bu kadar kalabalık olduğunu görmemiştim. Cevdet Abi Kelime-i Tevhid bayrağına sarılmış naaşı ile eller üzerinde taşınıyordu. Tekbirlerle ve şehadet marşlarıyla uğurlanıyordu kutlu yolculuğuna. Bahattin Yıldız ve Faruk Aktaş ağabeylerimizin ardından yaptığı duası kabul edilmişti adeta: “İnşallah Allah bize de onlar gibi bir son nasip etsin.”

Cevdet Abimizin şehadeti halimizi yeniden sorgulamamıza vesile oldu. Bize bağırıyordu sanki: “Ey örtüsüne bürünenler! Kalkın, uyanın, Kitab’a tutunun, birbirinize sımsıkı sarılın ve haykırın… Örtünüz sizin üzerinizden kalkmadan.”

Ve son söz…

Beyazıt Camii’nin duvarına asılan pankartta yazıldığı gibi bizler şahitlik ediyoruz ki o “Şehit Olarak Yaşadı, Şahit Olarak Rabbine Kavuştu!” Biliyoruz ki hayatını imanla harmanlayanların, imanla anlamlı kılanların ölümleri de anlamlı olurdu. Ve şahitlik toplumda meyvesini verdiği zaman, ürün verdiği zaman değer buluyordu.

Rabbim senin ve tüm Mavi Marmara şehitlerinin şehadetini kabul buyursun.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR