1. YAZARLAR

  2. Ali Kaçar

  3. Resmi İdeolojinin İzleri Bütün Eğitim Kurumlarından Silinmelidir!

Resmi İdeolojinin İzleri Bütün Eğitim Kurumlarından Silinmelidir!

Haziran 2010A+A-

 

 

Sorular:

 

1- Milli Güvenlik Dersi nasıl bire kafa yapısının ve ne tür bir ideolojik yaklaşımın ürünüdür?

2- Milli Güvenlik Dersinin müfredatı ve işleyişinin TC eğitim sistemindeki konumu ve işlevi nedir?

3- Bu ders aracılığıyla okullarda estirilen “haki atmosfer”e ilişkin gözlemleriniz nedir?

4- Son dönemlerde özgürlüklerin genişletilmesi ve militarist dayatmaların azaltılmasına yönelik pek çok ilerleme sağlandığı iddiasına rağmen “Milli Güvenlik Dersi sorunu”nun Milli Eğitim Bakanlığının ve Hükümetin gündemine bir türlü gelmeyişini nasıl yorumluyorsunuz?

5- İslami kamuoyunun bu yönde somut, yaygın ve yoğun bir talebinin olmayışı sizce normal midir? Bu konuda neler yapılmalıdır?


1) Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, Osmanlı hinterlandında dönemin emperyal devletlerinin belirlediği sınırlar çerçevesinde, ırk esasına dayalı yeni ulus devletler kurulmuştur. Bu ulus devletlerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Kemalist irade, başlangıçta hilafet ve saltanatın kurtarılması için mücadele etmiş, bu nedenle de Müslüman halk tarafından desteklenmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda, dış emperyal güçlerin de yardım ve desteğiyle gücü eline geçiren bu irade, ırk/ulus temeline dayalı Batıcı, laik ve seküler bir devlet kurmayı hedeflemiştir. Bu hedefi gerçekleştirmek için de her türlü baskıcı, dayatmacı ve totaliter yönteme başvurmuştur; darbelerle, faili meçhul cinayetlerle ve göstermelik yargılamalarla terör estirerek bireysel ve toplumsal muhalefeti bütünüyle yok etmiştir. Halkın en masum, en tabii talepleri bile, en kanlı bir şekilde ve en zorba yöntemlerle bastırılmıştır. ‘Tek adam’, ‘ebedi şef’ unvanıyla Mustafa Kemal ilahlaştırılmış, emir ve buyrukları ise kutsal birer metin halinde halka zorla, baskıyla dayatılmıştır. 5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Atatürk yarım bir ilahtır; Türklerin babasıdır. Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir; ne Mussolini’nin, ne Hitler’in, ne de Lenin’inkiler onunkilerle ölçülemez!” denilerek Mustafa Kemal kutsallaştırılmıştır. Bu durum, Kemalist şairlerin şiirlerinde daha da belirgindir: “Evliya odur, peygamber odur!” ya da “Tanrı gibi görünüyor her yerde / Topraklarda, denizlerde, göklerde / Gönül tapar kendisinden geçer de / Hangi yana bakarsa Atatürk…” Mustafa Kemal’in ölümünden sonra da “Atatürk senin için ölüm yoktur. Olamaz! Sen Türk’ün Tanrısısın! Tanrı hiç ölür mü?” denilmesi Kemalistlerdeki hastalıklı ruh halini yansıtmaktadır.

İşte Türkiye Cumhuriyeti bu ruh haline sahip Kemalist kadro tarafından kurulmuştur. Milli Güvenlik Dersleri, hatta bütünüyle eğitim sistemi de böylesi ırkçı, şoven ve hastalıklı ruh haline sahip bir kadro tarafından hazırlanmış ve zorla topluma dayatılmıştır. Bunlar, bir avuç azınlık olmalarına rağmen, her dönemde gücü ve yönetimi ellerinde bulundurmuşlardır. Bu zihniyet, halka rağmen halkçı, halkı dışlayan, adam yerine koymayan, elitist, totaliter, Batıcı, laik ve sekülerist bir zihniyettir. Bu hastalıklı zihniyet, ne yazık ki, o gün de ülke yönetimine egemendi, bugün de egemendir!

2) Mustafa Kemal’in ‘tek adam’lığı, Birinci Meclisi bir darbeyle 1 Nisan 1923’te feshetmesiyle başlamış, 19 Aralık 1923’te ordunun Kemalistleştirilmesiyle de pekişmiştir. Mustafa Kemal, sırasıyla saltanatı kaldırmış, cumhuriyeti ilan etmiş ve hilafeti kaldırmıştır. Bundan sonra artık sıra Batılılaşmaya gelmişti. Bu amaçla da hilafetin 3 Mart 1924’te kaldırılmasını müteakip aynı gün Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış, din ve dinî işleri kontrol altında tutmak için Diyanet İşleri Başkanlığı ihdas edilmiş ve Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulü sağlanmıştır. Bunlarla da yetinilmemiş, şer’i mahkemeler kaldırılmış, yeni oluşturulmaya çalışılan bu düzeni hukuki olarak güvence altına almak için yeni anayasa hazırlanmıştır. Medreseler, dönemin Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar’ın bir genelgesiyle kapatılmış, eğitim -askerî eğitim hariç- bütünüyle, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Yine Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince dinî eğitim için usulen de olsa imam hatip mektepleri açılmış, ancak ilerleyen yıllarda talebe bulunamadığı bahanesiyle bu okullar kapatılmıştır. 22 Mart 1926’da ‘Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun’ kabul edilmiş ve bu kanun gereğince devletin izni olmadan hiçbir okulun açılamayacağı hüküm altına alınmıştır. 1 Kasım 1928’de Latin harfleri kabul edilmiştir. Artık Arap harfleriyle kitap, gazete, dergi, mecmua çıkarılamayacak, tabela, mektup ve dilekçe dahi yazılmayacaktı. Kısacası her türlü yazışma Latin harfleriyle yapılacaktı. Bunun aksine davrananlar için ise Ceza Kanununun 526. Maddesi gereğince cezai müeyyide getirilmiştir.

1924’ten itibaren başta eğitim kurumları olmak üzere ülke bütünüyle ‘tek adam’ın buyruğuyla, tepeden inmeci/jakoben bir anlayışla, baskı ve zorbalıkla idare edilmeye başlanmıştır. Takrir-i Sükûn Kanunu ve bu kanun gereğince kurulan İstiklal Mahkemeleri, halkı sindirmede, onları baskı altına alarak tepkisizleştirmede en önemli araç olarak kullanılmıştır. Bu despotik zihniyetin oluşturduğu militarist ortam, halkı bütünüyle devre dışı bırakmış ve hiçbir konuda tepki gösteremez hale getirmiştir. En tabii, en masum ve en sıradan tepkiler bile ülke güvenliği ya da irtica hortluyor bahanesiyle en acımasız bir şekilde bastırılmış ve sonrası için de en zecri/zorba tedbirler alınmıştır. Böylece ülke, askeri diktatörlük anlayışı çerçevesinde yeniden dizayn edilerek tam anlamıyla bir korku cumhuriyetine dönüştürülmüştür.

Her alanda hissedilen otoriter tutum, eğitim alanında da kendisini hissettirmiştir. Bundan amaç ise, devlete sadık, itaatkâr, söz dinleyen ‘iyi’ vatandaş yetiştirmektir. Okullar, bu anlayışın uygulanabileceği bir alan olarak görülmüş ve buna uygun olarak da yeniden şekillendirilmiştir. Bütün dersler bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olsa da, 1926’da müfredata ilave edilen Milli Güvenlik Dersi ile bu durum daha da belirginleşmiştir. Bu dersler, pedagojik eğitim almamış, okula en yakın askeri garnizonun komutanı tarafından tayin edilen bir muvazzaf ya da emekli/müstafi subay tarafından verilmesi hükme bağlanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, bu dersi uygulayan değil, sadece inceleyen ve onaylayan bir konuma sahip olmuştur. Milli Güvenlik Dersi programı, hangi sınıflarda, hangi konuları kapsayacağı ve haftada kaç saat olacağı, Milli Savunma ve Milli Eğitim Bakanlıkları ile koordine edilerek, Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanmıştır. Programda yapılacak değişiklikler her yıl Haziran ayı içerisinde yayınlanmaktadır. Kısacası, Milli Güvenlik Bilgisi Dersi, diğer derslerden farklı olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmakta ve askeri makamlarca belirlenen muvazzaf/müstafi subaylar tarafından verilmektedir.

1926 yılında ortaöğretim müfredatına konan bu dersin ismi ve içeriği zaman içinde bir takım değişikliklere uğramış ise de işleniş biçimi aynı kalmıştır. Bu derslerde en kapsamlı değişiklik 28 Şubat sürecinde -1998’de- gerçekleştirilmiştir. 1998'den itibaren uygulanan ders programı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tanıtımı, rütbeler, askerlik, milli savunma gibi konuların ya çok az ya da hiç işlenmediği, bunun yerine dersin ağırlık merkezinin iki yeni bölüme kaydırıldığı görülmektedir. Bunlar: 1- Atatürk ilkeleri ve milli birlik ve beraberlik, 2- Türkiye Cumhuriyeti üzerine oynanan oyunlar.

Programda, dersin ilk üç amacı ise şöyle sıralanmaktadır: “1) Türk gençliğinin Atatürkçü görüş ve düşünce doğrultusunda yetişmesine katkıda bulunmak, 2) Milli stratejimizi, milli hedeflerimizi ve milli menfaatlerimizi bilmek ve bunlara karşı olan unsurlarla mücadele etmesini kavramak, 3) Türk Silahlı Kuvvetlerini tanıtmak.”

Kısacası Milli Güvenlik Bilgisi Dersinde öğrenciden, düşünen, haklarını bilen, eleştiren, merak eden bir birey olması değil, kitapta yazan görüşleri harfi harfine tekrarlayan (hatta hayata geçiren), haklarını değil ama sorumluluklarını çok iyi bilen, her türlü farklılıktan korkan, Türkiye'nin düşmanlarla çevrili olduğunu düşünen, “yabancı”lardan korkan, Türkiye'de ifade edilen her türlü aykırı görüşün “dış kaynaklı” olduğuna inanan, uluslararası alanı savaşların, uluslararası ilişkileri ise orduların belirlediğini düşünen, sorunların çözümünde şiddet kullanımını kaçınılmaz gören bir birey olması istenmektedir. (http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=6&ArsivAnaID=17184)

3- Ülke yönetimini ele geçirdikten sonra Kemalist iradenin, toplumu dönüştürmede başvurduğu en önemli araç eğitim ve eğitimin verildiği okullar olmuştur. Bu nedenledir ki, hilafetle birlikte ilk iş olarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş, medreseler kapatılmış ve emperyal Batı’nın laik ve seküler/din dışı eğitim anlayışına uygun bir eğitim politikası yürürlüğe konulmuştur. Bu eğitim politikasıyla çocuklar ana sınıflarından itibaren ilköğretimden lise ve üniversite sıralarına kadar, Kemalist ideolojiye uygun, Batıcı, laik, seküler bir eğitime tabi tutulmuştur. Dayatmacı ve militarist bu eğitim sayesinde sorgulamayan, kimliksiz ve kişiliksiz, tek tipçi, resmi ideolojinin öngördüğü kalıplara uygun vatandaşlar yetiştirilmek istenmiştir. Bu eğitim askerî okullarda da MEB’e bağlı okullarda da militarist anlayışa sahip sivil ya da askerî öğretmenler tarafından verilmektedir. Nitekim her sabah okul önlerinde askerî disiplin çerçevesinde öğrencilerin ‘Hazır ol!’, ‘Rahat!’ komutlarıyla nizami olarak sıraya dizilişleri, komutla marş ve ant okumaları ve sonrasında da sırayla, marş marş korosu eşliğinde sınıflara girmeleri, küçük yaşlardan itibaren çocukların psikolojilerinin nasıl alt üst edildiğini ortaya koymaktadır. Bu da gösteriyor ki, sadece askerî okullar değil, sivil okullar da oligarşik askerî vesayetin derin kuşatması altındadır. Bu kuşatma görevi, Milli Güvenlik derslerine giren öğretmen/subaylar tarafından yerine getirilmektedir. Bu subayların, üniformalarıyla, içi silahlı askerlerle dolu cemselerle okula gelişleri, hem öğrenciler üzerinde hem de okul idarecileri ve personeli üzerinde doğrudan bir baskı ve korku oluşturmaktadır. Subay/öğretmenlerin okul içerisinde sınıflara girerken ‘Dikkat!’ komutuyla girmeleri, ‘Nasılsınız?’ sorusuna öğrencilerden ‘Sağ ol!’ cevabını almaları, üniformalarıyla ders anlatmaları, öğrenci/öğretmen-subay ilişkisinin emir-komuta ilişkisi çerçevesinde devam etmesi, okullara kışla mantığını egemen kılmaktadır. Okullar çocukların bilgi, beceri, yetenek ve kişiliklerinin geliştiği ortamlar olması gerekirken tam tersine militarist bir anlayışla çocuklar edilgen, suskun, haklarını aramayan, yanlışları sorgulamayan birer genç olarak yetiştirilmektedirler.

4- Askerî vesayet rejimi, her alanı olduğu gibi siyasi alanı da belirleyen, şekillendiren ve yönlendiren bir güce sahiptir. Hiçbir partinin, bu güce rağmen iktidarını devam ettirmesi mümkün değildir. Hele İslami görünümlü bir partinin, bu oligarşik egemen güce rağmen iktidarda kalması hiç de mümkün değildir. AKP, iktidarını içerideki azgın azınlığa karşı, AB’ye -ve ABD’ye- dayanarak korumuş, en azından kendisine yönelik yapılacak darbeleri -şimdilik- engellemeyi başarabilmiştir. Yoksa AKP’nin, kendi iktidar gücüyle, içerideki azgın azınlığı durdurabilmesi elbette ki söz konusu değildir. AKP Hükümetinin içeride, askerî ve sivil oligarşik güçlerin hukuksuz ve gayri meşru otoritesini zayıflatma yönünde attığı adımları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu nedenle de AKP Hükümeti, içeride ve dışarıda bu adımları atarken dış emperyal güçlerin menfaatleriyle çatışmamaya azami dikkati göstermiştir. Üstelik AKP’nin özgürlükleri genişletme adına yaptığı düzenlemeler, sadece yasal alan ile ilgili düzenlemelerdir. Türkiye’de, yasal boşluk olduğundan dolayı darbeler yapılmamaktadır. Askerî vesayet rejimi ve dolayısıyla darbeler, yasalara, üstelik idamı/ağırlaştırılmış müebbet hapsi öngören yasalara rağmen yapılmaktadır. Zihniyet değişimi gerçekleşmeden, sadece yasal düzenlemelerle azgın oligarşik güçlerin siyasete müdahale etme ve darbe yapma hevesi kırılamaz! 

AKP Hükümeti, sadece Milli Güvenlik Dersi sorununa değil, daha birçok alanda Müslüman halk için yakıcılığını devam ettiren birçok soruna el at(a)mamıştır. İmam hatiplerde katsayı problemi, başörtülüler için kamusal alan zorbalığı, zorunlu eğitim saçmalığı, askerî oligarşinin bireysel ve toplumsal hayatı dizayn etme ısrarı ve başta milli Güvenlik Dersi olmak üzere, eğitim müfredatını resmi ideolojiden arındırma konusunda ciddi hiçbir adım atılmamıştır ya da sivil ve askerî oligarşik bürokrasi tarafından atılan her adım engellenmiştir. Ama unutulmamalıdır ki AKP, tek başına iktidar olmuş bir partidir. Milli Güvenlik Dersinin kaldırılmasının AKP Hükümetinin gündemine gelmemesini biraz da bu yönüyle okumak gerekiyor.

5- Kemalist irade, despotik, baskıcı ve totaliter bir iradedir. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri ile darağaçlarında binlerce masum ve mazlum insanı sallandırılmak suretiyle oluşturulan baskı ve korku ortamının izleri, halk üzerinden hâlâ silinmiş değildir. Bu baskı ve korku, çok partili dönemde de oligarşik egemen güçler tarafından aynen devam ettirilmiştir. Daha önce var olanlara ilave olarak çıkarılan 5816 sayılı Mustafa Kemal’i Koruma Kanunu ile ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyenleri bile en ağır cezaların verilmesine neden olan 163. Madde unutulmuş değildir. Ya darbe ve sonrasında yıllarca devam eden sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde estirilen terör ve oluşturulan baskı ortamı?! Evet, tek parti döneminin oluşturduğu baskı ve korku ortamı, ne yazık ki çok partili dönemde de aynen devam etmektedir. 28 Şubat postmodern darbesi, özellikle de Müslümanlar üzerinde baskı ve korku ortamını sürekli hale getirmiştir. Binlerce insan ya işinden kovulmuş ya da yargısız infazla zindanlara atılmıştır.

Ancak bütün bu baskı ve tehditlere rağmen haksızlıkların karşısında susmak Müslümanlar olarak bizlere asla yakışmaz. Bu nedenle, Milli Güvenlik Dersi başta olmak üzere, bütün eğitim kurumlarında, resmi ideolojinin bütün izlerini silmek için sesimizi mutlaka yükseltmeliyiz. Çünkü bu, insani ve imani bir sorumluluktur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR