1. YAZARLAR

  2. Bahadır Tok

  3. Okutulacaaaak, Okut! Militarizm ya da Warofili

Okutulacaaaak, Okut! Militarizm ya da Warofili

Haziran 2010A+A-

Kuşkusuz, toplumsallık düzen gerektiren bir süreçtir. Ancak her süreç kendi tabiatına uygun veriler üzerine biçimlenir ve buna uygun davranışsallıklar üretir. Buna bağlı olarak eğitim de bir nizam ve intizam öğrenme ameliyesinin çok önemli bir parçasıdır. Toplumlar varlıklarını devam ettirebilmek için zihinleri biçimlendirilmiş kurşun askerlere ihtiyaç duyarlar. Bu, sosyoloji penceresinden çok şaşılacak ve itiraz edilecek bir durum değildir aslında. Ne var ki kendi karakteristik kodlarını doğallık ve adalet üzerine değil de baskı ve zor üzerine yükseltmiş toplumlar/mühendisleri bu düzenin devamı için “mutlak itaat” kavramını öncül kabul eder ve toplum fertlerinin her birini bu devamlılığı sağlayacak dolgu malzemesi, birer nesne olarak görürler. Faşist toplumlarda özellikle “düşman” olgusu temel belirleyen olduğundan, sürekli ‘savunma’ ve ‘savaş’ konsepti, hâkim retorik ve temel mantalitedir. Buna bağlı olarak da toplum dokusunu oluşturan her birim birer savunucu, yani birer asker olarak algılanır. Türkiye’de çağdaş olarak NATO süreciyle resmiyet kazanan bu mantık, ilk Türk devletlerine kadar giden bir izleğe sahiptir. Çevresinin düşmanlarla kuşatılmışlığına inandırılmış bir toplum, haliyle teyakkuz halinde olacak, bu tutum toplumu sürekli bu gerginlik ve korkularla ajite ederek mekanizmanın devamlılığı için temel bir inanç zemini haline getirecektir. İşte burada ‘askerlik’ bir meslekten öte herkes için bir görev, bir  ‘amentü’ olarak pazarlanma imkânına kavuşur. Militarizm denilen şey de burada kendine varlık alanı açmakta ve meşruiyet sorununu ‘sürekli düşman’ imgeleriyle kotarmaya çalışmakta, haliyle bunda başarılı da olmaktadır. Aynı zamanda bu militarist zihniyet; normal olan bu toplumu, kendi kararını verebilecek ve kendisi için iyi olanı seçecek bir yeterlikte görmediğinden toplumun rüşdüne inanmamaktadır. Toplumun reşit olduğuna kanaat getirmediği için de ‘vasi’ye muhtaç olduğu sanrısı onlarda bu hakkı kendilerinde görme sonucuna götürür. Toplumu aşağıladığı ve onda bir değer ve yetenek olmadığına inandığı için de “Bu topluma ancak yetkin olan askerler vesayet edebilir, bunlar kendileri hakkında doğru kararı verecek akla sahip değiller!” vehmine kendilerini kaptırırlar.

Burada işe okullardan başlanması elbette ki tesadüfî değildir. Zira insan malzemesi ne kadar erken işlenirse o kadar az sorunlu olur ve o kadar çok taraftar imal edilmiş olur. Bundan dolayıdır ki okullar, eğitim merkezi olmaktan çok bir imalathane işlevi gördürülerek, zihinleri biçimlendirilerek yönlendirilen sadık kullar elde etme yerlerine dönüştürülmüştür. İdeolojik bakış açıları buna her dönemde ihtiyaç duymuştur. Dolayısı ile yurt ve yurttaş bilinci bile askeri disiplin kuralları ile birlikte verilerek öne çıkarılmak istenenin, bilinçli yurttaştan öte militarist bir öğe olduğu izahtan varestedir. Milli güvenlik ifadesi bile konsept olarak soğuk savaş düşünce sistematiğini hatırlatmaktadır. Bu yüzden daha ilkokuldan itibaren gerekli toplumsallaşma ve intizam eğitimleri bile verilirken her bir çocuğun kendini bir asker gibi hissetmesi ayrı bir özenle takip edilmektedir.

Aslında burada, bu çabaların samimi bir yurt sevgisi barındırması oldukça kuşkuludur. Zira bir yeri yurt yapan üzerindeki insan ve bağlı bulunduğu değer skalasıdır.

***

Milli Güvenlik Dersinin müfredatına bakıldığında, hem Soğuk Savaş dönemi askerî söyleminin kendini dayattığını hem de -askerlik yapanların da bileceği üzere- askerlik sırasında askerlere öğretilen bilgiler olduğu çok rahatlıkla görülecektir. Müfredatta verilen konularla, pratikte işleyişin de aynı zamanda ciddi boyutlarda uyumsuzluk içerdiği dikkatlerden kaçacak gibi değildir. Mesela ‘güvenlik’ kavramından çok ‘asker’ ve ‘askerlik’, ‘askerî disiplin’ gibi kavramların ağırlık kazandığı görülmektedir. Elbette ki burada bu dersleri veren kimselerin ‘gerçek bir asker’ olması burada son derece belirleyici bir faktör. Keza bunun getirdiği davranışsal askerî disiplin mantığı öğrenciye de pratik örneklik şeklinde ulaşmakta. Örneğin, bir öğretmen derse girdiğinde öğrencilerin ayağa kalkıp öğretmenin giriş selamlamasına karşılık vermesi ile Milli Güvenlik Dersine giren askeri selamlaması taban tabana zıt görüntüler arz etmekte. Normal öğretmen sınıfa girer ve günün vaktine güre kendisine saygı için ayağa kalkan öğrencilere iyi dileklerini sunar ve öğrenci buna topluca cevap vererek oturur. (Hoş bu uygulama da askerî mantıktan uyarlanmış bir geçmiş zaman militarizmi uygulamasıdır ya.) Oysa asker sınıfa daha girmemişken sorumlu seçilen öğrenci uzaktan bir ‘Dikkaaaaatt!!’ çekerek sınıfı ‘içtima’ pozisyonuna sokar. Ve kışlada nasıl işliyorsa, askerin sınıfa girişi de bunun bir provası olarak tekrar eder. Zihinsel ve bedensel gelişim için ihdas edilmiş ‘beden eğitimi’ derslerinin bile bir kışla formatında ‘rahat-hazır ol’ komutlarında belli kalıplara indirgenmiş olması, nizamilik ve intizamın da ancak militarizm ile anlamlı olabileceği çıkarsamasını empoze etmektedir.

Burada sivil olan kız-erkek bütün öğrenciler, ‘otorite karşısında mutlak itaat etmek zorunda oluşu’, her hafta fiilen uygulayarak öğrenir. Militarizmin fiilî baskısı ve üniformanın karşı konulmaz ağırlığı altında daha genç ve körpe zihinler ‘öz-bilinç’ yerine ‘itaat’i, hür tercih yerine ‘Emredersiniz!’ retoriklerini terennüm ederek yavaş yavaş askerleştiğini hisseder. Buradan birçok sonuç çıkarmak mümkün. En azından ‘askerî güç’ün nasıl bir baskı potansiyel ve imkânına sahip olduğunu, erkenden kavrayarak buna muhalif olunamayacağı zerk edilir. ‘Katı disiplin’ ve ‘tek biçim’ çerçevesinin insanı nasıl öğüttüğü ve sindirdiği gözlemlenerek hür tercih yapmanın nafileliğine nasıl kanaat getirileceği de öğrenilmiş olur. ‘Asker’e itiraz etmenin, ‘öğretmene itiraz etmek’ demek olmadığını fark ettirerek toplumsal zihnin de böyle işlediği vehmettirilir. ‘Asker öğretmen’in okul binasına girişi ile çıkışı arasındaki süreçte içerideki komutanını bekleme kabilinden dışarıda nöbet tutan askerlerin nasıl bir güce boyun eğdikleri ve askerin taşıdığı ehemmiyet bizzat tanıklık ettirilerek kavratılmış olur. Bununla birlikte sivil bir alan olan okula, askerin resmi, yani üniformalı kıyafeti ile girmesi başka bir hesabı da açığa çıkarmakta. Burada, sürekli göz önünde olunarak, aslında yadırganması gereken bir durumun bu yadırgı ruhsalından uzaklaştırılması amaçlanmaktadır. Ünsiyet kesbederek, hayatın aslında askerî ve haki bir atmosferden ibaret olduğunu vehmettirmek. Askerin bu kadar hayatın içinde olduğunun ‘normalliği’ni ispatlamak. Tabii ki bunun 12 Eylül Askerî Anayasası ile de derin ve köklü bir ilişkisi olduğu unutulmamalıdır. Bunun dışında okullarda militer personellerin bulunduruluşunun; istihbarat, fişleme, yönlendirme, denetleme, vaziyet etme, öğretmen-öğrenci ve idarecileri psikolojik baskı altına alma, gibi basına ve mahkeme kayıtlarına geçmiş fonksiyonlarını da dâhil etmek gerek.

Yani, hayatın her alanında haki bir görünürlüğün militarizm için çok önemli olduğu, bu konularda hemen hemen hiç boşluk bırakmadığı görülmektedir. Sık sık yapılan darbeler ve darbe süreçlerinde halka yaşatılanların unutulmaması ve yaşadığı travmaların hafızasından silinmemesi için yapılan atraksiyon ve mizansenlerdir.

Okullarda askerin varlığı kısaca şu demektir: ‘Asker ve askerin hâkimiyeti, hayatın hiçbir köşesinde boşluk bırakmayacak denli güçlü ve sağlamdır. Okullar aslında kışla provalarıdır. Sakın bunun dışında bir işleyişe zihninizi kaptırmayın. Kaptıranların akıbetinden ders alın ve akıllı olun!’ demeye getirilmektedir.

          ***

AK Parti iktidarı ve Ergenekon davası vesilesi ile son günlerde sıkça gündeme gelen özgürlüklerin genişletilmesi ve militarist dayatmaların azaltılmasına yönelik pek çok ilerleme sağlandığı iddiası, göreceli bir durumdur. Genelkurmay aynı DNA’lar üzerinden teselsül etmekte ve kendince varlık gerekçeleri hâlâ aynı zeminde devam etmektedir. Kaldı ki pratik olarak hâlâ bu mantık ve işleyiş devam etmektedir. Yani şimdilik açığa çıkanlar ‘yargı konusu’ olabilmiştir ve hüküm de verilmiş değildir. Öte taraftan, “Milli Güvenlik Dersleri Sorunu”nun Milli Eğitim Bakanlığının ve Hükümetin gündemine bir türlü gelmeyişi ise bir başka sıkıntı konusu olarak hâlâ ağırlığını korumaktadır. Militarizm konusunda öncelikle zihnî bir özgürlük gerçekleşmesi gerekmektedir. Hükümet üyelerinin bu konudaki kafa karışıklığının hangi oranda olduğunu tespit etmek gerek. Hükümetin bu konudaki yaklaşımını net olarak ifade etmek mümkün gibi gözükmüyor. Ancak bir iyi niyet olarak ilerde bu sorunu gündemleştirmesi ve çözmesi yönündeki beklentiden başka, elde malzeme yok gibi. Buna ilave olarak AK Parti içindeki Ergenekon uzantılarının kulis faaliyetleri ve blokaj çabalarını da hesaba katmak gerek.

Bu konuda İslami medya ve kamuoyunun elle tutulur bir gündem ve çabasının olmaması da aslında çok şaşırtıcı gelmemeli. Zira mahalle olarak hep uzak ve soyut sorunlar temel gündemler olarak alındığından, kendi gerçekliğine tekabül edebilecek somut, net ve reşit bir çözüm aklı geliştiremedi. Bunun elbette birçok tarihsel, kültürel, siyasal, epistemolojik ve psikanalitik sebepleri var ve anlaşılır tarafları da bulunmaktadır. Ne var ki meseleye yaklaşım teknikleri ve metodolojileri dar kalmaktan kurtulamadı. Bu, perspektif ve vizyondan bağımsız düşünülemeyecek bir konu iken, meselenin itikadi tarafları ön plana çıkarılınca sağlıklı bir zeminde tartışılma imkânı da oluşmadı. Buna ilaveten, yukarıda bahsedilen kanıksamışlık ve öğrenilmiş çaresizlik duygusu, çözümü dahi düşünülmeyen konular arasında rafa kaldırılmıştır. Burada ilgisiz görünse de bu tarz tutumların ortaya çıkmasında temel belirleyen olarak ‘kader’ inancının oynadığı hayati rolü ifade etmemek haksızlık olur. -Ancak bu İslam dünyasının temel meselelerinde de başat bir sorundur ve metodolojiden kaynaklanmaktadır.- İslami içerikli medyanın bu konuda kafa karışıklığından da bahsetmek mümkündür. Öte tarafta militarizm konusunu gündemleştirmeye çalışan kesimlerde ise Soğuk Savaş retorikleri ile meseleyi ideolojik araçsallaştırmaktan kaynaklanan politik yaklaşım ve siyasal jargon, muradını net olarak ifade etmekten uzak görünmektedir. Politik dil, konunun hayatiyetini gölgede bırakmaktadır. Ancak her durumda bu meseleye duyarsız kalmak, İslami söylemin her türü için kabul edilemezdir ve normal karşılanmamalıdır. Zira her bir söylem sonuçta, bir yaşam biçimi önermektedir ve somut sosyal sorumluluklar üzerine bir kimlik inşa etmeye çalışmaktadır.Bu yüzden militarizm konusunda net olmayan düşünce ve algı biçimleri sorunludur.

Kabul edilmeli ki bu ülkede ve cumhuriyet tarihi boyunca anti-militarist söylemi ve açtığı çığır ile ‘Taraf gazetesi’ mümtaz bir yer tutmaktadır. Özellikle haber kaynakları meçhul -aynı zamanda ayrı bir araştırma ve çalışmayı hak eden bir önemde- olsa da somut veriler üzerinden militarizmi geriletme ve suçluların -suçlu askerlerin- yargılanabileceği umudunu vermesi açısından son derece kritik bir önem taşımaktadır. Bununla birlikte Taraf gazetesinin bir ‘zihniyet-dil’ de oluşturduğunu kabul etmek gerekmektedir. Müslüman cenah her ne kadar buna itiraz etmekte ise de bunu sonuçları ile ve pratik değeri üzerinden ayrı bir başlık altında işlemek daha makul durmaktadır. Şu da bir sosyolojik kabul olarak değerlendirilmelidir ki, bir şeyin daha iyisini arz etmedikçe, alternatif/daha ikna edici/doyurucu bir seçenek sunmadıkça, hâlihazırdaki yönelim ve belirleyenleri ortadan kaldırmak mümkün değildir. Buna ek olarak kendini ne kadar doğru ifade edebildiği ile de ilgili bir sonuçtur. Ancak her ne olursa olsun sorgulama ve eleştirel aklın işletilmesini -kendi sistematiği ve mekanizması ile olsa da- ülke geneline yayması açısından oldukça büyük bir hayır işlemiştir. Elbette ki herkes meseleye kendi kaygıları ve kendi zaviyesinden bakacak, bunun doğal sonucu olarak da farklı sonuçlara ulaşacaktır. Fotoğrafa bütün üzerinden bakıldığında Taraf’ın yeni bir süreç oluşturduğu ve önemli sorgulamaları da getirdiği görmezden gelinecek denli basit bir olgu olarak değerlendirilmemelidir. Taraf’ın bu konudaki başarısı hak ve haklılık iddiasındaki kimselerin pazarlıksız sahiplenmesi gereken bir tutum olmakla birlikte, öbür konularda birlikte düşünüleceği anlamına gelmemeli, Taraf’ın yanlış, hatta kötü taraflarını da savunmak anlamına gelebileceği gibisinden sığ bir zemine hapsedilmemelidir. Ancak Taraf’ın bu önemli başarısı ve hayrı yanlışlarına ya da öyle gelen çizgisine de kurban edilememelidir.  

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR