1. YAZARLAR

  2. Bahadır Kurbanoğlu

  3. Mısır’ı Anlamak: Değişim, Vesayet, Darbe, Emperyalizm, Direniş ve Muhtemel Geleceğe Dair

Bahadır Kurbanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Mısır’ı Anlamak: Değişim, Vesayet, Darbe, Emperyalizm, Direniş ve Muhtemel Geleceğe Dair

Aralık 2013A+A-

25 Ocak Tahrir’inin mimarlarından İhvan, Ömer Süleyman’la masaya oturduğunda İslamcı, milliyetçi, sol, liberal vb. bazı mahfiller tarafından şiddetle eleştirilmişti. Türkiye’deki “Ortadoğu uzmanları” da İhvan’ın bu tutumuyla aslında hiç de şaşırtmadığını, uzlaşmanın onun tarihsel niteliği olduğunu, rejimin oksijen çadırında can çekiştiğini, İhvan’ın masaya oturması durumunda da rejime hayat öpücüğü vereceğini, Mısır’ın 18 günlük kazanımlarının heder edileceği kehanetinde bulunmuşlardı. Hiç şüphesiz bu görüşlerin öne sürülmesinde biraz tarihî argümanlar, biraz resmin görünen yüzüne ilişkin devrim romantizmi (Mübarek rejimi tüm kurumlarıyla teslim olmadan tavır belirlenmemeli, meydanlardan asla çekilmemeli gibi) ağır basmaktaydı.

Şimdilerde bile hâlâ kullanmaktan usanılmayan; Temerrüd (İsyan) sürecinde yeniden piyasaya sürülen bir argüman o günlerde dillendirilmekteydi: “İhvan’ın aslında birkaç günlük gecikmeyle o meydana geldiği ve devrimi çaldığı” propagandası.

Buna, sonradan “Amerikancı İhvan, Mısır halkının geleceğini Amerikancı askere teslim etti!” şayiası eklenecekti. Tabii bunları Mısır’ın kartel medyası uydurmaktaydı. Medya yalnız değildi ve tabansal olarak özellikle liberal, sol, seküler kesimlere dayanmaktaydı. Birlikte yeniden Tahrir’i üreteceklerdi ve dayandıkları en önemli argüman işte bu Ömer Süleyman’la yapılan görüşme günü ve görüşmelerin içeriği idi.

Oysa o meydanı 18 gün boyunca ayakta tutan İhvan idi. Meydanda sadece İhvan mensupları değil, Mübarek’in gideceği ve Mısır’ın gerçekten büyük değişimler geçireceğine inanan ciddi bir kitle vardı. Daha ilk günlerde yapılan develi, arabalı saldırıları bıçak gibi kesen İhvan’dan başkası değildi. Örgütlü gücü ile meydanların gıda, su, tuvalet ihtiyacı başta olmak üzere, hatipleriyle alanlara coşku ve ümit aşılayan da onlardı.

Mısır halkının göremediği, Mısır medyasının hiçbir şekilde göstermediği ve “Mısır uzmanları”nın da “muhafazakâr ve halka saygılı, siyasete de bugüne dek hiç bulaşmadı” dedikleri bir ordu gerçeğinin yavaş yavaş meydanı kuşatmaya giriştiği bir vasata doğru ilerlenmekteydi. İhvan, meydanı diri tutmakta zorlanmaya başlamıştı. Zaman zaman tanklar kendisini göstermekte ama bu pek de şerre yorulmamaktaydı. Hâlâ Mısır ordusunun misyonu, tarihsel duruşu, Mısır’ın geleceğine yönelik muhtemel tutumları masaya yatırılamıyor; ordunun çoğunluğunun eşlerinin başörtülü oluşu ve Mısır ekonomisinde ciddi yatırımları olduğundan bahisle halkın tercihine fazla karışmayacağı, geleneklerini zorlayan müdahalelerle Mısır siyasetine etki etmeyeceği, sadece ABD ve İsrail ile ilişkiler üzerinden onun da ciddi bir sınavdan geçeceğine dair fikirler serdedilmekteydi. ABD’den aldığı 1.2 milyar dolarlık askerî yardım konusu üzerinden oluşturulan spekülasyonlar dışında ordu ile ilgili ciddi tahlillere rastlamak mümkün değildi.

İşte o gün, Ömer Süleyman’la masaya oturan İhvan, herkesin Mübarek rejimiyle pazarlık yapıldığını zannettiği bir ortamda, aslında hem kendi meşruiyetini karşı tarafa onaylatıyor hem de daha o günlerde meydana yapılması muhtemel ağır bir müdahalenin, daha doğrusu bir darbenin önünü almış oluyordu. Yani İhvan o masaya oturduğunda, artık karşısında gidişi için meydanların doldurulduğu Mübarek değil, Mısır ordusunun desteğini arkasına almış olan ve -Mursi’nin cumhurbaşkanı olduğunda yaptığı meşhur konuşmada atıfta bulunduğu- devlet elitlerinin konumunu garanti altına almak amacıyla İhvan’ı masaya davet eden bir muhatap, sözcü olarak Ömer Süleyman bulunmaktaydı. Sözde Mübarek üzerinden yapılan pazarlık, aslında hem Mısır elitlerinin hem de ordunun yapısal durumuyla ilgili idi. O süreçte İhvan, ilk sınavından başarıyla çıkıyor, anayasa yapım sürecinin engellenmemesi ve seçimlerle ilgili tavizler kopartıyor; görünürde vesayet konusunda anlaşmış olmakla itham edilse de aslında  darbeyi o süreçte engellemiş oluyor, sivilleşme ve vesayete direnç sürecini ise zamana bırakıyordu.

Ordu Ne İstiyordu?

Yeni ve demokratik bir anayasayı kim hazırlayacaktı? Bu sürecin aktörlerinin kim olacağı ve ordunun -tıpkı Türkiye’deki 12 Eylül rejimine benzer tarzda- vesayetçi yapısının garanti altına alınması kırmızı çizgileri oluşturmaktaydı. Ordu, hem geçmişte işlenmiş olan suçlardan yargılanmaktan korunmak istiyor, imtiyazlarının garanti altına alınmasını talep ediyor ve nihayetinde veto gücünü nasıl elde edeceğinin hesaplarını yapıyordu.

Böylelikle 25 Ocak’tan sonraki asıl risk ortaya çıkmış oluyordu. Darbe tehdidi savuşturulmuştu ama vesayetin kurumsallaştırılması savaşından taviz verilmeyeceği açıktı. İşte İhvan daha o günlerden itibaren ne ile yüzyüze olduğunu ve neyin mücadelesini vermekle yükümlü bulunduğunu kavramıştı. Bundan sonraki sürecin asker ve İhvan arasında vesayet mücadelesi olarak geçeceği aşikârdı. İhvan açısından da aşikârdı; askere destek veren medya ve ulus ötesi sermaye güçleri açısından da.

Ancak bu mücadele süreci hem Mısır medyası tarafından halkın gözünü boyarcasına saptırılacak hem de Türkiye’deki izdüşümü olan ve Erdoğan üzerinden yapılan “diktatör” tartışmalarındaki ithamlarla süslenerek farklı bir boyuta çekilecekti.

Hafızaları Tazeleyelim: Yüksek Askeri Konsey (YAK) ve Yargıtokrasi Süreci

Siyasi gücünü YAK’tan alan Anayasa Mahkemesi ve Devlet Meclisi (bizdeki Danıştay) üzerinden siyasi alanın yönetilmesi süreci baş göstermişti. Yargı, Mısır halkı üzerindeki görece meşruiyetini öncelikle Mübarek’in partisini kapatarak, beraberinde de sorumsuz özelleştirmeleri iptal ederek sağlıyor ve böylelikle Mübarek sonrası siyasal bir aktör olarak konumlanıyordu. Tabii yargıçların tümü Mübarek’in atadıklarından oluşmaktaydı.

Yetki aşımlarını da beraberinde getiren bu süreçte öylesi yargı müdahaleleri söz konusu oluyordu ki, artık hem İhvan hem diğer aktörler Mısır’da kimin yetkisi nerede başlar nerede biterin çetelesini tutamaz hale gelmişlerdi. Devlet elitleri ile İslamcılar arasında cereyan edecek müdahale ve krizlerin en önemlilerinden biri cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir hafta kala ortaya çıkmıştı:

1- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptali

2- Meclisin feshi

Mısır medyasında psikolojik harp taktikleri ile aşağılama ve karalama kampanyaları baş gösterdiğinde İhvan sakin ve kararlı tavırları ile dikkat çekiyordu. Liberaller şımarıklık düzeyinde hakaret dili kullanıyor, laikler post modern darbe çağrıları ile korku pazarlaması yapıyor, Körfez destekli Selefiler İhvan’a eleştiriler getiriyor, İhvan ise dönemin siyasal gözlemcilerinin tahlillerine yansıdığı üzere, bakmasını bilenleri şaşırtan sağduyulu bir performans sergiliyordu.

Hiçbir uzlaşmaya yanaşmadığı ifade edilen İhvan, aksine hukuksuzluğuna tepki gösterdiği kararların ardından krizleri aşmak için yargı ile masaya oturuyordu. Sopayı gösterenlere hukuku ve meşruiyeti hatırlatmakla birlikte, krizleri aşma çabasında da gayretkeşti. Seçimle oluşan Meclis’in atadığı 100 kişilik Anayasa Yapım Konseyini lağveden Devlet Meclisinin kararı siyasi olmasına rağmen, İhvan’ı uzlaşmaya yönelttiği için meşru görüldü. İhvan Kıptîlere ve temsil gücü zayıf olanlara alan açan yeni bir Kurucu Konseyi kabul etmişti. Ancak “yargıtokrasi”nin daha yapacakları vardı ve onlar açısından henüz tehlike geçmemişti.

Anayasa Mahkemesi Darbesi

Tamamen keyfi müdahale süreçleri hız kazanmıştı. Devlet Meclisinin alacağı iki karar Mısır siyasetine kökten bir darbe daha indirecekti:

1- Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk tura katılımın %46 olduğu ve bunun da meşruiyete yetmeyeceği propagandası ile iptal edilmeye çalışılıyor,

2- Yargının da parlamentoyu feshi gündeme geliyordu. (Mısır Meclisindeki bağımsız adaylarla partili adayların seçimini düzenleyen yasa anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bulunarak, Meclisin üçte birinin milletvekillikleri iptal edildi.)

Siyasal gözlemcilere göre, bu karar ile Mısır siyaseti çok önemli bir darbe yemişti. Daha önce “dolaylı” olarak nitelenebilecek müdahale tarzları aşılmış, doğrudan bir darbe yöntemi belirlenmişti. Halkın seçtiği ve meşruiyeti tartışılamayacak olan Meclis, birkaç kişinin kararıyla lağvediliyordu.

YAK’ı Denetleyecek Olan Meclisin Yetkileri YAK’a Devredildi!

Böylelikle, Meclis fesholduğu için yasama yetkisi YAK’a devrediliyordu. Aslında olan şu idi:

YAK, zaten 17 aydır ülkeyi yönetiyordu ve kendisini denetleyecek olan Meclis’i de bu karar sayesinde ortadan kaldırmış oluyordu. Ve aynı zamanda yasama gücünü de eline alarak Mübarek’ten de daha güçlü bir pozisyona geçiyordu.

Ancak bu gelişme uygulamada ciddi bir sorunu ortaya çıkarmakta idi:

Yeni seçilecek cumhurbaşkanının hesap vereceği bir Meclis olmayacağına göre, cumhurbaşkanı sınırsız bir yasama ve yürütme gücüne sahip olacaktı. Peki, ya seçilen cumhurbaşkanı İhvan’dan olursa? Bu durumda da yeni bir müdahale daha yapılarak bu gücü kullanmasına imkân verilmeyecekti.

İhvan’ın İtirazı ve Askerin Tehdidi

İhvan “Anayasa Mahkemesinin Meclisi fesih yetkisine sahip olmadığını ve bu kararın kabul edilemez olduğunu ileri sürerek, bir sonraki oturuma hiçbir şey olmamış gibi geri geleceğini” açıkladı. Yani milletvekillikleri düşürülen vekiller bu kararı tanımayacak ve Meclis kürsülerindeki yerlerini alacak, böylelikle darbeye karşı tavır geliştirilmiş olacak, hukuken de bu tutumu savunmanın yoluna gidilecekti. O dönemde, askerî istihbaratın yeni bir uygulama ile tutuklama ve gözaltı yetkilerini eline almasının İhvan’ı zor duruma düşürebileceği tartışmaları medyada yer aldı.

İhvan’dan Hem Geri Adım Hem de “Mücadeleye Devam” Mesajı

“Uzlaşmadı, birlikte yönetmedi, krizler çıkarttı” denen İhvan, bu konuda geri adım attı ve böylelikle yeni bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Yeni anayasa çalışmalarının başlaması kararı alındı. Bu durumda fiilen anayasası olmayan Mısır’da ne başkanın ne de Meclisin yetkileri bilinmemiş oluyor ve ciddi bir siyasal boşluk oluşuyordu. YAK ise tekrar eski anayasayı gündeme getirerek statükosunu kurumsal olarak garanti altına almaya çalışıyordu. Yani hukuksuz vesayet yapısı, eski anayasa ile korunmaya çalışılacaktı.

Mursi Seçilmeden Önce, Seçildikten Sonra

Asker ve yargı daha Mursi seçilmeden önce siyaseti nasıl yönlendiriyorlardı? Ne türden müdahalelerle, neleri hedeflemişlerdi, bu konuda bir özet sunmakta fayda var:

1- Muarız liderler elenmeye çalışıldı. Elenemeyenler son dakika yargı vetosu ile etkisiz hale getirildi.

2- Kerhen yapılan seçimler sonrasında İslamcıların egemenliğindeki Meclisin gücü tırpanlandı.

3- Sonuç almada yetersiz kalınınca, paramiliter güçlere provokasyonlar yaptırılarak önce korku salarak sindirme amaçlı, yetmezse doğrudan darbeye zemin hazırlamaya dönük eylemlilikler ortaya kondu.

4- Bunların hiçbiri işe yaramadığında cumhurbaşkanlığı seçimleri mecburen yapıldı.

5- Seçimlerin ikinci turundan iki gün önce, son dakika müdahalesiyle Meclis feshedilerek, Meclisin yetkileri YAK’a devredildi. (Ve bütün bu atraksiyonları liberal, sol, Nasırcı vb. blok seyretmekle kalmayıp alkışladı.)

6- Her şeye rağmen -teşkilatına dahi sahip çıkamayan adam olarak görülen- Mursi kazanınca;

a- Cumhurbaşkanının yetkileri daraltıldı.

b- Mısır anayasasını yazmakla görevli Anayasa Yazıcılar Kurulu feshedildi.

c- Akabinde YAK, Mısır’da Yeni Anayasa Kurucular Kurulu seçeceğini, bu kurulun yeni anayasayı yapacağını belirtti.

d- Böylelikle yeni seçilen cumhurbaşkanı sadece bu sürece formalite icabı şahitlik edecek ve ardından birkaç ay görevde kalıp görevi sona erene kadar memurluk yapacaktı.

e- Sonrasında ise YAK’ın tasfiye ettiği Meclis, Anayasa Yazıcılar Kurulu ve Cumhurbaşkanı için yeniden seçimler yapılacak ve Mısır’da süreç YAK ve bürokratik elitin arzuladıkları istikamette devam etmiş olacaktı.

Görüldüğü üzere, tam bir kurt-kuzu hikâyesi gündemdeydi: YAK, elindeki tüm malzemeyi tükettiğinde karşısında hâlâ İhvan’ı görürse doğrudan darbeye başvuracaktı. Nitekim öyle de oldu. Eğer İhvan, vesayetçi yapıya olur veren tutumlar sergilese ve bu konuda askerî ve bürokratik elitin elini rahatlatsa idi, bu darbeye de gerek kalmayacaktı. Demek ki meselenin bam teli, İhvan’ın meşruiyeti koruması, geri çekilmemesi ve vesayeti bitirecek anayasal ve hukuki süreci hızlandırması ile alakalıdır. Yoksa kendisine yöneltilen “yönetemedi”, “hayat alanlarına müdahale etti”, “muhafazakâr bir anayasa hazırlamak istedi” türünden eleştirilerden ötürü yaşanan bir süreç değildir bu. Üstelik öyle bile olsa, bu eleştirilerin hiçbirisi darbeyi haklı çıkaracak bir meşruiyet zemini oluşturamaz.

Nitekim devam eden süreçte İhvan’ın ve Mursi’nin nelere imza attığı üzerinden bir okuma yaptığımızda kendisine yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmının ne kadar kof, üretilmiş ve ezber kalıplarla malul olduğunu gözlemlemek mümkün olacaktır.

İhvan’ın Genel Tutumu

1- Liderlik rolü iddiasıyla siyaset etti. Asırlık hafızası, tarihindeki yaşanmışlıklar, yıllara dayalı tecrübelerin birikimini bu süreçte ortaya koydu. (Oysa yıllarca ürkeklikle itham edildiği bir geleneği olduğu sürekli hatırlatıldı. Bu geleneğe uygun tutumlar beklenirken, tersi sadır oldu ve yarattığı şaşkınlık, karşısında olanların, yanında durmakta tereddüt gösterenlerin de hatalarını artırdı; meşruiyet kaybı yaşamalarına vesile oldu.)

2- Uluslararası konjonktür, Ortadoğu İntifadasının rüzgarı, diğer ülkelerdeki etkinliklerinin artmış olması, İhvan’a, şimdi kaçırılacak fırsatların yıllara mal olabilecek bir maliyet ortaya çıkarabileceğini gösterdi.

3- Genelkurmay Başkanı Hüseyin Tantavi ve Sami Anan’ın darbe planının açığa çıkması üzerine  500 subay emekliye sevk edildi.

4- Seçimli sistemin (demokratik ortamın) tüm meşru zeminini sonuna dek kullandı. Kendisine destek verenlerin umutlarını boşa çıkarmadı.

5- İslamcıların dışındaki çeşitli siyasal hareketlerle ittifak çabaları ortaya koydu.

6- Ortaya koyduğu direnç, darbeden önceki süreçte de aslında görebilenler açısından YAK’ın meşruiyetini sorgulattı. (Bu durum ancak darbenin acı tecrübelerinden sonra daha açık şekilde fark edilebildi.)

7- İlk adayı Hayrat Şatır’ın veto edilmesine rağmen oyunu devam ettirdi.

8- Liberallerle gerilimler yaşamasına rağmen ilişkileri tazelemeye, diyalog kapılarını açık tutmaya çalıştı. (Ancak küstahça karşılıklara maruz kaldı.)

9- Feshedildiği ilan edilen Meclisi yeniden toparlamaya çalıştı. (Kararın yasallık kılıfına uydurulmuş bir gayrı meşruluk içerdiğini söyleyerek bürokratik vesayete açık tavır koydu.)

10- Seçim sonuçlarında hile yapılacağını anlayınca, kendisini galip ilan ederek pes etmeyeceğini ortaya koymuş oldu.

11- Haziran 2012’de Selefilere de ittifak eli uzatarak Tahrir Meydanını doldurmaya girişti.

12- Silahı ve yargıyı gösteren YAK’a meydanı ve sandığı göstererek mukabele etti.

13- Anayasa Yazıcılar Kurulundan YAK tarafından çıkarılmaya çalışılan Kıptî Kilisesi ve Ezher ile ittifak tazeledi.

14- Kasım 2012’de 2. Kurucu Meclis hazırlanan Anayasa taslağını oylayacağı zaman, Anayasa Mahkemesi bir kez daha Kurucu Meclisi feshedeceğini açıklayınca bir siyasi atraksiyonla bu hukuksuzluğu engellemeye çalıştı.

15- Alt Meclis feshedildiğinde YAK, Alt Meclisin yetkilerini üzerine alan bir kanun yapmış, ancak Mursi bu kararı tanımayarak Alt Meclisin yasama yetkisini üzerine almıştı.

16- Mursi, Şura Meclisi ve Kurucu Meclisin yargı kararları ile feshini engelleyen bir düzenleme yapmış, bunun için de kendi yetkilerini genişletmişti. (İşte diktatör ithamı ve tek adamlık üzerinden başlatılan gösteriler bu düzenleme üzerine baş göstermişti. Oysa Mursi, bu yetkileri yeni anayasa yapımına kadar üzerine almıştı. Amacı da sürecin yargı ve YAK tarafından akamete uğratılmasını engellemekti. Bunun üzerine meşhur Aralık protestoları oldu; 11 kişi ölüp yüzlerce kişi yaralandı. Mursi ise kısmi bir geri adım attı ki o da “sadece anayasa ile ilgili kararlarını yargı denetimi dışına çıkararak uzlaşma” adımı idi.)

 17- Devrim sırasında protestocuları öldürenlerin davalarının yeniden açılmasına çabaladı.

18- Cumhuriyet başsavcısını atama yetkisini üzerine aldı.

Yeni Anayasa Neler Getiriyordu?

234 maddeden oluşan yeni anayasa iki kamaralı meclis, güçlü başkanlık ve bağımsız yargı gibi yenilikleri beraberinde getirmekte idi. Anayasanın kaynağı 1971 anayasasında olduğu gibi şeriat olacaktı. Ezher, yasamada danışma makamı hüviyeti kazanacaktı. (Bu madde liberallerin ısrarıyla anayasaya girdi.) Ordunun siyaset üzerindeki yetkisi kısıtlanacak, Anayasa Mahkemesinin de üye sayısı azaltılıp (18’den 10’a inecek) üyelerin nitelikleri değişecek, hâkimler dışındaki meslek gruplarından da üye atanacaktı. Sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmasının (istisnalar dışında) önü tıkanıyordu.

Anayasa Tartışmaları Bahane

Yeni anayasa vesayet sistemini geriletici, sivilleşmeyi artırıcı maddeler içermekteydi. Lakin Mısır’ı bu defa anayasa tartışmaları bekliyordu. Anayasa tartışmalarının boğucu atmosferi, Mısır’ı anayasasız bırakmaya çalışan bir sürece zorlayarak, vesayete suni teneffüs sağlıyordu. “Demokratik meşruiyet ve yasallıklar” üzerinden tartışmalar başlatıldı. “Hayat alanlarına müdahale”, “anayasayı kimler yapar”, “çoğunluğun despotizmi” vb. üzerinden yürüyen tartışmalarda amaç İhvan’ı yıpratma ve geriletme sebepli müdahalelere alan açmaktı.

Nitekim anayasanın geçmemesi durumunda yeni anayasa yapımı en az dokuz ay sürecekti. Ardından Meclis seçimleriyle birlikte Mısır bir yıl daha kaybedecekti. Böylelikle yıpratma operasyonları için de zaman kazanılmış olacaktı. Hesap buydu. Aynı zamanda tüm siyasi sorumluluk İhvan’da, karar mekanizmaları ise eski rejimin elinde olacaktı. Mali kriz içindeki Mısır’ın mali politikalarının da anayasa ve referandum süreçlerine bağlı olduğu düşünülürse bu siyasi müdahalelerin rengi daha rahat görülür. Tabii mali çöküşün faturası da İhvan’a kesilecekti.

İhvan’a Yönelik Eleştiriler ve İthamlar

İhvan’a yönelik -darbeye kadar işleyen bu sürece ilişkin- eleştirileri iki gruba ayırmak gerekir. İlki itham ve kara propaganda düzleminde yer alanlar ki bunların önemli bir kısmı darbe sonrası süreçte sumen altı olmak durumunda kaldı. “Ne Şeriat, Ne Darbe” tutumundan askere davetiye çıkarmaya kadar varan bir siyasi basiretsizliğe imza atan güruhların “İhvan-Ordu İşbirliği” ithamı zaten tarihin kara sayfalarına çoktan gömüldü. Bunların bir kısmı askerî elitlerle birçok noktada işbirliği yaptıkları halde, bu sloganı malzeme olarak kullanmakta idiler; lakin halk kesimlerinden bunların propagandalarına kanıp Temerrüd’e katılanlar bir süre sonra nasıl bir oyuna itildiklerini görüp, gerçeği fark edeceklerdi.

Eleştirilerden bazıları şunlardı:

1- Mücadeleyi siyasilerle devlet elitleri arasındaki bir çatışma olarak kodlayamadı.

2- Liberallerin şımarıklığı ile İhvan’ın inatçılığı (ve içe kapanıklığı) buluşunca siyasetin fay hattı kaydırılarak askere alan açıldı.

3- İhvan Tunus’ta olduğu gibi cumhurbaşkanı adayı göstermemeli idi.

Eleştirilerin önemli bir kısmı sonuçlardan yola çıkılarak yapılmakta ve kısa vadeli siyasal neticeler üzerinden tahlillere girişilmekte idi. Oysa darbecilerin niyetleri, kazanım ve kayıpları açısından yapılacak değerlendirmelerin de hesaba katılması gerekirdi.

1- Ortadoğu intifadalarının yarattığı sinerji hesap edildiğinde, bu yönelimin en güçlü merkez ülkesi konumundaki Mısır’ın içine düştüğü hal moral bozucu olmuş, fiziki gücümüzün de yara almasını beraberinde getirmiştir. Hiç şüphesiz ki küresel ölçekte baktığımızda Temerrüd, intifadalar rüzgârını geri püskürtmek amacıyla yapılmış fiziki anlamda başarılı bir operasyondur. Devamının geleceği ve İslami hareketlerin yükselişinin baltalanacağı, halklar nezdindeki meşruiyetlerinin zedeleneceği süreçler Tunus’ta da Filistin’de de Fas’ta da Libya’da da gerçekleştirilmek istenmektedir. Adeta bir Temerrüd dominosu oluşturma planı çok açık biçimde kendisini göstermektedir. Süveyş, Gazze, Sina, Afrika, Ortadoğu, Türkiye ve Suriye bağlantıları ile birlikte gözlendiğinde İsrail’in güvenliği, ABD’nin çıkarları, Suud ve BAE’nin otokratik yapılarının korunması üzerinden düşündüğümüzde kısa vadeli bazı kazanımların söz konusu olduğu doğrudur.

2- Retoriksel bazda bakıldığında tek merkezden üretilen ve yönlendirilen bir sürecin ortada olduğu bir vakıadır. General Sisi’nin darbeden bir süre sonra Washington Post’a verdiği mülakatta dile getirdiği hususlar, Türkiye’deki Gezi operasyonu esnasında liberal, sol, muhafazakâr cenahlardan duymaya alışık olduğumuz türdendi:

- Her şey sandık değildir.

- Mursi, bütün Mısır halkını temsil etmiyordu.

- Hayat tarzlarına müdahale başlamıştı. (Mursi diktatörleşmişti!)

- Halkın tamamını kuşatamadı.

AKP Hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’a ilişkin söylenen sözlerin birebir kopyası olan bu görüşler, Mısır medyasında büyük puntolarla yazılıp çizilmekteydi. Türkiye’den de alışık olduğumuz “plebisiter demokrasi”, “Çoğunlukçuluk mu, çoğulculuk mu?”, “iktidarın paylaşılmaması” ve fazladan olmak kaydıyla “Şeriatı getiriyordu” (Türkiye medyasında bunun tercümesi, 8 yaşındaki kız çocukları ile evlenebilmenin anayasa değişikliği ile önü açılıyor şeklinde olmuştu. Pes dedirten cinsten bu lakırdıların, Mısır’da ciddi ciddi gündemleştiği unutulmamalı.)

Aynı zamanda Mursi ekonomik ve siyasi açıdan da başarısız olmuştu! Yakıt kuyruklarının darbenin hemen ertesinde ortadan kalkması mizansenin büyüklüğünü ortaya koyuyordu. Propagandif eleştirilerin devamında ise şunlar vardı:

- Ekonomiyi düzeltemedi.

- Hükümeti İhvancılaştırdı.

- Güvenliği sağlayamadı.

- Toplumu kutuplaştırdı.

Ekonomiyle ilgili başlığa ayrı bir bap açtıktan sonra diğerlerini hep birlikte değerlendirelim.

Mursi Dönemi Ekonomik Yapılanma

Bürokratik elitler tarafından “yönettirmeme” üzerine kodlanan cumhurbaşkanlığı sürecinde Katar, Türkiye ve Libya’dan oluşan üç ülkenin (toplamda 9 milyar doları geçen) Mursi dönemi Mısır’ına ekonomik yardımda bulunduklarını; Suud ve BAE gibi körfez ülkelerinin vaatte bulunmalarına rağmen gayet cimri davrandıkları (Toplamda 1 milyar doları bulmadı. Oysa Sisi darbesinin biricik finansörleri oldular ve iddialara göre vaatlerle birlikte 16 milyar doları bulan bir desteği garantilediler.) ABD, AB, Avrupa Yatırım Bankası ve IMF’nin ise ucu açık bir süreç işletip zamana yaydıkları ve vaatlerini yerine getirmedikleri gözlenmektedir.

Bu tablonun yanı sıra Mursi döneminde ekonomi ciddi negatif bir etki yaşamazken, ekonomideki “büyük şok” denen süreç, YAK dönemindeki şiddet olaylarının siyasi belirsizlik oluşturduğu dönemde ortaya çıkmıştı.

Bu süreçte döviz rezervleri ve ihracat düştü. Turizm gelirleri %30 azalırken, 2010’da 7 milyar dolar olan yabancı yatırımlar, 2013’te 2 milyar dolar düşüş gösterdi. İşsizlik gayrı resmi %25’leri bulurken bugünlerde darbe hükümetinin notunu artıran Standart and Poors, o dönemde Mısır’ın notunu kırmıştı. Tarım gerileyip dış bağımlılık artarken, YAK döneminde dış borç da 35 milyar dolardan 45 milyar dolara çıkmıştı. Pirinç gibi gıda ürünleri %30 zamlanırken, ekmek buğdayının %75’i dışarıdan temin edilir olmuştu. 36 milyar dolar olarak devraldıkları Merkez Bankasını Mursi başa geçtiğinde 12 milyar dolar olarak devreden de aynı YAK idi. (Tabii ‘darbe’ olduğu için bu paranın 17 ay gibi kısa bir sürede nereye harcandığının hesabı sorulamadı.)

Oysa Mursi döneminin tüm handikaplarına rağmen Mursi ve Hişam Kandil liderliğindeki hükümet kayıt dışı ekonomiyi önce %35 oranında geriletmiş, ardından tüm ekonomik faaliyetleri kayıt ve vergilendirme altına almışlardı. Yüksek gelirli kesimlerin vergileri artırılırken, enerji ve temel gıdada ağırlık kazanmış olan devlet sübvansiyonlarının azaltılması yoluna gitmişlerdi. Nüfusun %50’sinin fakirlik sınırının altında yaşadığı ülkede dar gelirlinin yaşam giderlerini azaltmak, üretim giderlerini düşürmek ve yabancı sermaye akışını artırmak gibi politikalara girişmişlerdi. İhvan mensubu bir Planlama Bakanı olan Amr Darrag’ın “kupon sistemi”, ekonomi politikalarından dar gelirli kesimin en alt düzeyde etkilenmesi amacıyla getirilmişti. Yani Mısır’ın yıllık 80 milyar dolarlık devlet harcamalarının 20 milyar dolarını oluşturan devlet teşviklerinden en fazla istifade eden kesimin elinden bu avantaj alınmış, bütçe açığını kapama yoluna gidilmişti. Bütün bunlar bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde yerine getirilirken, siyasi alanda yaşanan kaotik ortama rağmen bu başarı süreci yakalanmıştı. Üstelik Mursi’nin gelecek projeleri içerisinde yer alan ve doğru düzgün bir gelirin elde edilemediği Süveyş kanalından 100 milyar dolar gelir sağlamak (Süveyş’in iki tarafına tersane projesi) gibi bir planın hayata geçirilmesi olduğu da hesaba katılmalı. Doğalgazının yıllarca İsrail’e peşkeş çekildiği, (Darbenin olduğu 3 Temmuz günü, aynı zamanda İsrail’e doğalgazın aktarımı ile ilgili davanın da görüleceği gün idi ve bu konudaki spekülasyonlar da medyaya yansıdı) Süveyş’in Dubai’deki Jebel Ali limanının yerini almasından korkulan Mısır’da, bir yıl gibi kısa bir vadede bütün bu dezavantajlı konumlardan Mısır’ı çıkarıp imkânlarının Mısır’ın gelişimine yöneltilmesi, aslında daha Mursi’nin seçildiği ilk gün yaptığı konuşmasında “Mısır’ın kaynakları artık otuz ailenin elinde bir meta olmaktan çıkıp, bütün Mısırlıların istifadesine sunulacaktır.” cümlesinde kendisini ortaya koyuyordu.     

Darbecilerin Ahvali ve Eleştirileri Değerlendirme

Türkiye medyasında kendisine çok fazla yer bulamayan bu ekonomi meselesine hassaten özel bir yer ayırdıktan sonra, maddelediğimiz diğer eleştiri ve propagandalara en iyi cevap, darbecilerin oluşturduğu tablolara bakarak verilebilir. Bunları da şu şekilde sıralamak mümkündür diye düşünüyoruz:

1- Darbeciler Mısır’da bir türlü meşruiyet sağlayamadılar. Bunda da en önemli saik, direnişin gücü ve yaygınlığı oldu. Küresel ölçekte de her ne kadar Batılılar “darbeye darbe” diyemeseler de darbe hükümetini sadece altı ülke tanıdı ki bunlardan üçü zaten İsrail, Suud ve BAE.

2- Darbe Karşıtı Meşruiyet Koalisyonu, 25 Ocak Devrimi döneminden de daha güçlü, homojen ve tecrübeli bir pozisyona geldi.

3- İhvan’a ithamda bulundukları hususların tamamı, hatta daha fazlası darbeciler tarafından gerçekleştirildi.

4- Kötü yönetilen ekonomi ve daha şimdiden 17 milyar dolar cari açık; darbecilere ekonomik yardımda bulunduğu ifade edilen ülkelerin gönderilen paraların hesabını sormaya başlamaları.

5- Sina’nın tamamen güvenlikten arınmış bir bölge haline gelmesi. Mursi’yi vatan hainliği ve İsrail’e sert tutum takınmamakla itham edenlerin Gazze, tüneller ve Sina’da İsrail’e teşne politikalar üretmedeki sürati ve bu politikaların bölgede Mısır’ı içine soktuğu cendere.

6- Hükümetin Mübarek yanlıları ile doldurulması ve toplumsal bazda darbe katliamlarının getirdiği bilanço ve toplumsal kutuplaşmada yarattığı etki.

7- Tamamen hukuksuz ve adaletsiz bir süreç.

8- Anayasa yapımı dışında tüm siyasal süreçlerin önünün tıkanması. Anayasa konusunda da bir arpa boyu yol almamışlık.

9- Darbe gecesi fotoğrafının tamamen dağılması.

10- Birkaç hafta önce üzerinde anlaşılan kurtarıcı gözüyle bakılan Baradey’in kaçıp kurtulacak delik araması.

11- En-Nur Partisinin tabanının meydanlara inip İhvan’a desteğini sunması.

12- Tüm meşruiyet unsurlarının yitirilmesi ve sopa gücüyle sağlanan fiziki başarı dışında ülkenin tüm moral ve maddi kaynaklarının tüketilmesi.

13- Mısır’ın siyasal belirsizlik ve kaos girdabında debelenmesi.

Dolayısıyla İhvan’a yönelik üç madde halinde sıraladığımız eleştiriler de bu tablo karşısında buharlaşmaktadır.  Tunus’ta Nahda cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmedi de ne oldu? Temerrüd hareketi insafa mı geldi? Onlar da yaşanan iki suikastın ardından pek çok geri adım atmak durumunda kaldılar; içişleri, dışişleri ve adalet bakanlıklarını bağımsızlara terk ettiler ve siyaseten hem teknokratlar hükümeti konusunda hem de hükümetten istifa hususunda köşeye sıkıştırılmak istenmektedirler. İhvan’ın 36 bakanlığın 25’ini İhvan dışı hatta eski rejimden bazı şahsiyetlerle paylaşmış olmasına rağmen onu “birlikte yönetmedi” eleştirisine duçar kılanlar, Tunus’ta hemen her kesimle ciddi diyaloglar kuran ve her biriyle görüşmelerini devam ettiren, hatta Tunus’un Sesi Partisiyle girdiği diyalog yüzünden pragmatizm eleştirisi alan Nahda’nın hareket alanının nasıl kısılmak istendiğine bakıp cevabı bulabilir. 

Öte yandan François Holland ya da Obama gibi herhangi bir Batılı lider, %50 civarlarında oy aldıklarında nasıl ki, kendilerinin bütün Fransa’yı ya da ABD’yi temsil etmediğini ileri sürmek gibi bir siyasal retoriğe bu ülkelerde başvurulmuyorsa; Türkiye, Mısır ya da Tunus gibi ülkelerde bu propagandanın ne anlama geldiğini çözmek zor olmasa gerek.

Sisi gibi kanlı bir darbeyi planlayıp harekete geçirmiş bir zorbanın ağzından ise Washington Post’a verdiği demeçleri okumak herhalde tam bir kara mizah örneği. Herhalde Mursi’ye “diktatör” deme pişkinliğini ya da “Demokrasi sadece sandık demek değildir!” pervasızlığını en son sergilemesi gereken kişidir Sisi. Sormak gerek darbe gecesi topladığı kadro Mısır’ın yüzde kaçını temsil ediyordu. Üstelik ne oldu da bu tablo bile birkaç gün sonra darmadağın oldu? Gerçekler gün gibi ortaya döküldü ve maskeler düştü.

Ve yine sormak gerek cumhurbaşkanı olmak isteyen Sisi halkın karşısına ne ile çıkacak, sandıkla değil mi?

Darbecilerin Gelecek Kurgusu

Sadece siyasi açıdan değil, ekonomik açıdan da tam bir kaos ortamına doğru Mısır’ı hızla iten darbecilerin dışarıdan yardım taleplerinin ömrü merak konusu. Daha ne zamana kadar ve kimlerden bu yardımlar gelecek? Körfez bileşenlerinin paralarının hesabını sormaya başladıkları gelen bilgiler arasında.

Amr Musa’nın başını çektiği Anayasa Komisyonunun anayasa yapımıyla ilgili olarak kaplumbağa hızıyla hareket etmesinin Sisi’nin cumhurbaşkanı olma arzularıyla yakın ilgisi bulunuyor. Amr Musa ve Hamdin Sabbah ise Sisi’yi cumhurbaşkanı olarak görmek isteyenlerin başını çekmekteler. Sisi’nin basına yansıyan ses kasetinde her ne kadar “5-10 yıl daha askerî rejim sürmeli” mealinde sözleri olsa da bunun mümkün olmadığını herkes biliyor. ABD’nin, her ne kadar darbeye darbe demedi ise de OHAL’in sonlandırılması ve normalleşmeye adım atılması ile ilgili darbecileri sürekli sıkıştırdığı biliniyordu. Nihayetinde 9 Kasım günü OHAL’in sonlandırıldığı açıklandı; lakin bunun gösterilerin yaygınlaşması anlamına geleceği de çok açık.  12 Eylül rejimine benzer bir tarzda asker bir cumhurbaşkanı olmanın yolunu arayan Sisi’yi bu düşünceye sevk eden amillerin başında da elbette yargılanma korkusu gelmekte. Sisi hem kendisini hem de kurmaylarını bu konuda garanti altına alıcı bir anayasa yapımından yana. İhvan’ın yasaklı olduğu süreçte de yapılacak seçimlerle Mısır’ın yeni siyasası belirlenmiş olacak. Buna yeni bir totaliter siyasal yapı örneklemi de diyebiliriz. Gerçi Türkiye gibi tecrübeleri olan ülkeler açısından yeni olan bir durum yok; lakin Mısır açısından Mübarek döneminden farklı olmak kaydıyla asker tarafından dizayn edilen ve koruma altında tutulan bir siyasi yapının demokratiklik görüntüsüyle işlerlik kazandırılması söz konusu. Mısır halkının bu sürece ne cevap vereceğini ise hep birlikte göreceğiz.

Tabii darbecilerin içinde bulunduğu siyasal sıkışmışlığa en veciz örneklerden biri de Darbe Karşıtı Koalisyonu çatırdatma, bölme çabaları. Asker bunu çok önemsiyor. Zira Darbe Karşıtı Koalisyon günden güne güçleniyor ve meşruiyet söylemi darbecilerin kazanımlarını yerinde saydırıyor. Özellikle Cemaati İslami ile görüşmelerinin basına sızması manidar. Darbe Karşıtı Koalisyonla Cemaati İslami üzerinden kurulan bu diyalogda iki husus gündeme geliyordu: İlki Mursi’nin yargılanmasına gerek kalmadan sürecin sonlanması, diğeri seçim takviminin belirlenmesi. Ancak bu görüşmeden herhangi bir netice alınmadığının en önemli göstergesi de Mursi’nin yargılanması oldu. Tabii Mursi’nin mahkemede takındığı tutum darbecilerin beklemediği ve daha önce tecrübe etmedikleri türden olduğu için yargılamayı iki ay sonrasına ertelediler.

Mursi’nin serbest bırakılmadığı ve seçim takvimini belirlemediği bir sürecin Darbe Karşıtı Koalisyon tarafından kabul görmesinin mümkünatı yok. Gösterilerin üniversitelerin de açılmasıyla birlikte OHAL’e ve baskılara rağmen daha da yaygınlaştığı düşünüldüğünde askerin müdahalelerinin sertleşeceği söylenebilir. Ancak darbe hükümetinin gerek cumhurbaşkanlığına ilişkin, gerek anayasa ve seçimlerle ilgili meşruiyet zeminini nasıl oluşturacağı ciddi soru konusu! Zora dayalı yöntemlerle ve toplumun önemli bir kısmını baskı altına alarak yapılacak seçim ya da referandumların da nasıl bir Mısır siyasası ortaya çıkaracağını şimdiden kestirmek güç. Ancak gerçek olan şu ki, şişeden çıkan cinin şişeye sokulması anlamına gelen darbe sürecinin getirdiği tecrübelerin Mısır’a ve bölge halklarına öğrettiği yepyeni şeyler var. Yaşanan tüm zorluklara ve menfi durumlara rağmen, bu müspet tecrübelerin Ortadoğu halklarının bilinçlenmesi ve kendi kaderini tayin etmesi hususunda getirileri de oldukça fazla.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR