1. YAZARLAR

  2. Gülsüm Peker Alpay

  3. Milli Güvenlik Dersinin Hedefi Eğitimde İstihbarat, Baskı ve Tek Tipleştirmedir!

Gülsüm Peker Alpay

Yazarın Tüm Yazıları >

Milli Güvenlik Dersinin Hedefi Eğitimde İstihbarat, Baskı ve Tek Tipleştirmedir!

Haziran 2010A+A-

Sorular:

1- Milli Güvenlik Dersi nasıl bire kafa yapısının ve ne tür bir ideolojik yaklaşımın ürünüdür?

2- Milli Güvenlik Dersinin müfredatı ve işleyişinin TC eğitim sistemindeki konumu ve işlevi nedir?

3- Bu ders aracılığıyla okullarda estirilen “haki atmosfer”e ilişkin gözlemleriniz nedir?

4- Son dönemlerde özgürlüklerin genişletilmesi ve militarist dayatmaların azaltılmasına yönelik pek çok ilerleme sağlandığı iddiasına rağmen “Milli Güvenlik Dersi sorunu”nun Milli Eğitim Bakanlığının ve Hükümetin gündemine bir türlü gelmeyişini nasıl yorumluyorsunuz?

5- İslami kamuoyunun bu yönde somut, yaygın ve yoğun bir talebinin olmayışı sizce normal midir? Bu konuda neler yapılmalıdır?


1- İlkokula başladığımız ilk günden itibaren okullarda yaşadığımız genel işleyişi düşünmek, eğitim alanında nasıl bir ideolojik yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yardım eder. Her gün antla başlayan eğitim, yıl içinde de törenlerle devam eder. Zorunlu eğitim süreci “Yedi çok geç altı yaş olsun, altı çok geç beş yaş olsun!” propagandalarıyla çocukları erken yaşlarda ailelerinden koparmak üzere psikolojik ve yasal zeminler hazırlıyor. Devlet eğitim-öğretim vasıtasıyla, ana sınıfından itibaren de ulusçu, laik ve Kemalist şablonlarla uzun yıllara yayılan şartlandırmalara maruz bıraktığı çocuklarımıza makul ve makbul vatandaş gömleği biçmektedir.  Eğitim öğretimin; muhtevasından mekânlarına, kitaplarından törenlerine kadar her şeyi ile sadece ve sadece Kemalist bireyler ve toplum inşa etmeye endekslendiğini söylersek abartmış olmayız.

Milli Güvenlik Dersi de bu bağlamda resmi ideolojik şartlandırmalar dairesinde lise 2. sınıf öğrencileri için zorunlu olan bir derstir. Henüz 15-16 yaşlarında olan liseli öğrencilere militarist-askerî anlayışın, milliyetçi ve savaşçı bir perspektifin kazandırılmasını hedefler bu dersler. Sınıflara, öğrencilerin komutanı kibir ve gururuyla giren üniformalı subayların bu derslerde öğrencilere hangi “erdemleri” kazandırmayı amaçladığı malumdur: İtaat etmeye hazır kişilikler, komuta edilmeye müsait karakterler. Üniformasıyla, silahlı korumalarıyla, sınıfa girerken esas duruşa icbar edişiyle, işlenen dersin içeriğiyle hatta anlatılan anılarla Milli Güvenlik öğretmeni subaylar eğitim kurumlarında yaşanan askerî darbelerin en açık ve acı göstergeleri durumundadırlar. “Her Türk asker doğar!” faşist söyleminin, “Ordumuza şükran borçluyuz!” zorbalığının, “Orduya sadakat görevimizdir!” ahlaksız propagandasının kışla duvarlarını aşıp bizzat okul sıralarındaki kız-erkek bütün gençlere boca edildiği bu derslerde aynel yakin müşahede edilmektedir.

Milli Güvenlik Dersinin hedefi, “Hangi meseleye nasıl bakılması icap eder?” sorunsalına her bir genç için aynı perspektif içinde üretilmiş cevapları öğretmektir. Psikolojik Harp Dairesinde üretilen söylemleri ülkenin, devletin ve tabii ki halkın sahibi olma iddiasındaki TSK mensuplarınca başkaları tarafından değil etiketlerinde “uzman, kurmay ve en vatansever” yazan subaylarca verilmesi sıradan bir politika değildir. Emir vermeye, itaat ettirmeye, tek tip düşünce ve davranışa şartlandırmaya dair eğitim ve emir almış subayların gençlere zihinsel miyopluk, ahlaki bozukluk, milliyetçi saplantı vs gibi bir dizi hastalık aşılamaları işin tabiatı gereğidir.

2- Milli Güvenlik Dersinin zorunlu ders olarak okutulmasının birçok amacı yanında asıl ve öncelikli amacı kışla mantığını eğitim kurumları ve öğrenciler üzerinden bütün bir ülkeye hâkim kılmaktır. “Milli Eğitim” adı altında sürdürülen faaliyetlerin tamamı için her ne kadar kışla mantığını hâkim kılma çabası az veya çok söz konusu edilebilir olsa da bu durum en çok ve en kaba haliyle Milli Güvenlik Dersi için geçerlidir. Siyasete, diplomasiye, ekonomiye hatta bilim, sanat ve spora hâkim kılınmak istenen askerî mantık eğitim-öğretim alanına da musallat olmuştur. Asker olmak, asker gibi dogmatik düşünmek, muhtıravari konuşmak, disiplinli yaşamak en ideal durum olarak lanse edildiği ve dayatıldığı için aksi durumlar hiçbir durumda muteber sayılamıyor zaten. Bu sebeple Milli Güvenlik Dersinin müfredatını TSK yazdığı gibi nasıl işleneceği de TSK mensupları eliyle örneklenmektedir. Ancak resmen ilan edilenin yanında fiilî durum daha dikkat çekicidir.

Milli Güvenlik Dersini vermek üzere okullara gönderilen subayların eğitim-öğretim faaliyetinden daha az önemsiz olmayan misyonlarını da konuşmak gerek. Subaylar, okullara istihbarat amaçlı, denetim ve tahakküm amaçlı geliyorlar. Sadece idarecileri, öğretmenleri, öğrencileri değil müstahdemleri, velileri, kantinleri, okul aile derneklerini de kontrol altında tutmak gibi vazifeleri var bu subayların. Bütün bir toplumu kandırılmış, zavallı ve zararlı gören, düşman konseptinde konuşlandıran cuntacı/darbeci yapılanmanın okullardaki en önemli kalesi Milli Güvenlik Dersidir. Oluşturulacak darbe süreçlerinde her an kullanıma hazır halde tutulan fişlerin, bilgi notlarının, istihbarat tutanaklarının hazırlanması için bu dersler öğrencilerin, öğretmenlerin, idarecilerin takip edilmesi için elverişli bir zemin olarak kullanılır.  Namaz kılan, başını örten, İslami söylemde bulunanlar başta olmak üzere etnik, mezhebi, siyasi kimlikleri üzerinden erişilebilen herkesi açıktan açığa korkutmak, gizliden gizliye fişlemek üzere bu dersler darbecilere oldukça geniş imkânlar sağlar.

Devlete, siyasete, topluma her vesile ile yön tayin etme vazifesini deruhte eden TSK’nın eğitime de Milli Güvenlik Dersi üzerinden daha yoğun bir biçimde askerî karakter kazandırmak hedefini güttüğü biliniyor. Askerlik yaşını 20’li yaşlardan 15-16 yaşlarına kadar geriye, askerlik zeminini kışlalardan sınıflara kadar derinlere çekme projesinin işlevsel bir aracıdır bu ders. “Sivil” eğitmenler eliyle antlarla, marşlarla, tören ve resmigeçitlerle zihinleri ve bedenleri yeterince disipline edilemeyen öğrenciler tam bir asker ruhuna sahip olsunlar diye bu dersler vesilesiyle subayların “usta” ellerine teslim edilirler. Saplantılı bir tehdit algısı üzerine inşa edilecek karakter özellikleri öğrencilere en iyi bu subaylar eliyle kazandırılabilir zaten. Çünkü bu subay/komutan öğretmenlerin pedagojik formasyonu da öğrencilere sağlam bir bilgi ve mantık kazandırmak üzere değil ulusçuluk temelli bir hamaset ve her ne pahasına olursa olsun devlete itaat mantığı kazandırmak üzere formüle edilmiş.

3- Okullardaki haki atmosfer maalesef sadece Milli Güvenlik dersleri için okula gelen subaylar tarafından oluşturulmuyor. Ancak ilk hareket her zaman asker tarafından başlatılıyor. Öğrencilerin hangi şartlarda derslere alınacağı belirtildikten sonra, gerekli takibat ve zorlama, azarlama ve hakaretler başta idari kadro olmak üzere sınıf öğretmenleri tarafından da devam ettiriliyor. Her ders yılı başında tesettürün gereğinin farkında olan öğrenciler örtüleriyle okuyabildikleri çok az sayıdaki okullarda Milli Güvenlik derslerine örtülü olarak giremedikleri için zulme maruz kalıyorlar. Kararlılıkla, ortak kararlar alarak kendi tercih ettikleri şekilde derslere girmek istiyorlar. Fakat ilk haftalardan itibaren öğrenciler Milli Güvenlik Dersi vermek üzere okulda bulunan subaylarla “saklambaç” oynamaya zorlanıyorlar. Kendi iradeleri ile örtünmeye karar vermiş genç kızlar, rencide edilerek, hem kendi geleceklerini hem de okullarının geleceğini(!) düşünmeye zorlanıyorlar. Kendilerine subayları rahatsız etmeyecek çeşitli uyum yolları öneriliyor, hazırda bulunan çeşitli fetvalar gündeme getiriliyor.

Sadece öğrenciler değil, öğretmenler de bu kaç-göç saklambacına katılmak zorunda kalıyor.  Milli Güvenlikçi subayların, öğrenci ve öğretmenlerin kılık kıyafetten başlayarak, İslam inancına dönük zorbalık temelli sorgulamaları ile devam eden tutumları aşikar. Okuldaki herkesi fişlenecek nesnelere dönüştüren pozisyonları,  mütekebbir ve tehditkâr varlıkları bitmeyen bir korku filmi mesabesindedir. Bulundukları kurumlarda çalışan herkesle ilgili listeler tutmaları herkeste korku ile nefreti iç içe geçiren bir rahatsızlık oluşturmaktadır. Bu rahatsızlıklar o kadar açıktır ki çoğu zaman okula gelen subaylar öğretmenler odasında oturamamakta, öğretmenlerle konuşamamaktadırlar. George Orwell’in “1984” bilim kurgu romanında geçen “Big Brother/Büyük Birader”, roman kahramanı olmaktan çıkıp Milli Güvenlik öğretmeni subaylar eliyle gerçek hayata taşınmaktadır adeta.

Milli Güvenlik derslerine giren askerler Milli Eğitime bağlı okullarda görev yaparken kendi kurumları tarafından denetlendiklerinden dolayı ayrıca Milli Eğitimi askerî denetime açmaktadırlar. Böylece üniformalarıyla gelen askerler hem kendileri takip edilmekte hem de bulundukları eğitim kurumlarını takibe mecbur tutulmaktadırlar. Yeterli istihbarat akışı, otorite ve baskı sağlayamayanların yerine bu işi yapacak yeni subaylar “cepheye” sürülmektedir. Emir komuta zinciri ile yürütülen bu strateji gözlerden kaçmamaktadır.

4- Son dönemlerde özgürlüklerin alanı genişletilmesi adına bazı girişimler var. Bu girişimlerin bir kısmı gerçekleşmiştir. Ancak devletin Kemalist ideoloji ve rejimin bekçisi TSK ile ilgili oldukça koyu ve kalın kırmızıçizgileri var. Bu konularda, bırakın bu sınırlara dokunmayı, yaklaşmak bile ciddi riskleri göze almayı gerektirir. Mesela “Haydi kızlar okula!” denmektedir ama bu okullar başörtülü kızları kapı dışında bırakmaya devam etmektedir. “Baba beni okula gönder!” denmektedir ancak babalar kızlarını okutmak isterken devlet baba örtüsünden, inancından, kimliğinden vazgeçmeyen kızlara üvey evlat muamelesi yapmaktadır. “Kardelen Ayşeler” okullarını bitirip öğretmenlik yaparak yeni kardelenler yetiştirmeye başlarlar lakin okullarını bitirmiş olan başörtülülerin hiçbir dağ başında bile yeşermelerine izin verilmez/göz yumulmaz. Hal böyleyken başörtüsü yasağını kaldırmayı aklından geçiren iktidar partisi kapatılma davası ile muamele görmek durumunda kalmıştı.

Türkiye’de Kemalizm, laiklik ve TSK ile ilgili konular daima ve öncelikle kırmızıçizgileri temsil etmiştir. Hükümetin bu konuyu gündemine al(a)mamasında bu korkuların yer aldığı düşünülebilir. Eğitim araçlarını ve mekânlarını modernleştirerek sorunlarını aşabileceğini vehmeden hükümet, doğrudan müfredata, işleyişe ve hedeflere yönelik esaslı değişiklikler yapmadıkça eğitim alanlarının oluşturduğu hastalıkların büyümesi engellenemez. İnsan fıtratına yabancı, İslami kimliğe düşman, Türkçülüğü esas alan mevcut mantalite ve işleyiş kesinlikle ve acilen terk edilmelidir. Hükümetin pasifist ve pragmatik tavrı malum ancak ne toplum kesimlerinden ne de topluma öncülük etme iddiasındaki dernek, vakıf, sendika vd. kurumlardan da bu yönlü ciddi ve istikrarlı itiraz ve taleplerin yükselmediği aşikar. Oysa güçlü bir kamuoyu baskısı, ciddi bir bilgilendirme kampanyasına eşlik etmedikçe yaprak kımıldaması bile mümkün değil. Çocuklarımızın, gençlerimizin kurbanlık koyunlar gibi militarist mezbahalardaki kasaplara teslim edilmesi ancak bilinç kaybı ile, vurdumduymazlık ile, sorumlulukların terki ile izah edilebilir.

Devletin zorbalıkları karşısında yorulmuş, bezmiş, bıkmış bir ruh hali bu sessizliğe sebep oluyor. Ancak bu hal bir süre sonra mevcut işleyişi normal, meşru sayan uzlaşmacı ve pragmatik söylem ve tutumlara geçişi hızlandırıyor. Pasifizm ister istemez başkalaştırıyor ve çürütüyor. Bir süre sonra insanlar kendilerini de devleti de sağlıklı bir biçimde analiz edemez duruma sürükleniyorlar. Değiştirilmesi gerekeni değiştirmeye yönelik her girişim neredeyse işgüzarlık ya da boşa kürek çekmek olarak niteleniyor. Milli Eğitimi veya Hükümeti bu konularda zorlayacak, sıkıştıracak ve değişime mecbur bırakacak kamuoyu oluşturamayan kesimlerin ciddi bir muhasebeye ihtiyacı var.

5- İslami kamuoyunun Milli Güvenlik Dersinin kaldırılmasına dönük sayılı birkaç etkinliğinin dışında istikrarlı, yaygın ve kitlesel bir çabası olmadı maalesef.  Bu durum iki sebepten kaynaklanıyor olabilir. Birincisi muhafazakâr-milliyetçi perspektifin tezahürü olarak “Asker bizim askerimiz. Okullarda olmasının ne mahzuru var ki?” mantığı olabilir ki bunun yıllardır yaşananlarla böyle olmadığı zaten görüldü. Çocukları, kardeşleri mecburi askerlik hizmetine tabi tutulanların kışla önlerinde, yemin törenlerinde, askerî tesislerde hatta düğün salonlarında maruz bırakıldıkları aşağılayıcı, dışlayıcı, yok sayıcı tutumlara rağmen sürdürülen bu mantık dışı “asker tutkusu”, akla uygun hak taleplerinin önündeki en önemli engeldir.

İkinci ve daha önemli sebep ise çok köklü bir askerî gücün ülkenin görünür ve görünmez bütün yönetim mekanizmalarında olmasıdır. “Biz itiraz etsek de Milli Güvenlik Dersinin kaldırılması konusunda sonucu değiştiremeyiz. Ne kadar çaba sarf etsek kâr etmez. Bu konuda İslami kamuoyu gölgede durmalı ve liberal kesimler öne çıkarılmalı. İslami camianın itirazları ters tepki oluşturuyor. Biz seçmeli ders olması için liberaller de tamamen kalkması için gündem oluştursun!” tarzı düşünceler de üzücü olmakla beraber azımsanamayacak kadar yaygındır.

Milli Güvenlik dersleri/siyaseti ile zihinleri, bedenleri, gelecekleri prangalanmak istenen öncelikle Müslümanlardır. İslami camia dışındaki insanlar da etnik, mezhebi, ideolojik kimlikleri dolayısıyla mağdur konumdalar. Fakat her halükarda İslami kesimler bu çirkin dayatmaya karşı muhalefetin öncülüğünü yapmakla mükelleftir. Arkadan yürümek, gölgede kalmak, lütuf beklemek değil gasp edilen hakların iadesi için mücadele vermek üzerimize farzdır. Zararın neresinden dönersek kârdır. Kaybedilen zaman ve yaşanılan mağduriyetlerde Müslümanların gereğince mücadele edemeyişlerinin payı olduğunu hatırlayıp tövbe etmemiz gerekiyor. Sonrasında azimle, kararlılıkla ve olabildiğince yaygınlaştırarak bu zulmü ifşa edip, kınayıp yürürlükten kaldırmanın hesabını yapmalıyız. Sorunun ne kadar büyük olduğunu çoğu zaman muhatapları bile unutuyor. Bu noktaya parmak basmak gerekli. Sorun yaşayanlar bireysel olarak bunu göğüslemeye değil kitlesel olarak karşı çıkmaya teşvik edilmelidir. Yazılı ve görsel malzemelere, panel, forum, konferans, protesto gibi etkinliklere yoğunluk verilmeli, Milli Eğitim Bakanlığı ve il-ilçe müdürlüklerine talep ve protestolar birinci elden taşınmalıdır. Kamuoyu konuya dair diri tutulmalıdır.

Tek derdimiz bu derslere İHL’lerde başörtülü olarak kızlarımızın giremiyor olması değildir. Eğer başörtüsü yasağı kalksa ve bu derslere başörtülü olarak girilebiliyor olsa bile sorun devam edecektir. Milli Güvenlik Dersinin varlığı, üniformalı subayların öğretmenliği başlı başına büyük bir sorundur. Okulların birer kışla gibi algılanmasından vazgeçilmelidir. Okullar kışla, öğrenciler de asker değildir. Bütün bir toplumu eğitim-öğretim yoluyla Kemalist asker formuna sokma saplantısına son verilmelidir. Akıllar, vicdanlar, serbest bırakılmalıdır. İnsanın fıtratına yabancı, insan ile Allah arasına giren, hayatı ve yeryüzünü ifsad eden şablonlar ve putlar kırılmalıdır ki insanca, Müslümanca bir yaşam mümkün olsun.

Okullar müfredatıyla, ders araç gereçleriyle öğretmen ve idarecileriyle dinî-ideolojik dayatmalardan arındırılmalıdır. Mevcut anlayışı çocukları, gençleri ‘devletin makul ve makbul vatandaşları’ yapma hedefiyle Âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ’ya kul olmanın önündeki en büyük engeldir. Adalete ve özgür iradeye deli gömleği giydirmek üzere dizayn edilmiş bu mekânların ve müfredatın tamamen değiştirilmesinden başka çare yoktur.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR