1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Militarizmin ‘Sınır’ları Aşan Çözümsüzlüğü

Militarizmin ‘Sınır’ları Aşan Çözümsüzlüğü

Ocak 2008A+A-

PKK üzerindeki tesirini tam olarak tespit etmek zor ama Kuzey Irak topraklarına yönelik sürdürülen bombardımanın Dağlıca baskını neticesinde gururu incinmiş TC devleti açısından bir imaj tazeleme işlevi gördüğü açık. Genelkurmay bildirilerine ve Genelkurmay Başkanı'nın sözlerine yansıyan "iyimserlik" mesajlarının medya tarafından köpürtülerek halka aktarılması ve aynı halet-i ruhiyenin siyasilerce de paylaşılması klasik bir "seferberlik" taktiği olarak bir kere daha devreye sokulmuş görünüyor. Kamuoyuna zafer edasıyla sunulan operasyon haberleri ile birlikte Türkiye'nin gücünün dünyaya gösterildiği ve PKK'nın tasfiye aşamasına gelindiğine dair iddialar tartışılmaz doğrular şeklinde sunulmakta.

Oysa karşılaşılan durum temelde toplumsal hafızanın zayıflığı ile son derece irtibatlı. 1990'lı yılların başından itibaren Kuzey Irak'taki PKK varlığına yönelik askeri operasyonların ne sayısını hatırlayan var, ne de sonuçlarını! Bu uzun zaman dilimi içinde Türkiye hem havadan hem de karadan olmak üzere bu bölgeye sayısız operasyonlar gerçekleştirmişti. Sonuç? Sonuç ortada. Fasit bir daireye saplanılmışçasına adeta dönüp dolaşıp başa geliniyor her seferinde. Belli aralıklarla ısıtılan tatsız, tuzsuz bu yemeği birileri ısrarla önümüze sürüyor ve her defasında "Artık bitti, sonuna geldik!" diyorlardı. İşte yine o "son" noktadayız bir kere daha. Kim bilir, bu sınır dışı operasyon/harekat plağını daha kaç zaman dinlemeye devam edeceğiz?

TSK Kandil'i, Medya Türkiye'yi Bombalıyor!

Türkiye'nin kansever medyası her zamanki gibi hamaset atına binmiş, yalan rüzgarları eşliğinde dörtnala koşuyor. Hava Kuvvetleri'ne ait uçakların bombalarının ulaşmadığı yerleri de adeta medya bombalıyor! Klasik "belini kırdık", "beynini dağıttık" efelenmeleri manşetlerden ortalığa saçılıyor. Abartılı boyutlarda bir yüzeysellik hakim medyanın diline. Genelkurmay kaynaklı her açıklama tartışmasız, sorgusuz manşetlere taşınıyor. Askerlerin verdiği bilgiler kesin doğru kabul ediliyor. Ve inanılmaz boyutlarda günübirlik bir tutum sergileniyor. Genelkurmay kaynaklı verileri ve iddiaları papağan gibi tekrarlayanlar ne dünü hatırlıyorlar ne de yarının hesabını yapıyorlar! Kendisine iletilen yalanlara önce inanıp, ardından kirli bir propaganda malzemesi olarak ortalığa saçan bir medya gerçeği var bu ülkenin; işbu medya "Mehmetçik medya" sıfatının hakkını veriyor!

Bunca yoğun yalan ve kirli propaganda sağanağı altında doğru soruları sormak, boş laflara aldanmayıp iletilenleri sorgulamak, en önemlisi de doğru yerde durmak hayati önem kazanıyor. Milliyetçi, şoven duyarlılıkların kışkırtıldığı, kabartıldığı ortamlarda soğukkanlılığı elden bırakmadan insandan yana, haktan ve adaletten yana bir yaklaşımı geliştirmek ve örnekleştirmek durumundayız. Sorulması gereken soruları sormak, aklımızı ve vicdanımızı temiz tutmak zorundayız.

"Sınırdışı harekata neden karşı çıkıyorsunuz? Terörle mücadele etmek bir ülkenin askeri güçlerinin görevi değil mi? PKK sınırı geçip saldırılar gerçekleştiriyor; bunlar engellenmesin mi?" diye bazıları soruyor.

Operasyon Mantığının

Ciddi Bir Operasyona İhtiyacı Var!

Hemen şurasını netleştirelim: Biz sadece sınırdışı operasyona değil, temelde "operasyon" mantığına karşıyız! On yıllardır ülkeye hakim kılınan bu mantığın topluma kazandırdığı tek bir şey yoktur. Sadece çözümsüzlük, acı ve şovenizm güçlenmiş; insanlık ve adalet değerleri ise derinden yaralanmıştır. "Operasyon" mantığını ve söylemini öne çıkartanlar devletin terminolojisinde "terör sorunu" olarak yer verilen bu sorunun kökeni, mahiyeti ve nedenleri üzerine sağlıklı bir akıl yürütme çabasına kendilerini kapatmakta ve soruna dair muhtemel çözüm önerilerinin seslendirilmesine dahi tahammülsüzlük göstermektedirler.

Evvela tanımda net olmak gerekir: Sorunun doğru tanımlanmasına bile katlanamayan bir yaklaşımla en küçük bir mesafe dahi alınamaz. Yaşanılan sorunu salt sonuçlarına bakarak tanımlamaya kalkmak ve ardındaki devasa olguyu görmezden gelmek sadece çözümsüzlüğü büyütmektedir. Sorun terör sorunu değildir; Güneydoğu'nun azgelişmişliği, yatırım fakiri oluşu ya da Türkiye toprakları üzerinde gözü olan ABD'nin ve diğer emperyalist güçlerin komploları falan da değildir. Tüm bunlar elbette bize yaşanan olguyu anlamak için belli oranda değerlendirilmesi gereken veriler sunabilirler ama sorunun doğru tanımlanmasına yetmez.

Sorun Kürt sorunudur. Batılı modelde laik-ulusal bir devlet ve ona uygun toplum inşası yolunda farklı etnik kimliklerin inkarı politikasının doğurduğu bir tepkidir. Elbette tepkinin tutarlılığı, sahihliği ve çözüme elverişliliği tartışılmayı hak etmektedir. Ama son kertede bunun bir tepki olduğu gözden ırak tutulamaz. Bu yüzden konu üzerinde söz söylerken, tavır belirler ve öneride bulunurken PKK'yı ya da devletin çok sevdiği kavramsallaştırmayla "terör sorunu"nu değil, Kürt sorununu merkeze almak gerekir. Bu bağlamda PKK ya da "terör" bir sonuçtur, sadece sonuç. Devletin Kürt sorununda takındığı tavır ise doğrudan sebeptir; yaşanılan devasa olguyu üreten, bunca acıyı ortaya çıkaran asıl saiktir. Dolayısıyla konuyla ilgili olarak her tespit, her öneri ya da tartışma mutlaka sorunun kaynağını gözetmek, onu baz almak durumundadır.

Gerçeklerin Üzeri Hamasetle Örtülüyor!

Bu zaviyeden baktığımızda sınır ötesi operasyon/harekat konusunun Kürt sorununun asıl mahiyetini ve boyutlarını örtmeye yarayan bilinen devlet politikasının yeni bir aracı olduğu ortadadır. İddia edildiği üzere operasyonun çok başarılı olduğunu varsayacak olsak dahi sonuç nedir? Bombardımanlarla Kürt sorunu çözülmeyeceğine göre yapılan iş olsa olsa sorunun örtülmesine matuftur. Buna karşı çıkmak ise sadece adaletin değil, mantığın da gereğidir. Kısacası Irak'ın kuzeyine yönelik harekat, en temelde ülke içinde yüzleşilmekten kaçınılan sorunu ötelere havale etme mantığının bir yansıması olması hasebiyle yanlış ve savunulamaz görmekteyiz.

Kaldı ki sınır ötesi harekat adı verilen bombardımanlara sadece temel mantığı değil, yürütülme biçimi ve sonuçları itibariyle de karşı çıkılması gerekir.

Başta da ifade edildiği üzere konu tam bir göz boyama faaliyetine dönüştürülmüştür. Kan kokusu aldığında adeta kendinden geçen medyanın dengesiz, abartılı ve ahlak dışı yayınları açıkça kamu sağlığını tahrip etmektedir. Yalan her yeri kaplamıştır. Haritadan silme, ayak izlerini takip etme, BBG evi muhabbetleri; artık onlarla bile değil, yüzlerle ifade edilen "etkisizleştirilmiş terörist" sayıları; güya ABD yetkililerinin "Bize de haber verin!" ricasında bulunmaları ve daha buna benzer bir sürü saçmalık, tutarsızlık ve yalanla zihinler dumura uğratılmaktadır.

Genelkurmay tarafından ellerine tutuşturulan fotoğraflar ve kamera görüntüleri üzerinden gazete ve televizyon kanallarında PKK'nın bittiği, tükendiği yorumları yapılmakta. Çok bilmiş uzmanlar derin analizler eşliğinde ordu güzellemelerinde bulunmaktalar. Bu şekilde zaten had safhada haki renge büründürülmüş toplumun adeta boğazına kadar militarizme gömülmesine zemin hazırlanmakta. Militarizmin yükselişinin ise insanlıktan, haktan, kardeşlik ve adaletten yana beklentilerin, kaygıların, arayışların gerilemesi anlamına geldiği açıktır.

Kirli Savaşın Partnerleri

Açıktır ki, kirli savaş ortamı aklı, vicdanı, adalet duygusunu derinden tahrip etmektedir. Ve bu olgu çift yönlü işlemektedir de. Haklı olduğunu iddia eden, mazlum halkın özgürlüğü için savaştığını söyleyen bir örgütün mücadele anlayışı da en az kendisine karşı savaş yürüttüğü gücün zihniyeti ve pratiği kadar kirlidir. Aksi halde insanların yoğun olduğu yerleri bombalamaya teşebbüsün bir mantığı olabilir mi?

Yoksul insanların kullandığı toplu taşım araçlarını yakmanın, metro ve benzeri mekanlara yönelik saldırıların, çöp bidonlarına bomba koymanın mazlumiyetle değil, ancak zalimlikle tanımlanabilecek eylemler olduğu tartışmasızdır. TSK'nın bombardımanında sivillerin zarar gördüğünden yakınan bir söylemin gerçekleştirdiği bu eylemler süregelen çatışmanın tam bir kirli savaş olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, kirli savaş ortamının tahrip ettiği akıl ve kör ettiği gözlerin bu gerçeği algılaması mümkün değildir. Ve daha da feci olan ise karşılıklı akılsızlık ortamının hamasi, kışkırtıcı söylemlerle giderek tırmandırılmasıdır.

Militarizm Körleştiriyor!

Militarist, şovenist yayın ve söylemlerin Türkiye'de yaşayan insanlar arasında ayrışmaya yol açtığı, etnik temelde kutuplaşma olgusuna sebebiyet verdiği ne hikmetse bazılarının pek umurunda gözükmemektedir. Ağızlarından birlik, beraberlik laflarını hiç düşürmeyen, muhalif herkesi ve yaklaşımı bölücülükle suçlamaktan kaçınmayanlar söylemleriyle, tavırlarıyla, hatta özlemleriyle bu ülke insanlarını birbirine karşı kışkırtmakta, bölmektedirler. Militarizmin şartlandırdığı kafaların, İstanbul'da, İzmir'de ya da Konya'da "zafer" şeklinde yansıtılan olgunun Diyarbakır ya da Van'da aşağılanma ve öfke şeklinde tezahür ettiği gerçeğini kavramaları beklenemez zaten. Ne var ki, yaşanan bunca acıdan sonra hâlâ bu kadar hamasi ve kışkırtıcı bir söylemin sürdürülmesi yine de büyük bir utanmazlık olarak vasfedilmeyi hak ediyor.

Utanma duygusunun ileri derecede örselendiği bir diğer husus da konunun ABD ile ilgili boyutunda ortaya çıkmakta. Sınır ötesi harekat konusunda ABD'nin TC'ye yeşil ışık yakması karşısında içine girilen sevindirik ruh hali çok çarpıcı. Gerek Genelkurmay'ın gerekse de hükümetin sınır ötesi harekata izin veren, ayrıca katkı da sunan ABD'ye yaklaşımı adeta terk edilmiş aşığın tekrar sevgilisine kavuşması sevincini andırmakta!

Bu durum aslında TC düzeninin ve o düzenin savunucularının anti-emperyalist söylemlerinin, Amerikan karşıtlıklarının ne kadar yüzeysel ve çıkarcı bir zemine oturduğunun bir göstergesidir. Irak meselesine bağlı olarak Türkiye'de devlet katından başlayarak aşağılara inen ulusalcı, anti-Amerikancı ve işgal karşıtı yaklaşımların sağlam bir temele oturmadığı, adalet ve insani değerler eksenli bir kaygıya dayanmadığı bir kere daha yalın biçimde ortaya çıkmıştır. Bütün hesaplar, kaygılar, tepkiler ABD'yi ikna etme, onu bu bölgede kendisine en iyi hizmet edebilecek potansiyeli TC'nin taşıdığından şüphe etmemesini sağlamaya yöneliktir.

ABD'ye Yakınlaşma Bu Coğrafyaya Yabancılaşma Demektir!

Oysa bu yaklaşım, bu mantık, bu ilişki biçimi başlı başına bir çözümsüzlük, ihanet boyutunda bir kirlilik ve açık bir utançtır! ABD'nin onayı, siyasi ve istihbari desteğiyle gerçekleştirilen hiçbir harekatın bu coğrafyada yaşayan halkların iç içe olduğu sorunların çözümüne zerre miktarı katkısı söz konusu olamaz. Emperyalist işgal gücünün sömürüsünü güçlendirmek, işgalci varlığının süresini uzatmak için zaman zaman bölgesel güçlerin kimisine destek sunması nihai tahlilde o gücün çevredeki diğer güçler ve halklarca yalıtılmasına yol açmakta, kuşkulu konuma oturmasını getirmektedir.

Kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, hangi amaçla temellendirilmeye çalışılırsa çalışılsın emperyalistlerle işbirliği savunulması mümkün olmayan bir suçtur. Ayrıca şunun da altı çizilmelidir ki, bugüne dek Ortadoğu'da emperyalizmin doğrudan ya da dolaylı müdahaleleriyle sorunlar çözülmemiş, bilakis çetrefilleşmiştir. Bugün de farklı bir durumla karşılaşılması beklenmemelidir. Kaldı ki, ABD'nin desteğiyle bir şeyler elde etmeyi umanların önce dönüp ABD'nin elde ettiğinin ne olduğuna bakmalarında yarar var. Irak örneğinde çok çarpıcı bir biçimde gözüktüğü gibi ABD'nin kendisi başlı başına bir başarısızlık, hezimet görüntüsü vermektedir. Irak'ta batağa saplanan ABD'nin İslam coğrafyasının neredeyse tamamında şaşkın bir halde bocaladığını görüyoruz. ABD desteğiyle bir şeyler yapmaya, bir şeyler elde etmeye kalkışanların akıbetinin ABD'ninkinden farklı olmasını düşünmek içinse bir neden yoktur. 

TSK'nın Kuzey Irak'ta giriştiği harekatın kısa dönemli psikolojik propaganda mantığının haricinde kalıcı mahiyette hiçbir olumluluk doğurması beklenemez. Sorunun özünü, temelini oluşturan ulusalcı dayatma ve zorbalıkla net biçimde hesaplaşmaktan kaçınan, resmi ideoloji putunu kutsal bir inek misali aynen korumayı öncelikli misyon bellemiş bir zihniyet gücü yettiğince dağları, ovaları bombalamayı sürdürecektir. Ve ne yazık ki, bombaların çözüm değil, düğümlenme getirdiğini, daha fazla acı ve daha fazla ölüm demek olduğunu ise asla fark etmeyecek, fark edemeyecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR