1. YAZARLAR

  2. M. Şakir Koçer

  3. Kürt Sorunu ve Kur'ani Aydınlanma

Kürt Sorunu ve Kur'ani Aydınlanma

Kasım 2003A+A-

Haksöz'ün geçen sayısında yayınlanan "Müslümanların Kürtlerle İmtihanı" başlıklı Bekir Tank'ın yazısına genel hatlarıyla katıldığımı ifade edebilirim. Bekir Tank dostumuz Kur'an'a ait olan kıstaslardan yola çıkarak gayet mühim açılımlar yapmış, özgürlüğe, dayanışmaya, hak ve hukuka yol aralamış; kuşun kurdun, çiçeğin böceğin, Müslüman olanla olmayanın adl-i ilahiye dahil olduğu gibi Kürdün de dahil olduğunu söylemiş.

Ancak yazısındaki bazı telaffuzlara da değinmeden geçemiyorum. Örneğin yazısının başlığını "Müslümanların Kürtlerle İmtihanı" yerine "Türkiyelilerin Kürtlerle İmtihanı" şeklinde koyması daha isabetli olurdu, diye düşünüyorum. Dahiliyenin kara hatlarını aşmaya niyetleri olmadığı anlaşılan, hunhar düşmanın yedeğinde kendilerine yer aralayan, Müslümanlara 'terörist' demekten geri kalmayan beşer kalabalıklarının Kürtlere karşı sergilemiş oldukları hasımane tavırlarından niye Müslümanlar sorumlu tutuluyor ki? Hem Türkiye'de Müslümanların güçleri, vakıaya etkileri ne kadar ki? İkincisi Kürtlerin hiç mi suçu yok? "Bırakuji" (kardeş öldürme) denilen bir kavramın var olmasına herhalde en çok Kürtlerin zulüm ve günahı sebep olmuştur.

Kürt kavminin bir ferdi olarak Kürtler hakkındaki araştırmalarım sonucundaki mülahazalarımı ben de kısa kısa ifade etmek isterim:

Kürt sorununa yaklaşanlar -istisnalar kaideyi bozmaz- hiçbir zaman Kürtlerin asıl sorununa parmak basmamışlardır; onların asıl hastalıklarını teşhis etmemişlerdir. Olaya hep yüzeysel, önyargılı, menfi, kısacık hesap kitaplar çerçevesinde yaklaşılmıştır. Hatta çoğu zaman, kötü niyetle meseleye el atılmıştır.

Kürtler, gerek kendi varlıklarına kasteden düşmanları tarafından ve gerekse yapay Kürt önderlikleri tarafından yanlış şartlandırılmış; kendilerine hiçbir zaman yarar sağlamayacak, geleceklerini zulüm zincirlerinden kurtaramayacak, bilakis sorunlarını şimdikinden daha da fazla artıracak avuntularla oyalanmışlardır. Zaten onlarca yıldan bu yana, Kürdistan'da Kürtler arasında her geçen gün daha da katmerleşen olumsuz ve uğursuz şartlar, bu tür sahte yaklaşımların ürünü değil midir?

Bir taraftan Kürtlerin varlıklarına dahi tahammül etmeyen, Kürtleri yeryüzünden silip süpürmek isteyen, zaman zaman toplu katliamlara maruz bırakan, hapishanelere dolduran, darağaçlarında sallandıran,, köylerini yakan, yerinden yurdundan söken, sürgüne gönderen, kendilerine her açıdan yabancı metropollere aç-çıplak ve evsiz barksız savuran, esir kamplarında açlığa, soğuğa, gurbete terk eden, eğitim fırsatı vermeyen, insanca yaşamasına imkan tanımayan, namusuna el uzatan, çocuğunu yetim, kadınlarını dul bırakan, ihtiyarlarını yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkum eden, akıllarını, davranışlarını yozlaştıran, onları kendi özünden uzaklaştıran, yabancılaştıran, hainleştiren, fırka fırka yapıp birbirlerini yok etmeleri için salıveren; yani evrensel istikbar ve onların uşakları, işbirlikçi, hain ve zalim rejimler...

Diğer taraftan, bütün bunlara rağmen, zulmün kaynağını bir türlü keşfedemeyen, olaya bilinçsiz, programsız, olayın sebep ve sonuçlarını idrak etmeden dalan ve bu yüzden daha da karıştıran, Kürt kanının heder olmasına sebep olan, meselelere şaşı gözle bakan, Kürtlerin maslahatından ziyade düşmanlarının maslahatına alet olan, her gün birbirine giren, partileri, hizipleri, aşiretleri uğruna Kürtleri birbirine kırdırtan sahte önderlikler...

Bir Kürt atasözü vardır: "Sege nizane bireye, gura tine gohore". Yani "Havlamasını bilmeyen köpek, kurtları koyunlara davet eder."

Burada asıl meseleye gelmek istiyorum... Öteden beri genel İslami sorumluluklarımın yanında özel olarak Kürdistan meselesini, Kürt sorununu, hep Kur'an'a göre yorumlamaya ve meseleyi, istikbalde vücud bulacak evrensel İslam toplumuna yarar sağlamak ve katkıda bulunmak amacıyla, Kurt insanının da her insan gibi dünya ve ahiretini kurtarması hakkını gözeterek teori bazında Kur'ani-İslami bir temele oturtmaya çalışıyorum. Bu durum, beni, insanın birçok yönünü araştırma gerektiğiyle karşı karşıya getirmiş; özellikle insanın evrimi ve sosyo-antropolojik özelliklerine eğilmemi zorunlu kılmıştır. Bu alandaki araştırmalarımda bana en çok aydınlık bahşeden Kurtarıcı Kitab'ın sûrelerinin isimleri oldu. Sosyoloji, insan türünü kısımlara ayırmış; Birey, erkek, kadın, aile, kabile, kavim, sınıfsal toplum vs... Sosyolojinin bu tespitlerinin genel çerçeve itibariyle Kur'an'a ters düşmediği kanaatindeyim.

Kur'an, mesajını hiçbir insanlık dairesinden esirgemediği gibi, tüm insanlık menzillerinde doğabilecek herhangi bir problemin yegane çözücüsü olduğunu da çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Örneğin Kurtarıcı Kitab'ın sûrelerinin isimlerinden olan Muhammed, Lokman, Yunus, Hud, İbrahim, Yusuf, Nuh vb. isimler Kur'an'ın bireylerle/erkeklerle uğraştığını, onları mesajına muhatap kabul ettiğini çağrıştırmıyor mu? Meryem ve Nisa isimlerinin, Kur'an'ın kadın bireylerle ilgilendiğini, onları mesajının muhatapları kabul ettiğini çağrıştırmıyor mu? Âl-i İmran, Talak isimleri, Kur'an'ın mesajım insanlığın sosyolojik dairelerinden olan aileye yönelttiğini öğretmiyor mu? Kureyş, Hicr isimleri, Kitab'ın aydınlık mesajını, insanlığın sosyolojik menzillerinden olan kabileye yönelttiğini bize fısıldamıyor mu? Rûm, Sebe isimleriyle, yine bu müstesna Kitab'ın kavim menzilini muhatap aldığını görmüyor muyuz? Nass, İnsan isimleri, Kur'an'ın, insan türünü muhatap aldığına işaret değil mi? Bir de sınıfsallaşma menzillerini çağrıştıracak sûre isimleri var: Mü'min, Mü'minûn, Münafikûn, Ahzâb, Kehf, Şuarâ, Enbiyâ, Kâfirûn gibi... Ayrıca insanlığın çok belirgin iki ayrıştırıcı özelliği daha vardır ki, o da dilleri ve renkleridir. Bunun için Hucurat, 13. ve Rum, 22. ayetlerine bakılabilir. Kureyş Sûresi'nde de Allah, Kureyş kabilesini; yani tüm insanları değil, herhangi bir ulusu değil, sadece Kureyş adında bir kabileyi muhatap alıyor. Yüce Allah, bazen bir aileye yöneliyor, bazen bir ferde. Bazen de bir kadının kalbine vahyini indiriyor; Musa'nın annesine indirdiği gibi... Kur'an mesajı insanlığın her menzilinde olumlu bir rol ifâ ediyor ve esprisinin asıl özelliği de budur.

Kürt Sorununu İslam Çözer

Adalet ve sosyal eşitlik timsali Ömer Faruk'un (ra) zamanından beri, aziz İslam'ın Kürt kavmine kazandırmış olduğu bir izzet vardı. Onlara sağlam bir akıl, sade bir gönül, dürüst bir ahlak hediye etmişti. Onları yüksek seciyeli kılmış, erdemlerle taltif etmişti. Onları ateşperestlikten, putperestlikten kurtarmış, kendi yaratıcıları Allah ile barıştırmıştı. Nice harikaları, atılganlıkları, sıçramaları ve parlamaları tarihlerine mâl etmişti.

İslam'ın çözemeyeceği hiçbir insanlık sorunu yoktur. Kur'an'ın eşsiz ve benzersiz çözümleyiciliği, insanlığın tüm meselelerine ve problemlerine nüfuz etmiş ve hiçbir şey çözümsüz bırakılmamıştır. Buna Kürt meselesi de dahildir.

Kureyş gibi bir kabileye, Kabe'nin Rabbine yönelmek ve O'na kul olmak ne derece lazımsa, Kureyş gibi yüzlerce kabileden meydana gelen bir halka, Kürt halkına daha fazla lazımdır. Ortadoğu'yu evrensel istikbardan kurtarmanın yolu ne derece Filistin'den, Lübnan'dan geçiyorsa, bir o kadar da Kürdistan'dan geçiyor.

Ortadoğu'nun stratejik bir noktasında yaşamak gibi bir suç(!) işleyen Kürt halkı, son zamanlarda daha yoğun bir şekilde çok sinsi oyunlarla karşı karşıyadır. Evrensel şirk düzeni ve uluslararası çıkar şebekeleri, Kürt halkı üzerinde adeta kumar oynuyorlar. Nasıl ki, Roma'nın eli kanlı vampir hükümdarları, esirlerin gözlerini bağlayıp onlara sahte bir kurtuluş umudu aşılayarak arenalarda yırtıcı aslanlarla, zehirli yılanlarla savaştırıyor idiyseler, bugün de aynı durum Kürdistan'da, Kürt halkı üzerinde denenmektedir.

Bunca akan kana, yıkılan ocağa, cehenneme çevrilen bir Müslüman memlekete seyirci kalmak, Kur'an'ın neresinde zikrolunmuş?! Yaralanmış, dağılmış, sürülmüş Müslüman bir halkın trajik durumuna seyirci kalmak, ümmetçiliğin, evrensellik iddiasının neresinde mevcut? Bugün aydın' pozundaki kimi insanlar hangi gerekçeye dayanarak, halen "ümmetçilik" adına, üstelik ümmetin en perişan parçalarından biri olan Kürt halkının yaşadığı trajik duruma, "Bizim sorunumuz değil!" mantığıyla yaklaşıyorlar?! Kürt halkının mazlumiyeti hatırlatılınca 'ümmeti hatırlamadan edemeyenler, ümmetin topyekün kurtuluşunun, mazlum ve mustezaf halkların yaralarına melhem olmakla gerçekleşeceğini idrak edemiyorlar mı?

Evet, Kur'an'dan ilham alarak kavmi taassubu reddediyoruz!.. Ama mesele Kürt halkının perişanlığına, sürülmüşlüğüne, dağılmışlığına, iltihap bağlamış yaralarına, bitmek bilmez acılarına gelince, 'ümmetçilik' iddiasıyla öne çıkarak Kürtlerden söz etmenin kavim dairesine hapsolmak anlamına geleceğini ileri sürenlerin anlayışını da reddetme kararlılığını göstermek zorundayız. Kürtlerin kendi ana dilleriyle konuşmalarını bile 'ümmet' dairesinin dışına çıkmak olarak görüp değerlendirenlerin, bu mantığı hangi vehimlere dayandırdığını merak edip sorgulamamak mümkün mü? Böylelerinin tasavvurundaki ümmet dairesi, ne kadar da kırılgan, zayıf ve ufuksuz?!

Dini esaslara dayanıp tüm halkları acıya ve kedere boğan, zulümle kavuran, insanlık düşmanı zorbalarla kavga etmek ve Kürt halkını da bu kavganın zulme uğrayan taraflarından biri olarak kabul etmek gerekirken, din adına dini afyon haline getirerek, sömürgeciliği yerleştirmek suretiyle Kürtleri parya gibi görmek, dinin hangi emrinin şümulündedir acaba?

İslami aydınlanmanın ve yenilenmenin neferlerine sesleniyorum: Var mısınız, din, ümmet, İslami kardeşlik, evrenseldik istismarcılarının abdestini bozmaya?..

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR