1. YAZARLAR

  2. Yalçın İçyer

  3. Almanya'da Başörtüsü Tartışması

Almanya'da Başörtüsü Tartışması

Kasım 2003A+A-

Essen Mescidi

Bayan Fereşta Ludin'in başörtüsü davası hakkında Alman Anayasa Mahkemesinin verdiği karan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunuzu Anayasayı koruma mahkemesinin 'Başörtüsünü serbest bırakma kararına ne dersiniz?' şeklinde sormamanızı isabetli buldum. Çünkü genelde böyle algılanıyor ve karar çarpıtılıyor. Karar bir müsaade değil bir yol göstermedir. Gerekçeli karar, biz yasaklayamıyoruz ama siz eyaletler olarak yasaklayıcı karar alabilirsiniz anlamı taşıyor. Başta Bayern eyaleti olmak üzere NRW ve diğer eyaletler, CDU'nun önderliği ile başörtüsünü yasaklayıcı yasa paketleri hazırlıyorlar. Geleceğe yönelik bir yol gösterme. Anayasayı koruma mahkemesi, şayet anayasaya göre karar verse idi şartlı karar vermemesi gerekirdi. Anayasa geneldir ve tüm eyaletlerin alacağı kararın üstündedir. İnanç hürriyeti maddesinde çok açık olarak fikir hürriyetinden ve inanç hürriyetinden bahis açar. Aslında böyle bir olayın tartışılması bile anayasa açısından büyük bir zaaftır. Avrupa'nın sunduğu demokrasi inancına aykırıdır. Türkiyeli bazı gazetelerin ve Müslüman bazı kuruluşların bunu takdir etmelerini bir türlü anlayamıyorum. Bu tartışmalar demokrasi havarilerinin büyük ayıbıdır. Doğrusu demokrasi savunucularının ilahlarını yemeleridir. Tarihte elleri ile yaptıkları putları yiyenlerin çağdaş örnekleridir bunlar. Demokrasi denilen şeyin ne olduğunu ne ben ne de onu savunanlar anlayamadılar. Bir ara Bonn'da bir yürüyüşe katılmıştım. Sokakta bir konferansın ilanı dikkatimi çekmişti. "Demokrasi de mi ütopya oldu?" veya "Demokrasi için de mi -Ütopik Demokrasi- adlı kitaplar yazılmalı". Ben hayatımda inanmadım nevalarla yönetilen idarelerin hakk ve hukuklara riayet ettiklerine. Tabii bunları söylerken şu haksızlığı yapmak istemiyorum. Buradaki durumla TC veya Ortadoğu ülkelerinin karşılaştırmasını yapmıyorum. Arada dağlar kadar fark var, Ama bu fark gün geçtikçe kalkıyor. Geçenlerde bir arkadaşımızı başörtülü diye uçağa almadılar ve gerekçe olarak 11 Eylül'ü göstermişler. Avrupa'da kurulmuş insan hakları kuruluşu olan HDR'nin hazırladığı raporda 11 Eylül gerekçe gösterilerek yapılan saldırıların (ki raporun resmi tedbirleri almadığını da söyleyeyim) ne kadar arttığını görmek mümkündür. Almanya içişleri bakanlığı (Sicherheit Paketen: Emniyet paketleri) adı altında çok katı kuralların alındığı paketler çıkarttı. TC'den AB'ye girme şartı olarak öne sürülen paketleri çıkartanlar onun tersi paketleri çıkarıyorlar. Bu Almanya'ya has değil, Hollanda'da daha ağır tedbirler alınıyor. Fereştah Ludin'in başörtüsü ilk yasaklandığı zaman haftalık gazete Die Zeit başörtülü bir üniversite öğrencisi ile röportaj yapmıştı (ki bu gazete solcu ve demokrat ve de tarafsız olduğunu iddia eder ve öyle bilinir). Başörtülü öğrenci bir ara şu soruyu sorar; "Temizlikçi (Putzfrau) annemin başörtüsü sizi rahatsız etmiyordu, üniversiteli benim başörtüm sizi rahatsız ediyor değil mi?" Gazeteyi okurken Türkiye'deki Kemalistlerin kullandıkları aynı ifadeleri gördüm. Başörtü, simgedir, mesaj taşıyor vs.

Ben olayın bir başörtüsü meselesi olduğu kanaatinde değilim ve meselenin burada boğulmasını da yanlış görüyorum. Sorunun 11 Eylül'den sonra başladığını ve müslümanları suçlu göstererek günah keçisi yapılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Yukarıda adını verdiğim haftalık gazete 'Neue Feind': 'Yeni düşman' adında bir ek çıkarmıştı. Varşova paktının yıkılışından sonra Batı'nın yeni düşman adı altında İslamı göstermelerini belgeleri ile anlatılmakta.

Başörtüsünü yasaklayanlar okullarda din dersi koyuyorlar ve üniversitelerde din dersi verecek iki yıllık İlahiyat açıyorlar. Bu çalışmaların bundan yirmi yirmibeş yıl önce başladığını istatistiklerden veya yapılan toplantılardan anlıyoruz. Bu anlamlı değil mi? Almanya'nın körfez ülkelerinde kurulan finans kuruluşları ile işbirliği yaparak faizsiz banka yan kuruluşları oluşturmak için çalışmalar yapması manidar değil mi?

Daha henüz Berlin başkent olma çalışmalarında iken o zamanın dışişleri bakanı Klaus Kinckel yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullanır. "Avrupa'da 13 milyon müslüman yaşıyor bunu hesaba katmalıyız." Yine Bosna sırp çetniklerinin vahşi saldırıları altında iken, Bosna'yı işaret eden Fransa Cumhurbaşkanı, Aliya İzzet Begoviç'e şunu söylüyor: "Şunu bilin ki biz Avrupa'nın göbeğinde bir İslam devletine müsaade edemeyiz." Hollanda kendi yasalarına uygun, müsaade ettiği otuz yedi İslam okulunu kapatma yolları arıyor. Tahmin ediyorum verdiğim canlı örnekler anlatmak istediğimi açıklamaya yeterli. Yani olayın bu noktaya getirilmesi zaten haksızlık ve demokrasi ayıbı iken birde yol gösterici karar veriyorlar. Başörtüsünü yasaklayanlar TC'nin yöntemini de kullanmayı ihmal etmiyorlar. Die Welt gazetesine beyanat verip başörtüsünü yasaklamak girişiminde bulunan CDU yetkilisi kendileri ile beraber olan müslümanların olduğunu ifade ederek Kur'an'da başörtüsünün emir olmadığını ve bunu müslüman(!) kuruluşlarının da tasdik ettiğini gayet rahatlıkla ifade ediyor. Ve bize soruyorlar; var mı Kur'an da başörtüsü? Gösterir misiniz? Adeta başımıza, T.C.'deki hadis, tefsir ve de fıkıh profesörleri gibi kesilmişçesin.

Bundan sonra nasıl bir yöntem uygulanmalı?

İlk cevabımda konuyu ve realiteyi görmemiz için olayı tüm çıplaklığı ile ortaya koymaya çalıştım. Bastığımız yerlerin nasıl yerler olduğunu bilmemiz açısından bunun önemli olduğu kanaatindeyim. Kur'an, davetçilerin yaşadığı ortamı ve insanları tanımak açısından geniş açıklamalar yapıyor. Bunu göz önüne almamız gerekiyor. Bir toplumu toptan silip atmıyor, hatta kendisine düşman olanları da insan değerlerine saygılı olmaya davet ediyor. Ortak değerlerde mücadeleye çağırıyor. O halde yapılması gerekeni yine Resulullah'ın uygulamasından almalıyız. Ortamımızı tanıyarak ne yaptığımızı İyi belirlememiz gerekiyor.

Kur'an aklı selim insanlardan, inananlara dost olan kilise ricalinden ve adil şahsiyetlerden övgü ile bahsediyor. Resulullah'ın uygulamalarında da bunların rol aldığını görüyoruz. Bu insanlarla ortak zeminler oluşturmalı ve toplumsal muhalefeti geliştirmeliyiz. Şu an yapabileceklerinizi özetle şöyle sıralayabilirim:

1. Bizler açık olmalı ve değerlerimizi korumalıyız. Değerlerimizi korkmadan maslahata uymaktan vazgeçmemeli ve farklı kişilik ortaya koymamalıyız. Emin ve net tavrımızı ortaya koymalıyız. Bunu herkese yaşamımızla ve sözlerimizle ilan etmeliyiz. Sağdan yaklaşma oyunlarına gelmemeliyiz. Yabancılık psikolojisini atmalı ve bu toplumların onurlu, müslüman insanları olmalıyız. Değerlerimize saygı gösterildiği müddetçe tüm değerlere saygılı olabileceğimizin yine bağlı olduğumuz inanç gereği olduğunu açık olarak ilan etmeliyiz.

2. Sorunu evrensel olarak ele almalıyız. Bu küresel bir sorundur. Küresel zulmü anlatmada gecikmemeliyiz. İnsanlık duygu ve değerlerini yitirmemiş aklı selim insanların da aynı kaygılan taşıdığını ve bu konuda aynı fedakarlığı göstereceğini unutmamalıyız. Nitekim küresel kuşatmaya ve zulme karşı direnenlerin ne güzel tavırlar ortaya koyduğunu açıkça görmekteyiz. Gerek gazete ve dergilerde ve gerekse diğer eylemlerde bunu açıkça görebiliyoruz. Siyonist İsrail'in zulmüne karşı taş atan Edward Said erdemli bir kişi idi, yine Filistin'de buldozerin altında ölen ABD'li Rachel Corrie erdemli bir hanımdı. Bıçaklanan İsviçre İçişleri Bakanı Anna Lind, küresel zulme karşı çok hassas olan hatta yiyecek içecek boykotlarına bile katılan erdemli bir kişiydi. Küresel zülüm karşısında bu erdemli insanlarla ortak platformlar oluşturmak gerekiyor. Kapitalist ve küresel kuşatmaya karşı insanlığını yitirmemiş insanların olduğunu bilmeliyiz.

3. İşlenen suçun insanlık suçu olduğunu herkese ve açıkça beyan etmeliyiz. Günümüzün en ciddi sorunu iki yüzlülüktür. Çifte standartlılıktır. Bugün kişilik sorunu en büyük sorundur. Dine karşı dini kullanmak için tüm dünya elini kolunu sıvamış. Beyaz Saray bile bayram kutlamaları yapıyor. Kimse açıkça ben şuyum inancım şudur ve şunu şunun için yapıyorum diyemiyor. Kitleler adeta sinirlendiriliyor ve kandırılıyor. İşte bu kitlelere, kandırılan ve gözleri korkutulan bu İnsanlara hakikati götürecek havariler olma görevini yerine getirmenin ağır sorumluluğunu üstlenenler bizler olmalıyız. Herkes bilsin ki biz müslümanız ama insanlığın kurtuluşu için varız. Avrupa'da çocuk tecavüzlerinden uyuşturucu kullanımından tutun aile sorunlarına kadar toplumun tüm kesiminin ciddi sorunları olduğunu ve bize muhtaç olduğunu bilmeliyiz. Bunu anlatmanın mesuliyetini anlatmalıyız. Medyanın çağımızın insanına karşı işlenmiş en büyük suç olan modern cahiliyeyi görmezlikten gelerek suçu İslam'a ve müslümanlara yüklemesini silecek kişilik ve performansla gayret göstermemiz gerekiyor. Rahman ve Rahim olan Allah'a iman edenler insanlığın kurtuluşu için vardırlar gerçeğini anlatmamız gerekiyor. Eminim ki bu konuda aç olan tüm İnsanlar bizimle beraber olacaklar. Avrupa insanına veya siyasilerine, ABD ve Küresel zulme destek olmanın büyük yanlış olduğunu anlatmak için paneller düzenlemeliyiz. Zalimler hep fırsatı bulduklarında dost olarak kullandıklarını terk etmişler. Ve onları arkadan vurmuşlar. Bugün ortak hareket eden ABD ve Siyonist İsrail hep çıkarları peşinde ve Ortadoğu olarak isimlendirdikleri bölge ve sömürdükleri ülkelerin halklarına karşı uydurma senaryolarla kitle imha silahları kullanıyorlar. Ama gün geçtikçe bu komplolar halklar ve ezilen insanlar tarafından deşifre ediliyor ve kamu oyuna sunuluyor. O halde bunların peşinden gitmemeleri gerektiğini anlatmalıyız. Müslüman halklar artık eskisi gibi başlarındaki diktatörlere göre hareket etmeyeceklerdir. O halde küresel zalimlerle beraber olmak geleceğe yönelik onların da yararına olamayacaktır. Biz Avrupa'da yaşayan müslümanların bu konuda yapacak çok şeyleri var. Yeter ki sivil toplum örgütleri ve diğer insanlarla ses getirecek eylemler gerçekleştirelim.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR