1. YAZARLAR

  2. Sevgi Engin

  3. Avrupa’da Başörtüsü

Avrupa’da Başörtüsü

Kasım 2003A+A-

Mizan Derneği – Essen

Afganistan kökenli bayan öğretmen Feresta Ludin'in 1998 de başörtüsü ile çalışma yasağına karşı açtığı dava geçtiğimiz günlerde Karlsruhe Yüksek Mahkemesinde sonuçlandı.

Karar hiç kimseyi memnun etmeyecek kadar çekince ile verilmiş, yüreksiz bir karardı ama yine de Alman toplumunu medyanın çok sesli yayınlarıyla sarsmayı başardı.

Fereşta Ludin Afganistan'da doğmuştu çocukluğunun büyük kısmını Almanya da geçirmiş, eğitimini Almanya'da tamamlamış, bir Alman ile evlenmiş ve Alman vatandaşlığına geçip edindiği mesleği ile bu toplumda var olmak istemişti. Hayatını İslam biçimlendiriyordu, okulda da başörtüsü takmakta ısrar ediyordu ama sonuçta bu onun özelini ilgilendiren bir olaydı. Kişisel inancıydı. Problem de burada başlıyordu işte.

Din kişilerin "özeline" bırakılabilecek bir şey mi? Yoksa yasaların, kuralların, toplumsal anlayışların kişilerin özellerine müdahale edebildiği zaman ve zeminler var mı?

Bu sorunun yanıtı nereden, hangi pencereden hangi dünyaya bakıldığına göre değişiklik gösterdiğinden tek elde aynı yanıta ulaşmak mümkün görünmüyor.

Başörtüsüne ayırdığı özel sayısında Der Spiegel" sözü Türkiye ye getirdiğinde dini devlet işlerinden ayırıp kişilerin özeline bırakılmasının pozitif yanına değiniyor. Böylesi bir anlayış dinin din adamlarının tekelinden alınıp, kişinin kendi doğrularıyla tanımasının önünü açıyor çünkü. Asırların ötesinden gelen doğmalardan arındırıyor.

Öyleyse din müslümanların yaşadığı ülkelerde devlet işlerinden ayrılırsa, pozitif bir işaret olarak algılanılıp alkışlanmalı ve önü açılmalı.

Ancak aydınlanmasını tamamlamış bir Avrupa ülkesinde dinin devlet ten ayrılması her zaman aynı pozitif etkiyi uyandırmıyor.

Bu endişeyle Yüksek mahkeme kesin bir kararla çıkamıyor merakla beklenen oturumundan,

Ne bireyin din özgürlüğü hakkına yaraşır bir karara varıyor, ne devlet okullarının nötr kalması zorunluluğundan ne de ailelerin çocuklarını terbiye hakkına sahip oluşlarına değiniyor. Ürkekçe bir tavırla kararı "böyle bir yasağın uygulanabilmesi için öncelikle bunu yasaklayan yasalara ihtiyaç var" gerekçesiyle eyaletlerin parlamentolarına terk ediyor.

Günlerce medyayı ve kamuoyunu meşgul eden tartışmalarda bu mahkeme kararıyla son bulacağına, daha bir hareketle tartışmalara açılıyor.

Devlete ait kurumlarda var olan bütün inanışlara ve düşüncelere karşı Nötr olma zorunluluğu İslam söz konusu olduğunda eşitliği bozan bir hüviyete dönüşüyor hemen.

Alman öğretmenlerin boyunlarındaki Haç kolyeleri, Yahudi öğretmenlerin başlarındaki kepler, kişisel inançlarını yansıtmıyor gibi bu ilke müslüman bayanların başörtüsüne uygulandığında hatırlanıp "eşitsizlik "ortaya çıkıyor.

Bundan yola çıkarak 1998 yılında Protestan din görevlisi Helga Trösken dünyanın üçüncü dini İslam'ın nötralitet ilkese altında ayrımcılığa uğradığını yazıyordu. Büyük kiliselerin, Yahudi cemaatlerinin yanında İslam'dan korkmadan ve çekinmeden davranmanın aydınlanmacı ve dünyaya açık bir Avrupa devletinin göstergesi olacağını ve gerçek nötralitenin de burada saklı olduğunu ifade ediyordu.

11 Eylül'ün akabinde gerçekleştirilen tartışmalarda açıkoturumlarda en acıklı tabloyu en çok Afganistanlı tesettürlü kadınların trajedisi çizdi. Örtülü olup olmamaları değildi de sorun, asıl bu eğitimli bayanların dini engellemeler yüzünden mesleklerini icra edememeleri, ya da okullarına devam edemeyişleriydi.

Modern bir Avrupa ülkesinde dini engellemelerle kadının toplumsal hayata katılımının yasaklanmasını anlamanın imkanı yoktu.

Aradan çok da uzun süre geçmedi.

Yine Afganistan kökenli tesettürü bir bayan yine aynı gerekçeyle Alman toplumunun gündeminde ilk sıraya yerleşti.

Ancak şaşırtıcı olan kamuoyunun geçen bu süre içerisinde argümanlarının nasıl da üç yıl önceki Taliban yönetimiyle benzeştiğini görmekti.

"İslamcı fundementalist" Taliban yönetimi hangi gerekçe ile müslüman kadınların toplumsal hayata katılımını yasaklıyorsa,Hristiyan fundementalistleri de aynı gerekçelerle başörtülü bir müslüman hanımın okullarda çalışmasını istemiyorlardı. Bayern eyaleti içişleri bakanı işi daha da ileri götürerek "Çocuğunun devam ettiği okulda başörtülü bir bayan öğretmen olursa çocuğunu derhal o okuldan alacağını ifade ediyordu."

Okulların dini sembollerden arındırılması tartışmaları gündeme geldiğinde hristiyanlığın ya da yahudiliğin sembolleri de sıraya girecektir ve hiç bir Alman paskalya tatilinin olmadığı, noel tatilinin olmadığı bir okulu tasavvur edememektedir.

Alman kamuoyuna düşen belki de bu ayrıma varmaya çalışmak olmalıdır.

Bunu başarırlarsa o zaman okullarda kızlarını yüzmeye göndermek istemeyen ailelerinde "çocuklarını eğitmeye hakları olduğunu" anlayabilir, anayasal haklan çifte standart uygulamalardan sahiplerine teslim edebilirler.

"Doğulu toplumlara has, baskının ve şiddetin gölgesinde dini bir toplum "yerine" bütün dinlere ve kültürlere açık ve eşit uzaklıkta durabilen, kendinden emin, kendine özgüveni olan bir toplumsal model "sunabilirler, iddialarıyla bütüncül bir anlayışa öylelikle ulaşabilirler.

İslam'ın kadını daha çok eve ait kıldığı, müslümanların entegre olmakta zorlandığı, direndiği iddiaları ancak kendi doğruluğundan emin ola­mayan baskıcı ortamlarda zorunlu bir yol olarak gerçekliğini bulur.

Ne zaman ki, eşleri ülke yönetiminde olan müslüman kadınlar salt başörtülün yüzünden devlet krizlerine sebep olurlar, ne zaman çalışarak, zahmete katlanarak kazandıkları okullarından yaka paşa atılırsa Kız öğrenciler, emeklerine ve başarılarına bakılmadan başörtüleri işyerlerinden atılmanın gerekçesini oluşturursa, ne zaman konuştuğu akıcı dili, sahip olduğu vatandaşlık hakkı, bütün bir çocukluğunu geçirip, benimsediği bu kültürü müslüman bir kadının kendini yaşadığı toplumda bütünüyle özgür olarak var kılamıyorsa, buradaki toleransızlık ve baskıcı anlayış "dinin, İslamın " kendisinde değil, onu sembolize eden haliyle içine almakta, kendinin bir parçası haline getirmekte ürkek, çekingen, yerine göre de baskıcı davranan toplumdadır.

İster genetik akrabalık yoluyla ait olduğu, isterse yetişip sonradan edindiği kültürde olsun, Müslüman Kadınlar başörtüleri ile "insan olarak algılanma" ve kabul görmede sorunlar, sıkıntılar, acılar yaşamaktadırlar. Zor ve ağır bir sınavdır. Ama müslüman kadınlar henüz başörtülerini ellerine aldıkları o ilk zamanlardan bu zorluklara karşı direnmeye, baskılara karşı çıkmaya, alaylarla baş etmeye de alışmışlardır.

Buna yetecek hem inançları vardır, hem de direnecek güçleri.         

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR