1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Kur’an’ı Anlama Usûlüne Giriş

Kur’an’ı Anlama Usûlüne Giriş

Nisan 2002A+A-

Kur'an'ı anlama usulü denilince ilk akla gelen "Tefsir Usulü"dür. Bu konuda yüzyılların biriktirdiği büyük külliyatın içinde beşer elinin değmesinden kaynaklanan doğrular da vardır, yanlışlar da. Biz bu yanlışlara sahip çıkmayacağımızı baştan ilan etmek için çalışmamızın başlığını "Tefsir Usulü" şeklinde koymadık.

Tabii ki, şunun farkındayız: Kur'an Usulü terkibi altında yapılan ve yapılacak olan çalışmalarda da bazı zaafiyetlerin ortaya çıkması mümkündür. Ancak şu anda taşıdığımız ahlaki kaygının ve doğrudan Kur'an'a yaptığımız vurgunun önemli oranda bizi denetim altında tutacağı kanaatindeyiz. Tefsir Usulü kitaplarında varolan yanlış tasavvurların aşılması gerektiğine ilişkin inancımız, "Kur'an Usulü" diye bir kavramsallaştırmaya gitmemizin temel sebebidir. Hangi kavramsallaştırmayla ifade edersek edelim "Kur'an'ı anlama yönteminin temel ilkelerini Kur'an'dan çıkarmamız gerektiği" bu konudaki temel düstur olarak unutulmamalıdır.

A- Basiret ve Hikmetin Kaynağı Kur'an

Rabbimiz, kitabı indirmiş ve onda, gönülden teslim olanlar için kavrama yöntemlerini de açıklamıştır. Kur'an'ı okuma biçimimiz, niyetimiz ve takındığımız tutum onu anlama şeklimizi de belirlemektedir. Bu nedenle ilahi kelamın yol gösterici beyanlarını dikkate almadan geliştirilen her anlama-yorumlama yöntemi, Kur'an'ın anlaşılmasında bir "kolaylaştırma" değil engel çıkarma, zorlaştırma işlevi görecektir. Bu sebeptendir ki, Kur'an'ı anlama usûlünün temel ilkelerinin hikmetin kaynağı Kur'an'dan çıkarılması, sahih bir şekilde tespit edilmesi elzemdir. Çünkü Kur'an basiret yeteneği kazandıran hüda, kurtuluşa giden yöntemleri gösteren rahmet; ilkelerin kaynağı kitap, nasıl anlaşılıp nasıl yaşanacağına ilişkin ölçülerin içinde yer aldığı hikmettir.

"...De ki: 'Ben sadece Rabbim tarafından bana vahyolunan her neyse, ona uyarım. Bu vahiy inanmak isteyen bir toplum için Rabbinizin katından bahşedilmiş basiretler/bir kavrama yöntemi, hüdâ/bir yol gösterici ve bir rahmettir." (A'raf, 7/203)

"İşte bunlar Rabbin'in sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah ile beraber diğer bir ilâh uydurma ki, sonra kınanmış ve İlahî rahmetten kovulmuş bir halde cehenneme atılırsın!" (İsra, 17/39)

Kitap, yazılı bir belge anlamına geldiği gibi, belli bir bütünlüğü olan sözlü hitaplara da denilmektedir. Ki, Kur'an için ikincisi daha doğrudur, Hikmet ise, terim olarak "Allah'ın emrinde bir akletme faaliyetiyle sahih bir tefekkürün yönlendirdiği isabetli eylemlerde bulunmak, Din'in ilahi ilkelerini beşeri hayata hakim kılarken "engin bir kavrayış sahibi olmak, doğru bir kararla en doğru uygulamayı elde etme becerisini göstermek" anlamlarına gelir.1

'Kur'an'ı Anlama Usulü'yle ilgili boyutuyla hikmeti yeniden tanımlarsak; "Kitap, ilahi ahkamın genel ilke ve öğütleri, hikmet ise bunları yaşama geçirecek yöntemlerdir" diyebiliriz. Bu arada unutulmamalıdır ki, hikmetin kaynağı da kitap; yani Kur'an'dır. Çünkü ilahi vahiy hem kitap ayetlerinden hem de hikmetin kaynağı olan ayetlerden müteşekkildir. Kitap ve hikmet aynı bütünlük içerisinde -hem bir ilke hem de davranış ilmi olarak- Kur'an'da yer almıştır; örnek olarak aşağıdaki ayeti okuyalım:

"Allah'ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, o (kendilerine zulmedenlerden bazıları seni saptırmaya çalışırdı. Ama onlar kendilerinden başka kimseyi saptıramazlar. Sana asla bir zarar da veremezler. Çünkü Allah bu kitabı/ilahi kelamı indirmiş, hikmeti/onu hayata hakim kılma yöntemlerini (vermiş) ve sana bilmediklerini öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfü gerçekten büyüktür." (Nisa, 4/133)2

Ayeti kerimede görüldüğü gibi anlama ve uygulamanın temel ilkeleri, aynı zamanda bir davranış ilmi olan Rabbimizin yol gösterici beyanlarından çıkarılmalıdır. Çünkü hakikati anlamada iyiyi kötüyü birbirinden ayırmada ilkeler va'z eden Rabbimiz kitapla hikmetli eşzamanlı olarak Kur'an'da toplamıştır. Eş zamanlıdır; çünkü Kur'an beşeri ideolojilerin kaynaklarında yer alan teoriler gibi değildir. Beşeri ideolojilerde teorik alt yapısı oluşmadan uygulamaya geçilmez; önce manifesto tüm çelişkilerden arındırılmış bir sistem olarak kurulur; sonra da onun için uygulama alanı aranır. Fakat Kur'an'ın itikadı ile muamelatı eş zamanlıdır; ilk ayet aynı zamanda ilk uygulamanın da mesajını taşımıştır.

Öte yandan Kur'an, sadece bir ayet ve suresinde değil, tümünde doğru okumanın-doğru yaşamanın ilke ve yöntemlerini vermektedir. Mesela, muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, te'vil gibi Kur'an Tefsiri'nin temel taşları olan kavramların çevre kültürü ile belirlenmiş muhtevaları birçok yanlışın yapılmasına yol açabilecektir. Fakat Kur'an çerçevesinde bunların içeriğini doldurmak ise, bize beşeri zaaflardan kaynaklanan hatalarımızı asgariye indirecek bir donanım kazandıracaktır.

B- Tefsir Usulü Kitaplarındaki Zaaflı Yaklaşımlar

Bazı usul kavramlarını hikmetin kaynağı Kur'an'ın rehberliğinde yeniden anlamaya, yeniden tanımlamaya çalışmanın lüzumuna inanıyoruz. Çünkü bu konudaki yanlış tasavvurlar Kur'an'ın doğru anlaşılmasının önünde engel teşkil edebilmektedir. Bu usul hatalarının en yaygın olanlarını kısaca hatırlatarak, bir "Kur'an'ı Anlama Usulüne Giriş" denemesi yapmak istiyoruz.

1- Kur'an'ın Bir Kısmını Mensuh Sayma Zaafiyeti

Geleneksel tefsir usulü kaynaklarında nasih-mensuh konusu etrafında yapılan tartışmalar, kimi zaman "ilahi vahyin bir kısmının geçersizliğini ilan etmek" gibi haddi aşan tutumlara yol açmaktadır. Aslında modern bir yorumlama yöntemi olan "Tarihselcilik"in nasih-mensuh konusuna aşk düzeyinde duyduğu ilginin sebebi de "ilahi vahyin bir kısmını 'anı' düzlemine indirgeme" gayretidir. Geçmiş alimlerden nesh teorisini ortaya atanlar işi "Kur'an'ın bin küsur ayetini mensuh/hükmü geçersiz ilan edecek kadar" ileri götürmüşlerdir.3

2- Kur'an'ı Bilinmezciliğin Konusu Yapan Müteşabih Tasavvuru

Kur'an'ı Kur'an ile tefsirde belki de en belirleyici rol üstlenen İki kavramdan söz etmek mümkündür: Muhkem, müteşabih ve buna bağımlı olarak anlaşılması gereken te'vil kavramı.

Muhkem, Müteşabih ve Te'vil Kavramları

Muhkem; "hükmü kesinleştirilmiş, sağlamlaştırılmış" demektir. Kur'an muhkemdir; hükümleri sağlamlaştırılmıştır, yerinden sökülüp atılması imkansız kayalar gibidir. İlahi ahkamın yerinden edilmesi, özüne müdahale etmek ne cinlerin ne de insanların başarabileceği bir iştir. Bu nedenle Kur'an, kendi bütünlüğünde göreceliğe, hakikatin birbiri ile çelişen çoğulculuğuna elvermeyecek bir mahiyet taşımaktadır. Kimi kötü niyetli insanların ilahi mesajı emellerine alet etme gayreti göstermeleri, Kur'an ile değil ancak ve ancak Kur'an'a rağmen ve onun dışında olabilir. Tevhid mücadelesinin sapmasını önleyecek açıklıkta ilkeler koyan Yüce Rabbimiz, arınmak isteyenler için mesajını muhkem kılmıştır. Bu bağlamda Kur'an'ın tüm mesajı muhkemdir:

"Elif-Lâm-Râ. (Bu) ilahi bir kitaptır ki, ayetleri her şeyden bütünüyle haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından (kendi bütünlüğünde) muhkem kılınmış/birbiri ile izah edilerek açık ve anlaşılır kılınmış ve mufassalen/ayrıca birbiriyle bağlantılı olarak etraflı bir biçimde dite getirilmiştir," (Hûd, 11 /1)4

Müteşabih: Ş-b-h kök harflerinden türeyen bir ismi fail olan müteşabih; kısaca aralarında tenakuz ve çelişki olmayan şeylerin birbiri ile benzeşen karakterde olması demektir. Kur'an'ın bütün surelerinde yer alan ayetleri mesajın özü itibariyle birbirine benzer; aralarında herhangi bir çelişki, uyumsuzluk yoktur. İlahi vahiy, farklı konular üzerinden, farklı sahnelerde mesajını dillendirmiş olsa da tüm ayetleri arasında açık ve anlaşılır bir denkliği esas almıştır. Bu nedenle tüm ayetler -muhkemler de dahil- müteşabihtir. Müteşabihin kapalı, muhkemin kapalı olmayan manalar ihtiva ettiği önyargısı doğru değildir. Eğer müteşabihler, manası kapalı ayetlerden müteşekkil olsaydı, "tüyleri diken diken eden, kalpleri yatıştıran duyarlılığa" nasıl yol açacaktı?

"Allah sözlerin en güzelini, müteşâbihen/birbiri ile uyumlu, kendi içinde tutarlı, her türlü ifadesini çeşitti çeşitli biçimlerde tekrarlayan bir ilahi kelam şeklinde indirir. Rablerinden korkanların ondan tüyleri ürperir; (fakat) sonunda Allah'ın rahmetini hatırlayınca kalpleri ve tenleri yumuşar, sakinleşir." (Zümer, 39/23)5

Müteşâbih'in te'vîli: Te'vil; bir şeyin gerçekleşme zamanı, âhiri, nihai anlamı demektir. Tefsirde yorum anlamına gelen bu kelime Kur'an-ı Kerim'de terim olarak müteşâbihle ilişkilendirilmiştir. Al-i İmran Sûresi (3), 7. ayete göre, "müteşabihin te'vilini/nihai anlamını Allah'tan başkası" bilemez.6

Bu ayette müteşabih, gaybın/görünmez alemin bilgisinin insan zihnine kavratılması için yüksek teşbihlerle izah edilmesi bağlamında geçmektedir. Müteşabihin ilk bakışta öne çıkan; "benzeşmek, birbirine uyumlu olmak" manası, kavramsal bir mahiyet kazanarak genişlemiştir. Bu ayetle birlikte müteşabihin terim anlamı "Yüce Allah'ın sınırlı kavrama yeteneğine sahip olan insanoğluna, görünmez âlemin bilgisini yüksek teşbihlerle beyan ettiği ayetler" anlamını kazanmıştır.

Eğitimde de kullanılan "bilinenden bilinmeyene, somuttan soyuta" yöntemi insanoğlunun sınırlı kavrama yeteneğini harekete geçirmek için neredeyse tek yoldur. Yani Allah'ın zatını tanıtan sıfatları, cennet, cehennem, melekler v.b. konular ancak teşbihlerle -müteşabih olarak- beyan edilebilirdi. Gayb âleminin başka türlü de -mesela, soyuttan somuta, bilinmeyenden bilinene doğru- açıklanması, tanıtılması idrak alanı sınırlı beşeri noksanlıklar taşıyan insanlara izah edilmesi mümkün de değildir.

Tanımdan da anlaşılacağı gibi, kapalılık müteşabih ayetlerin Kur'ânî lafızlarında değil, yüksek benzetmelerle insan zihnine yaklaştırılmak istenen konuların sınırları aşan boyutundadır. Bir örnekle izah edecek olursak; cennet Rabbimizin teşbihlerle biz müminlere anlattığı akidevî bir konu olup, çok sayıda ayette ondan söz edilmiştir. Bu söz edişler müteşabih/benzetmeli bir mahiyet taşımakta ve bizim kalplerimizde ilahi kelamın murad ettiği kadarı ile sınırlı bir inanç oluşturmaktadır.

Öte yandan Ahiret hayatında bir mutluluk yurdu olarak müminlere va'dedilen cennetin bilgisi Kur'an'da anılanlarla sınırlı değildir. Fakat insan olarak dünyada kavrayabileceklerimiz de bize anlatılanlarla sınırlıdır. Bu durumda bize gaybla ilgili olarak anlatılanların ardına düşmek boşuna bir çaba olmaktadır. Zaten gözün kulağın ve kalbin sorumlu olduğu bu boş çaba içerisine düşenler, yukarıdaki ayette müteşabihin te'vilini araştırmaya kalkmakla suçlanmaktadırlar. Müteşabihin te'vilinin peşine düşenlerin ise, "halis niyet taşımayan fitneciler" olduğu beyan edilmiştir.

Sonuç olarak bilinemez, anlaşılamaz olan bazı alimlerin iddia ettikleri gibi müteşabih ayetin kendisi değil, onun te'vildir. Te'vil; idrakin etrafını kuşatan olumsuz koşulların ortadan kalkmasıyla nihai anlamın, işaret edilen olayın gerçekleşme zamanında tam olarak ortaya çıkacağı Kur'an hakikatleridir.7

a) Hurûf-u Mukattaa Bilinemezciliğin Konusu Yapılabilir mi?

Huruf-u mukattaa gibi harflerden oluşan ayetleri önce müteşabih ilan edip, sonra da anlaşılması, içinden çıkılması mümkün olmayan şifreli sembollere, cifr ve ebced hesaplarına konu yapan tasavvur, Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğu önyargısını güçlendiren varsayımlar öne sürmüştür. Ortaya çıkan durum ile, Kur'an'ın öğüt almak, arınmak isteyen kimseler için açık ve anlaşılır bir kitap olduğunu beyan ilahi hakikatler arasında bir tenakuz meydana gelmektedir. Tabii ki bizim bu tenakuz eden iki yaklaşım arasında yapmamız gereken tercih bellidir: kültürün ürettikleri değil, vahiyle indirilip iletilmiş olan hakikatler...

Gerçekte hurufu mukattaa/kesik harfler; sözleri ve cümleleri, ayetleri ve sureleri oluşturan harflerden öte bir muhtevaya sahip değildir. Çünkü Kur'an mubin, mufassal, musarraf, müfesser bir kitap olarak anlaşılmaz ayetler barındırmaz. Kesik harfleri takibeden ayetlerden hemen sonra Kur'an'ın özelliklerinden bahsedilmesi, bu ayetlerden cifr ve ebced hesaplarıyla Kıyamet'in saatinin hesaplanamayacağının apaçık delillerindendir. Kur'an'ın i'cazından bahseden ayetlerden Kıyametle ilgili hükümler çıkarmak hastalıklı kalplerin bir davranış şeklidir. Hurûf-u mukatta'nın manasını değil işlevinin neliğini düşünmek daha doğru gözükmektedir. Çünkü cahiliyye Arapları arasında harflere simgesel gizli anlamlar yükleme geleneğinin olmayışı, Hurûf-u Mukatta'nın manasının değil, işlevinin hikmetli bir şekilde ortaya çıkarılması gerektiğine delil gösterilmiştir. Harflere simgesel şifreler yükleme geleneği Yahudi Kabbalizm'inde vardır. Japonlardaki resimli harf geleneğine Kur'an'dan önceki Araplar arasında rastlanmamıştır. Kur'an'ın ilk muhatabı olan müslümanlardan bu harflerle ilgili "anlamıyoruz" şeklinde bir serzeniş gelmediğine göre, kesik harflerin manasının değil İşlevinin olduğuna açık bir karinedir.

b) Kur'an'ın Mubin Sıfatı

Kur'an arınmak isteyenler için kolaylaştırılmış bir Kitaptır. Bu yüzden mubin, musarraf, mufassal, müfessir sıfatlarına haizdir. Biz bu sıfatlardan sadece mubin'e atıf yaparak müteaşabih ayetlerin "manası anlaşılmaz ayetler" olmadığını ortaya koymak istiyoruz.

Tevazu sahibi, muttaki kullarının arınmada rehberi olsun diye Kitab'ı indiren Yüce Allah kelamını -entelektüel kaygı sahiplerinin yaptıkları gibi- kapalı, çetrefilli bir yapıda değil, apaçık indirmiştir. Kalbini hakikatin ışıklarına kapatmayan ve gönlünü Kur'an'ın tezkiyesine açan insanlar için ilahi hitap, fıkhetme gayretlerini boşa çıkarmayacak bir evsaftadır. Bu yüzden Kur'an'ın terim anlamıyla müteşabih olan ayetlerini "manası kapalı, anlaşılmaz ayetler" olarak tavsif edip öylece insanlara takdim etmek, ihanet değilse bile cehalettir.

"Tâ, Sîn, Mim. Bunlar mubîn/apaçık kitabın ayetleridir."(Şuara, 26/1-2.)8

3- Teczîi/Atomlk Tefsirin Taşıdığı Zaaflar

Atomik tefsir temelde iki kesimin başvurduğu yöntemdir: Birincisi, kötü niyetli, yarım gönüllü, dünyayı ahirete tercih eden münafıklar, Yahudi din adamları ve yahudileşen insan grupları. İkincisi ise, cehaletten ve idrak yetersizliğinden dolayı kötü bir niyet taşımayan, ama yine de onulmaz hatalar İşleyebilen Müslüman yorumcular. İkinci gruptakiler, düştükleri hatadan besmele bilinci ve takva ideali ile kurtulabilmektedir. Fakat yine de hatasında ısrar edenler ömür boyu bir yanlışın hamallığını yapabilmektedir. Bir de bu hatalar mezhebi ve meşrebi önyargılar haline geldiyse artık iş, içinden çıkılmaz hale gelebilmektedir. Her halükarda Kitab'ı bütünlüğünden kopararak, acele ile tezlik göstererek okumak daha sonra telafisi imkansız yanlışlara kapı aralayabilmektedir.

a) Yahudilerin ve Yahudi lekenlerin Parçacı Tefsir Tasavvuru

"Allah'ın indirdiği vahiyden bazı kısımları gizleyenler ve bunu az bir kazanç karşılığı değiştirenlere gelince: Onlar karınlarını ateşle doldururlar. Ve Kıyamet Günü Allah onlarla ne konuşacak, ne de (günahlarından) onları arındıracaktır. Şiddetli azap onları beklemektedir." (Bakara, 2/174)

Geçmiş yüzyıllarda -Kur'an'dan önce- ilahi vahye muhatap olanların temel yanlışlarından biri yukarıdaki ayette "Kitab'ı gizlemek" şeklinde ifade edilmiş ve bu tutum sahipleri ebedi azap ile tehdit edilmişlerdir. Kur'an; Rabbimiz tarafından beyan edilen, tefsir edilen bir kitaptır. Bu nedenle bir yerde genel olan bir hüküm, başka bir tahsis edilebilmekte, bir ayette kapalı gibi duran hususlar başka ayetlerde mufassalen, musarrafen açıklanabilmektedir. Açıklamalar bazen aynı sure içerisinde yer alırken, bazen de Kur'an'ın tüm sureleri içindeki genel mesaja yayılmış olabilmektedir. Bu durumda arınmak için, salih niyetlerle Kur'an'a gönül verenlerin tek bir ayetin ilk anda akla gelen anlamından hüküm çıkarmak yerine, mesajın bütünlüğünde mündemiç olan öğütlerin tümüne dikkat ederek karar vermesi gerekmektedir.

Kur'an'ı atomik/parçacı bir şekilde okuma çabaları "Bektaşi mantığı" diye ünlenmiştir. Bu mantık "hakikatin bir kısmını öne çıkarırken diğer kısmını işine gelmediği için görmezden gelmeye çalışmak" diye özetlenebilir. İnsan yaşamını tüm yönleri ile Tevhid ve Adalet'in gerektirdiği bir ölçüye göre kuşatmak isteyen İlahi kelamın mesajına karşı düşmanlar hem içerden -dost gibi gözükenler eli ile- hem de dışarıdan olabilir. Her iki düşman da Al-i İmran suresi (3), 7. ayet bağlamında izah etmeye çalıştığımız gibi, müteşabih'in te'vili'ni fitne konusu yapabilmek için Kur'an'ın bütüncül mesajını göz önünde tutmadan yoruma gidebilir, Oysa Rabbimiz bu ayette, mesajın yanlış anlaşılmasının önüne geçmenin yollarından birini açıklamakta ve "müteşabih ayetlerin muhkem ayetlerin temeli üzerine bina edilerek anlaşılması gerektiğini" beyan etmektedir.

Tek bir müteşabih ayette geçen bir kelime üzerinden fitne çıkarmak maksadı ile yapılan atomik/parçalayıcı tefsir çabaları hem iyi niyetli olamaz; hem de iyi niyetli olsa bile vehametle sonuçlanmaktan kendini kurtaramaz. Geçmişte Kitap Ehli'nin düştüğü bu duruma biz müminlerin -Kur'an talebelerinin- de düşmemesi için ilahi vahyin mesajını hikmetleri ile birlikte bütüncül olarak okumak zorundayız.

Hiçbir ilahi hükmü diğeri ile üstünlük yarışına, -örneğin ilim öğrenmek, başörtüsünden daha öncelikli bir farzdır demek gibi- diğeri ile rekabete sokmamalıyız. Tüm ilah mesajı bir bütünün ayrılmaz parçaları ile görmeliyiz. Mesajın bütünlüğünden kopararak ayetlere nevasından anlam veren kimselere karşı Rabbimiz, Rasulullah'ın şahsında bizleri uyarmaktadır;

"O halde (ey peygamber! Sırf kafirler hoşlanmıyorlar diye ve) onların 'Niçin ona gökten bir hazine indirilmedi, ya da niçin onunla (gözle görülür) bir melek gelmedi?' diye söylenmelerinden ötürü yüreğin daralıyor diye, sana vahyedilen mesajın bir kısmını göz ardı etmen hiç doğru olur mu? Unutma ki, sen sadece bir uyarıcısın; Allah ise her şeyin üzerinde gözetleyici olarak bulunuyor." (Hûd, 11/12)

b) Önyargıların Esaret indeki Müslüman Aklının Atomik Tefsire Olan İlgisi

İlahi vahyin gönülleri aydınlatan mesajını, "alimlerin hoşuna gitsin diye" dünyevi menfaatler karşılığında satanlar; onun bütünlüğünü göz ardı eden çabalar peşine düşerek bunu yapmaktadırlar. Günümüzde de Kur'an'ı zalimlerin hizmetine âmâde bir kitap haline getirmek isteyenler, fitne çıkarmak maksadı ile âdeta didik didik ederek onda çelişki aramakta, fitne konusu yapılabilecek unsurlar bulabilmek için çırpınmaktadırlar. Biz müminlere düşen; bu tür durumlara düşmemek için, Kur'an'ı bütüncül okumalı, parçacı yorumlardan kaçınmalı, İlahi rızayı elde etmek gayesi ile Kitab'a yaklaşmalıyız; ilahi vahyin bir kısmını diğerine kurban etmek" gibi şeytanların süslü gösterebileceği uçurumların cazibesine kapılmamalıyız. Şeytanların sağdan yaklaşabileceğini bilerek hareket etmeliyiz.

Yüce Allah kendi iç bütünlüğünde hiçbir çelişki ve tutarsızlık barındırmayan Kur'an'ı müşriklerin bütün tenkitlerine rağmen tenzilen-tertilen/yavaş yavaş, planlı bir şekilde indirmiştir. Bu nedenle onun kıraati de nüzulüne uygun olmalıdır. İlahi kelam yirmi üç yıllık bir süreçte indirildiği halde ayetleri arasında tam bir tutarlılık ve tam bir iç bütünlük oluşturacak ilişki vardır. Kur'an'ın yavaş yavaş indirilmesi onun mesajının muhataplarınca özümsenmesini, yüreklere işleyen bir yaşam alanın kazanmasını sağlamıştır. İşte bu sebeptendir ki, ilahi vahyi tam olarak anlamak isteyenler aceleci davranmamalıdır. Bir sonuç çıkarmadan önce mesajın tümünü incelemeli, bir parça hakikatin diğer ayetlere yayılan umûmi anlam örgüsü içindeki yerini doğru tespit etmelidirler.

Kur'an'ın kimi konulara ilişkin yaklaşımlarını bütünü göz önüne tutmadan, tez canlılıkla, duygusal ve tepkisel bir şekilde açıklamaya kalkmak aşağıdaki ayette yasaklanmaktadır:

"Öyleyse (bil ki) Allah, var olan her şeyin ötesinde yüceler yücesidir. Mutlak ve nihai egemenlik sahibi, mutlak ve nihai gerçektir. Dolayısı ile Kur'an'ın vahyi bütünüyle sana ulaştırılmadan önce onun hakkında (görüş bildirmekte) tezlik gösterme, fakat (daima) 'Ey Rabbim! Benim ilmimi arttır' de!" (Tâhâ, 20/114)

Teczii tefsirin müslümanların inanç ve amellerinin oluşumunda tarih boyunca bir takım yanlışlara yol açtığı görülmüştür. Sayıları yüzleri bulan bu yanılgılardan birini -şefaat örneğini- hatırlayalım. Ayetler birbirileri ile karşılaştırılıp eşleştirilmediğinde, yeni başladığı için yüzeysel okuyan bir muhatap, Kur'an'ın şefaati hem reddeden hem de kabul eden bir kitap olduğu zehabına kapılabilmektedir. Nitekim tarih boyunca bu konuda iki zıt kesimin ortaya çıkması da tesadüfi değildir. Oysa çelişkisiz bir kitap olan Kur'an'dan birbiriyle tenakuz eden iki görüşün Çıkması mümkün değildir.

Sözün Özü

Hikmetin gündeme getirdiğimiz bu çalışmadaki anlamı, bize Kur'an'ı anlama ve uygulama yöntemlerinin de öncelikle ilahi vahyin beyanlarından çıkarılması gerektiğini öğretmektedir. Kur'an'a dışarıdan dayatılan anlama ve yaşama yöntemleri, hem fıkhetmeyi hem de, izlenebilir tanıklıklar ortaya koymayı güçleştirir; hatta imkansız hale getirebilir. Şüphesiz burada sözü edilen bütün beşeri çabaları mahkum etmek değildir. İnsani çabalar Yaratıcı karşısındaki takınması gereken ahlaki tutuma riayet ettiği sürece zaten Kur'an'ı aşan ve onu belirleyen bir teklifle karşısına çıkmayacaktır.

Şüphesiz müslümanlar tarih boyunca, birçok olumlu Kur'an okuma şekli geliştirmiştir. Doğrularının yanlışlardan daha çok olduğu Tefsir Usulü kaynaklarında, Kur'an'ın doğru anlaşılmasının önünü tıkayan bir takım tasavvurlar vardır. Bunları aşmanın tek yolu, her konuda olduğu gibi Kur'an'ın rehberliğinde kültürel mirasımızı tahlil etmekten geçmektedir. Açtığımız kapılardan doğrularla birlikte yanlışların da girmemesi için bir güvenlik tedbiri almak zorunludur. Çünkü beşer eli değen her şeyde bir takım kusurların ortaya çıkması mümkündür. Ortaya çıkan kusurların etrafımızı kuşatıp bizi yutmasının engellemenin yolu da bir Müslüman olarak daima besmele bilincine takva İdealine bağlı kalarak, yıkıcı olmayan yapıcı özeleştirilere her zaman açık olmaktan geçmektedir. Kalbimizi arınmaya açık tutup, sürekli olarak yanlışlarımızın telafi etmenin kapılarını açık tutmalıyız. Bu çalışmada idrak seviyemiz ve gücümüz nisbetinde işaret etmeye çalıştığımız zaafların aşılması da kalbin arınmaya açık tutulmasıyla mümkündür. Yoksa geçmişten devraldığımız kültür ve bilim mirasımızı sorgusuz sualsiz kabul edip kutsiyet atfetmemiz mümkün değildir. Öte yandan sırf geçmişe ait diye bir tasavvura, bir anlayışa veya bir telakkiye düşman olmanın da hastalıklı bir kalbin tutumu olarak değerlendirdiğimizi belirtelim.

Dipnotlar:

1- Hikmetle ilgili daha geniş bilgi için bkz. Zülaloğlu Fevzi, Temel Kaynağımız Kur'an (Kur'an Tek Kaynak mı, Temel Kaynak mı?), Ekin Yayınları, İstanbul, 2002, s. 337-340.

2- Peygamberimize indirilen hikmet'in kaynağının Kur'an olduğuna ilişkin olarak ayrıca bkz. Bakara, 2/129, 151, 251, 251, 269; Al-i İmran, 3/48, 164; Nisa, 4/54, 113; Maide, 5/110; Yunus, 10/1; Nahl, 16/125; İsra, 17/39; Lokman, 31/12; Ahzab, 33/34; Sa'd, 38/20; Zuhruf, 43/63; Cuma, 62/2.

3- Nesh edildiği iddia edilen ayetlerle ilgili bir çizelge için bkz. Şimşek Said, Kur'an'ın Anlaşılmasında İki Mesele, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1991, 5.134-135.

4- Kur'an'ın, her tür cin ve insan şeytanın "İslami mücadeleyi saptırarak mücadelenin başarısını gölgeleme gayretlerini boşa çıkaracak evsafta oluşunu" vurgulayan diğer ayetler için bkz. Hacc, 22/52; İlahi vahyin göreceliğe elvermeyecek açıklıkta oluşunu vurgulayan ayet için bkz. Muhammed, 47/20.

5- Kur'an'ın mesajı itibariyle kendi bütünlüğü içinde ihtilafsız -tertil ve tertip esasına göre- tutarlı, mesajı birbiri ile uyumlu ve çelişkisiz bir kitap oluşunu vurgulayan diğer ayetler için bkz. Nisa, 4/82 (ihtilafsız); Furkan, 25/32 (Tertilen/tertipli; tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde); Yunus, 10/37; Kehf, 18/1; Secde, 32/2; Zümer, 39/28; Beyyine, 98/3 (Suhufun Mutahhar/arı-duru, kirlilik bulaşmamış); Abese, 80/11-16

6- Müteşabihin terim anlamını izah ve te'vili bu bütünlük içinde kavramak için ayeti çok dikkatli tahlil etmek ve tüm Kur'an ile irtibatını doğru kurmak zorundayız:

"... İlâhî kelamın özü (temeli) olan muhkemler/açık ve kesin hükümlü mesajlar ile müteşâbihleri/ benzetmeler içeren mesajlardan oluşan bu ilahi kelamı sana bahşeden O'dur. Fitne çıkarmak/kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ona (keyfî) anlamlar yüklemek için Müteşabihler'i gündeme getirirler. Oysa onların te'vili'ni Allah'tan başkası bilemez. Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: 'biz ona inanırız tümü (muhkemler de müteşabihler de) Rabbimizin katındandır. Derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan düşünüp öğüt almaz." (Al-i İmran, 3/7)

7- Geçmiş yüzyıllarda yaşamı alimlerimizden bazıları ve günümüzden bir kısım yorumcular Müteşabih'in kendisi ile te'vili arasındaki ince çizgiye dikkat etmediği için sanki Kur'an'da manası asla anlaşılamaz, kapalı ayetler varmış gibi konuyu takdim etmişleridir. Bu konuda bazı örnekler için bkz. Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Usulü, T.D.V.Yayınları, Ankara, 1988, s. 128-133.

8- Kur'an'ın mubin/apaçık oluşuna ilişkin daha geniş bilgi için bkz. Zülaloğlu Fevzi, Temel Kaynağımız Kur'an (Kur'an Tek Kaynak mı, Temel Kaynak mı?), Ekin Yayınları, İstanbul, 2002, s. 347-348.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR