1. YAZARLAR

  2. Mesut Karaşahan

  3. Kırk Haramilerin Yeni Sihirli Formülü

Kırk Haramilerin Yeni Sihirli Formülü

Mart 2003A+A-

Bildiğiniz gibi devlet terörü gündemdeyken "terör" ve "İslamcı terör" 21. yüzyılın güvenlik paranoyası haline getirildi. Bir çok müslüman ülkede bu amaçla İslami hareketlere karşı geniş çaplı tasfiye operasyonları uygulandı. Eğitim müfredatlarından, finansal yapılarına kadar yapısal değişiklikler dayatıldı.

Bu yeni süreçte "terör", "devlet terörü", "İslamcı terör" söylemini ve bir uluslararası müdahale enstrümanı olarak "terör"ü nasıl tanımlıyor, yaşanan süreci nasıl algılıyorsunuz?

Terör, üzerinde akademik tarzda konuşma imkanı bulunamayacak kadar subjektif bir kavram. Siyasal literatürde geniş yer bulmaya başladığı dönemlerden itibaren –ki 19. yüzyılın sonlarına rastlar- yaygın suistimal ve manipülasyona  konu oldu. Nazi işgali altındaki topraklarda Avrupalı direnişçiler Hitler'in gözünde birer teröristti. Sonraki dönemlerde Amerikan güçlerine direnen Vietnamlılar, Sovyetler Birliğinin istilasına karşı örgütlenen Afgan mücahitleri işgalci güçlerce "terörist" diye damgalandı. Soğuk savaş'ın bir kampı tarafından bu şekilde olumsuzlanan grup, örgüt veya hareketler, diğer kamp için "özgürlük savaşçıları" oldu.

"Terörist" nitelemesi bazen içinde yaşanan dönem ve konjonktüre göre kişi veya örgüt isimlerine eklendi veya çıkarıldı. Güney Afrika ırkçı rejimine karşı zenci direnişinin sembol ismi Nelson Mandela apartheid politikalarının yürürlükte olduğu dönemde "terörist" idi. 1990'larda sistemdeki köklü değişikliklerin ardından bu nitelemeden kurtulabildi ve Güney Afrika Cumhuriyeti devlet başkanı oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail ve başlıca hâmisi ABD nezdinde terör örgütüydü, lideri Yaser Arafat "terörist"ti. 1993'te başlayan "barış" süreciyle birlikte Arafat, Beyaz Saray'da kabul gören bir devlet adamı ve hatta devlet başkanı –sanal Filistin devletinin başkanı!- konumuna yükseldi. Fakat 2000 yılında II. İntifada ve Ariel Şaron'un yeni işgal politikaları döneminde İsrail ve ABD yönetimleri nezdinde tekrar "terörist" kimliğine geri döndü.

Terör kavramına sözlüklerin verdiği anlamlar genellikle silahlı bir çatışmayla doğrudan ilgisi bulunmayan, böyle bir çatışmada yeralmayan sivil halka zarar vermek veya verme tehdidinde bulunmak suretiyle sözünü geçirmek, otorite kurmak çabasına işaret eder. Mesela Oxford Dictionary "terörizm" için, "korkutma/sindirme yoluyla yönetim" açıklamasını verir ve bu kavramın ilk kullanıldığı tarih ve vaka olarak 1795'te Fransa'da Jakobenlerin tatbik ettiği devlet terörüne atıfta bulunur.

Terörizm kelimesinin siyasal literatüre ilk defa devlet terörü anlamıyla girmiş olması çok anlamlı. Terör diye nitelenebilecek eylemleri nitelik ve nicelik itibariyle yerleşik siyasal düzenden –şiddet tekeliyle, düzenli ordusuyla, gelişmiş sofistike silah sistemleriyle- daha fazla kim gerçekleştirebilir? "Tâli hasar", Beyaz Saray sözcüleri için savaşlarda karşı tarafa verdirilen sivil kayıpları adlandırmanın kolay bir yolunu oluşturdu; kolay olduğu kadar aldatıcı ve ahlaksız bir yolunu aynı zamanda. Amerikan güçlerinin  Afganistan'da veya Irak'taki operasyonlarının güç dengesizliği dolayısıyla savaş diye nitelenip nitelenemeyeceği tartışması bir yana, asker-sivil ayrımı gözetmeyen veya "yumuşak hedef" diye sivilleri vurarak ülke yönetimlerine tesir etmek isteyen anlayıştan, terörizm tanımlarına daha uygun düşen başka ne olabilir?

Dolayısıyla bugün şu ilginç durumla karşı karşıyayız: Terörü başlıca yöntem olarak benimsediği gibi, yerli halkları daima silahlı direnişe kışkırtarak birey veya grup terörizmini de besleyen/garanti eden ABD emperyal güçleri "teröre karşı savaş" yürütüyor! Eskiden "insan hakları" adına veya Latin Amerika'da olduğu gibi "uyuşturucuyla savaş" adına yürüttüğü askeri müdahalelerini şimdi "terörle savaş" adına gerçekleştiriyor. Dünyanın belli başlı enerji havzalarında, doğal kaynaklar bakımından zengin köşelerinde mutlaka yürütülmesi gereken bir savaştır, "terörle savaş". Bir bakıma kırk haramilerin sihirli kelimeleri gibi. ABD'ye dünya zenginliklerinin kapısını aralayan tılsımlı kelimeler: "Teröre karşı savaş".

Böyle bir "savaş"ta, yani masum ve savunmasız sivilleri hedef alan, kan dökmeye yeminli, mantıklı düşünme yeteneğinden yoksun uluslararası teröristler camiasına karşı yürütülen bir "savunma savaşı"nda kendi halkını koruma derdine düşmüş bir ABD'ye gereken desteği vermemek hangi aklı selim sahibi yönetim veya kamuoyunun tasarrufu olabilir ki?! Zaten o yüzden "teröristler" hep sağlıklı düşünme yeteneğinden yoksun ve kafasız kişiler olarak resmedilir. Yoksa o kafanın içinde sisteme yönelik hangi köklü eleştirilerin yattığını açıklamak gerekebilir.

Tabiî, bu "savaş" İslam dünyasından global sisteme ciddi bir meydan okuma potansiyeli taşıyan akım ve hareketleri törpülemek için bir fırsat olarak da değerlendirildi. Hinduizm, Budizm gibi Doğu inançlarının siyasal ve toplumsal hayata ilişkin taleplerinin -veya güçlü taleplerinin- varolmadığı düşünüldüğünde Samuel Huntington'a hak vermemek mümkün değil. Bugün onun öngördüğü ve aslında temenni ettiği Batı-İslam çatışmasının zemini hazırlanmış oluyor "terörle savaş" retoriği sayesinde.

"İslamcı terör" yakıştırması Oryantalizmin bir zamanlar gözde konularının nostaljisini taşıyor: Kan dökücü (!) bir İslam dini ve bu dini kılıçla yayan (!) onun peygamberi; akıl ve mantıkla değil, duygularıyla hareket eden, kolayca ve şiddetle tepki veren, yabanıl ve sert tabiatlı Müslüman, Doğulu, Arap imajı. Bu imaj üzerine, 1970'lerde FKÖ, 1980'lerde Hizbullah'ın İsrail karşısındaki direnişiyle birlikte "Arap terörist" fotoğrafı oturtuldu. Soğuk savaş sonrasında kapitalist dünyaya komünizm yerine yeni bir öcü gerektiğinde "İslamcı teröristler" çoktan hazırdı. Ne yazık ki buna Mısır'da turist kafilelerine saldırarak "cihad" yürüten, "tağuti rejimi sarsan", "Mısır halkının ahlakını koruyan" gruplar, Filipinler'de yabancıları fidye için kaçıran Ebu Sayyaf korsanları, Cezayir'de 1991'deki darbe sonrasında askeri rejimin terör tuzağına kolayca düşen "Afgan gazileri" de katkıda bulundu; Oliver Roy'dan Gilles Kepel'e kadar günümüz müsteşriklerinin fantezilerini süsledi.

Bu bakımdan müslüman toplumların da ciddi problemleri mevcut. Amerikan emperyalizminin "terörle savaş" oyununu bozmanın yolu toplumsal mücadelede şiddet ve teröre prim vermeyen yöntemleri benimsemekten geçiyor. Askeri işgale maruz kalan coğrafyalarda geliştirilen eylem biçimleri ise ayrı bir tartışma konusu. Fakat unutmamalı: İnsanlığın, hayata anlam verecek, bunalım ve kaostan çıkış yolu gösterecek bir öğretiye ihtiyacı var; teröre, şiddete, kan dökücülüğe, kör düğüşüne, bitip tükenmek bilmez düşmanlıklara, kin ve nefrete değil. Teröre ihtiyacı olanlar, silah üreticileri ve Amerikan enerji şirketleridir, Müslümanlar değil.

*Yazarın, Terörün Efendileri adıyla yayınlanan son çalışması, Amerikan ve İsrail terörünü ve Cezayir katliamlarını konu edinmektedir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR