1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Kemalist-Laik-Ulusal Tabularla Yeni Anayasa Olmaz!

Kemalist-Laik-Ulusal Tabularla Yeni Anayasa Olmaz!

Mayıs 2016A+A-

Türkiye’nin kronik gündem maddelerinden biri olan anayasa meselesi Hükümetin yeni anayasa çalışmalarıyla bir kez daha yoğun biçimde tartışılma yolunda. Öncelikle kendi zaviyemizden bu tartışmaya nasıl baktığımızı belirleme sadedinde sorunu en temelde anayasa değil, sistem sorunu olarak gördüğümüzü, tanımladığımızı belirtelim. Dolayısıyla sistemin asli unsurları, temelleri korunarak gerçekleştirilecek bir anayasa değişikliğinin İslami temelde topyekûn bir değişim talebimizi karşılamayacağı açıktır. Bu noktada sisteme muhalif kimliğimizin gereği olarak toplumsal yapıya paralel biçimde siyasal yapının da tabandan tavana topyekûn değişimine yönelik talebimizi dillendirmek, bu doğrultuda mücadele etmeyi sürdürmekle mükellefiz. 

Bununla birlikte başından itibaren ulus devlet formunda sistemi yeniden biçimlendirmeye koyulan ve toplumu zapturapt altına almayı önceleyen, darbe süreçlerinde şekillendirilmiş, dayatmacı, boğucu militarist zihniyetli anayasaların etkinliğinin kırılmasının faydalı olacağını da görüyoruz. Aynı şekilde mevcut anayasanın daha özgürlükçü bir tarzda yenilenmesine yönelik çabaların da önemsiz olmadığına inanıyoruz. Her ne kadar bizim talebimiz bu değilse de gerek İslami çabaların daha özgür bir zeminde faaliyet yürütmelerine zemin hazırlayacak gerekse de halkın geniş kesimlerinin hareket alanını büyütecek bir düzenlemenin mevcuda nazaran tercih edilebilir olduğunu düşünüyoruz. 

Değişecek Olan Ne? 

Tam da bu aşamada gereksiz hayal görenlerin, olmayacak duaya âmin diyenlerin çokluğu şaşırtıyor. Açıkçası geçmişten bu yana yaşanılan sıkıntıları tasfiye edebilecek bir anayasa değişikliğine ilişkin güçlü bir niyet de bunu mümkün kılabilecek bir zemin de ortada gözükmüyor. Daha ziyade başkanlık mı parlamenter sistem mi gibi bir eksende, yani bir tür teknik seviyede bir tartışma yürütülüyor.  

Mevcut kompozisyona bakıldığında bu meclisten yeni bir anayasanın yapılabileceğine dair bir izlenim edinmek imkânsız gibi. Özellikle de başkanlık meselesi bu konuyu çok daha zorlu kılıyor. AK Parti’nin yeni anayasa hazırlığında ‘olmazsa olmaz’ nevinden yer vereceği kesin sayılan başkanlık konusu, muhalefet partileri açısından ise ‘olursa olmaz’ konumunda.

Başkanlık kavramı pek çok kesime doğrudan Tayyip Erdoğan’ı çağrıştırmakta. Tayyip Erdoğan ise muhalifler açısından tam bir karşıtlık, hatta daha ötesi nefret figürüne dönüşmüş durumda. Gelinen aşamada siyasal iktidar ile mücadele zeminlerini tek tek kaybeden muhalefet açısından en azından Tayyip Erdoğan’ı engelleyebilmek bir hedef ve motivasyon unsuru teşkil etmekte. Geri çekile çekile geldikleri ve en son sırtlarını dayadıkları bu mevziiyi canla başla koruma seferberliği içinde görünüyorlar.

AK Parti’nin hazırlığını tamamlamak üzere olduğu yeni anayasa taslağının muhalefet partilerinden onay alma ihtimali bulunmuyor. Bugünkü şartlarda referanduma gitmeyi sağlayacak bir sayıya ulaşması da ihtimal dâhilinde görülmüyor. Bu durumda AK Parti’nin teklifinin, eğer önümüzdeki süreçte Meclis kompozisyonuna ilişkin özel bir hareketlilik planlanmıyorsa, daha ziyade kamuoyu oluşturmaya ve gelecek döneme dair bir altyapı teşkiline dönük olduğu söylenebilir.

Buna karşın laik-Kemalist muhalefetin de kendince bir kamuoyu oluşturma çabası içinde olduğu görülüyor. Şimdiye kadar “Erdoğan’ın başkanlık hülyasına izin vermemek” temelinde yoğunlaştırılmaya çalışılan bu çabalar, kısa bir süre önce Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın ‘laiklik sorunu’ üzerinden sarf ettiği sözlerle yeni bir alana taşınmış olurken, aynı zamanda laik duyarlılığa yeni bir ivme kazandırmış da oldu.

Laik Zorbalık Temrinleri

İsmail Kahraman’ın mevcut anayasada laiklik vurgusunun sıkıntılara ve belirsizliklere yol açtığına ve bazı Batılı ülkeleri de referans göstererek yeni anayasada laiklik kavramının yer almaması gerektiğine ilişkin sözleri üzerinden adeta ölmüş duyarlılıkların diriltilmesine, çürümüş bedenlere kan pompalanmaya çalışıldığını gördük. İstifa çağrılarına küfürlerin, hakaretlerin eşlik ettiği, hamasi dozu yüksek tehditlerin savrulduğu tipik Kemalist şarlatanlığı bir kere daha hep birlikte ibretle izledik. Kutsallarına karşı gelinmiş, tabularına dokunulmuş fanatiklerin verebileceği her türden tepkiyi sergilediler. Bu arada çok sevdikleri ve sıkça dillendirdikleri, üstelik de her defasında laikliğin kazandırdıkları, erdemleri olarak sundukları “düşünce özgürlüğü”, “çoğulculuk” vb. ilkelere ne kadar saygılı ve bağlı olduklarını da gösterme fırsatı elde ettiler!

Kimse “Bizim ki de fikir özgürlüğü, demokratik tepkimizi sergiledik!” türünden savunmalara girişmesin, yalanlara başvurmasın! Açık açık dile getirilen meydan okumalar, tehditler, silah hatırlatmaları görüş açıklama, tepki verme boyutlarının çok dışında bir dünyadan konuya yaklaşıldığını gösteriyor. Tüm yatırımın askere yapıldığı gün gibi ortada! Asıl hedefin bürokratik oligarşiyi yeniden inşa etmek olduğu ayan beyan anlaşılmakta. İsmail Kahraman’ın sözlerine tepki sadedinde dile getirilen laiklik savunusunun altında kalın bir tabaka olarak ordudan medet uman, darbeciliği kışkırtmaya yönelen zihniyet kendini hissettirmekte. Bu tavrın dünde kaldığı düşünülen “Yetiş asker! Laiklik elden gidiyor!” kafasından özünde hiçbir farkı yok.

Kahraman’ın sözleri laik-Kemalist cenahın asker seviciliğine ışık tutması ve gerekirse silahla, zorbalıkla da olsa düzeni aynen sürdürme mantığından vazgeçilmediğini göstermesi itibariyle hayırlı oldu. Bu vesileyle doğrudan ya da dolaylı biçimde ordu güzellemelerine girişenlerin kopardıkları gürültüye rağmen çok güçsüz ve mecalsiz olduklarını da vurgulamakta yarar var. Çıkardıkları kuru gürültüye kulak asmaya gerek yok çünkü boşa kürek çekiyorlar. Bu kadar cayırtı koparmalarının ardında da aslında güçsüzlüklerini gizleme telaşı yatmakta. Bu yolla bir yandan alışkın oldukları kışkırtıcı tavırları sergilerken, aynı zamanda kendi tabanlarını da ‘zinde güçler’ mesajıyla diri tutmaya, canlı tutmaya uğraşıyor; hepten havlu atmanın önüne geçmeye çalışıyorlar.

Bu noktada şaşırtıcı olan ise bizzat konuyu tartışmaya açan Meclis Başkanı’nın ve partisinin tutumunda ortaya çıkıyor. Gelen tepkiler üzerine anında geri adım atmaya, “Biz sizden daha fazla laikliğe bağlıyız!” anlamına gelecek mesajlarla karşı tarafı yatıştırmaya yönelik yaklaşımlar bir kere daha alttan alan, savunmacı, karşı tarafı iknaya koşullanmış tavrın tutarsızlığına ışık tutmakta. Oysa en azından “Bu da bir fikir, tartışılsın, herkes görüşünü belirtme hakkına sahiptir!” demek neden bu kadar zor oluyor, anlamak kolay değil! Hiç olmazsa bunu yapmak, çıtayı buraya çekmek yerine tümden yelkenleri fora etme tavrı muhataplarına hiçbir şey kazandırmadığı gibi, karşı tarafın daha da azgınlaşmasına katkı sağlıyor.

Kimin Laiklikle Sorunu Yok?

AK Parti “Bizim laiklikle bir sorunumuz yok!” beyanında bulunsa da bu ülkenin, bu halkın, bu coğrafyada yaşayan Müslümanların, bizlerin laiklikle sorunumuz var ve üstelik de çok büyük bir sorun bu!

Bu ülkede sistemin kuruluşundan itibaren her türlü zulmün, baskının, dayatmanın laiklik adı altında icra edildiğini bilmiyor muyuz? Neredeyse tüm darbelerin, halkın iradesine ipotek koymaya dönük zorbalıkların laikliğin gereği şeklinde meşrulaştırıldığı açık değil mi? Dedelerimizin sarığından, sakalından çocuklarımızın başörtülerine kadar İslami görünürlüğe dahi tahammül edemeyen bir dayatmacı zihniyetin işlediği tüm günahları, insanlık suçlarını laiklik ilkesine dayandırdığı görülmüyor mu?

Tüm bunlar açıkça ortadayken, kimse laiklikle sorunumuzun olmadığını söyleyemez! Bilakis bizim laiklikle de laikliği dayatan Türkçü-Kemalist resmi ideolojiyle de onarılamaz, giderilemez bir sorunumuz hem de devasa bir sorunumuz vardır.

En temelde Rabbimizin mutlak güç ve kudret sahibi olduğuna ve her yerde ve her şeyde tek otorite sahibi olduğuna iman edenler olarak ne bireysel hayatımızda ne de toplumsal-siyasal yapıda şu veya bu alanın Rabbimizin belirlediği ölçüler dışında kalabileceğini kabul etmiyor, bunu şirk olarak görüyoruz. Bu, tevhid akidesinin gereğidir. Ve bu hakikat ister kabul edilsin ister reddedilsin, ister anlaşılsın ister anlaşılmasın Müslümanların laiklikle ilgili sorunu ontolojiktir, varoluşsaldır. Gücümüz yetmediğinden ötürü karşı çıkamazsak, tasfiye edemezsek dahi hiçbir şartta bu tür bir şirk inancını benimsememiz, ona razı olmamız söz konusu olamaz.

Bununla birlikte bu meseleye demokrat olduklarını iddia edenlerin gözlükleriyle dahi baksak ortada onulmaz bir çelişkinin mevcut bulunduğu aşikârdır. Laikliği diğer tabusal maddelerle birlikte sadece geçmiş nesillere ve bugün bizlere değil, gelecek nesillere, doğmamış çocuklara dahi dayatmayı kendisinde hak gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu zorbalıklarını değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez yasalar başlığı altında pervasızca savunabilmektedirler. Bu yüzden halka layık gördüklerinin halka sorulmasına taraftar değiller. Dün olduğu gibi bugün de onaya ihtiyaç hissetmiyor, kabullerini dayatmayı kendilerine hak olarak görüyorlar.

Mezardan Yönetilmekten Bıkmadınız mı?

Tam bu noktada net, açık ve çelişik tutumlardan uzak tavırlara ihtiyaç vardır. İktidar gerçekten yeni bir anayasa yapma niyetindeyse, köhnemiş kalıpları tartışmaya açmakla işe başlamalıdır. Aksi takdirde “Bizim laiklikle sorunumuz yok!” “Mustafa Kemal zaten ortak paydamız!” “Türklükten vazgeçmeyiz!” vb. söylemlerle çıkılan yolculuk hapishanenin avlusunda bir tur atıp tekrar koğuşa dönmeye benzer.

Özetle Kemalist, laik, Türkçü şablonları sorgulamaya, bunlarla ilgili korkuları bir kenara bırakıp açık, somut bir tartışma zemini oluşturmaya yönelik çabalara şiddetle ihtiyaç vardır. Bu yapılabilirse, yani halkın iradesini ipotek aldığı yetmezmiş gibi doğmamış nesilleri dahi köleleştiren dogmatik kalıpları sorgulamakla işe başlayabilecekse ‘yeni anayasa’ belki gerçekten yeni sonuçlar, kazanımlar getirebilir. Aksi takdirde koca bir ülke, yüz milyona yaklaşan büyük bir nüfus 21. yüzyılda da mezardan yönetilme garabetinden kurtulamayacaktır!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR