1. YAZARLAR

  2. Haşim Ay

  3. İslami Yenilenmenin Öncüsü Hasan Turabi ve Mirası -1

İslami Yenilenmenin Öncüsü Hasan Turabi ve Mirası -1

Mayıs 2016A+A-

Çağdaş İslami düşünce ve hareketin öncü isimlerinden, büyük fikir ve siyaset adamı Hasan Turabi bir zamanlar beraber yola çıktığı Ömer el-Beşir’in kendisine uyguladığı göz hapsi altında iken 5 Mart 2016’da 84 yaşında vefat etti.

Gerek düşünsel gerek siyasal planda yaklaşık bir asra varan ömrüne dolu dolu bir mücadeleyi sığdıran Turabi ve hareketini bir makalenin dar sınırları içerisinde yazmanın kolay olmadığını peşinen teslim etmiş olalım. Bu yazı dizisinin Turabi ve hareketine dair bir “son söz” değil olsa olsa bir “önsöz” olarak ele alınmasında fayda var. Çünkü içerisinde yaşadığı Sudan şartları, başında olduğu İslami hareketin inşa etmeye çalıştığı Sudan modeli ama bilhassa da merkezinde “tecdid” kavramının bulunduğu usuli-siyasi düşünce çizgisi açısından üzerinde birçok araştırma ve inceleme yapmaya değerdir.

Yine de biz bu yazı dizisinin inşallah nasip olursa ilerleyen bölümlerinde açmak ve temellendirmek koşuluyla en son söylenecek sözü en başa alarak başlamış olalım: Turabi, fikri-usuli açıdan İhvan içindeki Rey Ehline mensup bir isimdi. Yine siyasi kişilik ve metodolojisi bağlamında da merkez-Mısır İhvan’ına benzer yönelimlere sahipti. Usuli ve siyasi kişiliğini birbirine mezcetmiş, başka bir deyişle usuli çalışmalar ile siyasal mücadeleyi birbirinden ayrı görmeyen bütünsel bir şahsiyet örnekliği sergilemişti. Bunu, öncüsü olduğu hareketin çalışmalarına da yansıtmayı bilmiştir. Bu bağlamda Şia içerisinde Fadlallah neyse İhvan içerisinde Turabi de odur denilebilir. Fadlallah’tan bu bağlamdaki en önemli farkı ise siyasal mücadele içerisinde aktif şekilde yer almış olmasıdır. Turabi bu yönüyle biraz da Gannuşi’yi çağrıştırıyor. Daha uzağa gidildiğindeyse Afgani’de öne çıkan siyasi-stratejist kişilik ile Abduh’daki ıslahçı kişiliği kendi şahsiyetinde topladığı görülür.

Özetle Turabi, İhvan ekolüne mensup bir şahsiyet ama ana damarı Rivayet Ehli olan İhvan’ı birçok açıdan fazlasıyla aştığı da rahatlıkla söylenebilir. Onun İhvan’la ilişkisi tıpkı Gannuşi’de olduğu gibi İhvan’ın daha çok bir platform olarak görülmesidir. Nitekim Turabi ve hareketinin İhvan’la ilişkisi de organik değildir. Kendisi de İhvan’la biat edecek düzeyde bir ilişkilerinin olmadığını söylemiştir.

Turabi’nin şahsında Sudan modeli siyasi mücadele ve iktidarla ilişkilerbağlamında da öğreticidir. Turabi fırsat bulduğu her durumda toplumun lehine olması koşuluyla iktidarla ilişki kurmaya imtina etmemiş ve hatta bu yüzden darbe süreçlerinde yer almaktan da çekinmemiştir. Bununla birlikte iktidar kibrine de kapılmamıştır. Yeri geldiğinde ilkeler ve kamu maslahatını önceleyerek iktidar süreçlerine katıldığı gibi bundan feragat da edebilmiştir. Turabi ve İslami hareketin Sudan pratiği bu bağlamda devrim ve ihtilalin olduğu kadar ıslah ve yapıcı muhalefet eksenli ikili bir siyasal tutum ve yönelişin iç içe geçtiği bir model sunmaktadır.

Aynı şekilde Turabi ve liderliğini yaptığı harekette gerek fikrî gerek sosyal ve gerekse de siyasal ıslah mücadelesi planında tedric ilkesinin sonuna kadar hayata geçirildiğini görüyoruz. İktidarda veya muhalefette fark etmeksizin Sudan, Turabi için daima daha iyiye doğru götürülecek bir geçiş sürecinde değerlendirilmektedir. Sudan toplumu halen bugün de tamamlanmamış bir geçiş süreci yaşamakta, aynı şekilde devlet mekanizması da siyasal bir geçiş modeli özelliğini korumaya devam etmektedir. Bu yönüyle “Arap Baharı”nda bugün yaşanmakta olan geçiş süreçlerinin adeta prototipidir. Hâli hazırda “Arap Baharı” ülkeleri ve AK Parti Türkiye’sinin yoğun olarak Müslümanların önüne koyduğu ve bir zamanlar aşıldığı sanılan ancak bugün gerçek anlamda yeni yeni yüzleşilmeye başlanan nice aktüel konu ve kavramı Turabi ve Sudan modeli bir hayli erken zamanda tecrübe etmiştir. Bu mahrum, yoksul ve mustazaf havzamız tam da bu noktada hâlihazırdaki “Arap Baharı” ülkeleri ve AK Parti Türkiye’si Müslümanları için çok zengin tecrübelerin kaynağı olmaktadır.

Akif Emre, 1999 yılında Yeni Şafak'taki yazısında Turabi hakkında şunları söyler:

Turabi, siyasete doğrudan girdiği 1964 yılından bu yana sürekli olarak, hemen her yönetimin hem arkasında olacak kadar içinde hem de doğrudan sorumluluk almayacak kadar dışarda duruşuyla dikkat çekti. Hemen her devrimin bir şekilde içinde bulundu, onları geriden yönlendirmeye çalıştı. İpleri kontrol edemediğini farkettiği durumlarda da hiçbir sorumluluğu olmayan biri gibi ilişkiyi istediği zaman kopardı. Ancak siyasete doğrudan girmediği dönemlerde bile Sudan'ı yönetenlerin bir şekilde Turabi faktörünü dikkate almaları gerekecekti; bu ağırlığını her zaman için korudu. Devrimci yanıyla uzlaşmacılığı aynı anda bu denli uyum içinde götüren bir siyasi ‘deha’ az bulunur. Nerede uzlaşmacı nerede devrimci yanının öne çıktığını kestirmek her zaman için mümkün değil. Ancak, siyasi anlamda pragmatist nitelemesini yüklemek de mümkün gözükmüyor. Zira içinde yaşadığı toplumun sosyolojik şartlarına karşılık gelecek bir siyasi çizgiyi yakalamada kendi içinde sürekli olarak bir tutarlılığı gözettiği söylenebilir.

Bu yazı dizisinde Biladu’s-Sudan’ın ümmetten ulusa doğru geçiş öyküsü ve Hasan Turabi şahsında yeniden ulustan ümmete doğru ihya ve inşa sürecinin fotoğrafını çekmeye çalışacağız inşallah. Bunu yaparken Turabi ve İslami hareketi merkeze alarak ülkenin yakın tarih kronolojisinde öne çıkan bazı gelişmeleri aktaracağız. Böylece inşallah bir sonraki bölüm veya bölümlerde aktarmaya çalışacağımız Turabi’nin fikrî ve siyasi mücadele mirası da daha adil şekilde anlaşılmış olacaktır.

Hasan et-Turabi’nin Kısa Siyasi Biyografisi

Hasan et-Turabi 1932 yılında Sudan'ın Kassala şehrinde doğdu. Turabi, Fransa ve İngiltere'de hukuk eğitimi gördü. Sudan'daki Müslüman Kardeşler'in içerisinde yer aldı ancak bir süre sonra cemaatten ayrı olarak İslami Ulusal Cephe'yi kurdu. 1970'li yıllardan itibaren küresel ölçekte İslami akımları etkileyen bir teorisyen olarak tanınmaya başladı. Sudan'da 1989 yılında gerçekleştirilen "Milli Selamet Devrimi"nin teorisyeni olarak bilindi. Milli Meclis'in başkanlığını yaptı.

1969 askerî darbesiyle iktidara gelen Cafer Numeyri'nin 1983 yılında şeriatı uygulamaya koymak istemesi üzerine 1972 Addis Ababa Anlaşması'yla sona eren iç savaş tekrar başladı. Numeyri'nin 1985'te kendi hükümetinin savunma bakanı tarafından devrilmesinin ardından 1986 yılında genel seçimler yapıldı.

Seçimler sonucunda Ümmet (Umma) Partisi lideri Sadık el-Mehdi başkanlığındaki koalisyon hükümetleri iktidarında geçen kısa süreli sivil yönetim, Tuğgeneral Ömer el-Beşir liderliğinde 1989'da gerçekleştirilen askerî darbeyle (Milli Selamet Devrimi) sona erdi. Ömer el-Beşir, beklenmeyen bir kararla 12 Aralık 1999'da yeni bir darbe yapıp Milli Meclis’i feshetti.

Ülkenin ikinci adamı Turabi, gözaltına alınıp hapse atıldı. İki yıl hapis cezasından sonra evinde ikamete mecbur edildi ve gözlem altında tutuldu. 2003 sonbaharında serbest bırakılan Turabi, şiddetli muhalefetine devam edince, 31 Mart 2004'te yönetimi değiştirmek için darbe hazırlığında olduğu iddia edilerek kendisine yakın bazı subaylarla birlikte gözaltına alındı. Bir müddet cezaevinde kalan Turabi, 30 Haziran 2005'te serbest bırakıldı.

Dostları, siyasetten elini çekip mütefekkir olarak düşünce ve fikirleriyle devleti şekillendirme teklifinde bulunmuşsa da bütün ısrarlara rağmen Turabi, bu teklifi kabul etmedi.

Sudan Halk Kongresi'nin liderliğini yapan Turabi, 5 Mart 2016’da Ömer el-Beşir’in göz hapsi altında 84 yaşında Hakk’ın rahmetine yürüdü.

Büyük Biladu’s-Sudan’dan Küçük Sudan’a

Tarihî kaynaklarda Sudan bugünkü topraklardan çok daha geniş bir alanı ifade eder. Afrika’ya giren Müslüman Araplar buralara “Siyahların Ülkesi” anlamında “Biladu’s-Sudan” demişler.

Sudan; Çad, Nijer, Mali gibi Afrika’nın doğusundan batısına doğru uzanan siyahi koridorun tutulması bağlamında dünde bugünde stratejik bir önem arz etmektedir. Bu stratejik koridor olma özelliği dolayısıyla tarih boyunca hareketli bir bölge olmuş olup Müslümanların yanı sıra emperyalistlerin de ilgi ve atraksiyonlarına sahne olmuştur. Bugün dahi bu koridorun özgür Müslüman devletlerce yönetilmesi halinde hem bölgede ciddi bir cazibe merkezi hem de emperyalist sömürgeci güçlere karşı önemli bir hat oluşturacak değerdedir. Büyük Biladu’s-Sudan’ın enkazı üzerinde kurulan bugünkü küçük Sudan tam da bu nedenle, özellikle de Hasan Turabi’nin siyaset sahnesinde etkili olduğu 1990’lı yıllardan itibaren küresel istikbar tarafından tehdit olarak algılanmış ve İslamcı kulvarda gelişimi engellenmek istenmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin diktatör Beşir hakkında verdiği iki ayrı yakalama kararının infaz edilmemesi de Darfur sorununun sürekli olarak kaşınmasının da temel nedeni, yönetimin yakın zamanda Hakk’ın rahmetine göçen Turabi gibi küresel efendiler ve bölgesel işbirlikçi despotların düzenine çomak sokacak İslamcıların idaresine geçeceği korkusudur.

Biladu’s-Sudan’ın İslamlaşma öyküsünün kökleri Amrb. As’ınMiladi 639’daki Mısır fethine kadar uzanır. Mısır’a yerleşen Müslümanlar Sudan topraklarında bakir ticaret alanları bulur ve ilk defa bu Müslüman tacirler eliyle İslam’la tanışan bir coğrafya olur Sudan.

Üç asır devam eden akınlarla bölgenin fetih süreci devam eder. Arkasından Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi ve komutanı Turan Şah 1172’de, bir başka komutan Baybars ise 1260’da sefer düzenliyorlar. İslam etkisi bunlardan sonra iyice artıyor.

Bölge 1517 yılından itibaren ise Osmanlı hükümranlığıyla bütünleşiyor. Yavuz’un Mısır’ı fethi Sudan’ın Osmanlılaşmasını da beraberinde getiriyor. Bu durum 1821’de Kavalalı M. Ali Paşa’nın işgaline kadar sürüyor. Kavalalı, Sudan’daki Fenc devleti üzerine bir ordu gönderiyor ve burayı ele geçiriyor. Kavalalı, kumandan İsmail Paşa’yı azlederek yerine oğlunu geçiriyor. Osmanlı’nın içten içe çöktüğü ve devleti idame ettirmek için arayışların söz konusu olduğu bu ortamda İsmail Paşa, Kavalalı M. Ali Paşa’ya karşı İngilizlerle ve Fransızlarla işbirliği yaparak süreci kısa süreliğine de olsa lehine çeviriyor. Bölgede yarı kolonyal denilebilecek bir durum oluşuyor.

Sürecin bundan sonraki gelişimini Hasan Turabi’nin kendisinden okuyalım:

İslam anlayışının bozulmaya yüz tutması, Arap kabilelerinin göçleriyle başladı. Halk yavaş yavaş Arap-İslam izdivacı, birlikteliği ve kültürel kaynaşma sürecine girdi… Sudan halkı; Hatmiyye, İdrisiyye, Şazeliyye, Ticaniyye, Sumaniyye, Kadiriyye vs. tarikatlarıyla tanıştı. İslam Sudan halkının sinesine bir kısım cahiliye töreleri ve düşünceleriyle birlikte yerleşti. Yöneticileri, tarikat ve kabileciliği yerleştirdi. Müslüman olmakla birlikte idarecilerin sosyal tutumları, İslam’a galebe çaldı.

1820’de Kavalalı M. Ali Paşa, Mısır’dan Sudan’a geçti. Sömürü yönetimine geçiş sürecinde Avrupalıların kullandığı casusluk tekniğini kullanarak buralara atamalar yaptı. Dinen ve örfen kabul etmedikleri Batı sistemlerini ülke halkına reva gördü. 1880 yılında ‘beklenen Mehdi’ sıfatıyla mücahid, müceddid, ıslahatçı ve sufi olan Muhammed Ahmed el-Mehdi ortaya çıktı… İslam’ın öğretilerine uygun devlet kurup dinin emirleri yaşanıncaya ve kâfirleri topraklarından sürünceye dek savaş kararı aldı ve açtığı cihad sancağı altında Sudan halkını toplamayı başardı.1

El-Mehdi ve kurduğu Ensar hareketinin yakın dönem Sudan siyasi tarihinde açtığı bu yeni sayfa, daha sonraki kuşaklar tarafından kurtuluş hareketi veya bağımsızlık mücadelesinin bir tür miladı olarak algılanmıştır. Hasan Turabi ve İhvan da dâhil olmak üzere Ensar, Ümmet vb. İslami hareketler için de Ömer el-Beşir gibi çağdaş Sudan’ın ileri gelenleri arasında da Mehdi ve kurduğu 10 yıllık devlet yerel bağlamda temel referans kaynağı olarak ele alınır.

Muhammed Ahmed el-Mehdi kendisinden sonra duruma vaziyet etmek üzere dört vasi tayin eder. Bunlardan biri de Senusi tarikatının kurucu ismi Muhammed Senusi’dir. Ne var ki değişen şartlar karşısında Mehdi’nin vasileri ve yeni kuşaklar tarafından İngiliz emperyalizmince son verilen hareket yeniden canlanamaz, kayda değer bir gelişim çizemez. Yeni şartları tanımlamada ihtilaflar yaşar ve Mehdi’nin bıraktığı mirasın enkazı üzerinde Ensar ve Ümmet isminde iki ayrı yapı oluşur. Bu yapılar da bağımsızlık sonrası dönemde kendi içerisinde bölünerek kan kaybına uğramaya devam eder.

Mehdi’nin erken ölümü ile işler bozulur. Coğrafi alandaki dağınıklık, çok sayıdaki etnik grubun varlığı ve sufi hareketlerin belli ailelerin idaresinde olması Sudan'daki aşirete dayalı sosyal yapılanmayı güçlendirir. Sömürgecilerin de müdahalesiyle istikrarsızlık artar. Ve 1899’da zaten Mısır’ı yöneten İngilizler Mısır askerleriyle Sudan’ı bilfiil işgal eder. Bu işgal atmosferi 1956’nın 1 Ocak’ında ilan edilen bağımsızlığa kadar sürer. Sudan, bu dönem boyunca İngiliz emperyalizmince Mısır’a bağımlı bir tür koloni olarak yönetilir.

Çağdaş Sudan’ın neredeyse kurucu unsuru olan Mehdi’nin kurduğu İslami hareket siyasal mücadele zeminindeki özne durumunu yitirir ve sosyalizm ülkede özellikle de gençlik kesimleri arasında revaç bulur.

İşgal yıllarında Mehdi hareketi her ne kadar büyük oranda sindirilmiş ve değişen şartlar karşısında kendisini yenileyememişse de tamamen bitirilemedi. Ümmet ve Ensar isimli iki ayrı parti kuruldu. Bu ayrılık işgal yıllarındaki bakış açılarındaki farklılıklardan kaynaklanıyordu. Ümmet ve Ensar partileri faaliyet halindeyken tohumları işgal yıllarında 1940’larda atılan İhvan-ı Müslimin Sudan’da 1954’te çalışmalarını hızlandırdı. Ümmet ve Ensar bir ara Demokratik Blok kurarak iktidara gelseler de bu durum fazla uzun sürmedi. 1969’da gerçekleşen Numeyri darbesi ile hükümetten uzaklaştırıldılar.

Hasan Turabi, Sudan’ın işgalden bağımsızlığa uzanan sürecini ana hatlarıyla şöyle anlatır:

“Batı emperyalizmi çığ gibi yayılan bu İslami kurtuluş dalgasını (Mehdi’nin kurduğu devleti kastediyor) durdurmak için Mısır’dan İngilizler, batıdan Fransızlar, doğudan İtalyanlar, güneyden Belçikalılar Sudan’a üşüştü. Doğuda İngilizler Habeşistan’ı Sudanlılara karşı kurdu. Bu toprakları yeniden ele geçirmek için Mısırlılar ve kuzeyde onlarla işbirliği yapan Sudanlılar ayaklandılar. Böylece 10 küsur sene ancak ayakta kalmayı başaran İslam devleti tarihe karıştı.

20. yy.’da İngilizler buradaki karışıklardan faydalanarak ülkeye yerleştiler. Eğitimleriyle, kanunlarıyla, yönetimleriyle geldiler. Âlim ve sufilerden oluşan çoğu dinî liderlerle dostluk kurdular, onları zimmetlediler. Kurduğu dengeyi bozup kendinden uzaklaştırmak için el-Mehdi’nin yardımcılarıyla görüşmeler yaptılar.

II.Dünya Savaşı’ndan sonra beşinci taktik (anlaşma) gerçekleşti. Batı Avrupa’da sosyalizm, üçüncü dünya ülkelerinde milliyetçilik dalgaları yayıldı. Nizamiye medreselerinden mezun olanlar ölçüsüzce nefsani tercihler içerisinde oldular. Bir kısmı Mısır milliyetçiliğinden etkilenerek onu savundu, bir kısmı Batı liberalizmini ve üçüncü dünya ülkelerinin savaştan kurtulma ve özgürleşme düşüncesini savundu. Bazıları da sırf kültürlerini korumak ve garanti altına almak için dinsiz İngilizlerin hilafete/yönetime ehil olduğunu söyledi.

Yahudiler de Ortadoğu’da komünizmi yaymak için çaba harcadılar… Sudanlı gençlerden bir grup komünizme meyledince Mısırlı Yahudiler Sudan gerçeğinden aslan payını aldılar. Sovyet ve Batı ülkelerine sahip çıkmaya ve onları korumaya başladılar. Öğrenci çevrelerinde asılsız olarak ulusal hareketler adına çatışmalar oldu. Kolay yoldan öğrenci başkanlıklarını ele geçirdiler. İşçi, ziraat ve memur sendikaları seçimlerine katılmak için kolları sıvadılar. Siyasi canlılık ve kültürel etkinlik yönünde yarıştılar.

Sudan’da öğrenciler arasında revaç bulan sosyalizm ve liberalizm akımlarını söz ve tavırlarıyla kabul etmeyen, yerleşik töre ve dinin fıtratından kaynaklanan bir kısım grupların temsilciliğini yaptığı İslami duyarlılıktan ‘İslami hareket’ ortaya çıktı. Bu çağ partisel oluşumların, ulusal yönelişlerin ve fikrî akımların doğum sancısı çağıydı.

Bu dönemde ‘İslami Kurtuluş Hareketi’ adıyla ilk hareket tohumları atıldı… Yöresel dindarlık varlığını sürdürse de evrensel İslami uyanış yükseldi… Pakistan, Mısır ve diğer yerlerdeki İslami hareketler üzerine bina edilen bir hareket ortaya çıktı. Kendisini evrensel İslami hareketin bir parçası kabul etti. Bu hareket yeniden Müslüman Kardeşler adını aldı.”2

Kısaltarak derlediğimiz bu aktarımlar Hasan Turabi’nin Sudan bağlamında tarih ve toplum tahlilini de yansıtmaktadır.

Çağdaş Sudan’ın Oluşumu

1956 yılında Hasan Turabi’nin emperyalistlerin beşinci taktiği olarak nitelendirdiği bağımsızlıktan sonra Sudan’da her ne kadar yeni bir siyasi sayfa açılmışsa da Müslüman beldelerin genelinde olduğu gibi istikrar bir türlü sağlanamamıştır. Müslüman beldelerde doğrudan işgal sonrası dönemde yapay sınırlar temelinde inşa edilen çoğu ulus-devlet gibi Sudan yakın siyasi tarihinin de öne çıkan başlıca gelişmeleri darbeler, istikrarsızlık, yoksulluk, iç karışıklık vb. olmuştur. 1959 ila 1989 yılları arasında 30 yıllık zaman zarfı içerisinde çağdaş Sudan’da tam dört darbe yaşanmıştır. Darbe yoluyla gelen iktidarların özellikle de İslam karşıtı uygulamalarına tepkiler sel gibi büyümüş ve İslami hareketlerin öncülüğünde birçok halk ayaklanması, intifada yaşanmıştır. Bu intifadaların çoğu da siyasal planda başarılı sonuçlar elde etmiştir. Özellikle de Hasan Turabi, devrimcilik ile ıslahçılık olarak karşımıza çıkan iki siyasal mücadele yöntemini başarılı bir şekilde uygulamış ve Sudan özelinde iktidarla ilişki ve siyasi mücadele bağlamında ilgi çekici bir mücadele hattını örneklendirmiştir.

Öte yandan kurulduğu günden bu yana çağdaş Sudan’da istikrarsızlığın başlıca kaynağı olarak Darfur sorunu kanayan bir yara olmaya devam etmiş; diğer çok-dilli, çok-etnikli, çok-dinli birçok çağdaş İslam ülkesinde olduğu gibi Sudan da adalet ve kardeşlik temelinde çoğulcu bir siyasal yapı ve birlikte yaşam modeli üretememenin yol açtığı sorunlarla boğuşmuş, boğuşmaktadır.

Acaba Hasan Turabi ve İslami hareketin bu noktada yaklaşım ve çözüm önerisi nasıl olmuştur? Gerek bu soruya gerekse de Sudan şartları içerisinde İslami hareketin oluşum ve gelişim seyrinin ne yönde geliştiğine yazı dizisinin bir sonraki bölümünde cevap aramaya çalışacağız inşallah.

***

Bir Sonraki Bölüm:

Çağdaş Sudan’da İslami Yeniden Doğuş ve Turabi’nin Katkısı

 

Dipnotlar:

1-Hasan Turabi, Sudan İslami Hareketi, sf. 24-25, Yöneliş Yay.

2- A.g.e, sf. 25-26

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR