1. YAZARLAR

  2. Kenan Alpay

  3. İstanbul'da Şeytan Üçgeni

İstanbul'da Şeytan Üçgeni

Şubat 1994A+A-

Dünya üzerinde müslüman halklara her türlü zulüm ve mahrumiyet reva görülmeye devam etmektedir.

Üzerlerindeki ölü toprağından silkelenip sıyrılma becerisini gösteremeyen, Rabbimizin vahyettiği nassları kuşanamayan müslüman kitleler bu durumu devam ettirdikçe her gün yeni bir komplo, yeni bir zulüm ile karşı karşıya kalacaklardır. Kan içici vampirler doymak bilmeyen iştahlarıyla saldırıp yeryüzünü fitne ve fesada boğarken adı ve kimliği müslüman olan birileri de onlara yardımcılık yapmaktan geri durmuyorlar. Dünya hayatının geçici nimeti sizi aldatıp-oyalamasın vurgusuyla tekrar tekrar yapılan uyarılara rağmen kalpleri kilitliymişçesine umarsız kalanların "pek elim bir azap ile karşılaşmaları insanların konuştukları gibi gerçektir." (Zariyat, 23).

8 Şubat 1994 tarihinde İstanbul Swissotel'de Barış ve Hoşgörü Konferansı adıyla tertip edilen ve iki gün süren basına kapalı çalışma toplantılarında pis bir ABD ve İsrail tuzağının kokusu ortalığa yayılıyordu. Bir Amerikan yahudisi olan Haham Arthur Schneier'in başkanı olduğu Vicdana Çağrı Vakfı ile Ortodoks mezhebinin merkezi konumunda olan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Patriği Dimitri Bartelomeos'un girişimleri ile birlikte tertip edildi. Mossad ile aynı doğrultuda icraatlar içinde bulunduğu bildirilen "Vicdana Çağrı Vakfı"nın merkezi New York'ta. Uluslararası bir kuruluş. İnsanlık, vicdan, hoşgörü vs. gibi sözlerle özellikle Filistin ve Lübnan'ı kan ve gözyaşına boğan katil çeteleri kendileri değilmiş gibi oldukça rahat davranıyor, saptırıcı ve kiralık kalemlerin de katılımıyla bu durumu perdelemeye çalışıyorlar.

Her halükarda tahrif olmuş Hıristiyanlık ve Museviliğin temellerini yükseltiği emperyalizmin kutsayıcıları olmaktan öte insanlık namına olumlu hiç bir icraatları olmayan ruhbanlar, TC Diyanet İşleri Başkanlığı Başruhbanı  Mehmet Nuri Yılmaz'ın da inciler döktürdüğü toplantılarda zalimlerin hiç birisinin adını zikretmeden zulüm kınandı ve dinlerin cinayetlere alet edilmemesi gibi genel bir istekte bulunuldu.

Konferansa ABD Başkanı Bill Clinton, BM Genel Sekreteri Butros Gali, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, TC Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Hamid el-Gabid birer mesaj yolladılar. Bill Ciinton'un mesajını ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Richard Barkley, BM Genel Sekreteri B. Gali'nin de mesajını BM Genel Sekreter Yardımcısı Aly I. Teymour okurken S. Demirel'in mesajını ise M. Nuri Yılmaz'ın okuması konferansın öyle alelade bir konferans olmadığını, çok ciddi bir ABD parmağının olduğunun önemli işaretleriydi. BM'nin İslam düşmanı Genel Sekreteri ise "Dünya toplumları hoşgörüsüzlük konusuna sessiz kalmayacaktır. Dua edelim, ümid edelim ve harekete geçelim." gibi saçma ve ne anlama geldiği belli olmayan bir mesajla katılımda bulundu.

Açış konuşmasını yapan Arthur Schneier "Din adına işlenen suç dine karşı işlenmiş en büyük suçtur. Bu cinayetler için dini kullanmayın. Tanık olduğumuz trajedilere gözlerimizi kapamayalım. Acı çekmekte olan insanlık çığlıklarına da kulaklarımızı tıkamayalım. Biz milli, etnik ve dini ihtiraslara ulaşmak için insana karşı insan, silaha karşı silah çıkartan siyasi demagoglara karşı ruhani liderlerimizin meydan okumasını istiyoruz. Gelin vicdanımızın sesini dinleyelim. Öldürmekten vazgeçin. Burada Tanrı'nın kutsal kanunu temsil eden dini liderlerimiz var. Bu liderler bizi insanlık adına harekete geçirecek güce ve ruha sahipler. Çocuklarımız için daha iyi bir dünya istiyoruz." dedi. Ayrıca "Yaşa ve Yaşat" kavramının da ortak parola olarak benimsenmesini ve dini farklılıkların etnik ayrımcılığa temel hazırlayacak şekilde istismar edilmesine karşı önlem alınmasını istedi. Saraybosna'daki korkunç katliamın üzerinde dikkatle durulması gerektiğini vurguladı. Daha ne kadar kan dökülecek diye sordu? Ama katliama kim-niçin maruz kalıyor, katliamı kim yapıyor? gibi soruların cevabı yoktu konuşmalarda.

Haham A. Schneier'in ardından Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz konuşmasına özür dileyerek başladı. "Sözde tabirimi mazur görünüz. Çünkü ezilen milletlerin ızdırabını çaresizlik içinde seyreden vicdan sahibi her insan, bütün bu deklarasyonlarda ifade edilen prensiplerin ne işe yaradıklarını sorgulamaya başlamıştır. Yine günümüzde, insanlık, başta BM ve onun yan kuruluşları olmak üzere eşitlik, barış ve devredilmez insan hakları ifadelerini baş tacı eden yüzlerce milli ya da milletlerarası organizasyona kuşkuyla bakmakta ve bunların ne ile uğraştıklarını anlayabilmek için kendisini zorlamaktadır." dedi.

Şimdi soracak olursak M. Nuri Yılmaz hangi suçu, kime karşı işlemiş de hesap verici bir üslupla ifadelerinin mazur görülmesini istiyor? Karşılarında ezilip sıkılarak rapor verir bir üslupla konuştuğu haham ve rahiplerin kendisi üzerinde vesayet/velayet hakları mı var?

M. Nuri Yılmaz konferansı olumlayarak şu ifadeleri kullanıyor: "Bu konferansta biraraya geliş maksadımızın politik olmadığı, niyetimiz ve hedefimizin sadece kalıcı barışın temini, hoşgörünün yaygınlaştırılması ve bir hayat düsturu haline getirilmesi olduğu mesajını inandırıcı bir şekilde verebilirsek konferanstan beklenilen meyvenin hasıl olacağına inanıyorum. Bu konferansı değişik çevrelerde istismar etmek isteyenler ve amacından saptırmaya çalışanlar çıkabilir. Konferansın, herhangi bir başka amaç için kullanılma gayreti, zikrettiğim ulvi hedeflere ulaşmaktaki sürati azaltmaktan başka hiç bir işe yaramayacaktır." Yukarıdaki ifadeler tam bir misyoner ağzı taşıyor.

Açıklamalarında taban tabana Kur'ani ilkelerle çelişen ifadeler kullanmaktan geri durmayan Yılmaz işi daha da ileri boyutlara taşıma azminde.

Daha önceki birçok açıklamasında da ipe sapa gelmez hezeyanlarını işbirlikçi kimlik ve kişiliği ile İslam'a yamama girişiminde bulunmuştu. Kısa bir süre önce 70. yıldönümü kutlamalarını yapan TC'nin I. Din Şurası'nı tertip ettiği toplantılarda M. Nuri Bey öz olarak şunları söylüyordu: Türki cumhuriyetlere yönelik ortaya konulacak politikalarda DİB'in önemsenmesini ve kendilerine ayrılacak ekonomik payın yüksek tutulmasını önerirken "laik İslam gitmezse radikal İslam gider" endişesini dile getiriyordu. Toplantı boyunca bir papağan misali "laiklik dinsizlik değildir" diye tekrar etti durdu. Olur olmadık yer ve zamanlarda, İslami siyasi düşünce üzerinde duranlara "siyaset horozluğu yapmayın" diyerek vakitsiz öten "laik horoz" namıyla ün saldı. Bütün bu yaptıklarından sonra "kitap yüklü eşekler" bahsinin geçtiği ayetler ile "sakın şeytan sizi Allah'ın affediciliği ile aldatmasın" ayeti Sayın Başkan için neyi ifade ediyor acaba?

Fener Rum Ortodoks Patriği Dimitri Bartalemeos ise isminin önüne konan "ekümenik" sıfatı ile kürsüye çağrıldı. Cılız bazı itirazlar olduysa da bu sıfatla anılan Bartelomeos evrensel bir dini lider kabul edilmiş olup Papalığa denk bir konuma geldi. Patrikhane de Vatikan usulü federe bir devlet vasfını kazanmış oldu. Zira 20 Nisan 1993 tarihinde Avrupa Parlamentosu'nda Bizans Devlet Başkanı sıfatıyla konuşma yapması için çağrılmıştı. Aynı toplantıyı TC'yi temsilen sadece T. Çiller'in gitmesi gerekiyordu. Tam bağımsız, üniter devlet naraları atan TC fedaileri gündem oluşturup en ufak bir tepki göstermediler. Tuzak içindeki tuzağa farklı bir tepki geldi. Bu konuyla ilgili en etkili yayını yine Beklenen Vakit gazetesi yaptı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştı. İslami kesimdeki gazete ve dergiler kulağının üzerine yattı.

Aynı gazete 1 Şubat 1994 Salı günü Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenol ile uzun bir mülakat yaptığında bazı ilginç tespitler karşımıza çıktı. S. Erenol patrikhanenin üç hedefini şöyle açıkladı: 1) Önce cihan patrikliği unvanına kavuşmak. (Yani ekümenik sıfatı. 8 Şubat'taki toplantıda bu oldu.) 2) Daha sonra Vatikan statüsüne geçme isteği. 3) Nihai hedef olarak Federe Rum Devleti talebinde bulunmak. Fener Rum Patriği Bartelomeos'un özellikle Yunanistan ve Rusya ile içice çalıştığını ve tüm Batı başkentlerinin desteğini arkasına aldığını ifade eden S. Erenol patrikhanenin Vatikan statüsü elde etme şansı için şunları söylüyor: "Eğer böyle bir statüyü elde ederlerse, devlet içinde devletleşmeye giderlerse, arkasından hiç şüpheniz olmasın federe devlet gelir. Fener'in Vatikanlaşması daha farklı bir duruma yol açar. Çünkü İtalya'da Vatikan'ın devlet içinde devlet modeli oluşturması çok önemli değildir. Zaten İtalyan halkı Hıristiyan'dır. Fakat, Türkiye'de halkın çok büyük bir bölümü Müslüman'dır. Bu sebepten dolayı, Türkiye'de bir Vatikan modeli gerçekleşmemelidir."

Bunların yanında Yunanistan'da yayınlanan Elefteros Tipas gazetesi Fener-Rum Patrikhanesinin 1995 yılı içinde yayına başlayacak Cros TV adlı televizyon istasyonu için 100 milyon dolar civarında bir harcama yapılacağı belirtildi. Cros TV beş kıtaya, onaltı farklı dilden yayın yapacak. Toplantının ardından gazetecilerin bu yöndeki tüm sorularını patrik yanıtsız bıraktı.

Toplantıya devam edilirken Azerbaycan Şeyhülİslamı Allahşükür Paşazade Ermeni saldırganlığı ve uzlaşmazlığı üzerine konuştu. Türkiye Hahambaşısı Rav David Aseo dinlerin iki temel öğretisinin Tanrı sevgisi ve insan sevgisi olduğunu bunu anlayan insanların asla savaşamayacaklarını söyledi. Vatikan'dan gelen Papalık Barış ve Adalet Konseyi Başkanı Kardinal Roger Etehegaroy savaşların hiç bir zaman Tanrı adına yapılmadığını, nedeninin maddi olduğunu söyledi. Kardinal din adamlarının barış misyonu olduğunu belirterek, "Savaşların en kötüsü din adına yapıldığı söylenendir." dedi. Uzun konuşmasında toplantının amacının radikal İslami hareketlerin ateizmden çok daha fazla tehlike taşıdığı konusunda toplandığını gösterdi.

Toplantıyı Romanya, Arnavutluk, Rusya, ABD ve diğer ülkelerden yaklaşık 80 ruhani temsilci çağrılmıştı. Görüntüde asıl konu Bosna olmasına rağmen Bosna'dan tek bir temsilci yoktu. Yine Filistin, Cezayir, Kosova, Sancak, Batı Trakya, Keşmir vb. gibi dünyanın birçok bölgesinde uzun zamandır fiili zulümlere maruz kalan müslümanlardan temsilci çağrılması bir tarafa bu bölgelerdeki zulüm ve katliamlara en ufak bir değinide bile bulunulmadı. Onun yerine dünya üzerindeki tüm sömürü, zulüm ve katliamların en büyük sorumlusu ABD bu toplantının teşekkülünde, mesajlar ve temsilciler gönderilmesinde öncülük etti.

Toplantı öncesi ve sonrasında cereyan eden bazı girişimler bu toplantının getireceği sonuçlar açısından önemli bir yer tuttuğunun işaretlerini veriyor. 24 Ocak 1994 tarihinde dört günlük bir ziyaret için Türkiye'ye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman'a beraberinde ekonomi ve savunma sanayii ve ilgili işadamlarından oluşan bir grup eşlik etti. Weizman'ın programı çok büyük bir gizlilik içinde yürütüldü. Basın ve TV adeta olayı gizler gibi ilgisiz kaldı.

Yine aynı günlerde Devlet Bakanı Yıldırım Aktuna başkanlığında mahiyeti oldukça karanlık fakat müslümanlarca malum "Politik-Psikolojik Merkez" ABD'nin en meşhur Türkiye ve Orta Doğu uzmanlarını bir toplantı için ağırlıyordu. Toplantı Amerikan İstihbarat Örgütü (CIA)'ne hizmet için toplandı. Toplantıya katılanların isimleri ve kimlikleri şöyle: Morton Abramowitz, CIA üst düzey yöneticisi; Richard Perle, namı diğer Karanlıklar Prensi', ABD eski Savunma Bakan Yardımcılarından; Emekli General Fred Haznes, Washington'daki Türk-Amerikan Dostluk Dernekleri Başkanı (1958-1960 yıllarında Türkiye'de görev yaptı. 27 Mayıs İhtilali'nin hazırlanmasında ve ardından oluşturulan Milli Birlik Komitesi'nin seçiminde isminden çokça bahsettirdi); Harold Rhode, Orta Doğu ve Türkiye masası şefi; Bernard Lewis, Yahudi asıllı ABD'li Türkiye uzmanı. Politik-Psikolojik Merkez'in fiili başkanlığını Kıbrıs asıllı Amerikan vatandaşı Dr. Namık D. Volkan yürütüyor. Volkan, Turgut Özal'ın davetiyle bu hassas birimin başına getirilmişti. Toplantıya katılan RP Milletvekili Lütfü Esengün toplantıya bu konuda kendilerine bilgi vereceklerini zannederek gittiklerini, ancak kendilerinin Amerikalılar tarafından sorguya çekildiklerini ifade etti. Yeni Parti milletvekili Ercümen Konukman Başbakanlık tarafından düzenlenen toplantı hakkında önceden bilgi istediklerinde kendilerine hiç bir bilgi verilmediğini ifade ederek "Terörün psikolojik boyutları adı altındaki mücerret bir konu ile Türk ve Kürt ayrılığının planlarının yapıldığını öğrendik. Bu toplantıyı hep birlikte terk ettik." dedi.

"Politik-Psikolojik Merkez" toplantısındaki gizlenen amaçlar, "Barış ve Hoşgörü Konferansı"nda da kendini hissettirdi. Konferans sonunda bir bildiri yayımlandı.

Ortodoks Rumlar'ın "Türkler, Türkiye'deki azınlıklara baskı yapmayacak" ifadesi deklarasyona eklemek istemeleri üzerine M. Nuri Yılmaz kızgın bir ifadeyle dışarı çıktı. Hahambaşı Arthur Schneier'in 30 dakikalık ısrarıyla salona döndü ve bu madde bildiriden çıkarıldı. "Ermenistan ve Azerbaycan'da insanlığa karşı suçlar işlenmesine devam edilmektedir" ibaresi ile iki taraf da katliam mağduru olarak gösterildi. "Eski Yugoslavya'daki savaşın bir din savaşı olmadığını ve saldırgan milliyetçilik uğruna yapılan çağrıların ve dini sembollerin istismarının, din inancının evrenselliğine ihanet olduğu" vurgusu Bosna'daki savaşın sebebi ve faillerinin kimliğini gizlemeye yönelikti. Bosna'daki katliam kınanırken, bölgeden doğru bilgi almanın mümkün olmadığı ve gerçek sorumlunun kim olduğu mevzuunun tam netlik kazanmadığı iddia edilerek, Sırplar'ın adını anmadan "sorumluları kınıyoruz" denildi.

Deklarasyonda şu ifade yer alıyordu: "Silahlı bir çatışma eylemini haklı göstermek için Tanrı adına yapıldığı fikrini kabul etmiyoruz." Bu ifadeleri kullananlar ya kendi dinlerini bilmiyorlar, ya dinlerine ihanet ediyorlar ya da sinsice yalan söylüyorlar. Bu ikinci ifade tam anlamıyla M. Nuri Yılmaz'ı tanımlıyor. Yılmaz, Allah'ın kitabını bilmezmiş gibi tehdit edilen cehennem azabına yakın olduğunu görmüyormuşçasına davranıyor.

Diğer üçüncü şıktaki ifade sinsice yalan söyleyenlerin, tarih bilgisi azıcık yoklandığında Hıristiyan ve özellikle Yahudi ruhbanlarının olduğu gerçeğini anımsatacaktır. Allah'ın vasfettiği, tarihin de defalarca şahit olduğu gibi bu iki kesim dinlerinin ve geleneklerinin karakteristik özelliklerini ortaya koydular.

"Barış için çalışanlar mübarektir, çünkü onlara Tanrı'nın çocukları denecektir.", "Allah, barış ülkesine çağırıyor.", "O'nun yolları, barışın yollarıdır." ifadelerinin altına imza koyan dört kişiden biri de M. Nuri Yılmaz. M. N. Yılmaz'ın daha önceki yaptığı birçok olumsuz söz ve eylem bir tarafa bu imza ile Hahambaşı A. Schneier'den, Patrik Barthelomeos'tan ve Kardinal R. Etchegaray'dan ne gibi bir farkı kaldı? Başındaki uyduruk sarığı, sırtındaki kara cübbesi mi? Allah'ın Kur'an'da vasfettiği dini, Kitab'ın ayetlerini az bir bedel için satan ruhbanlarla eşit statüde olmak hoşuna mı gidiyor? Deklarasyonu imzalamak zorunda kaldığını ifade edip "Bu imzanın siyasi sorumluluğu Dışişlerine aittir." diyor. Bunu basit bir memur mantığı içinde anlamaya çalıştık diyelim. Peki bu eyleminin getirdiği sonuç olarak alçaltılmış bir azapla karşılaştığında, kendisine Allah'a karşı Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin mi şefaat edecek? Allah'a karşı hangi şefaatçinin şefaati umulabilir ki?

Konferansların geleneğinde olduğu biçimiyle deklarasyonun imzalandığı kentin adının verilmesi gerekiyordu. Fakat bildiriyi hazırlayanlar ısrarla İstanbul ismini kullanmak istemediler. Konstantinopol adını öneremediler, fakat "Bosphoure Deklarasyonu" şeklinde ısrar ettiler. Tartışmalardan sonra "Boğaziçi Deklarasyonu" başlığı uygun görüldü.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR