1. YAZARLAR

  2. Mustafa Bahadır

  3. FIS'in Tavrı Yanlış mı, Doğru mu?

FIS'in Tavrı Yanlış mı, Doğru mu?

Şubat 1994A+A-

Cezayir gerçekliği ve bu olaya bakış açımız Hak Söz ve Dünya ve İslam dergilerinde arkadaşlarımızın yazılarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştı. Ancak İktibas Dergisinin Ocak 1994 sayısında yayınlanan Ömer Faruk Köse imzalı "FIS Nerede Yanlış Yaptı" adlı makale üzerine bir defa daha bir takım meselelerin gündeme gelmesi gerektiğine inandık ve bu yazımızı kaleme aldık.

Yazıya getirmek istediğimiz eleştirilerden önce, Cezayir gerçeğinin tarihi arka planına bir kez daha göz atmaya çalışalım.

1815 sonrası Yeni Dünya Düzeni oluşumunun gerçekleşmesinin ardından sömürgeci Batının İlk hedefi Cezayir oldu. Emir Abdulkadir'in direnişi bu andan itibaren başladı. Direniş hiç bir coğrafyada görülmediği ölçüde şiddetli oldu; ancak sonunda tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi yenilgiye uğradı. Bu andan itibaren Cezayir halkı yoğun bir biçimde kültürel ve siyasi taarruzla karşı karşıya kaldı. Çok sonraları işgal edilmiş olan Fas ve Tunus'takinin aksine Cezayir'de Bin Badis vb. gibi liderler sayesinde Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'un ıslahatçı düşünceleri ülkenin önemli bir kesimince tasvip gördü. Fas ve Tunus anayasal hareketlerle tavizler koparmaya çalışırken laiklikten yeterince nasibini aldı. Oysa Cezayir, ülkenin siyasi geleneği itibari ile hem ıslahatçı, hem de eylemci liderlerle yok edilmeye çalışılan İslami hassasiyeti ayakta tutmayı başardı. Bu konuda Malik b. Nebi de önemli isimlerden birisidir. O, hayatı boyunca insan-toprak-zaman problemini, inkılabi bir bakış açısıyla, düşünen zihinlere nakşetmeye çalıştı. Abbas Medeni de bu bakış açısından yararlanmış şahsiyetlerden biridir. Nitekim kan-ter-mürekkep üçlemi, hayata Batı'nın kavramlarıyla bakma olgusuna karşı geliştirilmiş ve Bin Nebi'ninkine benzer alternatif bir düşünceydi. Bu şahsiyetler sayesinde Cezayir İslami hareketinin çizgisi Batı karşıtlığıyla özdeş olmakla birlikte, Kur'ani ölçüleri aşılayabildiği oranda da ıslahatçı ve tutarlı olmaya çalıştı.

Yazıda ilk olarak dikkatimizi çeken husus FIS liderlerinin sağlam ve inkılapçı bir fikri temele dayanmadığı iddiasıdır. Oysa FIS, Türkiye'de demokratik veya sistem dışı düşünen bir çok grup ve liderden bilgi ve deneyim birikiminden çok daha güçlü bir arka plana yaslanmıştır. FIS, kendi liderlerinin de belirttiği gibi bir parti hareketi değil, bir ruhun somutlaşmış halidir. Ve Cezayir'de FIS'i destekleyen insanlar iktidardan pay alma ve temiz yönetim sloganına değil, demokrasiyi şirk rejimi olarak görüp, İslam'ı iktidar yapmak isteyenlere oy attılar. Rejim sivil toplum kartı gibi birçok hileyi müslüman halkın FIS'te bütünleşen sistem-karşıtı tepkisine karşın ortaya sürdü. Oysa yazarın Türkiye'de parti düşüncesine şartlanmış bazı kişilerin FIS olayını bir zafer gibi algılayıp kendi haklılıklarına örnek olarak gösterdikleri yorumunun tersine, ima edilen Refah Partisi "sivil toplum-çoğulculuk-ordu severlik" gibi kartları zaten kendisi oynuyor.

FIS'in mankenlere ya da "çok çok özel"lerde boy gösteren sunuculara değil, sürekli vurguladıkları batıl zihniyete karşı Allah yolunda sistemli bir cihada ihtiyacı vardı, onu da şu anda hiç bir platformla uzlaşmaz bir biçimde sürdürmekteler. Burada kısaca vurgulamak İstediğimiz nokta örtülü olarak Refah Partisi'ne uyarılarda bulunayım derken FIS'e haksızlık yapılmaması olgusunun pekiştirilmesidir.

Yazıda ikinci olarak dikkatimizi çeken husus kendi içerisinde bazı tutarsızlıkları barındırması idi. Bunların başında, "Bir toplum nefislerindekini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez" ayetinin esas alınmasına rağmen 11. paragrafta şayet ekmek isyanı döneminde halk basiretli bir şekilde yönlendirilseydi başarıya ulaşılacağı yorumu dikkat çekmektedir. Basiretsiz(!) ve liderlikten yoksun(!) kadrolar bunu başarsaydı yazarımıza göre bu bir başarı olacaktı, ama yazının genelinde başarı olgusu bu düzlemde kabul edilmiyor.

Aslında yazıya genel olarak bakıldığında yazarın şu anki Cezayir ortamını bildiği şüpheli. Kendisinin de belirttiği gibi Türkçe'de yayınlanan bir kaç kitap dışında sadece batılı medyadan aktarılan bazı bilgilerle, hareketi, hareketin sürecini ve liderleri tam olarak tanımadığı halde bizce biraz ölçüyü kaçıran yorumlarda bulunmuş.

Bunların başında 'Ekmek İsyanı' geliyor. Bu halk hareketini müslümanlar düzenlemedi. Bunu birçok defa FIS liderleri konuşmalarında belirttiler. Sadece hareketi kontrol altına almayı başaranlar müslümanlar oldu, ki bu kitlelerin (ki içlerinde sadece müslümanlar yoktu) İslami hareketin liderlerine olan teveccühlerini göstermektedir.

FIS yöneticilerinin Ekmek İsyanı'ndan sonra zor durumda kalan rejimin demokratikleşme sürecine geçerek tansiyonu düşürme oyununa geldiği iddiasında bir kurgudur. Zira rejim FIS'in varlığını öncelikle kabul etmemiştir. Bu konuda yazarımız ABD'nin, Fransa'nın, Suudi Arabistan'ın hatta Türkiye'nin sallantı durumundaki cunta yönetimine aktardığı milyarlarca dövizin anlamını iyi kavramalı değil midir? Dergimizde müteaddit defalar çıkan Fransa'daki FIS yanlılarının faaliyetlerini nasıl engellendiği, önde gelenlerinin tutuklandığı veya ülke dışına sürüldüğü malum değil midir? Ve her şeyden önce FIS ve silahlı mücadele kolu açıktan ülkedeki emperyalist devletlerin temsilciliğini yapan komisyoncu tüccar, diplomat, gazetecileri hedef aldığını açıkladığı ve bu konuda icraatlar gerçekleştirdiği göz önünde tutulmalı değil midir?

30 yıllık bir süreç içerisinde Allah'ın dini adına yeterince bedeller ödemiş olan ve Kur'an'ı hayattan kopuk bir bilgi kitabı olarak görmeyen lider şahsiyetler Kur'an'dan ve Rasulullah (s)'ın pratiğinden anlayabildikleri kadarıyla 8000 cami, yüzlerce öğrenci platformu, dernekler ve meslek gruplarıyla örgütlemiş oldukları kadroları rejimin takınmaya yüz tuttuğu bir dönemde mecburen atıldığı demokrasi arenasında yeni bir mücadele safhasına şevkettiler. FIS'in sistem tarafından tanınmışlığı demokratik platformda bir anlaşmayla değil, bizzat FIS'in kendi gücüne dayanma yeterliliği ve kendini rejime dayatmasıyla sağlanmıştır. FIS'in demokrasi oyununa alet olduğunu söylemek bir masabaşı eleştirisi ve Cezayir İslami hareketini küçümsemek olur. Bugün bizler ne 1940'ların sonlarındaki bir dünyada yaşıyoruz, ne de İslami yönelimler, hem de Cezayir gibi bir belde de bu kadar geri ve basiretsizdir.

Bütün bunlardan hareketle, bazı noktaları açıklığa kavuşturabiliriz. FIS liderlerinin Refah Partisi benzetmesiyle sadece siyasi bir değişimi arzuladıkları, bir toplumsal değişim gerçeğinden uzak oldukları yorumuna katılmak mümkün değil. Nitekim RP seneler boyunca belli sloganları Ön plana çıkartarak her ne taviz uğruna olursa olsun oy ve iktidar peşine düştüğü halde, FIS'te kenetleşen müslümanlar 1988'e kadar (yani RP 20 senedir, siyasi bir parti olarak Türkiye siyasi arenasındayken) her legal ya da illegal platformda toplumun İslami dönüşümünü baz alarak mücadele vermişlerdir. Hatta FIS kurulduğunda bazı müslüman kesimler alışılmış faaliyetlere devam etmek gerekliliğini vurgulayarak Abbas Medeni'yi siyasileşmekle suçlamışlardı, Ancak daha sonraları bütün bu kitleler bazı ufak İslami partiler dışında FIS'te bütünleştiler. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur: Halkın kabaran öfkesini dindirmeye çalışan rejim, demokrasi arenasını hazırlarken kendi içerisinden de alternatif üretme çabasında idi, oysa Abbas Medeni ve arkadaşları buna müsaade etmeyerek (anayasaya rağmen) FIS'i İslami ve sisteme alternatif bir oluşum olarak hem müslümanlara, hem de kararsız mustezaf kitlelere bir çözüm olarak sundular.

Cezayir'i biraz tanıyanlar, burada FIS liderlerinin siyasi basiretlerini hemen göreceklerdir. Nitekim Cezayir'de İslami bir parti kurulmasına karşı çıkan şahsiyetlerin FIS vücuda geldikten sonra nasıl farklı farklı partiler kurdukları ve süreç içerisinde nasıl sapmalara uğradıkları ve parçalandıkları göz önünde bulundurulursa, İslami kimliğinden tavizsiz ve mesajını gizlemeyen bir dinamizmle ayakta duran FIS kadrolarının özelde rejime, gencide ise dünyadaki üçüncü terörist(!) ülke ilan edilme yolunda tüm Batı'ya karşı verdikleri mücadele doğru bir düzleme oturtulabilecektir.

FIS'in eylemlerini 'terör eylemleri' olarak yorumlama girişimini ise yanlış ve talihsiz bir bakış açısının uzantısı olarak görüyoruz.

İnsan haklarını gözeteceklerine ve demokrat davranacaklarına söz veren rejimin FIS'in kazandığı seçimleri İptal etmesi, önde gelen 50 bine yakın müslümanı tutuklaması ve bir çoğuna sistematik işkence uygulaması müslümanların sinmesini değil direnişini gerçekleştirdi. Bu da FIS hareketinin bağışlanan bir imkan değil, kazanılan ve kendi gücüne dayanan bir imkan olduğunu göstermektedir. Direniş sürdüğü müddetçe çatışmalar da kaçınılmazdı. Şu anda açıkça her iki tarafın da birbirine savaş ilan ettiği böyle bir dönemde katillerin ve zalimlerin yanında yer alanların öldürülmelerini terör eylemi olarak yorumlamak batılı medyanın kullandığı kavramlara sadık kalma uğraşısı olmasa gerekir. Zira bugün FIS önderliğindeki Cezayir İslami kıyamı cihadın kıtal boyutunu yaşamaktadır.

Mevcut siyasi yapının yeterince eleştirilmediği tezi ise Cezayir'deki süreci sadece Türkçe basından dahi izleyenlerce çürütülebilecek bir görüş, Fransa'ya ve batılı devletlere mavi boncuk dağıtma iddiasına gelince. FIS liderleri Fransa'nın Cezayir'de üzerine oynadığı oyunlarla ilgili o kadar çok vurguda bulunmuşlardır ki Fransız hükümeti FLN'ye Fransız düşmanlığı yaparak ve FIS'in etkisini kırması yolunda öğütler dahi vermek zorunda kalmıştır.

Darbeye karşı hazırlıksız olunması diye bir şey ise söz konusu dahi edilemez; zira 20. yüzyıl tarihi bu darbelerle doludur. Burada FIS'in karşı güçlülüğü ya da güçsüzlüğü liderlerinin İçeriye atılmasıyla ya da sürecin uzamasıyla ölçülemez. Üstelik FİS liderleri başlarına gelen tüm bu olayları beklediklerini, 'ama tüm dünyaya ve Cezayir halkına demokrasinin nasıl bir maske olduğunu ve bu demokrasileri kimlerin koruduğunu göstermek' istediklerini defalarca belirtmişlerdir.

Neden 6 sene önce değil de şu günlerde cihad ilan ettiklerine gelince, bu basiretsizlik veya öngörüşsüzlük değil, bir stratejik zamanlama ve kamuoyunda haklılık kazanma arayışı olarak veya sürecin getirdiği konum itibariyle alınmış bir karar olarak değerlendirilmelidir. Yine güç konusunda eklemek İstediğimiz bir nokta da 6 senedir liderleri ve kadroları sürekli değişen FİS değil, rejimdir. 3 sene boyunca milli kahraman ilan edilip ondan sonra görevden alınanlar, FIS'in liderleri değil, rejimin adamlarıdır. Uzlaşma arayışlarına giren de FIS değil, rejimdir. Ayrıca belirtmek yerinde olacaktır ki. Cezayir bugün dünya basınınca adeta unutulmuştur. Bunun sebebi de biz müslümanlarca malumdur.

FIS'in halalarını iyice tesbit ettikten sonra ortaya koyabilmek ve aynı hataları Türkiye coğrafyasında işlememek biz müslümanlarca üzerinde durulması gereken bir noktadır. Ancak bunu iyi bir bilgilenmeyi, sahih bir bakış açısıyla birleştirdikten sonra yapmak yerinde olacaktır.

Emperyalizmle mücadele de en müthiş ve kuşatıcı cevabın İslam'da olduğu tezini İran ve Sudan bütün dünyaya isbat ettiler. Bizim arzuladığımız manada Kur'ani bir dönüşümün olup olmadığını tartışmak ayrı bir yazının konusu olabilir. Ancak, nasıl ki her iki ülkede de toplumsal ve siyasi dönüşüm farklı yollardan ama ulaşabilenden hareketle gerçekleşmişse bugün de Cezayir'de aynı süreç yaşanmaktadır. Kur'an, İslam devleti, şeriat, nefislerde olanın değişmesi olguları FIS'in hemen her kitle gösterisinin konusu idi. Ama vurgulanmak İstenen, evliyanın kerametinden medet uman veya İslam'ı şekilci-selefi bir biçimde algılayan kitlelerle hatta bazı önde olanlarla ne kadar tutarlı bir toplumsal dönüşüm gerçekleştirilebileceği konusu ise; bizce 'Allah'ın adaletini' yeryüzüne hakim kılma çabası içinde olan bir kadroyu takip eden kitlelerin süreç içerisinde kendisini yenileyebileceği ve doğruları yakalayabileceği gerçeğinin unutulmaması gerekir, Yine unutmamak gerekir ki, Cezayir oldukça önemli ölçüde ıslahatçı ve inkılapçı bir tarihi birikime ve şahsiyetlere sahiptir. FIS liderlerinin onlardan bihaber bir ortamda yetiştiklerini söylemek zaten anlamsızdır. O halde çözüm; önce Kur'an'la vakıa arasındaki ilişkinin kurulması gerektiği tezini kabul etmektir. Daha sonra da Kur'ani bilgiyi elde etmekle birlikte, vakıa iyi bilinmeden ve doğruların vakıayla ilişkilendirilmesi becerisi gösterilmeden tevhidi mücadelenin verilemeyeceğini kavramaktır.

Cezayir müslümanları kendilerine hakim olan devlet ve toplum düzeninin Kur'ani ilkelere düşman bir hedef olduğunun eylemleşen bilinci içindedir. Bizi ümitlendiren de bu düzeye erişilmiş olmasıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR