1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. İlkav Davası ve İşgüzarlığın Sefaleti

İlkav Davası ve İşgüzarlığın Sefaleti

Ağustos 2009A+A-

İki yılı aşkın bir süredir görülmekte olan İLKAV davası 16 Temmuz günü sonuçlandı ve Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi İLKAV’ın kapatılması talebini reddetti. Davacı taraf konumundaki Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün karara itiraz hakkı var. Davanın seyri boyunca sergilediği tutuma bakıldığında Vakıflar’ın temyize gitmesi kesin gözüküyor. Bu durumda karar ancak temyiz mercii olan Yargıtay’ın onayıyla kesinlik kazanacak. Yargıtay’ın genelde İslami kimlikli şahıs ve kuruluşların davalarında takındığı olumsuz tavrı burada da sergilemesi durumunda ise dosya tekrar mahkeme önüne gelecek. Dolayısıyla İLKAV’ın yargı kıskacından tam olarak kurtulmuş olduğunu söyleyebilmek için henüz erken.

Bununla birlikte son dönemlerde 28 Şubat sürecini çağrıştıracak şekilde, İslami doğrultuda faaliyet yürüten kişi ve çevrelere ilişkin davalarda yargı mekanizmasının yaygın biçimde sergilediği hasmane tutum örnekleriyle kıyaslandığında İLKAV davasında verilen kararın olumluluğu ortada. Gerçekten de yargı mekanizmasının zorlayıcı yorumlarla ve zorbaca yöntemlerle işletilmesi neticesinde baskıcı-yasaklayıcı eğilimlerin yeniden yoğunluk kazandığı bir süreçten geçmekte olduğumuz düşünüldüğünde, bu kararın önemli ve olumlu bir gelişme sayılması gerektiği açıktır. Şüphesiz düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik baskıcı, daraltıcı yaklaşımların azaltılması, geriletilmesi İslami çizgide faaliyet üreten çevrelerin ve daha ötesinde tüm halkın yararınadır; en temelde de hukukun amaçlarına ve ilkelerine uygundur.

Sonuçta İLKAV’ın kapatılmamış olmasına sevinmekle beraber bu davadan çıkartılması gereken dersler olduğunu da görmek ve dava sürecinin sorumlularını unutmamak gerekiyor. Madem dava olumlu sonuçlandı, mahkeme yanlıştan döndü artık olanı biteni unutmak lazım diye düşünmek vahim bir yanlış olur. Başından itibaren bu dava sürecinde sergilenen garipliklerin, saçmalıkların, hukuksuzlukların hesabı mutlaka sorulmalı!

İLKAV hakkında kapatma davası açılmasında medyanın rolünü tartışmaya gerek yok. Kemalist medyaya işbirlikçi, ajitatif, özgürlük düşmanı tutum gayet yakışmakta. Bu yüzden kışkırtıcı yayınlar ve söylemlerinden ötürü medyanın tavrına şaşıracak halimiz yok. Mehmet Ali Birand gibi özgürlükçü geçinen şovmenlerin İslami kimlik ve talepler söz konusu olduğunda nasıl birer resmi ideoloji muhafızı kesildiklerini ise defalarca izledik, gördük. Şaşırtıcı olan hükümetin tutumu oldu. Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla Mehmet Ali Şahin’in ilk andan itibaren takındığı tavır tam bir işgüzarlık örneğiydi. Acıkan medya ilahlarına kurban sunma mantığıyla ne denmiş, ne istenmiş dahi sorulmadan İLKAV hakkında “gereken yapılacak” türünden tehditler savurmakla başlayan dava süreci çirkince devam etti.

AK Parti hükümeti yedi yıllık iktidarı boyunca sürekli biçimde bürokratik oligarşiden, yargı despotizminden şikâyet etmiş bir parti. Başta Başbakan olmak üzere hükümet kadroları her ağızlarını açtıklarında bunlardan şikâyet etmekte ve özgürlük alanının sınırlarının genişletilmesi önünde engel teşkil ettiklerinden bahsetmekteler. İşte tam burada bu söylemle İLKAV hakkında açılan kapatma davasının nasıl bağdaştırıldığını sormak lazım.

Bir panelde sarf edilen sözler gerekçe gösterilerek, herhangi bir biçimde kimseye hakaret içermeyen, şiddeti ya da ırkçılığı teşvik etmeyen bilakis tüm bu zulümlerin son bulmasına yönelik taleplerin dillendirildiği bir panel etkinliği dolayısıyla bir vakfın kapatılmak istenmesindeki garabet kolayca unutulmamalıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kendisine bağlı olmasından ötürü kurumu İLKAV’a karşı adeta harekete geçiren, teftiş baskısına maruz bırakan, yetmezmiş gibi dava açtırılmasına sebep olan bir siyasinin yargıdaki keyfilikten ve yasakçılıktan şikâyet etmeye hakkı olmamalıdır! Sen elindeki yetkiyi baskıcı doğrultuda kullanmaktan çekinmezken, resmi ideoloji muhafızı yargıç ve savcılar “tehdit unsuru” olarak gördükleri kesimlere karşı neden ellerine geçen fırsatı değerlendirip baskı ve sindirme politikası gütmesinler?

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü temsilen duruşmalara katılan Av. Fatma Oflaz’ın tavırları çok dikkat çekici olmuş ve Vakıflar’ın hangi zihniyetle yönetildiğine de ışık tutmuştur. İslami kimliğin gerektirdiği doğrultuda eğitim adı altında çocuklarımızın beyinlerinin cahili dayatmalarla doldurulmasına karşı çıkmanın suç olduğunu ve bu yüzden de vakfın kapatılması gerektiği hususunda ısrar etmiştir. Bu arada akıl almaz hukuk hataları da işlemiş ve yasakçı zihniyetin hukuktan anlamazlığına da somut örnek oluşturmuştur.

Bilirkişi raporuna itirazında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün İLKAV davası için görevlendirmeyi uygun gördüğü bu avukat, hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesinden habersiz bir tutum içindedir. İLKAV yöneticisi Mehmet Pamak ve Özgür Eğitim Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi hakkında 301. maddeyi ihlal suçlamasıyla yürütülen soruşturmanın Bakanlık onay vermediğinden davaya dönüştürülememesi doğal olarak ortada bir suç olmadığının ispatı şeklinde yorumlanırken, Av. Fatma Oflaz bunu durumun belirsizliği şeklinde yorumlamıştır. Avukat “Suç işlemedikleri nereden belli, yargılanamadılar ki, yargılanmalarına izin verilseydi büyük ihtimalle ağır bir ceza alacaklardı!” şeklinde polemikçi bir mantık ileri sürebilmiştir. Avukatın cümlelerini okuyalım:

“…Diğer yandan bilirkişi heyetinin raporlarının sonuç ve kanaat bölümünün 2 nolu bendinde yaptıkları; 'dava konusu paneldeki konuşmacıların suç teşkil etmeyen eleştiri ve öneri niteliğindeki konuşmaları…' şeklindeki değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir. Ceza davasından yargılandıkları süreçte yapılan bir kanun değişikliği nedeniyle yargılanma olanak­ları usulen ortadan kalkmıştır. Bu nedenle bilirkişilerin rapordaki değerlendirmeleri hukuki dayanaktan yoksun olup şahsi yorumdan öteye gitmemektedir.”

Doğrusu bir avukatın suçlu olunduğunun ispatı için değil de masumiyet için delil talep eder konuma gelmesi komiktir. Daha komiği ise avukatın “yargı sürecinde gerçekleştirilen lehe düzenlemelerden sanıkların yararlanması” ilkesinden habersiz oluşu ya da habersiz görünüşüdür. Bu durumu ortaya koyan ifadeler ise şöyledir:

“…Bilirkişi heyetince düzenlenen raporda yapılan değerlendirmeler, genellikle 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren Vakıflar kanunundaki hükümlere dayandırılmıştır. Oysa davamız anılan kanunun yürürlüğünden bir yıl önce 05.02.2007 tarihinde açılmıştır. Dava açıldığı tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerinin uygulanması ilkesi göz önüne alındığında 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren yasanın davamıza uygulanma olanağı bulunmamaktadır.”

Aferin böyle avukata! Tezini savunmak için gözünü tümden karartmış, bodoslama gitmiş! Ama asıl aferini böylesine derin hukuk nosyonuna sahip cahil bir kişiyi İLKAV gibi etkin bir vakfın kapatılması davasında görevlendirmekten çekinmeyen Vakıflar Genel Müdürlüğü ve onun da bağlı olduğu AK Parti hükümeti hak ediyor elbette! Pek çoğu İslami eserler sayılan vakıfların ihyası gibi iddialı bir misyon yüklenerek yola çıkan bir kurumun İslami bir çabayı boğmaya yönelik bir süreçte bunca aktif rol oynaması hiç de hayra alamet olmasa gerek! Bu beylere sormak lazım: Neyin peşindesiniz? Taşları binaları onarırken insanları, çocuklarımızı, geleceğimizi korumaya yönelik gayretleri boğmaya kalkmak da neyin nesi?

Bu tavır işgüzarlıktır! Yaranma çabasıdır! Daha kötüsü yaranma çabasının artık göstermelik bir davranış bozukluğu olmaktan çıkıp, bir kişilik özelliğine dönüşmesidir. Oysa kural değişmez: Bugüne kadar sayısız örnekleriyle görüldüğü üzere düzene, zalimlere yaranmaya çalışanlar, Müslümanların, mazlumların haklarını gasp ederek, sürekli mağdurlar üreterek egemenlere kendilerini beğendirmeye çalışanlar sonuçta kirlendikleriyle kalırlar, günahlarıyla boğuşurlar.

Düzene, resmi ideoloji muhafızı kurum ve kesimlere yaranma, onların gözüne girme çabalarıyla hareket edenlerin varabilecekleri salim bir liman, onurlu bir yer yoktur. Sadece yıpranma, tutarsızlık, çelişkiler içinde bocalama vardır. İLKAV davası ile bu olgu bir kere daha belirginleşmiştir. Öte yandan bir kere daha açıkça görülmüştür ki, İslami kimliğe ve Müslümanlara yaklaşımlarında adil, tutarlı ve kompleksiz bir yaklaşım geliştiremeyenlerin sıkça maruz kaldıkları hakaret, baskı ve haksızlıklardan şikâyet etmeleri inandırıcı olamayacak, çocukça bir ağlaşmadan öteye geçmeyecektir.

Davanın Seyri

Merkezi Ankara’da bulunan İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) 3 Aralık 2006 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediyesi Kocatepe Konferans Salonu’nda resmi ideolojinin eğitim sistemi üzerindeki etkilerinin ve bilhassa da din eğitimi üzerindeki tahakkümünün tartışıldığı bir panel düzenler. Panel Kanal D’nin ana haber bülteninde “şok sözler” vb. kışkırtıcı ifadelerle gündemleştirilir. Mehmet Ali Birand’ın editörlüğünü yaptığı Kanal D’nin yayınında salondaki oturma düzeninden yapılan konuşmalara kadar bir dizi “irticai” durum tespiti yapılarak yetkililer harekete geçmeye çağrılır. Holding medyasının çağrısına yetkililer cevap vermekte gecikmez ve ana haber bültenine canlı telefon bağlantısı ile katılan dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, emrindeki Vakıflar Genel Müdürlüğü'nü harekete geçirdiği müjdesini verir!

İki gün sonra, 5 Aralık 2006 tarihinde İLKAV hakkında soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma neticesinde ise 2 Şubat 2007 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü İLKAV'ın dağıtılması talepli dava dilekçesini mahkemeye sunar.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün dava dilekçesinde İLKAV’ın etkinliği, açılışında Kur'an okunmasından başlanarak bir dizi suçlamaya konu olur. Bilhassa İLKAV Başkanı Mehmet Pamak ve Özgür Eğitim Sen Genel başkanı Yusuf Tanrıverdi’nin eğitim sistemi ile ilgili tespitleri ve yönelttikleri eleştiriler birer suç unsuru gibi sunulmakta; kesintisiz eğitime yöneltilen eleştiriler, ideolojik dayatmalara karşı itiraz yükseltme çağrıları hep yasak faaliyet kapsamında değerlendirilmektedir. Üstelik bununla da yetinilmeyip, panelde yapılan konuşmalar dolayısıyla bugüne dek takibat başlatmayan savcılık makamı hakkında da suç duyurusunda bulunulmaktadır. Suç duyurusu etkili olacak ve İLKAV hakkında kapatma davasının devam ettiği süreçte Mehmet Pamak ve Yusuf Tanrıverdi’nin sözleri hakkında ayrıca 301. maddeye muhalefetten soruşturma açılacaktır. Mamafih Adalet Bakanlığı’nın dava açılmasına olur vermemesi nedeniyle dosya kapatılır.

8 Mart 2007 tarihinde Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülmeye başlanan İLKAV’ın kapatılması davası 2 yılı aşkın bir süre devam eder. Ve nihayet 16 Temmuz 2009 tarihinde görülen son duruşmada, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün temyizi kabil olmak üzere, kapatma talebinin reddine hükmedilmesiyle sonuçlanır. Bu aşamada Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün nasıl bir tavır alacağını ve yanlıştan dönüp saçmalığa son mu vereceğini, yoksa baskıcı yasakçı tutumunda ısrar edip temyiz talebiyle davayı Yargıtay’a götürme yoluna mı gideceğini önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR