1. YAZARLAR

  2. Selahaddin Eş Çakırgil

  3. İdâm Mahkûmlarının Cellâdlarına İlân-ı Aşk Eylemesi

Selahaddin Eş Çakırgil

Yazarın Tüm Yazıları >

İdâm Mahkûmlarının Cellâdlarına İlân-ı Aşk Eylemesi

Kasım 2021A+A-

Almanya’da Diyanet teşkilatında çalışmış ve yıllarca hocalık yapmış birisi, bir ‘ikon’, bir ‘put’ haline ge(tiri)lmiş olan bir kişi hakkında, bir kitab yazmaya kalkışmıştı; 10-12 yıl öncelerde. Hedefinin, başka türlü alt edilemeyeceğine kanaat getirdiği o ‘ikon’laştırılmış kişinin, ‘İslâm karşıtlığı’ üzerine bir gölge düşürmek olduğunu söylüyor; o kişinin hayatının yaklaşık 40 yıllık ilk devresinde, çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmaları örnek gösteriyordu.

Söyledikleri yanlış sayılmazdı. Çünkü söz konusu ismin, 1922’nin son demlerine kadar devamlı, hilâfet ve saltanata bağlı ve o kurumların kurtarılmasının mukaddes bir hedef olduğuna ve o yolda çalışacağına dair yeminler ederek yaptığı yığınla konuşmaları vardı.

Bir örnek olarak, M. Kemal Paşa’nın 1 Mart 1922 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmadan şu birkaç cümleyi -bizzat Kemalistlerin de itiraz etmiyeceği bir isim olan Uğur Mumcu’nun ‘Kâzım Karabekir Anlatıyor’ isimli kitabının 45-57. sahifelerinden ve onun sadeleştirdiği şekle dokunmadan- tekrarlıyalım:

Efendiler, İstanbul, Peygamberimizin bizzat ilgi gösterdiği, Eba Eyyub’el Ensarî Halid hazretlerinin şehid düştüğü ve gömüldüğü yerin ondört yüz yıldır ilgi ve manevî gözetimi altına tuttuğu bir şehirdir. Milletimiz bu gönül çelici şehirde beş yüz yıldır yüce halifelik makamını korumaktadır.

M. Kemal, 20 Temmuz 1922 tarihli nutkunda ise -yine aynı kaynaktan aktarılan şekliyle- şöyle demektedir:

Yüce Meclisinizin ilk toplantı günlerinde kabul ettiği bir temel ilke vardır ki o ilke, ulusal geleneklerimizi ve dinî kutsal değerlerimizi kesinlikle korur. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da o, emele uygun hareket ederek mutlu sonuca güvenle ulaşacağımıza kuşku yoktur.

1 Kasım 1922 Çarşamba günü ise yani saltanatın kaldırılması kararının alınmasından sonra, - “İlk sözü Gazi aldı. Peygamberimizi ve halifeliği övdü ve yüceltti ve: ‘Ey arkadaşlar, Tanrı birdir, büyüktür. (…) Allah, Peygamberimiz aracılığıyla, en son din ve dünya gerçeklerini bildirdikten sonra, (…) insanlığın anlayış derecesi, aydınlanması ve olgunlaşması karşısında, her kulun doğrudan doğruya ilahî esinlerle ilişki yeteneğine eriştiğini kabul buyurmuştur. Peygamber hazretleri, bu sebepledir ki peygamberlerin sonuncusu olmuştur, kitabı da en kusursuz, eksiksiz kitaptır. (ve bu kararın alınmasının, son peygamber olan Muhammed Mustafa’nın (sav)doğduğu güne rastlamasına da ‘İnşaallah bu hayırlı bir rastlantıdır.’ diyerek saygıyla dua ettikten sonra…) Halifelik yönetimi, Müslümanlar için çok yararlıdır. Çünkü Peygamber halifeliği, Müslümanlar arasında bağ oluşturan yönetim biçimidir. Müslümanların tek bir sözle bir araya gelmelerini, harekete geçmelerini sağlar. (…) Bunda asıl amaç da bozgunculuğu yok etmek, huzur ve güvenin korunması, savunma işlerinin düzenlenmesi, kamusal işleri iyi yürütmek ve sorunları çözmektir. Bu da ancak şiddet ve kuvvete bağlıdır. Âdetullah (Allah’ın kanun ve ilkeleri) bu yönde yürürlükte olagelmiştir. (…) Şimdi beyler, halifelik makamı kalmak şartıyla, (…) bütün Türkiye halkıbütün güçleriyle o halifelik makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdanî ve dinî bir vazife olarak üstleniyor. (…) Bundan sonra halifelik makamının Türkiye Devleti ve bütün İslam dünyası için ne kadar yararlı ve verimli olacağını da gelecek, bütün açıklığıyla gösterecektir. Türk ve Müslüman Türkiye Devleti bu iki mutluluğa kaynak olmakla dünyanın en mutlu devleti olacaktır.’ dedi.

“Mustafa Kemal Paşa, (…) Meclis’in gizli oturumunda yaptığı konuşmada ise ‘… Türk Devleti’nin ve halkının bu noktadaki dinî ve vicdanî görevi, halifeliğin gücünü, şerefini, bütün İslâm ve İslamî olmayan dünya gözünde bütün gücüyle dokunulmaz bulundurmaktır.’ der.” (Gizli Tutanaklar, c. 5, sf. 1051, İ: 140, 18.11.1338 (1922)

*

Evet, o günlerden ilginç yansımalar işte böyle…

Ancak M. Kemal’in 1923 yılında, Eskişehir-İzmit konuşmalarının bulunduğu ve Türk Tarih Kurumunca yayınlanan Arı İnan’ın kitabında (sf. 72’de ise) ‘Ben hocaları sevmem.’ dediği, U. Mumcu’nun yukarda zikredilen kitabında da dile getirilmektedir.

Kezâ, M. Kemal’in, 1923’de Bursa’da, ‘Halifelik, yalnız Türkiye halkını değil, bütün İslam dünyasını kapsadığı için, bu makam hakkında bir karar vermek Türk milletinin yetkisi dışındadır.’ dediği de kaydediliyor.

*

Ancak aktarılan bu görüşler sahiden de o kişinin gerçek düşüncelerini mi yansıtıyordu? MHP Gn. Başkanı Bahçeli, 26 Ekim günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, M. Kemal’in, ‘Cumhuriyet’ konusundaki düşüncelerini, ‘millî bir sır gibi vicdanında mahfuz tuttuğunu’da söylüyor ve Mazhar Müfid Kansu’nun hâtıratına dayanarak daha 1919’da, ‘ileride Cumhuriyet kurulacağını söylediği’ni de belirtiyordu. Mazhar Müfid’in hâtıratında, kadınların açılacağı, alfabenin değiştirileceği vs. gibi konular da var ama Bahçeli, onları söylemiyor.

*

Yani, bir ülkede yönetimin başında olanların -belli bir soydan olması gerektiğini esas alan saltanat ya da belli bir sosyal sınıftan olmayı esas alan aristokratik anlayışına veya askerî ve sair zor kullanmalı yöntemlerle değil- ‘nasıl gelecekleri ve nasıl gidecekleri’ konusunun, halkın ekseriyetinin rey ve iradesine göre belirlenmesi demek olan ‘cumhuriyet’ anlayışına göre olması şeklindeki görüşünü taa baştan taşıyor ama bunları cumhur’a yani halkın ekseriyetinin bilgisine sunmuyor.

Bu vesileyle belirteyim ki bu satırların sahibi, dayatma değil, gerçek mânada bir cumhuriyet rejiminin Müslümanlar tarafından benimsenebilecek en iyi rejimlerden birisi olabileceğine ve Müslüman bir halkın, bu sistemle, kendi kesin doğrularına göre bir dünya düzeni kurup hür olarak yaşayabileceğine inanmaktadır. Milletimizin cumhurunun/ekseriyetinin iradesi dışında ve zorla dayatılan, dârağaçları gölgesinde ve mest kafaların nâraları arasında neler yapıldığını serbestçe anlatmadan neyi tartışacağız ve gerçeği nasıl bulacağız ki?

*

Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu 1973 veya 74’de, TRT ekranlarında, o dönemi anlatırken, ‘M. Kemal millete yalan mı söyledi, yani?’ diye soruyor, cevabı da kendisi: ‘Evet, yalan söyledi, ve iyi de yaptı!’ diye veriyor ve ‘Yoksa, Cumhuriyet’in gereği bu diyerek Çankaya’da Said Nursî gibilerin cumhurbaşkanı olacakları’ndan bahsediyordu, dehşetle. (Ki o programı, bu satırların sahibi, o zamanlar günlük yazılar yazdığı Bâb-ı Ali’de SABAH gazetesinde sözkonusu etmiş, eleştirmişti.)

Kezâ, Şevket Süreyya Aydemir de 1975’de, ölümünden birkaç ay önce, Milliyet’te yazdığı bir yazıda, ‘Kahraman putlaştırıldığı zaman ölür. Biz, M. Kemal’i putlaştırdık ve öldürdük.’ diyor ve ayrıca M. Kemal’in meşhur kitabı, NUTUK’un tarihî bir belge değil, siyasî bir belge olduğunu ve yanlış ve hattâ yalanlar bulunduğunu net ifadelerle yazıyordu. Çünkü 5816 Sayılı Koruma Kanununun onun hakkında uygulanmıyacağı açıktı. O kanun, ‘gerici/mürteci’ denilen ve de ‘cumhur’un büyük ekseriyetini teşkil eden Müslüman halk kitlelerininyalan ve yanlışlara karşı çıkamamaları için çıkarılmıştı.

Hattâ o kadar ki şair Can Yücel, ölümünden önceki son yıllarında İzmir’de, mâlum bir heykelin kaidesine idrarını yapan bir köpeği öven bir şiir yazdığında, o koruma kanununa aykırı davranmaktan dolayı mahkemeye verilmiş ve o da savunmasında, o kanunun kendileri için değil, ‘gerici’ -dediği- kitleler için çıkarıldığını, kendilerine uygulanamıyacağını söylemiş ve beraet etmişti.

*

Ünlü İngiliz tarihçi-filozof Arnold Toynbee, 1945’de verdiği bir konferansta, (ki Civilisatin on Trial’ isimli bir kitapta toplanan ve ‘Medeniyet Yargılanıyor’ adıyla Türkçeye de çevrilen eserinde) ‘Türkiye’nin büyük batıcılarından’ diye nitelediği ve (Judo-Chretien/Yahudi-Hristiyan kültüründe, peygamberlerin yolunu kesenler için kullanılan ‘herodian’ sıfatını da müstehak gördüğü M. Kemal’i anlatırken şöyle diyor: “Türkler yalnızca anayasalarını değiştirmekle kalmadılar. (Bu oldukça basit bir iş sayılabilir) fakat İslam inancının koruyucusu durumunda olan halife ve (hilafet) müessesesini, tekkeleri, medreseleri, kadınların yüzündeki, ifade ettiği bütün şeylerle birlikte peçeyi de kaldırdılar; İslam’ın temel direklerinden olan ve kişinin alnını yere koyarak kıldığı namazı, kılan insan için imkânsızlaştıran şapkaları giymek zorunluluğunu getirerekerkekleri inanmayanlarla aynı seviyeye getirdiler; İsviçre Medenî Hukukunu kelimesi kelimesine Türkçeye çevirip İtalyan ceza hukukundan alıntılar yaparak şeriati kaldırdılar ve Meclisin oylarıyla yasallaştırdılar. Osmanlı edebî mirasının büyük bir kısmını yok saymak pahasına Arab harflerini Latin alfabesiyle değiştirdiler. (…) ‘Herodian’ devrimi Türkiye’de bu ruhla, ciddî engeller ve zor şartlar altında gerçekleştirildi.

*

Evet, bütün bunlardan sonra, filan kişinin adını geçmişte hiç anmayan kimselerin ve hiçbir kanunî mecburiyeti de olmayanların şimdi, yeni bir maslahat anlayışıyla, eskiden kaçındıkları ‘ikon’ların gölgesine sığınmaları, acı olsa bile, karakterlerdeki teslimiyetçilikleri ortaya koymaları açısından yine de faydalı olmuştur. İdâm mahkûmlarının cellâdlarına ilân-ı aşk eylemeleri gibi bir ilginç durum…

Çünkü herkes kendi yolunu ve safını yeniden belirliyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR