1. YAZARLAR

  2. Cengiz Duman

  3. Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi Diyalogu

Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi Diyalogu

Ocak 2012A+A-

Giriş

Hz. Süleyman’ın, emrindeki Hüdhüd’ün; “…Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.1 diye haber vermesi ile Sebe diyarından haberdar olup sonrasında Melike ile “Şu mektubumu götür, onu kendilerine at/bırak sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak.2 emriyle başlattığı yazılı diyalog; Melike’nin, “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.3 ayetinde belirtilen elçileri vasıtasıyla hediyeleşmeye kadar uzanan somut bir olguya dönüşmüştür.

Nihayetinde Neml Suresi’ndeki; “Melike gelince (…) ona: ‘Köşke gir!’ dendi.4 ayetlerinde belirtilen; Melike’nin bizatihi Arabistan adasının güneyindeki Sebe’den kalkıp, kuzeyinde yer alan Kudüs’teki Hz. Süleyman’ı ziyaret etmesi, Hz. Süleyman’la Melike arasındaki, geçmişte gerçekleşen yazılı ve elçiler vasıtalı diyalogun kuvvet ve cezbesini izhar etmektedir.

Hz. Süleyman’ın Melike’ye hitabı ve çağrıları çok yerinde ve isabetlidir ancak yalnız başına bu çağrılar yetmemektedir. Çünkü Melike somut olarak bu çağrıların kaynağını veya niteliğini yerinde görmek ve tetkik etmek istemiştir. Bu yüzden Hz. Süleyman, süreç içerisinde gerçekleşen, mektup endeksli yazılı ve elçiler endeksli sözsel aracılı diyalogu bitirmek ve can alıcı son hamleyi yaparak; Sebe Melikesi üzerinde hâkimiyet kurmak veya onun teslim olmasını sağlamak amacı ile somut bir alamet olan tahtını getirtmektedir.

Tahtın gelmesi somut ve maddi bir olgu olarak gözükse bile aslında manevi alanda hâkimiyeti sağlamanın aracıdır. Yani tahtın getirilmesi, Hz. Süleyman’ın beşerî gücünden ziyade Allah’ın ona desteğinin göstergesi ve pekiştiricisi önemli bir sunum olarak gerçekleşmekte ve Süleyman’ın yönetici/krallığından çok resullüğünü ve tevhidi mesajını gündem etmektedir. Süleyman kıssasındaki tahtın getirtilmesi olgusu; bir nevi, inkâr eden toplumlara onları ikna için mucize gösterilmesi emsali gibidir.

Kur’an-ı Kerim’de mücmel olarak anlatılan, Hz. Süleyman’ın Sebe Melikesine mektup yollaması ve onun tahtını getirtmesi varyantının; süreç içerisinde, İslam müfessir ve tarihçileri tarafından yapılan israiliyyat türü ilaveler, indî yorum ve spekülasyon dolu anlatımlar sonucu, Süleyman kıssasının doğru anlaşılmasında en problemli alanlarından biri haline geldiğini gözlemlemekteyiz.

İki bölümde inceleyeceğimiz Hz. Süleyman-Melike diyalogu kıssasının bu ilk bölümünde Melike ile Hz. Süleyman diyalogunun, Sebe-Kudüs arasındaki bölümünde geçen diyalog ve etrafında gelişen olayları, Kur’an perspektifinden ayrıntılı olarak ele almaya çalışacağız.

Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi Diyalogunda Allah ve Resulüne Çağrı

Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi arasındaki Hüdhüd aracılı ve mektuplu ilk5 diyalog bir nevi tanıtım ve güç gösterisidir. Bu tanıtım ve güç gösterisine, Hz. Süleyman’ın, Hüdhüd aracılığıyla yolladığı şu sert ve uyarıcı hitapla başlanmaktadır: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adına! Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır).6

Hz. Süleyman’ın bu “yukarı” tondaki uyarıcı hitabında öncelikle kendisinin tek başına olmadığının, Allah’ın onunla birlikte olduğunun vurgusu vardır. Bu önemli bir beyandır. Hz. Süleyman, putperest bir kavmin yöneticisine öncelikle Allah’ı tanıtarak ve onun adına hareket ettiğini beyan ederek diyaloga başlamaktadır.

Bu, resullerin en başta yapması gereken bir vazifedir. Resuller muhataplarına tanıtmadıkları bir Allah’a nasıl ve neden çağıracaklardır? Kaldı ki, Cenabı Hak bile Hz. Musa ile karşılaşmasında ona ilk önce kendini tanıtmaktadır. “Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et…7 Demek ki, Hz. Süleyman’ın ilk önce Rahman ve Rahim Allah’a çağırması veya onu tanıtması aynı zamanda Sünnetullah’tır.

Böylece Hz. Süleyman, doğru Allah’ın (şirk karışmamış Allah inancının) tanınmasını sağlayarak öncelikle kendisinin resullük görevini ve Melike ile diyalogunun amacını ifşa etmiş olmaktadır. Şayet Hz. Süleyman’ın, Melike ile diyalogunda resullük görevi ön planda olmamış olsa idi, Melike’ye, Allah’ı tanıtmadan, kral/hükümdar/yönetici olarak, direk isteklerini sıralaması daha mutat ve sıradan bir davranış olurdu. Dolayısıyla Hz. Süleyman öncelikle Melike’ye, Allah’ı tanıtmaktadır. Böylece ondan isteklerinin arka planında, gerçek güç sahibi Allah’ın ve onun yöneticiliğinin olduğunu ihsas ederek; Melike’yi, karşı koymasına meydan vermeden, Allah’ın elçisi olan kendine tabi kılmak istemektedir. Yani, Hz. Süleyman’ın amacı, Melike’yi soyut (dünyevi) beşerî bir itaate değil, akidevi/ilahi bir itaate davet etmektir. Bu meyanda Hz. Süleyman’ın daveti veya tebliğinin tevhidi yapısını kıyaslamak ve davetini daha bariz algılamak açısından, Osmanlı tarihinden ilginç bir anekdot sunalım.

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, Alman kralına esir düşen ve bundan dolayı kendisinden yardım isteyen Fransa Kralı Fransçois ve annesi Düşes Dangolen’a gönderdiği mektupta onlara şöyle hitap etmektedir: “Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayetinin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan'ın ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Han’ım.”8

Kanuni’nin bu hitabını; Hz. Süleyman’ın, Sebe Melikesine hitabı ile kıyaslayarak Kanuni’nin mektubundaki üslubun ne kadar mütevazı(!) ve tevhidi(!) kapsamda bir hitap olduğunun kararını okuyucuya bırakıyoruz.

Bittabi Allah’ın tanıtılması/tanınması ile beraber onun elçisi olan Süleyman’a tabi olmak gelmektedir. Bu yüzden Hz. Süleyman akabinde Melike’ye şu çağrıda bulunmaktadır. “Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin.” Süleyman’ın çağrısı aynı zamanda Allah’a tâbi olmaya bir çağrıdır. Bu çağrısı ile Allah adına bir faaliyette bulunan Süleyman’a tabi olmak, aynı zamanda elçisi olduğu Allah’a tabi olmaktır. Nitekim Hz. Süleyman’ın ifadeleri Rahman ve Rahim olan Allah’ın emirlerine “baş kaldırmayın” ve “teslimiyet gösterin” anlamındadır.

Elçi, Allah tarafından neden yollanır? Allah ile diğer insanlar arasında iletişimi sağlaması, Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmesi için. Dolayısıyla Süleyman’ın “teslimiyet” çağrısı aynı zamanda Allah’a, onun emir ve yasaklarına teslimiyet çağrısını yansıtmaktadır. Mektubun başındaki “Rahman ve Rahim Allah adına” hitabı ile devamındaki “teslimiyet” isteği birbirini pekiştiren tevhidi olgulardır.

Kur’an, Allah ve elçisine tabi olma olgusunu Hz. Muhammed örnekliğinde şu şekilde vurgulamaktadır: “(Muhammed) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.9

Esasen gerek Hüdhüd’ün Sebe’den getirdiği istihbari haber içerisinde gerekse Hz. Süleyman’ın Melike’ye yolladığı mektubun içeriğinde dünyevi güç sahibi bir kralın -Süleyman- devleti ve tebaası için istediği maddi/ekonomik kaynaklar ve buna dair istekler değil, bizzat tevhidi yapıdaki bozukluğa el koyma yani olumsuzluk içeren manevi olguya müdahale vardır. Bu da bize Hz. Süleyman’ın Allah adına hareket ettiğinin ve Melike ile diyalogunda asıl amacının, resullüğü vasfına istinaden olduğunu göstermektedir.

Diyalogun Başlangıcı: Melike’ye Mektup Bırakılması

Hz. Süleyman’ın mektubunu alan Melike’nin, ileri gelenleri (mele) ile yaptığı müşaveredeki ilk sözleri hayli manidardır: “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı, dedi.10 Melike’nin şuraya hitabındaki bu giriş cümlesinde bile Hz. Süleyman’ın mektubu ve onun içerisindeki hitabının Melike'de bıraktığı derin izlerin yansıması vardır. Aksi olsaydı Melike sözlerine şöyle başlayabilirdi: “Bana bir mektup geldi ama pek kale alınacak bir şey değil!” Oysa Melike Hz. Süleyman’dan gelen mektubu önemsemekte ve dikkatle değerlendirilmesi için ileri gelenlerin oluşturduğu şuraya sunmaktadır.

Melike’nin, Hz. Süleyman’ın mektubunun kendisine ulaşması ile başlattığı toplumunun ileri gelenlerinin oluşturduğu şuraya başvurma11 ve sorunu burada tartışarak, çıkan ortak kararı icra etme prensibi aynı zamanda Hz. Süleyman’ın da uyguladığı bir yönetim prensibidir. Bu olgu aynı zamanda Kur’an muhataplarına bir öğüt ve mesaj niteliği taşımaktadır.

Kur’an, genel özelliği itibariyle kıssalardaki olayları mücmel (kısa-öz) olarak aktarmaktadır. Bu aşamada mücmel olarak beyan ettiği mektup olayı veya Melike’nin gelen mektup ile ilgili faaliyetlerinin detaylarını, cahili Arap toplumu arka planı verileri ve paralelinde okuyucunun düşünce ve muhayyilesine bırakmaktadır. Yani, Kur’an’ın, Süleyman-Melike diyalogu kıssasındaki, Melike’nin; “Mektup Süleyman'dandır…”, “Ey ileri gelenler! Bana (…) çok önemli bir mektup bırakıldı…” ifadeleriyle Süleyman hakkında nasıl bilgi sahibi olduğu; “Kerim kitap/önemli bir mektup” değerlendirmesine nasıl vardığı; devamındaki “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Onlar da böyle yapacaklardır…” yargısına nasıl ve nereden ulaştığı konuları; Arap arka planı verileri ile muhatapların düşünce ve muhayyilesine bırakılmıştır. Dolayısıyla Kur’an muhatapları, Kur’an kıssalarındaki bu mücmelliği ya da bir başka deyimle boşlukları, Arap arka planındaki olgular ve edindikleri tecrübeler doğrultusunda Kur’an perspektifinde geliştirecekleri düşünce ve muhayyile gücü ile mufassallaştıracaklardır.

Mesela Sebe diyarının coğrafyası hakkında Kur’an’da açıklayıcı bilgi yoktur. Hz. Süleyman’ın yaşadığı yer coğrafyası olan Kudüs’e dair hiçbir bilgi yoktur. Mektubun genel ve fiziksel özelliği hakkında malumat yoktur. O halde Kur’an muhatapları; Kur’an’da anlatılan kıssadaki coğrafya ve olaylara dair bu bilgiler mücmel olarak bildirilmiş ise Sebe Melikesinin, Süleyman’ın ve bırakılan mektup etrafındaki olaylara dair boşlukları nasıl dolduracak, dolayısıyla gelişen olayları nasıl algılayacak veya içselleştireceklerdir?

Burada devreye Sebe ile ilgili Arap toplumu tecrübî bilgileri girecektir. Çünkü onlar tüccar bir toplumdur ve Kur’an’ın bahsettiği ilgili coğrafyalara ticari kervan seferlerinde bulunarak bilgi sahibi olmuşlardır. Dolayısıyla her iki coğrafya arasındaki uzaklık, ülke kaynakları vs. gibi malumatlar ile Kur’an’ın anlattığı olayları mufassallaştırmaları mümkün olacaktır. Bunun yanı sıra Kur’an’ın Süleyman kıssasıyla benzer bir kıssa anlatan Tevrat’ta yer alan malumat ile Kur’an kıssası anlatımları örtüştürülerek, mufassallaştırma daha da ileri boyutlara götürülebilecektir. Ancak bütün bu işlemler sahih bir metodoloji ile yapılmalıdır.

Mesela Kur’an kıssasındaki mücmellikten dolayı insan düşünce ve muhayyilesi Kur’an perspektifinden ve Arap arka planından bağımsız çalıştırılmaya başlandığında kıssanın mufassallaştırılmasında şöyle bir tez ileri sürülebilir: “Neml Suresi 20. Ayette geçen ‘Hüdhüd’ kelimesine çavuş kuşu manası verilmesi de isabetsizdir. Bu kelime söz konusu isimle anılan bir insanın unvanına işaret eder. Muhtemelen, Hz. Süleyman ‘Hüdhüd’ kelimesini ordudaki subaylardan birine hitap olarak kullanmıştır.”12

Binaenaleyh Melike’ye mektubu, Hüdhüd13 kuşunun değil de modern okumalar doğrultusunda “muhaberat subayı bir insan”ın bıraktığı kabul edilirse o zaman Melike’nin, gelen elçi Hüdhüd’den -insani diyalog sonucu- Hz. Süleyman, ülkesi ve gücü hakkında bilgiler edindiği kabulüne ulaşılacaktır. Devamında ise tekrar Süleyman’ın Melike’ye gelen elçisi aracılığıyla Melike veya Sebe kavminin cevabının Süleyman’a yollandığı kabulü gelecektir. Bu fikirler tamamen insan düşünce ve muhayyilesi bir ürünü olarak geliştirilen fikirlerdir.

Ancak Süleyman kıssasındaki akış böyle bir indî mufassaliyete imkân vermemektedir. Öncelikle Kur’an’daki kıssanın anlatımında Süleyman’ın yolladığı mektubun olağanüstülüğüne vurgu vardır. Mesela düz bir beyanla Süleyman, elçisini veya elçisi muhaberat subayı Hüdhüd’ü Melike’ye yolladı denmemektedir. “Şu mektubumu götür, onu kendilerine bırak.14 Bu ayette mektubun içeriği, bırakılması ve bırakması emredilenin niteliğine dair mücmellik vardır. Dolayısıyla mektup bırakma olayına muhatap Hüdhüd’ün fiziksel niteliğine (insan/hangi insan veya kuş/hangi kuş) nasıl karar verilecektir? “(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?15 Bu ayetteki kuşları teftiş etmesi hayvan olanları mı yoksa insan olup belli bir sınıfa mahsus askerleri mi teftiş anlamına gelmektedir?

Burada anlatılanları doğru anlamak için sahih bir metodoloji gereklidir. Mektup bırakanın fiziksel mücmelliği ve aynı zamanda mektubu ilgili yere ulaştırıp verme niteliğine dair mücmelliği; Neml Ssuresi’ndeki Süleyman kıssasının gerisindeki diğer “tayr/kuş” bazlı anlatımlara giderek algılamamızı gerektirmektedir. Yani Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri…

Neml Suresi içerisinde; “Bize kuş mantığı/dili öğretildi.16ve kuşlar… kuşlardan müteşekkil ordular…17Kuşları gözden geçirdi.18 beyanları muvacehesinde tayr/kuş kelimesi etrafındaki anlatımlar dikkate alındığında; “Şu mektubumu götür, onu kendilerine at/bırak…” ayetindeki anlam sorununun; Hz. Süleyman’ın Sebe’ye yolladığı elçinin bir kuş olduğu kabulüyle aşılabileceği söylenebilir.

Mevdudi bu hususta şu önemli yorumu yapmaktadır: “Hz. Süleyman'ın bir mektupla aynı 'Hüdhüd'ü Sebe Melikesine gönderdiğini ve ‘Mektubu Melike'nin önüne at’ dediğini görüyoruz. Böyle bir talimat şüphesiz ancak kuşa verilir. Yoksa ulak veya elçi olarak gönderilen bir adama asla buna benzer bir emir verilmez. Bir kralın elçisini, bir mektupla başka bir ülkenin kraliçesine göndereceğine ve mektubunu onun önüne havadan bırakmasını veya atmasını emredeceğine ancak aptal birisi inanabilir. Hizmetçimizi bir komşumuza gönderdiğimiz zaman, bizim gibi sıradan birisinin bile gözettiği en basit görgü kurallarını, Hz. Süleyman'ın bilmediğini mi düşünelim yani? Bir beyefendi hizmetçisine, mektubunu başka bir beyefendiye götürmesini ve önüne fırlatmasını (atmasını) hiç söyler mi? Bütün bunlar, 'Hüdhüd' kelimesinin burada, insanı değil, aksine bir kuşu ifade ettiğini belirtir ve kelimenin lügat manasında kullanıldığını gösterir.”19

Kaldı ki, Kur’an’ın, Süleyman kıssasında açıkça belirtilmeyen her iki ülke arasındaki coğrafi uzaklık -ki bugünkü ölçümlere göre iki bin km kadar bir mesafe-, insanla yapılan bir muhaberata değil, kuş ile yapılan muhaberat ve iletişime daha ideal bir düşünce ve muhayyile yapısı teşkil etmektedir.

Hüdhüd kuşunun, Sebe’den yaptığı bu muhaberatta Allah’ın takdiri olan özel bir önem ve yönlendirme ihsası vardır ki, Hz. Süleyman; kendisine Sebe’den tevhid içerikli bu haberi getiren Hüdhüd’ün muhaberatını hemen yine onun aracılığıyla Sebe’ye mektup yollayarak değerlendirmektedir. Çünkü Süleyman’a kuşdili öğretilmesi bir mucizedir,20 bunun yanı sıra kuşun getirdiği bilgiler; Hz. Süleyman tarafından, bir nevi Allah’ın yönlendirmesine tabi kabul edilmiştir ki, Hz. Süleyman hemen bunun gereğini yapmıştır.

Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.21 ayetini Hz. Süleyman, Sebe ülkesini hiç bilmiyor,22 Melike ve tebaasının inkârından hiç habersiz anlamında değil; Hüdhüd’ün getirdiği kuşdili bilgilerinin olağanüstülüğüne binaen sezgisel bir yönlendirme olarak Sebe ve Melike olayına hemen ilgi göstermiştir. Yani, Hz. Süleyman, Hüdhüd kuşunun durup dururken getirdiği bu haberden dolayı şöyle düşünmüş olmalıdır: Bunda bir hikmet var! O halde bunun üzerine gitmemi Allah istiyor!

Hüdhüd’ün fiziksel niteliği ile ilgili olarak kuşdili olgusunu değerlendirdiğimizde; Süleyman’a yaramayan, kuş beyninin ürettiği kelimelerden oluşan (kuşdili) bilgileri ne anlam ifade eder? Bu nedenle modernist, rasyonalist yorumcular; Hüdhüd’ün “Gerçekten, onlara (Sebelilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar. (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler. (Hâlbuki) büyük arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” şeklindeki ifadelerini yorumlamakta aciz kalarak, bunun bir mucize olmadığı, dolayısıyla Hüdhüd’ün bir insan olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Halefullah bunu şu şekilde belirtiyor: “Çavuş kuşunun böyle isabetli düşünebilmesi ve ileri görüşlülüğü, Süleyman’ın farkına varamadığı şeyleri anlayıp fark edebilmesi (…) Allah’ı, Allah’a secde etmenin farz oluşunu ve (Belkıs toplumunun) Allah’ı inkâr edip güneşe taptıklarını, buna da Şeytan’ın neden olduğunu nasıl biliyor?”23

Hz. Süleyman’a kuşdili24 öğretildiyse -ki, öyledir- Cenabı Hakk’ın “Bize kuş mantığı/dili öğretildi.” şeklindeki bu bildiriminin amacı; Hz. Süleyman’ın, Sebe ülkesinden, bir kuş olan Hüdhüd aracılığıyla aldığı haber ve buna istinaden yolladığı mektubun önemine atıf yapmak içindir. Tayr, kuşdili ve Hüdhüd kavramlarının yanaşık anlatımlar içerisinde kullanılması bu iki kavramın birlikte değerlendirilmesi amacıyla olmasındandır. Aksi halde Hz. Süleyman’a öğretilen ve Süleyman’ın öğrendiği ancak fonksiyonel olarak hiçbir işine yaramayan bir kuşdilinin, Kur’an okuyucusu nezdinde ifade edeceği dar bir mucize kabulünden başka fiilî bir anlamı yoktur. Ayrıca karınca ile diyalogu buna ilave benzer bir olgudur. Yani Süleyman’a kuşdili öğretilmesi mucize olduğu kadar Hüdhüd ve karıncanın tevhidi öğelerle ilgili bilgi veren kuşdili konuşması da mucizedir. Yoksa Süleyman’a öğretilen kuşdilinin bir anlamı olmayacaktır. Süleyman (a) konuştuğu kuşdili ile kendisine yararı olmayan şeyler edinemiyorsa o kuşdilinin öğretilmesinin ne anlamı vardır?

Neml Suresi’ndeki, Hüdhüd aracılığıyla Melike’ye mektup yollanması varyantının anlatıldığı Kur’an ayetlerini okuyan veya duyan Kur’an muhatabı, konuşma öncesi “tayr” kelimesi ile ilgili yerlere “flashback”25 yaparak; Süleyman kıssasının, geride anlatılan Hz. Süleyman’a öğretilen kuşdili olgusunu göz önüne getirecek ve iki anlatımı ya da anlatımları örtüştürecektir. Böylece Kur’an okuyucuları; Melike’nin birdenbire karşılaştığı olağanüstü nitelikli bir mektuba karşı özel önem göstermesi dolayısıyla mektubun sahibi hakkında bir araştırmaya gireceği/girdiği, edindiği önemli düşünsel sonuç itibariyle akabinde ileri gelenlerden oluşan şuraya başvurduğu algısına varacaktır. Bu mufassaliyet Kur’an perspektifinden en tutarlı yoldur.

Nitekim tefsir kitaplarında, Hz. Süleyman’ın mektubu ve Melike’nin mektubu alış ve değerlendirmesi konusunda, indî olan muhayyile ürünü şu düşünce seçenekleri ortaya sürülmüştür: “Değerli olması içeriğinin yahut gönderenin değerindendir ya da mühürlü idi veyahut durum garip idi. Çünkü kraliçe kapalı kapılar arkasında sırtüstü uzanmış idi, Hüdhüd bir delikten girdi, onu göğsüne bıraktı, o da hissetmedi.”26

Bu indî yani muhayyile ürünü ifadeler; Kur’an perspektifinden Kur’an’ın gayb kavramına aykırı yorumlardır. Çünkü hiç kimse mektuptaki, Süleyman mührünü görmemiş ve mektubun Melike’ye bırakılması aşamasına şahit olmamıştır. Bu hususta yakın dönem bir âlimimizin yorumu veya başka bir âlimden aktardığı rivayeti vererek indî mufassaliyetin nerelere vardırıldığını gözlemleyelim: “Hz. Süleyman’ın mührünü, imzasını görmüş, onun pek muazzam bir hükümdar olduğunu anlayarak titremeye başlamıştı.”27 Dolayısıyla mezkûr gaybi bilgiye dayanan seçeneklerin tümünün üzerinin çizilerek diğer seçeneklerin, Kur’an kıssasının ayetleri nezdinde değerlendirilmesi mümkün olabilecektir.

Geleneksel/kadim tefsir ve tarih anlayışı ittifakla; Melike’ye Süleyman’ın yolladığı mektubu götürenin kuş olduğu şeklinde bir yaklaşım/kabul sergilemektedir. Bunlardan iki önemli örnek verelim. Müfessir Râzi bu hususta şunları kaydeder: “Bil ki ayetteki, ‘(Belkıs) dedi ki: Ey seçkin topluluk, gerçekten bana çok şerefli bir mektup bırakıldı.’ ifadesi, ‘Ona bu mektubu Hüdhüd attı. O da (adamlarına) böyle dedi.’ demektir. Binâenaleyh bu hususlar, takdiren vardır.”28

Tarihçi İbn’ül Esir de “Bundan sonra Hüdhüd kuşu Hz. Süleyman'ın yanına döndü ve gecikmesinin sebebini bildirip özür beyan etti. Bunun üzerine Hz. Süleyman ona: ‘Şu mektubumu al, götürüp ona bırak.’ dedi. Hüdhüd, Belkıs sarayında iken ona yetişti ve mektubu onun odasına bıraktı.”29 şeklinde bir ifadeyle Süleyman’ın yolladığı mektubu Melike’ye götürenin Hüdhüd kuşu olduğunu belirtmektedir.

Ancak geleneksel tefsir ve tarih kitapları; Kur’an’ın mücmel ifade ettiği olaydaki boşlukları; Kur’ani perspektiften bakıldığında tamamen gaybi bilgilere dayanan indi spekülasyon ve rivayetlerle doldurduklarını gözlemlemekteyiz. Âlimlerimizin Hüdhüd ile ilgili onun bir çavuş kuşu olduğu kabulleri Kur’an perspektifinden bakıldığında sahih/doğru bir anlayış iken onun ve faaliyetlerinin hakkında yaptıkları İsrailiyyat nevi, indî ve spekülatif gaybi nitelikli yanlış yorumlar, kıssanın anlatımı veya akışını değiştirmektedir.

Hüdhüd’ün mektup bırakması olayı hakkında yapılan yorumlar veya rivayetler mesnedi olmayan hatta olamayacak olan ve tamamen gaybi alana ait spekülatif yorum ve yakıştırmalardır. Kim şahit olmuş veya kim hangi sağlam kaynaktan bilgi edinmiş ki, Hüdhüd’ün Melike’ye mektup vermesi hakkında bu kadar ayrıntılı nitelemeleri yapmakta veya yapabilmektedir? Gaybi nitelikli malumata dayanan rivayetler, geleneksel İslami anlayışın, Kur’an kıssalarının doğru anlaşılması açısından metotsuzluğunun da bir göstergesidir.

Sebe Melikesinin Hz. Süleyman’dan Gelen Mektuba Tepkisi

Hz. Süleyman’ın, Sebe Melikesine mektupla yaptığı ilk davetinde şiddete başvuracağına dair ifadeler bulunmamaktadır. Ancak Sebe Melikesi, Hz. Süleyman’ın mektubundaki güçlü çağrının ve onun hakkında edindiği detaylı malumatın neticesinde bu çağrının arkasından gelebilecek şiddeti algılamış olacak ki, durumu ‘mele’sinin dikkatine sunmuştur: “Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Onlar da böyle yapacaklardır, dedi.30

Melike’nin evham ve korku dolu bu sözleri hem Hz. Süleyman’ın yönetiminin gücünü öğrendiği ve reddetmediği hem de Hz. Süleyman’ın bu güç gösterisinin tam mahiyetini anlamaya çalıştığını izhar etmektedir. Savaştan yana ağırlık koyan ‘mele’sine karşılık; “Melike, savaşın başarısızlıkla neticelenmesi durumunda düşman istilâsının kötü sonuçlarını anlatarak meseleyi barış yoluyla çözmenin daha uygun olacağını ifade etmiş, barıştan yana olduğunu göstermek üzere Hz. Süleyman'a hediyeler göndermiş ve sonunu beklemiştir.”31

Sebe Melikesinin Hüdhüd aracılığıyla aldığı olağanüstü mektubun gereği olarak Hz. Süleyman hakkında araştırma yapmak ve onun çağrılarını dikkate almak zaruretine dair hem Kur’an hem de Tevrat anlatımlarında bilgiler yer almaktadır.

Öncelikle yukarıda değindiğimiz gibi Kur’an kıssasındaki anlatımda, Melike’ye gelen mektubun kendisine ulaşmasında bir olağanüstülük veya ayrıcalık -aniden ortaya çıkan bir mektup veya kuş ile iletilen bir mektup gibi- olduğu ihsası vardır. Akabinde Süleyman ve yönetimi hakkında araştırma yaptığı Tevrat kitaplarında bildirilmektedir. “Krala, ‘Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş’ dedi.”32

Arap arka planı üzerine nazil olan Kur’an’ın Süleyman kıssasının; Süleyman-Melike diyalog varyantındaki anlatım belagat, fesahat ve icazatla mücmel olarak gerekli noktalar hakkında bilgi vermektedir. Melike’nin Kur’an’daki şu değerlendirmeleri, Arap arka planında mevcut bulunan Tevrat’taki “Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş.” anlatımını tamamen teyit etmektedir. “(Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.33Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.34 Melike, Hz. Süleyman ve yönetimi hakkında Tevrat’ta bildirilen araştırmayı yapmıştır ki, onun kuvvet ve kudretini öğrendiğinin delaleti olan bu değerlendirmeye ulaşmıştır.

Geriye onun zeki35 yönetici tarafının bir ifadesi olan şu beyanı kalmıştır: “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.36 Böylece bilfiil tanıyamadığı Hz. Süleyman’ın karakteri hakkında yoklama yaparak son kararını vermek istemektedir. Buradaki anlatımda müthiş bir icazat vardır. Bu ayetteki anlatım; hem Melike’nin zekâsını hem hükümdarların hafif/zayıf taraflarını gündeme getirmektedir. Buna mümasil İslam ve değerlerinin insani zaaflara meyledilerek maddi karşılıklar için terk edilmemesi gerektiğinin mesajı verilmiş olmaktadır.

Kur’an ve Tevrat Kıssalarındaki Süleyman-Melike Diyalogu Anlatımlarının Kıyaslanması

Kur’an’da anlatılan Süleyman kıssasındaki mektup varyantı sonunda şura toplantısı sonucu alınan kararla Sebe Melikesi, hediyelerle Hz. Süleyman’a elçiler gönderir. Tam bu aşamadan itibaren Tevrat’ta, Hz. Süleyman ve Melike diyalogu anlatılmaya başlanır. “Saba Kraliçesi, Süleyman'ın ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamak için Yeruşalim'e (Kudüs) geldi. Çeşitli baharat, çok miktarda altın ve değerli taşlarla yüklü büyük bir kervan eşliğinde gelen kraliçe, aklından geçen her şeyi Süleyman'la konuştu.”37

İşte burada Kur’an ve Tevrat kıssaları arasındaki önemli fark ve aynı zamanda Tevrat’ın muharref vasfı ortaya çıkmaktadır.38 Çünkü Tevrat’ta anlatılan kıssada, Kur’an’da bildirilen; Hz. Süleyman ve Melike arasındaki Hüdhüd aracılıklı muhaberat ve mektuplu diyalog hazfedilmiştir.

Yani Hüdhüd’ün, Sebe ülkesindeki tevhidi bazlı araştırması, Hüdhüd ile Süleyman’ın bu araştırmaya dair muhaveresi, Süleyman’ın Melike’ye mektup yollaması, Melike’nin şuarasını toplayarak, gelen mektup ile ilgili yaptığı değerlendirmeler Tevrat’ta yer almamaktadır.39

S. Ateş, bu hususta şu yorumu yapmaktadır: “Kur’an’da anlatıldığı halde bugün Kitab-ı Mukaddes’te bulunmayan İsrail haberleri, bunların zamanla Kitab-ı Mukaddes’ten kaybolduğu anlamına gelir.”40

Bu önemli olgu hem Tevrat’ın, İsrailoğulları Rabbi’leri tarafından yeniden derlenmesi esnasındaki ekleyip çıkarma şeklindeki tahrif edilme fiiliyatını gündeme getirdiği gibi Kur’an kıssalarını; “kulak hırsızlığı” yoluyla Ehli Kitap’tan derlediği iddia edilen Hz. Muhammed’in getirdiği vahyin ilahi niteliğini ortaya koymaktadır: “O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır.41 Hz. Muhammed (s) “kulak hırsızı” ise Tevrat’ta dahi bulunmayan, Hüdhüd aracılıklı Süleyman-Melike diyalogunu nereden aktarmaktadır?

Ayrıca Melike’nin kendisinin Kudüs’te Hz. Süleyman’ın yanına varmadan ona hediyeler yoluyla sınama yaptığı aşama da hazfedilmiştir. Bu olgu Süleyman kıssasının hidayet mesajı ve tevhidi bakış açısından önemli bir olgudur. Çünkü Hz. Süleyman’ın beşerî/dünyevi olana tamah etmediği pekiştirilerek aynı önemli konumda olan siyasilerin ve bireylerin Allah’ın emirlerini dünyevi/beşerî değerlere değişmemeleri mesajı verilmektedir. Bu tüm insanlığın hidayeti için önemli bir anlatım olduğu gibi Hz. Süleyman nezdinde tüm resullerin benzer davranışını gösteren tevhidi bir tutuma dikkat çekmedir.

Hâlbuki Tevrat’ta, Hz. Süleyman’ın insani bir zaaf olan cinsellik/kadınlar üzerinden başka ilahlara taptığı anlatılmaktadır. “Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı. Böylece Rab'bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab'bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab'bi izlemedi.”42

Resuller, Allah’ın verdiklerini dünyevi olana tercih ve tamah etmez. Hz. Hud, Salih, Şuayb, Muhammed vd. peygamberlerin benzer ortak tavırları ile muhataplarına çağrıları Hz. Süleyman’la aynı minval üzeredir. “Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin rabbidir.43

Aynı zamanda Kur’an; Tevrat’ta eksiltilen anlatımı yeniden ve eksiksiz olarak beyan ederek hem Süleyman kıssanın, Arap arka planındaki hidayete yönelik vasfını yükseltmekte ve hem de her iki kitap ve bunları getiren resuller ve resuller silsilesi arasındaki tevhidi birlikteliğe dikkat çekerek, Ehl-i Kitap müntesibi Yahudi ve Hıristiyanların; Hz. Muhammed ve getirdiği vahye ilgisini yoğunlaştırmaktadır. Bu olgu aynı zamanda Kur’an’ın, neden Tevrat ve İncil’de anlatılan kıssaları yeniden vazettiğinin cevabı olmaktadır.

Hediyelerin Reddedilmesi

Hz. Süleyman hakkında yaptığı araştırmaların neticesi, Süleyman’dan gelen mektup olayını şuraya sunan Melike, buradaki istişarelerden sonra Hz. Süleyman’ın beşerî karakterini sınamaya karar verir. Yani Melike, Hz. Süleyman’ın tebliğine boyun eğmeden onu alt edebilecek zayıf yanını keşfetmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla Melike’nin ayette geçen; “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.44 sözü ve ona dair faaliyeti onun henüz iman etmediğinin göstergesidir.

Hz. Süleyman da bu olumsuz olguyu fark etmiştir. Nitekim daha sonraki aşamada, Melike’nin elçilerine yaptığı hitaptaki sert üslubu; kendisine teslim olmayıp, oyalamaya ve zaaf aramaya çalışan Melike’ye gözdağı verme amaçlıdır ve istekleri yerine gelmezse şiddete başvuracağının ifadesidir: “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!45

Görülecektir ki, Hz. Süleyman, Melike’nin hediyelerini reddederken bile tevhidi bir hakikati vurgulamaktadır: “Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir.” Hz. Süleyman’ın bu vurgusu ve tavrı “Bir ayı elime, güneşi de diğerine verseniz bile…” diye Mekke müşriklerinin girişimlerini reddeden Hz. Muhammed’in tavrının aynısıdır.

Melike, kendisine yolladığı elçili hediyeler yoluyla Hz. Süleyman’ın tehdidini iyi okumuştur: “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.” Yine Hz. Süleyman’ın bu tehdidinde, Allah ile birlikteliğinin tevhidi bir ifadesi bulunmaktadır. M. Esed bu olguyu şöyle yorumlamaktadır: “Bunun içindir ki, 31. ayette olduğu gibi, burada da ‘üzerlerine varma’ tehdidiyle, yani inkârcı tutumlarını bırakıp Allah'a kulluk etmeleri gerektiğini kabul etmedikleri takdirde kendilerini cezalandıracağı yolundaki tehditle Sebe halkını uyaran Allah'ın kendisidir. Önceki ayetlerde kişi zamirinin, Hz. Süleyman kendi adına konuştuğunda birinci tekil şahıs formundayken, yukarıdaki cümlede aniden büyüklük ifade eden ‘Biz’ çoğul zamirine dönüşmesi de bu görüşü desteklemektedir (nitekim sonraki ayetlerde, kişi zamiri yeniden birinci tekil şahsa dönecektir).”46

Hz. Süleyman’ın bu sert üslubu ve güç gösterisi karşısında Melike, son defa Hz. Süleyman’ı ve onun hâkimiyetini somut olarak bizatihi görerek ondan sonra teslim olma kararını verme aşamasına gelir.

Sonuç:

“Kur’an bu kıssayı, yalnızca Süleyman’ın dünyevi azameti ve geniş mülkiyetini göstermesi veya topraklarını genişletme arzusu olarak anlatmamaktadır. Okuyucuya, hediyeler aracılığıyla barış yapmaya çalıştıkları Süleyman’ın dünyevi büyüklüğü karşısında Sebe Melikesi gibi monarkların nasıl korkutulduğunu göstermek için de anlatmamaktadır. Aksine, Kur’an’ın bu kıssayı anlatmaktaki amacı, maneviyatın mutlaka yoksullukta değil, Allah’a karşı doğru olmakta, servet, krallık, dünyevi iktidar ve şöhretle karşı cinsin büyüsü gibi her türlü saptırıcılarla çevrilse dahi, kişinin kendisine karşı dürüst olmasında yattığını göstermektedir.”47

Süleyman kıssasının, Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi diyalog varyantı birçok genel ve özel mesajlar içermektedir. Her şeyden önce resullerin Allah adına hareket ettikleri mesajı verilmektedir. Resuller, mustazaflar arasında da olsa toplumlarının yöneticileri içinde de olsa bu tevhidi gerçeklik değişmemektedir.

Müslüman yöneticiler diğer ülke yöneticileri ile temaslarında özellikle kendilerinin Allah adına hareket ettikleri vurgusunu yapmalıdırlar. Hz. Süleyman’ın Melike ile diyalogu başlangıcındaki “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adına" vurgusu bu yönden önemli bir vurgu ve mesajdır. Hz. Muhammed’in, Kisra ve diğer kâfir yöneticilere yolladığı mektuplar da Hz. Süleyman’ın uygulamasının benzeri uygulamalardır. Hz. Muhammed tarafından “İran kralına gönderilen (…) mektubun metni şudur: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu mektup Allah’ın Resulü Muhammed’den İran’ın başı Kisrayadır. Gerçek ikaz ve irşada boyun eğenlere ve Allah’a inananlara ve Allah’ın birliğine, şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet edenlere selâm. Ey Kral! Allah’ın emri ile seni İslamiyete davet ediyorum. Çünkü bütün insanlara ikaz etmek ve bütün müşriklere tebliğimi iletmek üzere, Allah tarafından bütün insanlığa elçi olarak gönderildim. İslamiyeti kabul et ve bütün belalardan korunmuş ol. Bu daveti reddedersen, bütün kavminin inkârının günahı da boynunadır. (Zurkani ve Hamis)”48

Süleyman kıssasının Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi diyalog varyantı içeriğinde her iki ülke arasındaki sorunu savaş yapmadan halletmek esas olmalı mesajı vardır. Yani ülkeler savaşmadan önce diplomasi yapmalıdır. Karşı ülke yönetici ve halkları nezdinde yazılı sözlü diyalog dolayısıyla yapılmadan savaşa girilmemelidir. Bunun için de gerekli güç veya stratejinin oluşturulması esastır. Müslüman yönetici Zülkarneyn’in; Yecûc-Mecûc ile zulme uğrayan toplum arasındaki sorunu araya set yaparak giderme fiiliyatı da bunun benzer bir göstergesidir.49

Sebe Melikesinin, Hz. Süleyman’ın mektubunun kendisine ulaşması ile başlattığı toplumunun ileri gelenlerinin oluşturduğu şuraya başvurma ve burada sorunu tartışarak çıkan kararı icra etme prensibi aynı zamanda Hz. Süleyman’ın da uyguladığı bir yönetim prensibidir. Kıssadaki bu anlatı, Müslüman olsun veya olmasın tüm toplum yönetimlerinin uyması gereken genel bir yönetim prensibinin vurgulanması açısından önemli bir mesajdır.

Melike’nin, Kudüs’te Süleyman’ın yanına varmadan hediyeler yoluyla onu maddiyatla sınama aşaması Süleyman kıssasının hidayet mesajı açısından önemli bir olgudur. Çünkü Hz. Süleyman’ın dünyevi olana tamah etmediği pekiştirilerek aynı önemli konumda olan yönetici/siyasilerin ve bireylerin Allah’ın emirlerini dünyevi değerlere değişmemeleri mesajı verilmektedir. Bu tüm insanlığın hidayeti için önemli bir anlatımdır.

Aynı zamanda Kur’an; Süleyman kıssası Süleyman-Melike kıssası varyantında; Tevrat’ta eksiltilen anlatımları yeniden ve eksiksiz olarak beyan ederek hem Süleyman kıssasının, Arap arka planındaki hidayete yönelik vasfını yükseltmekte ve hem de her iki kitap ve bunları getiren resuller ve resuller silsilesi arasındaki tevhidi birlikteliğe dikkat çekerek, Ehl-i Kitap müntesiplerinin Hz. Muhammed ve getirdiği vahye ilgisini yoğunlaştırmaktadır. Bu olgu aynı zamanda Kur’an’ın, neden Tevrat ve İncil’de anlatılan kıssaları yeniden vazettiğinin cevabı olmaktadır.

Son olarak kıssada verilen önemli bir mesajın altını çizelim: Kadınlar da erkekler gibi yönetici olabilirler ve bunun Kur’an perspektifinden olumsuz bir tarafı yoktur. Aksi iddialar Kur’an dışı ve bu kıssanın mesajlarına aykırı temelsiz ve olumsuz inançlardır.

 

Dipnotlar:

1-Neml, 27/22.

2-Neml, 27/28.

3-Neml, 27/35.

4-Neml, 27/42-44.

5-“Hüdhüd’ün getirdiği haber Sebe Melikesiyle Hz. Süleyman arasındaki ilk irtibat durumundadır.” Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, c. II, s. 769.

5-Taha, 20/12-14.

6-Neml, 27/30-31; “Mektup Süleyman'dan geliyor ve çok acıyıp esirgeyen sınırsız rahmet sahibi Allah adına yazılmış.” Muhammed Esed, A.g.e., c. II, s. 766.

7-Taha, 20/12-14.

8-http://tr.wikisource.org/wiki/Kanuni_Sultan_S%C3%BCleyman%E2%80%99%C4%B1n_Kral_Fransuva%E2%80%99ya_ferman%C4%B1

9-Âl-i İmran, 3/31-32.

10-Neml, 27/29.

11-Önemli işlerde, kamuyu ilgilendiren konularda istişare etmek gerekir. Danışmanlar görüşlerini bildirirler. Ama devlet başkanına seçim hakkı tanırlar. “Dediler: Biz kuvvetliyiz, yaman savaşçılarız, ama emir senindir. Bak (düşün), ne buyurursan öyle yaparız.” Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. VI, s. 400.

12-Hadiye Ünsal, Tefsirde Heterodoksi, Ankara Okulu Yayınları, s. 177; Mevdudi, Tefhimü’l Kur’an, C. IV, s.102; J. M. S. Baljon, Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, Ankara Okulu Yayınları, s. 39.

13-“Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu ayette zikredilen Hüdhüd’ün ise Süleyman'ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır.” D.İ.A., Hüdhüd maddesi, XVIII, 461.

14-Neml, 27/28.

15-Neml, 27/20.

16-Neml, 27/16.

17-Neml, 27/17.

18-Neml, 27/20.

19-Mevdudi, A.g.e., C. IV, s. 104.

20-“Hz. Süleyman'a kuş ve hayvan dillerinin öğretilmiş olduğuna dair Kitab-ı Mukaddes'te hiçbir işaret yoktur. Fakat İsrailî kaynaklı eserlerde bilgiler vardır. (Bkz. Yahudi (Jewish) Ansiklopedisi, C. 11, s. 439)” Mevdudi, A.g.e., C. IV, s. 97.

21-Neml, 27/22.

22-Mevdudi, A.g.e., C. IV, s. 105.

23-M. A. Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, Ankara Okulu Yayınları, s. 300.

24-“Onun, ‘ey insanlar’ ifadesine gelince, bundan maksat Allah'ın nimetini izhar etmek, onu yüksek sesle dile getirmek ve insanları, kuşların dilini bilme olan mucizeyi zikretmek suretiyle, tasdik ve imana davet etmektir. Keşşaf sahibi şöyle demiştir: Mantık, konuşmak, bir mana ifade etsin ya da etmesin, tek tek kelimeleri ya da cümleleri söylemek, sesle ifade etmektir. (…) Araplar şöyle derler: ‘Güvercin nutketti, seslendi.’ Süleyman (a)'ın kuşların diline dair öğrendiği şey ise kuşların maksat ve gayelerinden bazısını bazısından ayırıp seçmesi, fark etmesidir.” Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVII, s. 410.

25-“Daha çok sinemada kullanılan bir teknik. Önceden yaşanmış bir olayın anlatıldığı sahnelere dönmektir.” http://www.uludagsozluk.com/k/flashback/

26-Kadı Beydavî, Beydavî Tefsiri, c. IV, s. 102.

27-Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c. V, s. 2536.

28-Fahruddin er-Râzi, A.g.e., c. XVII, s. 422.

29-İbnü’l Esir, el Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, c. II, s. 222-228.

30-Neml, 27/34.

31-DİB, A.g.e, c. IV, s. 195.

32-Tevrat: I. Krallar, 10/6; II. Tarihler, 9/5.

33-Neml, 27/32.

34-Neml, 27/34.

35-“Katâde der ki: Allah ona (Belkıs’a) rahmet eyleyip ondan hoşnut olsun. Müslüman olmasında da şirk koşmasında da ne kadar akıllıymış. Hediyye’nin, insanlar nazarında nasıl bir mevkisi olduğunu bilmişti.” İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. IV, s. 1761.

36-Neml, 27/35.

37-Tevrat: II. Tarihler, 9/1; I. Krallar, 10/1.

38-“Ahdi Atik’in (Tevrat) aynı kıssayı anlatış biçimi farklıdır. Bu anlatım farkı iki kitap arasındaki manevi anlayış farkını ortaya koyar.” Mazharuddin Sıddıki, Kur’an’da Tarih Kavramı, Pınar Yay., s. 95.

39-Mazharuddin Sıddıki, A.g.e., s. 95.

40-Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. VI, s. 372.

41-Tevbe, 9/61.

42-Tevrat: I. Krallar, 11/3-5.

43-Şuara, 26/125-127. Ayrıca bkz: Şuara, 26/109-180; Yasin, 36/21; Furkan, 25/57; Yusuf, 12/104.

44-Neml, 27/35.

45-Neml, 27/36-37.

46-Muhammed Esed, A.g.e., c. II, s. 768.

47-Mazharuddin Sıddıki, A.g.e., s. 95.

48-http://www.ilahi.org/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=17065

49-Kehf, 18/94-97.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR