1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Diktatörler Öldü mü, Issız Acun Kaldı mı?

Diktatörler Öldü mü, Issız Acun Kaldı mı?

Ocak 2012A+A-

Geçtiğimiz günlerde, Kuzey Kore lideri Kim Jong-il’in ölümü üzerine basına yansıyan ağlama görüntüleri epeyce dikkat çekmişti. Üstünü başını yırtarak, kendini yerden yere vurarak ağlayanlar, ağlamaya çalışanlar, ağlamak için çırpındığı hâlde ağlayamayanlar ilk bakışta “Güler misin, ağlar mısın?” dedirtiyordu insana.

Kimsenin diktatöründe ve gözyaşında gözümüz yok ama bu tür “Ağlanacak, ağla!” komutuyla ve kitlesel bir ağlama seremonisiyle uğraşmak, sadece bizim ülkemizde yaşanan bir şey değilmiş demek ki. Alp Er Tunga’dan 10 Kasımlara uzanan bir süreçte sagular, sirenler, marşlar, mevlitler, ağıtlarla gerçekleşen ve resmî ağlama temrinleriyle gelişen bir toplumsal arka plan var bizde ne de olsa. Tuttuğu takım kaybedince tribünlerde ağlamaya koyulan çocuklardan, sabah programlarından başlayarak gün boyu ağlayan kadınlara kadar her türlü ağlama pratiği var bu ülkede.

Fakat Kuzey Kore yönetimi, işi ileri götürmüş ve bizi geçmiş görünüyor. “Bütün dünyanın, eşi benzeri olmayan muhteşem bir liderin ölümü nedeniyle büyük bir yasa bürünmesine rağmen, Güney Kore'nin bu acıyı paylaşmaması” kınandı yapılan bir açıklama ile. Pyongyang yönetimi ayrıca güney komşusundan, Kim Jong-il'in cenazesine katılmak ve ona veda etmek isteyen vatandaşlarına sınırdan geçiş için zorluk çıkardığını savunarak “Bu durum sürerse sonuçları felaket olur!” tehdidini savurdu. Bu ağlama işi, bakarsınız, yeni bir dünya savaşının nedeni bile olabilir.

Kuzey Afrika’daki, Ortadoğu’daki diktatörlerin sonunu görerek üzülenlerin, yas tutanların, ağız dolusu sövenlerin sayısı da az değildi Türkiye’de. Van’da yaşanan depreme, Kürt düşmanlığı nedeniyle içten içe sevinen fakat kulüp başkanları şike soruşturmasında tutuklandığı için gece gündüz ağlayan insanlar olduğunu biliyoruz.

İsrail’in, Gazze’de dünyaya meydan okurcasına gerçekleştirdiği kıyımları “Bu kalleş Araplara, az bile bunlar!” diyerek homurdananların, Dersim’de yaşananlar, Alevilere reva görülenler, Kürtlerin başlarına gelenler söz konusu olduğunda “Devlet ne özür dileyecekmiş! Asıl devlete kafa tutan bu eşkıyalar özür dilesin!” dediklerine de tanık olalı fazla bir zaman geçmedi henüz. Hâlâ köklü ve totaliter bir aymazlık ve akıl tutulmasıyla hareket eden, beynini ve yüreğini kiraya veren, rehin bırakan, insan oluşa şaşı ve önyargılı bakan, kulaklarını sürekli şeytanın iğvasına açan bu insanların çoğalması ise ayrıca ürkütücü. Sağcısı da var çünkü bunların solcu geçineni de.

Ağlamak, son derece insanî bir durumdur kuşkusuz. İnsanların kendilerince üzücü buldukları durumlarda ağlamaları fıtrî ve evrensel bir olgudur. Fakat bunu zor kullanarak gerçekleştirmek yanlıştır. Dayatmak, resmî bir hüviyete büründürmek yanlıştır. İnsanları yıllarca ağlatanlar için ağlamayanlara kızmak yanlıştır. En ağır koşullarda yaşadıkları yetmiyormuş gibi, her gün onca zulüm ve kıyımla karşılaşanlar için ırkçı, insanlık dışı yaklaşımlarla oh çekmek, mazlumlar için ağlayanları küçümsemek, onların karşısına geçip gülmek, ağlayışa bir üniforma, bir müfredat yahut bir prosedür giydirmek yanlıştır. Zira gözyaşının da bir değeri, bir anlamı, bir namusu vardır.

Elin diktatörü için ağlayanların; açlık ve yoklukla boğuşan, onca dert ve kahırla savaşan yoksul hanelerdeki feryat ve inlemelerden ne kadar haberi vardır acaba? Yıllardır oğlunu, kızını arayan, sokaklarda bu yüzden coplanan annelerden... Bir sabah namazından sonra tel örgülerin, soğuk duvarların ardında gözyaşını içine akıtarak ağlayanlardan... Oğluyla, kızıyla kendi diliyle konuşamadığı için ağlayanlardan... Okullarından atılan, başörtülerini çekiştiren ellere güç yetiremediği için ağlayanlardan... Üzerine köpeklerle, panzerlerle yürünen çocuklardan, genç kızlardan... Askerde ana avrat sövüldüğü için gözünü içinin ibriğine çevirip yumruğunu sıkarak ağlayanlardan... Oğluna önlük alamadığı için kendini yakan kocalarının başucunda ağlayanlardan... Ölen çocuğunun cesedine eğilip onu teşhis bile edemediği için ağlayanlardan... Bileklerinden, okuduğu lisenin duvarlarına, kapılarına kelepçelendiği için ağlayanlardan... Oğlunun yemin törenine katılmak için onca yol tepip geldiği halde, binlerce insanın içinde örtülü olduğu için tribünlerden uzaklaştırılıp kovulduğu için ağlayanlardan... Kızının orduevindeki düğününe sokulmadığı için en mutlu gününde evladını uzaktan seyrederek ve tir tir titreyerek ağlayanlardan... Yetiştirme yurtlarında kemerlerle, terliklerle dövüldüğü, her gün tacize uğradığı halde bunu söyleyemediği, kimseye derdini anlatamadığı için ağlayanlardan... Huzurevlerinde kendi kendisiyle konuşarak delirmekten başka yol bulamadığı için ağlayanlardan... Tecavüze uğradığı halde kendisi suçlandığı için ağlayanlardan... Zemheride, doğurmak üzere ölen karısını sırtında ilçeye taşırken onun öldüğünü anlayıp yüzüne eğilerek ağlayanlardan...

Ödlek ve alçak diktatörler için ağlamak, şeytanın kahkahasına ortak olmaktan başka bir şey değildir. Fakat mazlumlar, mustezaflar, çaresizler için dökülecek sıcak ve samimi gözyaşları; sadece dağlarımızı yahut ıssız acunu değil; içimizdeki insanlık çınarını, bitimsiz merhamet ormanını da yeşertecektir. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR