1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Hiçbir Şey Islatmasın Namluları

Hiçbir Şey Islatmasın Namluları

Şubat 2002A+A-

Güzel sözün yuhalandığı, güzel çocukların kakışlandığı, güzel insanların azaldığı güzel olmayan günlerden geçiyoruz.

İyi ve güzel olanın, erdemli ve değerli olanların güçsüz takat haklı olanın, nadir ama nitelikli olanın müşterisi azalıyor.

Ateşin avazımızla gök kubbeyi çınlatıp yıkamasak, suları ıslatamasak da, sözü acıda sınamaya, ve hayatın imbiğinden geçirmeye devam ediyoruz biz yine de.

Şu an evimizde, avlumuzda, sokaklarımızda, alanlarımızda, alınlarımızda kış geziniyor. Ve "kış" sözcüğü ne çok hatırlatıyor, ne çabuk aklımıza getiriyor "kışla"yı... Ne çok çarpıyor yüzümüze ölümlerin, yıkımların, yoklukların, yalnız bırakılmışlığın, açlığın o hem soğuk hem de yakıcı nefesi.

***

Şaşırmak, umudunu yitirmek, yüreğinin ve zihninin ucundaki ışığı birdenbire söndürmek; hayata ve, direnişe parçacı/bölücü bir yaklaşımın sonucudur kuşkusuz.

Yaşanan son süreç, herkese boyunun ölçüsünü gösteriyor gibi algılansa da bizim Bismillah boylu çocuklarımızı hayatın dışına/taşrasına kim atabilir? Zaafı, isteği, bağlılığı yalnızca Allah'a ve Rasulü'ne yönelik olan bir insanı kim, neyle, nasıl satın alabilir ki?:

Boynunu büken, dilini yitiren, hovardaca tüketilen; istikametini, şaşıran hayat bizi, bizim çığlığımızı, bizim yürüyüşümüzü bekliyor.

Kalemi ve kelamı cesaretle hayatın içinde dolaştırmak; soluksuz, dirençsiz bırakılanlara, kendi bahçesini yine kendisi tarumar edenlere inat, umudun elinden tutanların işidir. Zihinlerini ve yüreklerini ifsadın, yozluğun, zulmün ilhakına ve işgaline terk edenlerin değil! Biliyoruz ki bizim mütevazi ve minyatür cennetlerimiz; kötülerin, kötülüklerin gücünü azaltan bir bengisu diriliği, bir iyilik ve güzellik devrimidir.

Tütsülü vadilerdeki boğuntu ve şaşkınlık, hayatı sabırla biriktirip ayıklayan bir dönemece evrilmeli artık. Bütün köprübaşlarını tutan Deli Dumrulların, yabanıl ve kekre diyarlardan gelin ocağımızı kirleten yosma baygınlıkların, küfürbaz ve arkası kalabalık zorbaların, hâlâ Mehlika Sultanla serenatlar düzen geçkin mukallitlerin arasında ışığı özenle berkiten namuslu işçiler, koluna giriyorlar hayatın İşte.

İlk onlar görüyorlar, güneşin doğaya bıraktığı nimeti.

Kibirli kente hiç yüksünmeden önce onlar giriyorlar. "Kentin bir ucundan koşup gelen adam" gibi.

Vurulan çocukların, çaresiz anaların çığlığını onlar duyuyor herkesten önce.

Dilencilerle ilk onlar yüzleşiyor ve boyacı çocukların siftah etme sevincini birlikte paylaşıyorlar.

Tel örgülerde biriken sözleri, seher vaktinin namaz sonrasında dünyaya serdiği gül kokuşlu örtüyü, vitrinlerde büyüyen yoksul gözleri onlar derleyip toparlıyor önce.

Ve hiç bir zaman ıslanmıyor onların namluları!..

***

Dünyayı avuçlarına alıp mıncıklayanların, körpecik zihinleri bile kötürüm ve soluksuz, bırakanların, köleliği ya da işbirlikçiliği kanıksayanların güzel sözden nasibi var mıdır?

Özgürlüğün, özgünlüğün, hayatın, sanatın, inancın ve umudun cellatları; kuzuların sessizliğinden bile ürküyorlar artık.

Biz türkümüzü söylemeye devam ediyoruz; korkuların, karanlıkların, çirkefliklerin kirli ve ikircikli ıslığına bulaşmadan.

Kış ve soğuk, iliklerimize işlese de, o murdar büyü bozuluyor ve inşirah eşliğinde çözülüyor dilimiz. Ve azalıyor göğsümüzdeki o sinsi, o mendebur sıkıntı.

Kim köreltebilir artık, ele avuca sığmaz bir çocuk gibi aramızda pervasız büyüyüp ışıldayan cevheri?

Artık kim durdurabilir, yed-i beyzâ gibi hayatın sinesinden çıkıp uzanan o sımsıcak ve ateşin elleri?

***

Ve biz, uzanıp her sabah yanaklarından, ışıl ışıl yapraklarından öpüyoruz gürbüz ve bitimsiz insan ağacının...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR