1. YAZARLAR

  2. Ahmet Varol

  3. Hamas'ın Zayıflaması Emperyalizmin Hedefidir!

Hamas'ın Zayıflaması Emperyalizmin Hedefidir!

Temmuz 2007A+A-

- Hamas'ın 2005 yılı Aralık ayında yapılan seçimleri kazanmasının ardından başta Gazze olmak üzere Filistin topraklarında zaman zaman kanlı çatışmalara dönüşen büyük bir iç gerilim yaşandı. Bu durumu nasıl açıklamak gerekir? Bir buçuk yıllık bu süreci özellikle siyasi planda nasıl yorumluyorsunuz?

- 1993'te imzalanan Oslo İlkeler Anlaşması'nın hayata geçirilmesinin ilk merhalesinin temel şartlarını belirleyen 1994 Kahire Anlaşması'ndan sonra Filistin'in Gazze ve Eriha bölgelerinde bir özerk yönetim oluşturuldu. Bu yönetimde birinci derecede söz sahibi el-Fetih hareketi oldu, yönetime bağlı resmi mekanizmada istihdam edilen elemanların da büyük çoğunluğu el-Fetih mensupları arasından seçildi. Filistin'deki İslâmî Hareket prensipte Oslo İlkeler Anlaşması'nı uygulamada da Kahire Anlaşması'nı reddettiği için söz konusu yönetime de fiilen iştirak etmedi. Fakat 2005 Aralık seçimleri öncesinde yapılan istişarede seçime katılma taraftarı olanların görüşleri ağır bastı ve katılma kararı alındı. Bununla birlikte seçimlere İsrail işgal devletiyle imzalanan anlaşmaları kabul etmeme şartıyla girdiğini de ilan etti.

Mayıs 1994'te Kahire Anlaşması'nın imzalanması ile Şubat 2006'da HAMAS hükümetinin oluşturulmasına kadar geçen 12 yıllık süre Filistin Özerk Yönetimi'nde bir el-Fetih sultasıdır. Bu süre içinde her şeyin çok mükemmel gittiğini ve el-Fetih'in muhaliflerine sürekli iyi davrandığını söylememiz mümkün değildir. Aksine İsrail'in talimatlarıyla pek çok tutuklama, işkence ve hatta öldürme gerçekleştirildi. Böyle olmasına rağmen HAMAS'la el-Fetih arasında bir iktidar kavgası yaşanmadı.

Seçim sonrasında HAMAS, iktidarı el-Fetih'le paylaşmak için muhtelif alternatifler sundu. Ama el-Fetih'in siyasi kanadı ABD ve İsrail'in dayatmalarına boyun eğerek iktidara ortak olmamayı tercih etti. Böyle bir tercih yapmalarının en önemli sebeplerinden biri de: "Nasıl olsa uluslararası güçlerin uygulayacağı ambargo karşısında HAMAS hükümeti fazla dayanamayacak, meydan yine bize kalacak. Koalisyonun küçük ortağı olmak yerine HAMAS'sız hükümeti kurmak için şartların oluşmasını beklememiz daha akıllıca bir iş olur." düşüncesinin etkisinde kalmalarıydı. ABD de hükümete girmemeleri durumunda daha önce özerk yönetime verdiği paranın tamamını el-Fetih örgütüne vereceği vaadinde bulundu ve bu teşvik edici etken oldu.

Beklenen olmadı ve HAMAS hükümeti uluslararası baskılara boyun eğmek yerine alternatif çözümler üretme yoluna gitti. Bunun üzerine daha önce özerk yönetimin imkânlarından sorumsuzca yararlanan bir kadro HAMAS'ı güç kullanarak kenara çekilmeye zorlamak için ortalığı karıştırmaya başladı ve bu da istenmeyen kavgaların, çatışmaların başlamasına yol açtı.

Olayları tahlil edenlerin geneli, olan bitenler için "iktidar kavgası" isimlendirmesini tercih ettiler. Eğer olaylara iktidar kavgası ismi vereceksek kavganın haksız ve zorba tarafını da belirlememiz gerekiyor. el-Fetih'in 12 yıllık iktidarı süresince bir iktidar kavgası yaşanmadı. Yani HAMAS bu süre içinde bir el-Fetih iktidarına itiraz etmedi ve "Çekilin o koltuklara ben oturmak istiyorum!" demedi. Bu amaçla silahın gücünden yararlanma yoluna gitmedi. 2006 yılında oluşturduğu iktidarı da silahın gücüne değil halkın tercih ve teveccühüne dayandırdı.

Burada bir de şunu sormak gerekiyor: "Bir iktidar kavgası varsa iktidarı almaya çalışan kim?" HAMAS zaten iktidarda ve onu almak için kavga etmesine gerek yok. İktidarı gasp ederek değil halkın tercihine dayanarak yani meşru yollarla almış. Öteki taraf ise meşru yollarla elinde tutamadığını şimdi meşru olmayan yollarla geri almaya çalışıyor. Dolayısıyla kavganın haksız ve zorba tarafını sadece bu gerçeğe bakarak tespit etmemiz mümkün.

Ayrıca HAMAS, diğer tarafla iktidarı paylaşmama ve tek parti diktası kurma çabası içinde değil. Ama diğer taraf iktidarı paylaşmak da istemiyor. "Sadece benim olsun!" diyor. Bu yüzden Mekke Anlaşması sonrasında oluşturulan ulusal birlik koalisyonu da onu tatmin etmedi ve saldırmaya, ortalığı karıştırmaya devam etti. Yani özerk yönetimin bir tek parti sultası olarak devam etmesini, bu konuda halka tanınacak seçme hakkının da o tek parti sultasının dairesi içinde kalmasını istiyorlar.

Olay bizim gördüğümüz kadarıyla tamamen yerel bir anlaşmazlıktan da kaynaklanmıyor. Filistin'de gidişatı belirleyen diğer gelişmelerinki gibi bu olayın da uluslararası boyutu var. Siyonist işgalin arkasında duran uluslararası güçler işgali meşru kabul etmemekte ısrarlı İslâmî hareketin aktif olarak sahnede yer almasını istemiyor. Onların bu istekleri, Siyonist işgali meşrulaştırmada sakınca görmeyen ve menfaatlerine öncelik veren dâhili güçlerle uluslararası güçleri bir yerde buluşturuyor.

Eğer dış müdahale olmasaydı bizim tahminimize göre içerdeki iktidar anlaşmazlığı tarafları silahlı çatışmaya kadar sürüklemeyebilirdi. Dışarıdan müdahale ise menfaat hesapları için başkalarının planlarını uygulayabilen çeteler vasıtasıyla oldu ki bu çetelerin mafya usulüyle çalıştıkları, başlarında da Muhammed Dahlân çetesinin olduğu bilinmektedir. Biz bundan yıllar önce yazılarımızda bu adamdan söz etmiş, İsrail işgal devletiyle ilişkilerine ve ilerisi için tehlike arz eden biri olduğuna dikkat çekmiştik.

- Dünya kamuoyuna "Filistin'de iç savaş" olarak yansıyan çatışmada yer alan güçlerin kurumsal ve sayısal özellikleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

- Olay dünya kamuoyuna genellikle HAMAS ile el-Fetih çatışması olarak lanse edilmektedir. Kavganın bir tarafında HAMAS, bir tarafında da el-Fetih mensuplarının olması böyle bir isimlendirmeye gerekçe oluşmaktadır. Ancak olaylar biraz daha dar kapsamlıydı. Fiili çatışmanın bir tarafında özerk yönetim başkanına bağlı güvenlik organları diğer tarafında ise HAMAS'm askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam Birlikleri'yle İçişleri Bakanlığı'na bağlı Tenfiz Kuvvetleri vardı.

Burada bir parantez açıp böyle bir gruplaşmaya gelinmesinin arka planı hakkında bilgi vermemiz yararlı olacaktır. Aralık 2005 seçimlerinden HAMAS'ın büyük bir başarıyla çıkması üzerine normalde yasama yetkisi sona ermiş olan eski meclis yeniden toplanarak yeni birtakım yasal düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemelere göre önceden İçişleri Bakanlığı'na bağlı tüm silahlı güvenlik organları ve istihbarat mekanizması İçişleri Bakanlığı'nın kontrolünden alınarak doğrudan başkana bağlandı. Dolayısıyla HAMAS'ın hükümeti kurmasından sonra İçişleri Bakanlığı sorumluluğu olan ama bu sorumluluğunu yerine getirmesinde görevlendireceği hiçbir silahlı elemanı olmayan kurum haline gelmiş oldu. Bir insanın kollarını ve bacaklarını kesip de sırtına yük yüklemeniz gibi. Bunun üzerine bir süre sonra İçişleri Bakanlığı bakanlık emrinde çalıştırılacak Tenfiz Kuvvetleri adını verdiği bir silahlı güç oluşturdu. Başkan Mahmud Abbas, ona bağlı güvenlik organlarının üst düzey yetkilileri ve el-Fetih'in siyasi kanadı bu yeni düzenlemeye şiddetle karşı çıktılar. Ama bakan Said Siyam ısrarlı davrandı.

Tenfiz Kuvvetleri'nin oluşturulmasından sonra başkana bağlı silahlı milisler onları taciz etme/ görevlerini yerine getirmelerini engelleme ve zorluk çıkarma amacıyla saldırılar düzenlemeye başladılar. Zaten siyasi muhalefetin silahlı çatışmaya dönüşmeye başlaması da işte bu taciz saldırılarıyla olmuştur. Ondan önce de küçük çaplı bazı olaylar oluyordu ama "çatışma" denilecek boyutta değildi.

İktidar daha önce el-Fetih'te olduğundan ve tüm devlet kadrolarında özellikle de silahlı organlarda hep el-Fetih mensupları istihdam edildiğinden başkana bağlı güvenlik organlarında görev yapanların geneli bu örgütün mensuplarından oluşuyordu. İçişleri Bakanı Said Sıyam'ın kurduğu Tenfiz Kuvvetleri'nin görevlileri de HAMAS mensuplarından seçilmişti. Bu yüzden çatışmanın tarafları da HAMAS - el-Fetih olarak nitelendirildi.

Başkana bağlı güvenlik organlarının başında Koruyucu Güvenlik Birimi geliyordu ve 30 bin silahlı elemanı vardı. Ayrıca güvenlik polisi olarak istihdam edilenlerin oluşturduğu birimde de 30 bin silahlı eleman çalıştırılıyordu. Başkanın kendi özel koruma birliğinde de dört bin kişi istihdam edilmişti. İstihbarat ve diğer güvenlik organlarında çalışanlarla birlikte başkana bağlı silahlı eleman sayısı yetmiş bini geçiyordu. Tabii bunların tamamı Gazze'de görevli değildi, Batı Yaka bölgesinde çalışanlar da vardı. Ama büyük çoğunluğu Gazze'de toplanmıştı.

HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam Birlikleri'nin Gazze'deki silahlı milis sayısı 15 bin civarındaydı. Tenfiz Kuvvetlerinde istihdam edilenlerin sayısı ise 6 bin civarındaydı. Yani her hal-ü kârda Gazze'de başkana bağlı silahlı eleman sayısı, HAMAS mensubu silahlı eleman sayısının iki kalından fazlaydı.

Muhammed Dahlân işgalci Siyonistlerin ve ABD'nin dayatmalarıyla başkanın özel güvenlik danışmam yapılmıştı. Dolayısıyla silahlı organların tümünden Dahlân sorumluydu. Buna göre yasama yetkisi sona ermiş bir meclisin çıkardığı yasa gereği silahlı organlar başkana bağlanmıştı, ama icraatta Muhammed Dahlân'ın emrinde çalışıyorlardı.

Dahlân'ın mafya usulüyle çalıştığı bilinen bir gerçektir. Bunu başarabilmesi için kendisine ABD tarafından para temin ediliyordu ve o da bu paraları emrindeki silahlı milisleri istediği şekilde yönlendirebilmek amacıyla değerlendiriyordu.

Dahlân'ın emrindeki milislerin silah gücü yönünden de bayağı üstün olduğu biliniyordu. Çünkü Gazze'ye onun milisleri tarafından kullanılmak üzere çok miktarda silah sokulmuş ve bunlardan bazıları da Tenfiz Kuvvetleri'nin aramalarında ortaya çıkarılmıştı.

Ayrıca Dahlân'ın emrindeki birimlerde özellikle de başkanın koruma birliğinde çok sayıda özel eğitimden geçirilmiş kalifiye eleman vardı. Bunlar Mısır'da komando eğitimi almışlardı. Bazılarına da yine Mısır'da işkence metotlarının öğretildiği muhtelif haber kaynaklarında dile getirildi.

Bu vasıflarından dolayı Siyonist devlet Dahlân'ın taciz politikasının başarılı olacağını, HAMAS'ın silahlı gücünü onun vasıtasıyla yıpratmanın kolay olacağını tahmin ediyordu. Ama son operasyonda sadece bir buçuk günlük süre içinde dağıldıkları görülünce bir Yahudi yorumcu Dahlân'ın silahlı gücünü kâğıttan kaleye benzetmişti. Bu benzetme bize Yüce Allah'ın şu âyetini hatırlatıyor: "Kitap ehlinden inkâr edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (Allah'ın hükmü veya azabı), hiç ummadıkları yerden kendilerine geldi ve kalplerine korku saldı. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ibret alın ey basiret sahipleri!" (Haşr, 59/2)

Böyle hızlı dağılmalarının sebebi de aslında mafya usulü çalışmalarıdır. Çünkü hiç kimse cebine girecek parayı canından daha kıymetli görmez. Bir de söz konusu güvenlik organlarında çalışanların birçoğu aslında Dahlân'ın o çete faaliyetlerinden ve çizgiyi iyice aşmasından artık sıkılmaya başlamıştı. Bu yüzden iplerin atılması noktasına gelinince alandan çekilmeyi tercih ettiler. Dolayısıyla lenfiz Kuvvetleri ile İzzeddin Kassam Birlikleri tarafından güvenlik noktalarının terk edilmesi talimatı gönderilince birçokları talimata uydu. Bazıları da tanınan sürenin dolması sonrası gerçekleştirilen baskınlarda çatışmaya girmeyerek çekildi. Çatışmaya girenler etrafındakilerin dağıldığını görünce şaşkına döndüler ve onlar da fazla direnmeyerek kaçtılar. Öyle ki Siyonist işgal devletinin kendilerine emanet ettiği istihbarat belgelerini, bilgilerini ve aletlerini imha etmeye bile fırsat bulamadı ya da can telaşıyla onları unuttular. Bu belgelerin saklandığı yerin Koruyucu Güvenlik Birimi merkezinde olduğunu ve son çatışmalar öncesinde sıkı koruma altında tutulduğunu hatırlatalım.

- Filistin halkı bu çatışma olgusuna nasıl bakıyor? Özellikle Hamas'ın seçim zaferinden sonra başta Filistin halkına karşı yürütülen ambargo saldırısından ötürü acaba halkın Hamas'a yönelik bir tepkisi ya da Hamas'ı seçmiş olmaktan dolayı bir pişmanlığı söz konusu mudur? Bugün yeniden seçim yapılsa halkın Hamas'ı tercih etmeyeceğine dair uluslararası medyada yer alan yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Filistin halkı çatışmadan elbette rahatsız. Ama son olaylar perde arkasında kalan ilişkileri biraz gün yüzüne çıkarmıştır. Çünkü Gazze'deki operasyondan sonra kaçanları İsrail işgal güçlerinin himaye ettiğini, onlardan bazılarını Sahil Güvenlik Güçleri'nin alıp sağlama alınmaları üzere Mısır'a teslim ettiğini, çoğunluğunu da 1948'de işgal edilmiş bölgeden Batı Yaka tarafına geçirdiğini, onların da fitne ve kargaşayı o bölgeye taşıdıklarını artık bütün dünya duydu. Duyulan önemli bir gerçek de İsrail'le Dahlân çetesi arasındaki işbirliğini açığa çıkaran istihbarat belgelerinin HAMAS kontrolüne geçtiğidir. Bütün bu gerçekler Gazze'de ortalığı karıştıran çetenin gerçekte kimlerle işbirliği yaptığını ve kimler hesabına çalıştıklarını gözler önüne sermiştir. Filistin halkı Siyonist işgalciyle işbirliği içinde olanları geçmişte affetmediği gibi bugün de affetmeyecektir.

O sebeple halkın HAMAS'a desteğinin azaldığı, bugün seçim yapılsa ona desteğin az çıkacağı varsayımları gerçekleri değil uluslararası emperyalizmin temennilerini ortaya koymaktadır. Tabii bugün Batı Yaka'da işgal güçleri ve Dahlân çetesi mensuplarının silahlarının gölgesinde yapılacak seçimler de güven verici olmaktan son derece uzak kalacaktır. Bu sebeple Filistin halkının özgür iradesinin nerede durduğunun görülebilmesi için dürüst seçime ihtiyaç var.

- Başta İslami Cihad olmak üzere Filistinli diğer direniş örgütleri söz konusu çatışmaya nasıl yaklaşıyorlar? Aynı zamanda Fetih içinde Hamas'ı haklı bulan ve çatışmalardan rahatsız olan ciddi bir eğilim var. Bunların Fetih'teki gücü nedir?

- Çatışmalar yukarıda zikrettiğimiz organlar arasında gerçekleştiği için İslâmî Cihad dâhil diğer direniş grupları olayların içinde fiilen yer almadılar. Ama İslâmî Cihad, HAMAS'a imkân tanınması ve fitnenin önünün kapatılması yönündeki siyasî tavrını açıkça ortaya koymuştur. Dediğiniz gibi olaylarda el-Fetih mensupları ortak bir tavır sergilemiş değiller. Örneğin bu örgütün askeri kanadı durumundaki el-Aksa Şehitleri Tugayları'nın yetkilileri olaylarda Muhammed Dahlân'ı ve adamlarını suçlayarak kendilerinin onların yüzünden gerek Gazze'de gerekse Batı Yaka'da HAMAS'la herhangi bir çatışmaya girmeyeceklerini bildirdiler. Zaten Dahlân'ın adamlarının çok hızlı dağılmasında askerî kanadın destek vermemesinin önemli rolü olmuştur. Ayrıca son gelişmelerden ve özellikle Arafat'ın zehirlenmesinde Dahlân'ın rol aldığına dair belgelerin konuşulmasından sonra bir grubun el-Fetih'ten tamamen ayrılıp ayrı bir örgüt oluşturduğu biliniyor.

- Mahmud Abbas'ın 14 Haziran'da Heniye hükümetini görevden almasının yasal ve siyasi sonuçları neler olabilir?

- Bu kararların dışarıdan dikte edilen planlarla alındığı bilinmektedir. Bu yüzden İslâmî Hareket ikinci hükümet oluşturulmasını Dayton Planı olarak nitelemektedir.

Başkan böyle bir karar almakla aslında yetkilerini aşmıştır. Ama herhangi bir hükümeti feshetmesi durumunda kurulacak yeni hükümetin parlamentodan güvenoyu alması gerekir. Böyle bir şey mümkün olmadığından Abbas, olağanüstü hal ilan ettiğini ve hükümetin "geçici" olduğunu ileri sürüyor. Dolayısıyla Abbas'ın bu çerçevede oluşturduğu ikinci hükümetin yasal geçerliliğinin olmaması gerekir.

Siyasal açıdan ise bir ayrışma, bölünme ilanı anlamına gelir. Bilindiği üzere son gelişmelerden sonra medya organlarının en sık gündeme getirdiği konulardan biri bölünmedir. Bu bölünmeden dolayı da sürekli HAMAS'ı suçlamaya, müsebbip olarak göstermeye çalışıyorlar. Oysa Batı Yaka ile Gazze arasındaki fiili bölünme yeni değildir ve bunun sebebi işgaldir. Siyonist işgal devletinin yürüttüğü uygulamalardır. Son dönemde meydana gelen siyasi bölünme ve ayrışmanın sebebi de dış güçlerin dikte ettiği planların Abbas'ın ağzıyla ilan edilen kararlarla uygulamaya geçirilmesidir.

Ramallah'ta Abbas'ın tepeden inme kararlarıyla oluşturulan Selam Feyyad hükümetini Filistin'in Karzai hükümeti olarak nitelendirmek mümkündür. Böyle bir hükümetin ve Gazze'den kaçan Dahlân çetesi elemanlarının bu bölgede faaliyet yürütebilmelerinin sebebi ise o bölgede hâlen Siyonist devletin askerî işgalinin fiilen devam ediyor olmasıdır. Dahlân çetesi elemanlarını Gazze sınırlarından alarak askerlerinin himayesinde Batı Yaka'ya geçiren Siyonist işgal devleti orada fitne amaçlı saldırılar gerçekleştirebilmeleri için de şartları oluşturmaktadır. Aynı devlet Filistin'in Karzaî hükümetinin çalışmalarına da imkân sağlıyor.

HAMAS, Batı Yaka bölgesindeki parlamentoda güçlü olduğundan dediğimiz gibi bu hükümetin normal şartlarda güvenoyu alması mümkün görünmüyor. O yüzden erken seçime gidilmesi, isteniyor. İşgal güçlerinin ve Dahlân çetesi elemanlarının silahlarının gölgesinde gerçekleştirilecek seçimlerin ise dürüst olamayacağı kesindir.

- Gazze'ye uluslararası gücün yerleştirilmesi gündemde. Bu gücün Gazze'ye yerleştirilmesi mümkün mü; olursa ne gibi sonuçlara yol açabilir ve Filistinliler bu sürece nasıl tepki koyuyorlar?

- İşgal devleti önceden Dahlân çetesini kendi açısından bir tampon güç ve sigorta olarak görüyordu. O çekilince HAMAS'ın yapılanmasından endişe etmeye başladı. Bu yüzden onun faaliyetlerini yakın denetim altına alma ve işgal devleti açısından ciddi tehdit haline gelmesini engelleme amacıyla uluslararası güç yerleştirilmesi isteniyor. Çatışmalarda Dahlân çetesi üstün gelseydi ve kontrolü ele alsaydı sömürgeci güçler zafer bayrakları açıp Filistin'de yeni ve beyaz bir sayfanın açıldığını ilan edeceklerdi. Uluslararası güç yerleştirme gibi bir plandan söz edilmeyeceği gibi FIAMAS mensuplarının geri dönmelerinin engellenmesi için Dahlân'ın adamlarına silah takviyesi ve para yardımı yapılması gündeme gelecekti. Zaten hesaplar da böyle bir sonuca göre yapılmıştı. Ama onların bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı var ve Allah her zaman mutlak güç ve hâkimiyet sahibidir.

Gazze'ye uluslararası güç yerleştirilmesi imkânsız değildir. Ama HAMAS böyle bir gücü bir tür işgal gücü sayacağını açıkladı. Dolayısıyla dış güçlerin böyle bir şeyde ısrar etmeleri karşılarına çıkacak problemleri de kabullenmeleri anlamına gelecektir. HAMAS'tan önce Gazze halkı böyle bir uluslararası işgal gücüne tepki gösterecektir.

- Son olarak konuyla doğrudan irtibatlı olmamasına rağmen gündemdeki bir sorunla ilgili olarak da okuyucularımızı aydınlatmanızı rica ediyoruz. Ortadoğu'daki gelişmeleri yakından takip ettiğinizi bildiğimizden ve kısa bir süre önce Lübnan'a bir ziyarette bulunduğunuzu da göz önünde bulundurarak Lübnan'da Filistin mülteci kamplarında sürmekte olan çatışmalar hakkındaki değerlendirmenizi almak istiyoruz. Nehru'l-Bârid mülteci kampında Fethu'l-İslâm adlı örgütle Lübnan ordusu arasında yaşanan çatışmaları nasıl yorumluyorsunuz? Fethu'l-İslâm hakkında sizin kendi görüşünüz ve bölgede faaliyet gösteren İslami örgütlerin yaklaşımlarını öğrenebilir miyiz?

- Benim Lübnan ziyaretim esnasında aldığım bilgiler olayın bir komplo olduğunu ortaya koyuyor. Lübnan'daki Filistin mülteci kamplarının sorunlarıyla ilgilenen kurumların yetkinlerinden aldığım bilgiye göre normalde Nehru'l-Bârid mülteci kampı Fethu'l-İslâm'ın örgütlenmede merkez olarak kullandığı bir yer değilmiş. Lübnan'daki söz konusu mülteci kamplarının her birinin ayrı yönetimi vardır ve onlar içerideki faaliyetleri de koordine etmeye çalışırlar. Nehru'l-Bârid'deki faaliyetlerde Fethu'l-İslâm örgütüne ait herhangi bir yapılanma yokmuş. Örgütün mensupları olayların başlamasından bir hafta önce mülteci kampının yönetiminin kontrolü dışında kampa yerleşmişler. Muhtemelen önceden kampta ikamet edenler de vardı ama herhangi bir örgütsel faaliyetleri yokmuş. Örgüt mensuplarının oraya yerleşmelerine Lübnan hükümetinin imkân verdiği hatta istihbarat elemanları vasıtasıyla böyle bir şeye teşvikte bulunduğu tahmin ediliyor. Tıpkı Saddam'ın Kuveyt'e girmesine imkân tanındığı gibi. Örgüt mensuplarının oraya toplanmalarından yaklaşık bir hafta sonra Trablus şehrinde bir banka soygunu oluyor ve soyguncular Nehru'l-Bârid mülteci kampına doğru kaçıyorlar. Kullandıkları aracın da daha önce Fethu'l-İslâm örgütüne mensup kişiler tarafından kullanıldığı tespit ediliyor ve hemen ardından adı geçen kamp 10 bin kişilik askeri birlik tarafından kuşatmaya alınıp saldırı başlatılıyor.

Verilen bilgilere göre Fethu'l-İslâm örgütü diğer Filistin direniş grupları gibi Filistinlilere özgü bir örgüt değil; sadece lideri ve mensuplarından bazıları Filistinli. İkinci olarak en mübalağalı tahminlere göre tüm Lübnan'daki mensuplarının sayısı 300'ü geçmiyor. Bazılarının tespitlerine göre sayıları 250'den fazla değil. Böyle bir örgüte karşı adeta savaşa gider gibi on bin kişilik bir birliğin seferber edilmesi düşündürücü. Gerçekleştirilen kuşatma örgüt mensuplarından ziyade 35 bin insanın ikamet ettiği Nehru'l-Bârid mülteci kampı sakinlerini perişan etmiş.

Tahmin edildiğine göre operasyonun asıl amacı bir örgütü tasfiye etmek değil Lübnan'daki mülteci kamplarına yönelik olarak ABD tarafından verilen bir planın uygulamaya geçirilmesi için zemini oluşturmak. Bu planın amacı en başta mülteci kamplarını kontrol altına almak ve buralardaki direnişçilerin elinde bulunan silahları toplamak. Silah toplama faaliyetinin son merhalesinde ise Hizbullah'ın askerî kanadının elindeki silahların alınması hedefleniyor. İkinci amaç söz konusu mülteci kamplarındaki siyasi ve örgütsel faaliyetleri denetim altına alarak direnişçi örgütlenmeleri dağıtmak. Üçüncü amaç ise kampları kademeli bir şekilde boşaltarak mültecileri Lübnan'ın değişik bölgelerine dağıtmak suretiyle yurda dönüş davalarına son vermek. Buna son verilebilmesi için de son merhalede mültecilerin Lübnan vatandaşlığına geçirilmesi planlanıyor.

Refik Hariri, ABD'nin bu yöndeki dayatmalarına karşı çıkıyordu ve o yüzden ABD yönetimiyle arası iyi değildi. Hariri, karanlık bir cinayetle ortadan kaldırıldı ve bilindiği üzere ona yönelik cinayet olayı üzerinde bölgeyle ilgili muhtelif politikalar geliştirildi, çeşitli planların hayata geçirilmesine çalışıldı. Lübnan'daki siyasi konjonktürün değiştirilmesinde ve ABD maslahatına uygun yöne çekilmesinde Hariri cinayetinin çok büyük payı var.

Şu an ki başbakan Fuad Sinyora, ABD'nin mültecilerle ilgili planlarına karşı çıkmıyor. Dolayısıyla uygulamaya geçirmede kendinden istenenleri yapmakta tereddüt etmiyor.

- Teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR