1. YAZARLAR

  2. Abdulhamit Çelik

  3. Geç Kalmış Birkaç Söz

Geç Kalmış Birkaç Söz

Ağustos 2004A+A-

"Ey iman edenler sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir."

"O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman biz Allah'ın kullarıyız ve biz ona döneceğiz derler."

"İşte rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlarda onlardır."

"Ey iman edenler yoksa siz sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardır ki nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler Allah'ın yardımı ne zaman dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır." Bakara, 2/153, 156, 157, 214.

Bazen bir olayı veya olayı oluşturan gündemi değerlendirmek ilk etapta zor ve çıkmazlarla dolu olabilir. Bu durum kendi düşünce ufkunu gelişen olaylarla birlikte zenginleştirmeyen ve karşılaştığı durumları değerlendirmeyenler için geçerlidir. Ne yazık ki bu topraklarda yaşayanların bir kaderidir ki zalim ve zorbaların bu halklara sunmuş oldukları bir güler yüz bu halkların daha fazla kan ve gözyaşlarının dökülmesine neden olmuştur. Özellikle Müslümanım diyen insanlar daha fazla kandırılmaya müsait oldukları gibi kimlik ve kişilik kaybından en çok uğratılanlar da onlar olmuştur. Bizler bizden önceki kardeşlerimizin başına gelenleri unuttuğumuz gibi gelecekte oluşacak büyük olumsuzlukları görmekten yoksun ve dirayetli öngörülerden de uzağız. Zihinlerimize kilitleri vurduğumuz gibi ruhlarımıza da perdeleri kendi ellerimizle çekmişiz ve onun içinde zalimlerin sunmuş olduklarına da teslimiyetçi politikaları izleyerek teslim olmuşuzdur.

Eğer bizler Allah'ın rahmet kapılarını bizlere açacağına inanan müminler isek o zaman gelişen bazı olayları da o çerçevede değerlendirmek zorundayız. Ama yok inancımızdan çok duygu ve hislerimizle hareket edecek isek o zaman bizlere biçilen kaftanları da giyerken aşağılık duygusuna da kapılmamalıyız ve yaptığımız hareketin bedelini ödemek için hazır olmalıyız. Çünkü her şeyin bir bedeli vardır. Zalim ve işkencecilerin kendilerini temize çıkarmak için çıkarmış oldukları bazı yasaları sanki kurtuluş kapısıymış gibi kendi düşünce ufuklarına kilit vurarak sadece duygu his ve arzularının çerçevesinde hareket etmiş olan kardeşlerimiz inşallah şu an kendi hatalarının anlamışlardır. Eve dönüş veya pişmanlık yasası ilk günde bile tartışmalar meydana getirecek bir gündemle ortaya çıktığı gibi sonu da tartışmalı bir şekilde bitmiştir. Herkesin malumudur ki bu yasa çıkarken iki hedefi vardı. Öncelikle insanları gayri hukuki ve gayri insani şartlarda tutuklayarak onlara işkence yapanları temize çıkarmak, diğer bir amacı ise insanları sahip oldukları düşüncelerini onlara kendi elleri ile inkar ettirecek kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme amacına yönelikti... Yasa çıktığında başvurunun yanlış olduğunu söylediğimizde hele başvuralım olmasa  ne kaybederiz diyen kardeşlerimize de şimdi sormak lazım ne kazanıp ne kaybettiğinizi kendinize sorma ihtiyacı hissediyor musunuz? Amaç bir şeyi kazanmak veya kaybetmek mi idi yoksa rıza-i ilahiye uygun ilkeli hareket etmek mi idi? ... Bizler bir inanç taşıyorduk ve bu inancımızın gereği olan bütün zorlukları da göğüslemiş olduğumuzu belirtiyorduk. Nerede kaldı inanç ve düşünce anlayışımız? Nerede kaldı sabır anlayışımız? Nerede kaldı Medrese-i Yusufiye söylemlerimiz? … Şunu bilmek zorundayız ki gemilerini limanda bırakanlar hiçbir zaman savaşı kazanamazlar. Ancak gemilerini yakanlar savaşı kazanmayı hak ederler. Her zaman nehirlerin yanında ve güzel gül bahçelerinin içinde yaşanamayacağını bilmelidirler. Bizler günün yaşanan şartlarına ve ortamlarına ya da yeryüzü zalimlerinin ve zorbalarının belirtmiş olduğu anlayışlara göre değil Rabbimizin bizlere biçmiş olduğu yaşam tarzına göre yaşamak zorundayız. Bunun için gereken bütün bedelleri de ödemeyi göze almak zorundayız. Çünkü bu bir sünnetullahtır. Eğer bu inanç ve O'nun hayat tarzı kolay kazanılacak bir iş olsaydı öncelikle Allah'ın Peygamberleri ve O'nun salih kullarının bu yolları tercih etmesi gerekirdi. Ama insanlık tarihine bakıyoruz ki en büyük bedelleri daima Peygamberler ve salih kullar ödemişlerdir. Bizler bu topraklarda bedel ödemeyi göze almadığımız müddetçe bu şekilde yaşamayı da kabul etmişiz demektir. Bizlere tahakküm eden zalimlerin zorbalıklarına razı olmuşuz demektir. Ve bizler mazlum kardeşlerimizin akan kan ve göz yaşlarının da mesulleri olduğumuzu bilmek zorundayız. Bugün dünyanın dört bir yanında mazlum kardeşlerimizin akan kan ve gözyaşlarını görmezlikten gelerek sadece günümüzü kurtarmak için çabalar harcadığımız bu günlerde bir an olsun kendimize sorduk mu acaba bu olanların içinde benim ne kadar payım vardır? Hadisi şerifte belirtildiği gibi zalime karşı susan dilsiz şeytandır. Fakat büyük şeytanlardan en büyüğü kendi içimizdedir. Ve bizler öncelikle onunla savaşmayı göze almalıyız. Eğer kalbimizdeki şeytanı yenebilirsek diğer şeytanlarla savaşmak daha kolaydır. Bunun Kur'an'da da birçok örneği vardır. Bunlardan bir tanesi de Talut kıssasıdır, Onun Calut'la karşı karşıya gelinceye kadar karşılaşmış olduğu imtihan safhaları bizim için örnek teşkil etmeli değil midir? Eğer bu kirlilik nehirlerinden geçmeyi başarırsak bu zalimlere bir Davud'un taşı yeter. "…Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et…" Selam ve dualarımla.

2 No'lu F Tipi Cezaevi / Sincan

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR