1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Ezanın Kur’an’daki Temelleri

Ezanın Kur’an’daki Temelleri

Ocak 2020A+A-

Doğrusu biz bu Kur’an’da, (hakikati) insanlara her türlü dolaylı anlatım tarzını kullanarak açıkladık. Bununla birlikte, insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür.

Nitekim kendilerine doğru yolu gösteren rehber geldiği zaman insanları iman etmekten ve Rablerine af dilemekten alıkoyan şey; ya öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini ya da ahiret azabının gözlerinin önüne konulmasını istemekten başkası değildi.

Oysa biz elçilerimizi (azap getirsinler) diye değil, yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. İnkârda direnenlerse, aslı faslı olmayan iddialarla hakikati geçersiz kılmanın kavgasını vererek ayetlerimizi ve uyarılarımızı alay konusu ederler.” (Kehf, 18/54-56)

Ayetlerde görüldüğü gibi, “insan tartışmaya çok düşkün” bir varlıktır. İnsan, bu özelliğini çoğu zaman hakikati analiz etmek için değil, bencilliğini örtmek, gerçekleri sulandırmak için argümanlar geliştirmek maksadıyla kullanmaktadır.

Kur’an’ı ve onun hakikatlerini bir cedel aracına dönüştürmek, sonu gelmez tartışmaların konusu haline getirmek” deyince akla gelen gruplardan biri de “mealciler”dir.

Arapça bilmeyen her müminin kendi anadilinde meal okuması en doğal hakkıdır. Ancak hiçbir meal, müterciminin, yazarının ön yargılarından bağımsız değildir. Bu nedenle bir meali kutsal addetmek, ilk muhatabı olan Allah’ın Elçisi Muhammed (s)’i yok saymak hiçbir mümine yakışmaz.

Bu çalışmada kullanacağımız “mealci” nitelemesi, meal okuyan müminleri değil, okuduğu mealin yorumlarını ve kendi hevasını kutsayan, Resulullah’ın ilahi kontrol altında oluşmuş olan ‘Sünnet’ini yok sayan gâfiller içindir.

“Mealciler” günümüzde, İslam’ın tüm ritüellerine, menâsıkına, ibadetlerine karşı bazen açıkça bazen de gizlice savaşmaktadırlar. Mealcilerin ezana ve ezanda yer alan sözlere karşı da bir karalama içine girdiklerini, hem sosyal hayatta hem de “a-sosyal medya”da bizzat gözlemlemekteyiz.

Mealcilerin Kur’an’ı bir argüman olarak kullanmaları bizi yanıltmamalıdır. Çünkü Kur’an’ı istismar edemedikleri yerlerde, mecazdan, lafızların bâtınî anlamlarından medet umup vahyi tahrif etmeye çalıştıklarına şahit olmaktayız.

Mealciler Kur’an’da ezanımızın sözlerinin birebir yer almamasını bir fitne, oyun ve eğlence konusu haline getirmektedirler. Oysa ezanımızın tüm sözlerinin temelleri Kur’an’da, uygulaması ise Resulullah’ın sünnetindedir. Ona salâtu selam olsun, ezanımızın ilk ve örnek uygulaması, Resulullah’ın sünnetinde gerçekleşmiştir. Şu an dünyanın her yerinde aynı lafızlarla okunan ezanımızın, Kur’an’da herhangi bir eleştiriye tabi tutulduğunu görmüyoruz, bu da onun onaylandığı anlamına gelir. Ayrıca mütevatir bir şekilde, kesintisiz bir zincirle, milyonlarca mümin tarafından uygulanarak, her dönemde yaşanarak günümüze gelmiştir.

Bu çalışmamızda, kalbini arınmaya açık tutan takva sahipleri için ezanın Kur’an’daki referanslarına değinmek istiyoruz. Amacımız, Kur’an’a rağmen Kur’an meallerini istismar konusu yapan, sonu gelmez tartışmaların argümanı olarak kullanan fitnecileri, ezan konusu üzerinden deşifre etmektir.

1. Ezanın Sözlük Anlamı: Tevhide Çağrı

Yine Allah ve O’nun Resul’ünden, büyük hac gününde bütün insanlığa yapılmış bir ezandır/duyurudur ki Allah kendine mahsus özellikleri başkalarına yakıştıranlarla ilişiğini kesmiştir; O’nun elçisi de öyle. Bundan böyle tövbe ederseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Fakat (bu davetten) yüz çevirirseniz, iyi bilin ki siz Allah’ı asla atlatamazsınız. Nitekim inkâr ve ihanette ısrar edenleri elem verici bir azap ile müjdele.” (Tevbe, 9/3)

Bildiri anlamına gelen ezan kelimesi Yukarıdaki ayette tevhidin tüm insanlığa duyurulması ve haccın ilan edilmesini ihtiva etmektedir. Ayette ezanın hedefi “tevhide çağrı” olarak açıklanmaktadır.

Ezan ve onu ilan eden müezzin Kur’an’da çeşitli fiil kalıplarıyla geçmektedir.1 Ezana nidâ kökünün türevleriyle iki ayette işaret edilmiştir.2 Bütün bu ayetler Kur’an’ı kendine, mealden bile olsa referans olarak görenlerin ezanı inkâr etmelerini imkânsız hale getirmektedir.

Allah Resul’ünün sünneti -dinle ilgili uygulamaları- meşruiyetini Kur’an’dan almaktadır. Rabbimizin namaza, felaha çağrı emrinin bir uygulaması olan ezan da meşruiyetini hiç şüphesiz Kur’an’dan almaktadır.

Peki, Allah Resul’ünün sünnetiyle başlayan ve bize mütevâtir bir şekilde, yaşanarak gelen ezanın sözlerinin Kur’an’daki temelleri hangi ayetlerde geçmektedir?

2. Allah’ın Emri: Allahu Ekber

Tekbir, Allah’ın tek büyük olduğunu nefsimize, neslimize ilan edip varlığımızla buna şahitlik yapmaktır. İslam tebliğinin daha ilk günlerinde inzal olan vahiyde tekbirin, inzar/uyarmak, taharet ve manevi hicretle birlikte geçmesi son derece hikmetlidir.

Tekbir, İslam’ın en önemli kavramlarından ve bizim tevazuumuza şahitlik edecek olan salih amellerimizdendir. Kibir ise insan için hep olumsuz bir huy olarak anılmıştır.3 Çünkü “Büyüklük Allah’a yakışan bir sıfattır.”4 Yüce Allah’ın büyüklüğünün farkında olmak, büyük bir erdemdir ve şuurlu-iradeli bir varlık olan insana özgüdür.

Tekbir gerektiğinde içimizdeki iyi olan takvaya, gerektiğinde Medine yapmak için Yesrib’e hicret etmektir. Tekbir bizim gibi şuurlu varlıkların bir zikir şeklidir.

Ayetlerde “Allahu Ekber” cümlesi lafız olarak yoktur. Ama tekbir Allah’ın bir emridir ve her mümin için farzdır.5 Bir zikir ve dua şekli olan tekbir; yaşadığımız her yerde, yaptığımız her işte imanımızı derinleştirmeyi, ölen hasletlerimizi diriltmeyi, fıtratımıza tekbir, taharet ve hicret etmeyi öğretir. Bu hakikati Rabbimiz şöyle beyan etmektedir:

“Sen ey içine kapanan kişi! Kalk ve uyar! Sadece Rabbini tekbir et! Elbiseni (kişiliğini ) tâhir tut! Bütün pisliklerden uzak dur!“ (Müddessir, 74/1-5)

Bu ayette görüldüğü gibi tekbir, yani “Allahu Ekber“ demek ve bunun gerektirdiği şekilde yaşamak biz müminlere ilahi bir emirdir. Ve Tekbir, yani hayatımızdaki tartışmasız en büyük değer, “Tek büyük Allah, başka büyük yoktur.” demek, bu gerçeğe göre ahlakımızı, hayatımızı inşa etmektir.

Namazla tekbir, ezanla namaz ve tekbir arasındaki ilişki İsra Suresinde şöyle beyan edilmektedir:

De ki: ‘İster Allah diye dua edin, ister Rahman diye: O’na hangi biriyle dua ederseniz edin ama unutmayın ki en güzel nitelikler ve tüm mükemmellikler O’na mahsustur!’ İmdi (ey muhatap), sen de namazında niyazında yalvarıp yakarırken ne sesini aşırı yükselt ne de aşırı kıs; bu ikisi arasında dengeli bir yol tut ve de ki:

‘Övgülerin tamamı (kendisi için) çocuk edinmeyen, mutlak otoritesinde O’na ortak olacak hiçbir varlık bulunmayan, güçsüzlük ve düşkünlükten dolayı bir yâr ve yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah’a aittir.’ Nihayet, sınırsız büyüklüğünü anarak O’nu tekbir et!” (İsra, 17/110-111) 

Tekbir, yani “Hayatımızdaki en büyük değer Allah’tır!” demek, orucumuzla, haccımızla, kurbanımızla, tüm hayatımızla ilişkilidir.6

Ayetlerdeki tekbir emrini Resulullah (s) sünnetinde, özellikle namazın tüm aşamalarına yaymıştır. Müminin sevinci de hüznü de Allahlı olduğu için, Allah’ın Elçisi (s) namazın tüm rükunlarına yaydığı tekbiri cenaze namazında7 ve bayram namazında da zikrine şahit kılmıştır. İlahi denetim altında oluşan Resulullah’ın sünneti tüm müminler için kıyamete kadar tartışmasız bir örnek, onaylanmış bir şahitliktir.

Tekbir, sadece namazımızın komutlarıyla ezanımızın başlangıcıyla sınırlı değildir. Tekbir ahlakımızdır, hayat tarzımızdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da örneğimiz, rol modelimiz, “usvetün hasenemiz” Allah’ın elçisidir. O, tekbiri hayatının her anında zikrullah olarak, Allah’ı anmak için bir yöntem olarak kullanmıştır.

Biz de İslam ümmeti olarak onun gibi sevindiğimizde, kurban kestiğimizde,savaş esnasında,9 bineğin üstüne bindiğimizde, dağ ve tepe gibi yüksek yerlere çıktığımızda tekbir getiririz. Rabbimizin büyüklüğünü hatırlamak, onu zikretmek için her olayı bir bahane olarak kullanırız. Her halükârda Rabbimizi zikretmek imanımızın bir şiarıdır. Tekbir de Zikrullah’ın en çok tekrarlanan ifadesidir.10

Ezan tekbirle başlar, tehlil (La ilahe illallah) ile biter. Namaz da tekbirle başlar, selamla biter.11

3. Eşhedü En La İlahe İllallah, Eşhedü Enne Muhammede’r-Rasulullah

Bu iki ilke (La İlahe İllallah, Muhammedü’r-Rasulullah) bir arada Kur’an’da bulunmamakla birlikte, birinci ilke 37 ayette yer almaktadır. Bunların 3’ü “lâ ilâhe illallah”, 30’u “lâ ilâhe illâ hû”, 3’ü “lâ ilâhe illâ ene”, biri de “lâ ilâhe illâ ente” şeklindedir.12

İkinci tabir olan Muhammedü’r-Rasulullah ise bir ayette kelime-i tevhiddeki biçimiyle (Fetih, 48/29), iki ayette de unsurlarını Muhammed ile resul kelimelerinin oluşturduğu farklı cümlelerle geçmiştir. (Âl-i İmrân, 3/144; el-Ahzâb, 33/40)

Bir ayette de kendisinden sonra bir peygamberin geleceğini müjdeleyen İsâ (a)’ın ifadesinde Resulullah’ın, Ahmed ismine resul vasfı nispet edilmiştir. (Saf, 61/6) Kur’an’da ilim sahiplerinin Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik yaptığı da belirtilmiştir. (Âl-i İmrân, 3/18)

Bütün ayetler biz müminlere yaşadığımız zamanlarda ve yaşadığımız mekânlarda tevhide şahitlik etmeyi öğretmektedir ve biz müminler, günde beş vakit ezanımızla zamana mekâna şahitlik etmekteyiz.

4. Hayyale’s-Salâ: Haydin Namaza

Ehline namazı emret, kendin de bunda kararlı ol. Senden rızık istemiyoruz; asıl biz seni rızıklandırıyoruz. Mutlu gelecek, günahlardan sakınanların olacaktır.” (Taha, 20/132)

Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi salâta, yani namaza davet etmek, hatta çağrımızın ulaşabildiği herkese namazı emretmek, her mümin için farzdır. Ve ezanımız bu ilahi emri yerine getirmenin en güzel yöntemidir.

Maide, 58.ayet müminlerin birbirlerini salâta/namaza davet ettiklerini açıkça beyan etmektedir. Bu ayette görüldüğü gibi, namaza çağrıyı, ezanı alay ve eğlence konusu yapanlar akıllarını kullanmayan kimselerdir. Aklın olmadığı yerde iman da olmaz:

Salâta çağırdığınız zaman, onu hafife alırlar ve oyun ederler. Bu, onların akıllarını kullanmayan bir topluluk olduğunu göstermektedir.

Ezana nida kökünden kelimeyle işaret edilen bir ayet de Cuma Suresinde geçmektedir. Bu ayet de müminlerin birbirlerini ezanla cuma namazına davet ettiklerini açıkça beyan etmektedir:

Siz ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda, alışverişi keserek Allah’ı anmaya koşun! Eğer (hayır ile çıkar arasındaki farkı) bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 62/9)

5. Hayyale’l-Felâh: Haydi Kurtuluşa

Her kim [benliğini] arındırırsa, kesinlikle mutluluğa erişecektir, onu [karanlığa] gömen ise hüsrandadır.” (Şems, 91/9-10)

Felah nefsimizi, yani kendi kendimizi tezkiye etmek, arındırmaktır. Bir mümin olarak içimizdeki kötü düşünceleri kontrol altına almak, iyilik hareketine ve salih ameller işlemeye hazırlanmanın manevi yolu deyince de “namaz” akla gelir. Ezan Allah’ın davetidir ve bu davetle günde beş vakit felaha, kurtuluşa davet ediliyoruz.

Felaha çağrı, yani kurtuluşa davet Allah’ın bir emridir. Allah’ın Elçisi Muhammed (s) bu emri kıyamete kadar yaşayacak bir yöntemle, ezanla uygulamıştır. Ve onun bu uygulamasına ilahi bir ikaz gelmediğinden dolayı, artık her mümin için ezan, kıyamete kadar vazgeçilmez dinî bir ritüel haline gelmiştir. Ezanı ve sözlerini değiştirmek, değiştirilmesini teklif etmek hiçbir mümine yakışmaz.

Namazla felah arasındaki ilişkiyi beyan eden pek çok ayet vardır. İşte bunlardan birkaçı:

Siz ey imana erişenler! Sadece (Allah’ın huzurunda) secde edin! O’nun sizin için koyduğu yasaya tâbi olun ve yalnızca Rabbinize kulluk edin! Bir de hayırlı işler yapın ki ebedî felaha/kurtuluşa nail olasınız!” (Hacc, 22/77)

Muhakkak ki arınan felaha/kurtuluşa ermiştir. Ve bunun için Rabbinin ismini zikredip namaz kılan (felaha ermiştir).

6. La İlahe İllallah

Dua ve ibadetlerimizin, namazımızın temel amaçlarından biri de tevhid, yani Allah’ı birlemektir. Tevhidin en güzel ifadesi hiç kuşkusuz “Laİlahe İllallah”tır.

Tehlilin (La İlahe İllallah) sözlük anlamı, “yeni doğmuş bebeğin çıkardığı sesler”dir.13 Bu ilginç anlam tevhidin bozulmamış fıtratımıza, insan tabiatına ne kadar uygun olduğuna da şahittir.

İslam’ın Kur’an’la insanlık sahnesinde yeniden boy gösterdiği ilk günden bu yana bu tevhid ifadesi biz müminlerin şiarı olmuştur. “Lâ ilâhe illallah”; tüm kaynaklarımızda kelime-i tevhid olarak anılmaktadır. Bir dua olarak söylendiğinde ise kelime-i tevhid “tehlil” ismini almaktadır.

Kur’an’da dua amacıyla -tehlil için- söylenebileceğine ilişkin en vurgulu örnek, Yunus Peygamberin hayatında yer almıştır. Bilindiği gibi o, kavminin arınmasından ümidi kestiği için, yaşadığı bölgeyi tepkisel-duygusal, ani bir kararla terk etmiştir. Yüce Allah, hatasının farkına varması için ona bir bela vermiştir. İşte Yunus (a) bu musibetten kurtulabilmek amacıyla içinde tehlil de olan bir dua etmiştir:

Ve o balık olayının kahramanını da an; hani o öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Ama sonunda karanlıklar içinde, ‘Senden başka ilah yoktur, sınırsız kudret ve yüceliğinle sen her şeyin üstündesin, doğrusu ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım.’ diye seslenmişti.” (Enbiya, 21/87)

Kur’an’ı ahlak edinen Allah’ın Elçisi Muhammed (s) Yunus (a)’ın tehlil duasını kendi sözlerinde güncelleyerek hamd ile birleştirmiş, bize örnek bir dua olarak miras bırakmıştır:

“Allah’tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve egemenlik O’nundur ve hamd O’nadır. Yaşatan ve öldüren O’dur. O, her şeye gücü yetendir.”14

Sözün Özü

Ezan örneği üzerinden yaptığımız bu çalışmada ayetlere dayandırdığımız referanslar, Resulullah’ın Yüce Allah tarafından onaylanmış ilk örnek uygulaması olan “Sünnet”in meşruiyetinin Kur’an olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu referanslara rağmen, “Kur’an” diyerek, Kur’an’la Resulullah’ın arasını açmaya, “resulsüz bir nübüvvet tasavvuru” inşa etmeye çalışanların iyi niyetli olduğunu söyleyemeyiz.

Bu çalışmada ortaya koyduğumuz çabanın hedefi, hâlâ kalplerinde takvanın izleri bulunan iman kardeşlerimizin, fitnecilerin oyun eğlence aracı haline gelmemesi içindir. Daha da önemlisi, uyarmadığımız için Rabbimizin katında sorumlu olmayalım diyedir, Kur’an’ın öğrettiği gibi:

Mesela, sor onlara deniz kıyısındaki mamur kentin hâlini! Hani onlar, sebt (cumartesi) günü dışında ortaya çıkmıyorlar diye, sebt gününde balıkların kendilerine akın akın gelişine tamah ederek cumartesi geleneğini çiğniyorlardı! Biz, yoldan sapmaları nedeniyle onları (dünyalığa) işte böyle müptela ediyorduk.

Ne zaman ki onlardan bir topluluk (söz konusu sapkınlara karşı çıkanlara), ‘Niçin Allah’ın (bu dünyada) helâk edeceği veya (ahirette) şiddetli bir azaba uğratacağı birilerine öğüt verip duruyorsunuz ki?’ dediklerinde, onlar şu cevabı verdiler: ‘Rabbinizin katında sorumlu olmayalım diye; bir de belki sorumluluklarını yerine getirirler umuduyla!’

O (sapkınlar) kendilerine yapılan tüm uyarıları kulak ardı edince, biz de kötülüğe engel olmaya çalışan (bu) kimseleri kurtardık ve kendilerine kötülük eden kimseleri yoldan çıkmalarından dolayı kahredici bir azabın pençesine mahkûm ettik.” (A’raf, 7/163-165)

 

Dipnotlar:

1- Ezan yakın sözlük anlamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi ayette (örneğin, Bakara 2/279; A’râf, 7/167; Hac 22/27) geçmektedir. Müezzin de yine bu çerçevede “çağrıcı, tellâl” manasında iki ayette geçmektedir. A’raf,44.ayette müezzin, ahirette hakikati duyuran, “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!” diye ilan eden bir kişinin sıfatıdır. Yusuf, 70.ayette ise müezzin, bir iddiayı dile getiren “münâdi, çağrıcı” anlamında geçmektedir.

2- Mâide, 5/58; Cum’a, 62/9.

3- Bakara, 2/34; A’raf, 7/13,146; Nahl,16/29; Kasas, 28/39; Sa’d, 38/74; Zümer,39/59-60,72; Mü’min, 40/27,35,76; Haşr,59/23; Müddessir,74/23.

4- Allah, el-Mütekebbir’dir: Bakara, 2/186; Haşr, 59/23.

5- K-B.R kökünden kelimeler Kur’an’da 161 yerde geçmektedir. Allah’ı tekbir etmek ilahi vahyin bir emridir: Bakara, 2/185-186; Hacc, 22/37; İsra, 17/111; Müddessir, 74/3.

6- Tekbir, Allah’ı bir kabul ettiğimizin şahidi olarak oruçla da ilişkilidir. Ramazan orucunu tam olarak tutmak, Allah’ı tekbir ettiğimize, şükreden muvahhid bir kul olduğumuza şahitlik edecektir. Bkz. Bakara, 2/185. Kurbanla tekbir arasındaki ilişki Hacc Suresinde şöyle beyan edilmektedir: “Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.” (Hacc, 22/37)

7- Resul-i Ekrem’in Habeşistan Kralı Necâşî Ashame’nin vefatı üzerine gıyabında kıldırdığı cenaze namazı ile (Buhârî, Cenâʾiz, 4, 64; Müslim, Cenâʾiz, 63-65) mescidin temizliğini yapan bir kadının cenaze namazını (Müslim, Cenâʾiz, 68-69; el-Muvaṭṭaʾ, Cenâʾiz, 15; Nesâî, Cenâʾiz, 43) dört tekbirle kıldırması delil kabul edilmiştir. (Müslim, Sahih, Cenâʾiz, 72)

8- Buhârî, Sahih, Edhiye, 14.

9- Buhârî, Sahih, Cihâd, 132-133; Ebû Dâvûd, Sünen, Cihâd, 158.

10- Allah’ın Elçisi’nin (s) beş vakit namazın ardından, uyurken, uyanırken, yürürken, otururken okunmasını tavsiye ettiği zikirler “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allahu Ekber”dir. Buhârî, Sahih, Ezan, 155, Daavât, 17; Müslim, Sahih, Mesâcid, 142, 146, Zikir, 80; Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 100.

11- Peygamberimiz (s) şöyle buyurmuştur: “Namazın anahtarı temizlik, haram kılanı tekbir, helâl kılanı selâmdır.”(Ebû Dâvûd, Sünen, Ṭahâret, 31, Salât, 73; Tirmizî, Sünen, Ṭahâret, 3, Salât, 63.

12- Muhammed Fuad Abdülbâkî, El-Mucemu’l-Müfehres Li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, “İlâh” Maddesi, Timaş Yayınları, 1989, İstanbul.

13- Kelime anlamı itibariyle yeni doğmuş çocuğun çıkardığı seslere tehlil denilmiştir. Bkz. el-Mu’cemü’l-Vasit, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 992. Çocuğun tehlilinde hiçbir ikiyüzlülük yoktur, tam bir samimiyetle ve ilgiyle o sesleri çıkarır. Çocuğun tehlili aynı zamanda muhtaç olduğunun ilanıdır. Keşke insanlar büyüdüğünde de aynı samimiyette ve tevazuuyla ‘Kelime-i Tevhid’i söyleseler! Allah lafzı ilah kelimesinin başına elif lam gelmesiyle oluşur. İlah ise e-le-he kökünden türemiştir. E-le-he; “Büyük bir sevgi ve aşkla bağlandı.” demektir. Uluhiyet sevginin en üst basamağını ifade eder. Bu durumda tehlil, “Yüce Allah’a büyük bir sevgiyle bağlanmak, itaatte kusur işlememek.” anlamını kazanmaktadır.

14- Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 227.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR