1. YAZARLAR

  2. Ali Gözcü

  3. Erbakan'ın Amerika Seyahatleri

Erbakan'ın Amerika Seyahatleri

Kasım 1994A+A-

RP lideri Necmeddin Erbakan Ekim ayında ABD gezisine çıktı. Türkiye'de 8 Aralık'ta yapılacak ara seçimler öncesinde ABD'ye yapılan bu seyahat, basında "Erbakan'ın destek arayışı" olarak değerlendirildi. Erbakan Amerika'da yaptığı açıklamada "İcazet almaya gelmedim" dedi. Ancak RP'nin başarı grafiğinin yükseldiği bir dönemde ABD'ye yapılan bu gezinin basında ve kamuoyunda "destek gezisi" şeklinde yorumlanabileceğini RP kurmaylarının düşünmemesi imkansız gibi.

RP milletvekili Abdullah Gül de ABD gezisinde Erbakan'ın yanında yer aldı. Gül gezinin temel amacının California'ya bağlı Yuba City'de yakılıp-yıkılan bir camiyi yerinde incelemek olduğunu basına açıkladı. Gül, Erbakan'ın ABD gezisinde söz konusu inceleme için, Amerikalı müslümanların davetine icabet eden Suudi Arabistan, Ürdün, Sri Lanka ve Pakistan parlementerlerinden oluşan heyete başkanlık yaptığını beyan etti.

Gül, gezinin amacını bu şekilde beyan ederken Erbakan'ın Georgetown Üniversitesi'nde bir toplantı yaptığını ve toplantının oturum başkanlığını da John Esposito'nun yönettiğini açıkladı. Ancak bu toplantının, daha gezinin ilk gününde ve basına kapalı olarak yapıldığını, ayrıca en az üç saat sürdüğünü belirtmedi. Basın mensuplarının alınmadığı; ancak ABD Dışişleri Bakanlığı "İstihbarat ve Analizler Dairesi" yetkililerinin ve CIA raportörlerinin izlediği bu toplantıda Erbakan'ın neler konuştuğu örtülü kaldı. Fakat Abdullah Gül ABD'li yetkililere Erbakan'ın ne kadar "demokrat" oldukları ve kendilerini "anlamaya çalışmaları" gerektiği konusunda vurgular yaptığını belirtti.

Ancak bu vurguların içinin nasıl doldurulduğu konusunda bir açıklık olmayınca değişik sorular gündemi zorluyor; Bu vurgularla ABD'ye hoş görünüp, güvence mi veriliyor yoksa uyumlu müslümanlar olunduğu mu ifade ediliyor; veya RP iktidar olursa "Türkiye'nin İran olmayacağı'" teminatında mı bulunuluyor?

Yine Abdullah Gül'ün anlattıklarına göre (Zaman, 29.10.1994) Erbakan Yuba City'den Washington'a dönerken Türkiye Büyükelçisi Nüzhet Kandemir tarafından karşılanıyordu. Gül'e göre Kandemir, Erbakan'a şu teklifte bulunuyordu; "Yönetimden bazı isimlerle görüşmeniz faydalı olur. İsterseniz temas kurabilirim." Erbakan'ın cevabı ise son derece uyumlu: '''Eğer siz fayda görürseniz olabilir."

Aynı tarihlerde Ankara Kocatepe Camii Konferans Salonu'nda düzenlenen "Uluslararası Bosna-Hersek Konferansına bizzat RP'li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından davet edilen ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Abramovitz ise Erbakan'ın ABD gezisi ile ilgili sorulan soruya "Erbakan'ın programı gizli tutuluyor" (Aydınlık, 22.10.1994) cevabını veriyor.

Abramovitz'in cevabı belki spekülatif bulunabilirdi ama aynı gün Erbakan'ın Temsilciler Meclisi Dış ilişkiler Komisyonu üyelerine bilgi vermek üzere Washington'da düzenlenen bir toplantıya katıldığı bilgisi basına yansıyordu. Komisyon toplantısında tek bir Amerikalı milletvekilinin bulunmadığı; ama toplantıya milletvekili yardımcılarının ve komisyon memurlarının katıldığı belirtiliyordu. Erbakan'ın toplantı başlangıcında sözü uzatması ve dünya olaylarına girmesi üzerine Komisyon memurlarının sorumlusu pozisyonundaki Katherine Wilkens tarafından sert bir biçimde uyarılıyor ve Türkiye'deki son gelişmeler hakkında görüşlerini dinlemek üzere bu toplantıyı tertip ettikleri ikazında bulunuluyor. Wilkens daha sonra basın mensuplarını dışarıya çıkartarak toplantıyı basına kapalı bir hale dönüştürtüyor. Öğrenildiğine göre toplantıda Erbakan'dan Kürt sorunu, laiklik ve insan hakları konusunda sorulan soruların cevapları alınıyor. (Sabah, 22.10.1994)

Erbakan Washington'da bir de basın toplantısı düzenliyor. Ve basın toplantısında Refah Partisi'nin Türkiye'de iktidara gelmesi durumunda hangi tutum içinde olunacağına dair iki önemli mesaj veriyor: Birincisi, "Refah iktidara geldiğinde Batı, Türkiye'de sağlam bir partner, bir ortak bulacağı" ve RP iktidarının bütün dış borçları ödeyeceği teminatı. İkincisi ise Balkanlarda ve Ortadoğu'da güçlü bir Türkiye'nin, bölgede barışının bekçisi olacağı vaadi. Erbakan düzenlediği basın toplantısından iki gün önce İsrail'de meydana gelen siyonist sivillere yönelik bombalı otobüs eylemine değinerek "Telaviv'deki katliamı şiddetle kınıyorum" beyanatını da veriyordu. (Milliyet, 21.10.1994)

Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanlığı ile de görüşmeye gittiklerini açıklıyor. Ancak Erbakan ve heyeti ABD Dışişleri Bakanlığı'nın alt düzey yetkilileriyle randevu alabildikleri görüşmeye 15 dakika bekletildikten sonra alınıyorlar. Ve Erbakan bu oturumda ABD'nin Güney Asya'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Muavini Timothy Michael Caraey, Güney Avrupa işlerinden sorumlu müsteşar yardımcısının yardımcısı Bob Fraiser ve Güney Avrupa İşleri Daire Başkanı Marshal Adair ile görüşebiliyor.

Diğer günler de Amerikan Müslüman Konseyi'nin çizdiği program takip ediliyor. Amerika'da Milli Görüş Teşkilatı'nı kurmanın yolları aranıyor.

Erbakan'ın üçüncü ve dördüncü sınıf ABD'li yetkililerle kapalı kapılar ardında yaptığı görüşmeleri, Washington'da yaptığı basın toplantısındaki ifadeleri doğrultusunda gerçekleştirdi ise. bu hal, Erbakan'ın '''icazet almaya gelmedim" diyerek raddetmeye çalıştığı ABD'den destek arama iddialarından çok daha vahim bir durumu ifade ediyor.

Türkiye'de iktidara yaklaşan veya talip olan siyasi liderlerin icazet arayışı için yaptıkları ABD ziyaretlerini çağrıştıran bu gezi hakkında insan iyi niyet beslemek istiyor. Ama Erbakan'ın ABD'de kapalı kapılar ardında CIA raportörleri ve "istihbarat analizcileri" ile yaptığı özel toplantılar ve Washington'da düzenlediği basın toplantısında kapitalist sömürü sistemi (Batı Kulüp) ile ne denli uyumlu olabileceğini açığa vurması insanın zihninde önemli soru işaretleri oluşturuyor. Bu tür gelişmeler karşısında beslenecek iyi niyetli duygularla, gaflet içinde olma halinin nasıl ayrıştırılacağı endişesinden kaçınmak adeta mümkün görünmüyor.

Hafızalarını yoklayanlar hatırlayacaklardır ki 1992 yılının ilk aylarında TV-1'de Kürt sorunu ile ilgili siyasi liderlerin katılımı ile gerçekleştirilen açık oturumda Erbakan, Türkiye karşısında ABD ve Almanya'yı temize çıkarırken bütün olumsuzlukları İsrail'e ve "Yahudi Öcüsü" üzerine yıkmıştı. Oysa Erbakan ve RP yöneticileri kendi kitlelerine anti Amerikancı, anti-emperyalist bir söylemle hitap ederken, gerek TC devlet güçleriyle, gerekse emperyalist güç odaklarıyla ilişki kurduklarında özür dileyici, uzlaşıcı, Ödev üstlenici ve taahhüt edeci bir üslupla konuşuyorlar.

Türkiye'deki 1991 Genel Seçimlerinden önce CIA eski Türkiye Şefi Paul Henze ve CIA gediklisi Graham Fuller RP yöneticileri ve RP çevresindeki "İslamcı" seçkinlerle özel görüşme yapmıştı. Bu görüşmelerden sonra RP hiç bir ihtiyacı olmadığı halde Türk milliyetçisi iki parti ile seçim ittifakına gitmiş ve nesli tükenmekte olan ırkçı söylem palazlandırılarak RP sırtından yeniden Meclis'e taşınmıştı. Amerikalı bu iki ajan söz konusu kişilerle yapılan görüşmelerde, aynı zamanda ABD'nin razı olacağı "Ilımlı İslam' ideolojisini telkin edip, pazarlamaya çalışmışlardı. ABD İslami uyanışın gücü karşısında dalga kıran olarak "Ilımlı İslam"'ı Türkiye'ye ihraç etmek istiyordu. İşte bu dönemde daha ağırlıklı olarak İslami hareketlerin ve gelişmelerin önünü kesmek ve Türkiye'deki İslami potansiyeli de "Ilımlı İslam" ile manüpüle ederek İslam ülkelerine örnek olacak güdümlü bir İslami model oluşturmak için RP ve geleneksel cemaatler yönlendirilmeye ve etkinliği yüksek yazar ve aydınlar zorlanmaya başlandı.

Öte yandan dinini vahyi ilkelere göre değil de, tarihi kültüre ve alışkanlıklara göre yaşamaya alışan dindar kesimin önde gelenleri, pragmatizmin yeni bir tarzını daha keşfetmiş oluyorlardı. Eğer "Ilımlı İslam"a. tutunulursa "Kemalist Zinde Güçler"in baskısı karşısında ABD'nin şemsiyesine sığınılabilinirdi. Zaten ABD, kendisi için tehlike arz etmeyen İslam'dan yana olduğunu açıklıyordu. Merkezi Washington'da bulunan "Stratejik Etüdler Müdürlüğü" yetkililerinden Barry Rubin, Washington Quarterly gazetesinde şöyle diyordu: " Batı Ilımlı İslam'dan korkmamalıdır. Çünkü Ilımlı İslam, bağnaz İslam'a karşı bir numaralı panzehirdir. Hatta sünni İslam'da, ruhban sınıfı devrimci İslam'a direnir. Bu yüzden ABD devrimci İslam'a direnen Ilımlı İslam faktörünü desteklemelidir"

"Ilımlı İslam" ideolojisi önce telkinlerle gündeme getirildi. Bu telkinlerde ABD karşıtı ön kabuller yumuşatılıyor, anti-emperyalist söylemden vazgeçildiği oranda ABD'nin dostluğunun kazanılabileceği ve ılımlı İslam'ı benimseyen kişi ve çevrelerden Amerika'nın rahatsız olmayacağı bağlatılıyordu. Ilımlı olmamak teröristlikti. Zaten İslam coğrafyasındaki dindarların birçoğu da teröristler listesine yazılmamak için bir çok fedakarlıkta bulunmaya razıydı.

Bilindiği gibi Graham Fuller 1991 genel seçimlerinden sonra 1992 Şubatında gerek RP yöneticileriyle ve gerekse tanınmış bazı İslamcı aydınlarla bir dizi görüşmeler yaptı. RP halk ve gençlik kesiminde yaşanan anti amerikancı söylem ve duygulara rağmen RP kurmayları da yer yer verdikleri demeçlerle ABD'yi karşılarına almayacak politikaların peşinde olduklarını göstermeye başladılar. Daha Körfez Krizi'nde müttefik haçlı kuvvetlere yataklık yapan Suud Kralı'na Erbakan'ın gönderdiği iddia edilen bağlılık mektubu hakkında bugüne kadar ciddi hiç bir açıklama yapılmadı. RP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk ile Körfez Savaşı'ndan önce yapılan bir röportajda "RP'ye karşı ABD'nin tavrı nedir?" sorusu yöneltildiğinde Asiltürk şöyle cevap veriyordu: "Birçok defalar ABD cumhurbaşkanlarının ağzından seçimlerde bizim başarılı olmamız gerektiği, hükümetlere girmemiz gerektiğine dair beyanlar kamuoyuna yansıdı. Amerika ile Suudi Arabistan RP'ye iyi bakıyor." (2000'e Doğru, 26.2.1989) Bu röportajı yapan derginin İslam düşmanlığı biliniyor; ancak Asiltürk'ün bu ifadeleri saptırıldı ise saptırıldığı şüphesini aydınlatacak kendisi tarafından hiçbir beyanatta bulunulmadı.

1991 Genel Seçimleri'nden sonra Erbakan ABD'ye gizli bir gezi düzenlemişti. Mart ayının son günlerinde gerçekleştirilen bu gezi basından ve RP tabanından gizlenmeye çalışılmıştı. Geziyi gizlemenin başlıca nedeni tabandan gelecek tepkinin yumuşatılması şeklinde yorumlanmıştı. Ancak o gezinin yapıldığına dair RP liderinden ancak Kasım ayında bir haftalık derginin yaptığı röportajda açık beyan alınabilmişti. Erbakan bu röportajda kendisine yöneltilen "Siz Suudilerle işbirliği yapıyorsunuz. Suudi de ABD ile sizin ileride Clinton ile kol kola girmeyeceğiniz nereden belli?" sorusunu cevaplarken söz konusu ABD gezisini sekiz ay sonra şu ifadelerle doğruluyordu: "Dünyadaki zulüm düzenini değiştirmek istiyoruz. Biz ABD seyahatimizde bunları anlattık" (Aktüel, 4.11.1992)

Sonralarda dikkat çeken ve İslami kesimlerde rahatsızlık uyandıran gelişme, RP literatüründe anti emperyalist söylemin yumuşatılması oldu. Bu yumuşama politikası, RP çevresinden kabul edilen bazı İslamcı aydınların kaleminde uzlaşma projeleri oluşturma noktasına kadar uzadı. Giderek demokratlık, çoğulculuk, laiklik, özelleştirmecilik, Atatürkçülük söylemi "adil düzen" ve "milli görüş" ideolojisinin içine sıkıştırılmaya başlandı.

Ve sistemin tıkanan işleyişi karşısında alternatif olarak kendini sunan ve başarı grafiği gittikçe yükselen "adil düzenci" RP, 10 Ekim 1993 günü 4. Olağan Kongresini yaptı. Sistemin işleyişinden gayri memnun kitleler RP kurmaylarından İslamın yükselişine kapı aramalarını bekliyorlardı; ama egemenler de RP kurmaylarından kitlelerin İslami yönelişini kuşatıp sistemin yedeğine takmalarını, bağımsız İslami gelişmelerin önünü kesmelerini bekliyorlardı. Abdurrahman Dilipak gibi ölçülerini unutmayan az sayıda RP'li aydın ve yönetici bu gelişme karşısında tepkilerini serdetseler bile Genel Merkez'in "gazeteci" veya "ajan mı" gibi alaycı suçlamalarıyla karalanıp etkileri sınırlandırılıyordu. Ve 4. Olağan Genel Kongre'de Özalcı liberal tiplerin partiye ithali beklenirken daha farklı ve ürkütücü bir gelişme oldu. Partiye altı emekli general ve yirmi sekiz albay ithal edildi. (Sabah, 12.10.1993)

Bu ürkütücü bir gelişme idi. Çünkü RP'ye ithal edilen bu subayların on tanesinin istihbaratçı olduğu üzerinde duruluyordu. Hatta şu anda Faisal Eğitim Yardımlaşma Vakfı'nın başkanlığını yapan emekli general Sami Karamısır'ın Özel Harp Dairesi'nde eskiden başkanlık yaptığı, ordu içinde en Amerikancı subaylardan biri olduğu, 1993 yılında ise Kuzey Kıbrıs'ta Zefiros Oteli yakınlarındaki bir kampta CIA ve Suudi istihbarat örgütünün denetiminde askeri eğitim yaptırdığı ve Türkiye'den gelen gençleri de bu kampta eğittiği belirlenince MİT tarafından Kıbrıs'tan uzaklaştırıldığı gazete haberleri arasında yer almıştı. 4. Olağan Kongre'de RP'ye törenle kabul edilen istihbaratçılıkları üzerinde durulan emekli subaylar şunlardı: Korgeneral Erşan Nuri Kayra, Tuğgeneral Hasan Sağlam, Tuğgeneral Sami Karamısır, Albay Hasan Eke, Hakim Albay Ertuğrul Perim, Albay Hasan Yıldız, Albay Mahir Alkan, Dr. Yarbay Haluk Kaygım, Albay Alaaddin Yandırma ve Albay Kamil Şen.

Gariptir. İstiklal Mahkemeleri, Şeflik dönemi uygulamaları, siyonist komplolar, "uşak politikacılar" konusu üzerinde bıktırıcı bir şekilde duran, Çevik Kuvvetler'in varlığına tepki gösteren hatta Türkiye Hizbullahı'nın CIA tarafından kurulduğunu açıklayacak kadar (Milli Gazete, 30.7.1993) komplocu teorilere önem veren RP'li veya RP sempatizanı yazarlar, dergi ve gazeteler ne hikmetse hiç bir komplocu yaklaşıma gerek bırakmayacak kadar ürkütücülüğü açık olan bu istihbaratçı general ve albayların partiye transferi konusu üzerinde biç durmadılar. Hak Söz'de bu gelişme "Postal Kokusu Parfüm Kokusunu Bastırdı" başlığı ile verilirken şu değerlendirme yapılıyordu: "..Dünkü liberallerin, kitleleşme adına sorgusuz sualsiz parti saflarının önüne davet edilmesinden rahatsız olan Abdurrahman Dilipak, Vakit gazetesindeki yazılarında partiye ulaşan parfüm kokularından bahsedip yakınmaya başladı. Parfüm kokusu liberalleşmenin simgesiydi. Ne var ki, kongreye kadar ismi gündem tutan Özal artıklarıyla gerekli mutabakat sağlanamadı. Ancak RP IV. Olağan Kongresi'nde 6 general ve 28 albayın RP'ye geçtiği açıklandığı an, kongre salonunu daha kötü bir koku sardı: Postal kokusu!.. Bu koku askeri darbelerin, ABD severliğin, laik Atatürkçü çizginin, kontrgerilla ilişkilerinin tüm izlerini taşıyordu." (Hak Söz, Kasım 1993)

Ancak bu kokuya rağmen ikbal ve koltuk sevdasından vazgeçmek istemeyen İslami kesimin (!) bazı etkin ve yetkin kişileri yüzlerini ekşitmekten öte ciddi herhangi bir tepki göstermediler.

İlginçtir. 27 Mart 1994 Yerel Seçimlerini RP Genel Sekreteri Oğuzhan Asıltürk ABD'den izledi. RP'nin başarı kaydedeceği kesin olarak görülen bu seçimler sırasında Asiltürk ABD'de ne arıyordu? Yoksa tabanda ve parti meclislerinde "uşak yöneticiler" olarak itham edilen siyasiler gibi o da rahatsızlığını ABD hastanelerinde gidermeye mi gitmişti? Oysa "yaşasaydı RP'li olurdu" diye düşünülen Atatürk bile kendisini Türk doktorlarına teslim ederken, Asiltürk niçin böylesine şaz bir davranışta bulunuyordu?

Erbakan'la birlikte Amerika'ya giden Abdullah Gül, RP'nin dış ilişkiler sorumlusudur. Asiltürk 27 Mart seçim sonuçlarını ABD'de değerlendirirken; seçim sonuçları sonrasında "Batı ve ABD ile ilişkilerin gelişimi" konusunda ABD Türkiye Büyükelçiliği Ekonomi Bölüm görevlisi Ric Roberto da Abdullah Gül ile Meclis odasında görüşmeler yaptığı basına yansıyordu. Roberto'nun ziyaretinden hemen sonra RP kurmayları Amerika'dan ziyarete gelen bir başka görevliyi daha ağırladılar. ABD'nin Ortadoğu uzmanı Carol Migdalowitz. Migdalowitz RP'li yönetici ve bazı yeni belediye başkanlarıyla bir dizi görüşme yaptı. Bu görüşmelerden sonra önce İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Tayyib Erdoğan sonrada Erbakan Amerika'ya gittiler.

Lübnan'da, Irak'ta, Libya'da, Somali'de dökülen müslüman kanlarının doğrudan ve İslami hareketlere karşı yerli işbirlikçilerinin gerçekleştirdiği baskı, komplo, işkence ve katliamların dolaylı sorumlusu ABD'ye gösterilen bu ilgiye, Amerika'daki müslümanlarla ilişki kurma ihtiyacı ile açıklamak çok inandırıcı gelmiyor. İslami hareketlerin temsilcileriyle konuşurken ve kitlelerin duygularını okşarken "Batı Kulubü"ne, çatanların, Türkiye'nin faizlerden doğan dış borçlarını ödemeyeceklerini vurgulayanların, CIA politikalarını eleştirenlerin; iktidara yaklaşma arafesinde ABD'ye koşmaları, ABD ile birlikte yaşanabileceği imajını yaygınlaştırmaları ve ABD'ye "Balkanlar ve Ortadoğu barışı için" terbiyeli teba olunacağı mesajlarının verilmesi hangi kişilikli dış politika, bağımsızlık, sömürü düzenlerine karşı olmak tezi ile uyuşabilir?

Tevhidi ilkeleri kimlikleştirmeyen bir hareketi Kur'ani çizgiden sapmakla suçlamanın doğru olmadığı bilincindeyiz. Ama Türkiye insanının "adil düzene", örtülü olarak da İslami adalete beslediği güven ve yönelişi okşayarak güç kazanan bir hareketin, İslami duyarlılığın düşmanı ve saptırıcısı şeytani bir güç odağıyla bu kadar ölçüsüz ilişkilere girmesi ve "Dünya sistemi ile uyumlu bir Türkiye" oluşturulabileceğinin mesajını vermesi önemli bir basiretsizlik ve gaflet ifadesi değil midir?

ABD "Ilımlı İslam" ideolojisi ile müslümanları saptırmaya çalışıyor. Peki dün tavır alınılan bugün ikide bir ayağına gidilen "Batı Kulübü" ile girilen bu ilişkiler RP kitlelerinin İslami duyarlılığını yozlaştırmayacak mı?

Bu yozlaşma ve ürkütücü ilişkiler karşısında kişilikli, onurlu, dürüst, güvenilir tavırlarıyla ikbal ve koltuk sevdasını ayaklarının altına alacak "adil düzeni"n kaç tane samimi temsilcisi sesini yükseltecektir? Merak konusudur. RP kurmaylarının ABD yetkilileriyle kapalı kapılar ardından yürüttüğü görüşmeleri ve uzlaşı kokan demeçleri konusunda sesini yükseltenlerin varlığı bir bakıma RP'deki yöneticilerin uydu ve pragmatik bir şebeke olmadıklarının göstergesi olacaktır.

Ve RP'ye Amerikancı bir elbise giydirilmesinden rahatsız olacak tüm onurlu kişiler 8 Aralık Ara Seçimleri'nden sonra Erbakan'ın tekrar ABD'ye gidip gitmeyeceğini dikkatle takip etmelidirler. Hem bu gezinin yapılıp yapılmadığını ve hem de yapılacak olursa RP kurmaylarının ABD'de kimlerle konuştuğunu ve ne konuştuklarını?

RP'liler yerel başarılarla, temelsiz övünçlerle avunma vaktinin aşıldığının ve kendi hareketlerinin uluslararası komplolarla kuşatılmaya başlandığı bir arafede basiretli tavırlara ciddi olarak ihtiyaç duyulduğunun farkında olmalıdırlar. Ve tüm İslami duyarlılık ve samimiyetleriyle RP çizgisinde yapılan hataları eleştirenleri "Siyonist ajanı" olarak suçlayıp etkisiz hale getirenlerin "siyonist işbirlikçiler" ile bugün niçin sıcak ilişkiler içinde olduklarını da ciddi olarak sorgulamalıdırlar?

Tekrar edelim. Kitleler RP'nin İslam'ı getireceğini ve kendilerini zalim sistemden kurtaracağını; egemenler ise RP'nin müslümanları ve muhalif kitleleri sistem içinde tutacağını ve sistemin işleyişine katkı sağlayacağını düşünüyorlar. Acaba ibre hangi talepten yana kayıyor? RP kurmayları halkın umudunu mu filizlendirecek yoksa egemenlerin isteklerini mi gerçekleştirecek? Hangi istekten ondan yana tavır konacaktır. Ama bizler birinci eğilimden yanayız. Ve bunun için de ikinci eğilimin güç kazanması karşısında müslümanların dikkatlerini çekmek istiyoruz. Özellikle RP'nin fedakar taşıyıcıları RP kadrolarına sirayet etme temayülü görülen ABD virüsüne karşı pasif kalmamalıdırlar.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR